| 
Şengül Şirin  | 
				  Mu Uygarlığı 
 
             Batık Mu kıtası ve Mu uygarlığı hakkındaki bilgilerin çok büyük bir bölümü, 19 yüzyılda yaşamış olan İngiliz araştırmacı James Churchward’ın incelemeleri neticesinde gün yüzüne çıkmıştır  
 
 İngiliz silahlı kuvvetlerinde albay olan Churchward, 1880′li yıllarda Hindistan ve Tibet’te görevle bulunduğu sıralarda bu kıta hakındaki ilk bilgileri edinmiş, emekliliğinden sonra da Orta Amerika’da araştırmalarını tamamlayarak bu batık uygariık hakkında beş eser yazmıştır
  
 
 Churcward’ın kaynakları, Batı Tibet’te bir mabette, bu mabedin başrahibi tarafından kendisine verilen “Naacal Tabletleri” ile, Amerikalı Jeolog William Niven’in 1921-23 yılları arasında Meksika’da ortaya çıkardığı tabletler olmuştur
  
 Bilim dünyası, gerek Churchward’ın ortaya çıkardığı Mu uygarlığının, gerekse bir diğer batık kıta olan Atlantis’in varlıklarını kuşkuyla karşılamaktadır
  Ancak yine bilim dünyası, bu iki kıtanın battığı öne sürülen tarih olan 12 bin yıl önce dünyada büyük bir jeolojik olayın yaşandığını onaylamaktadır  
 Kaldı ki, dünyanın hemen her yerindeki kavim ve milletlerin tufan efsaneleri de, büyük bir felaketin yaşandığını doğrulamaktadır ve bilim dünyası ister kabul etsin, ister etmesin, Mısır, Maya kalıntıları, Paskalya adası uygarlığı gibi ~ugün nasıl ortaya çıktıkları izah edilemeyen birçok eser bu batık kıta uygarlıklarının varlığı ile mantıklı izahlara kavuşabilmektedir
  Evrim kuramları ve genel bulgulara göre, günümüzden 200 ile 500 bin yıl önce iki ayağı üzerinde dik olarak durabilen “Homo Erectus” yerini, düşünebilen insan “Homo Sapiens”e bırakmıştır
  Homo Sapiens’in ortaya çıkış tarihini 200 bin yıl önce olarak kabul etsek dahi, o günden bu güne kadar insanoğlunun sadece günümüz uygarlığını yaratmış olduğunu düşünmek, insanlık adına büyük bir bencilliktir  
 
 200 bin yıl önce dünyaya gelen ve uzmanlarca beyin ağırlığı ve düşünme kapasitesi günümüz insanı ile aynı olarak kabui edilen Homo Sapiens, ne olmuştur da, 194 bin yıl bekledikten sonra, günümüzden 6 bin yıl önce birden bire dev adımlar atmaya karar vernıiştir? Nitekim, günümüz bilim çevreleri, tekerleğin ve yazının ancak M
  Ö  4 binlerde bulunduğunu öne sürnıektedir  
 
 Ancak, dünyanın geçirdiği tufan felaketi nedeniyle çok az belge ve bulgunun kalmış olmasına rağmen, bu belge ve bulgular, insanoğlunun dünya üzerindeki uzun geçmişinde, günümüz uygarlığının dışında en az bir büyük uygarlık daha yaratmış olduğunu ve hatta bugünkü uygarlığın temellerinin de bu eski uygarlıkta atıldığını ortaya koymaktadır
  James Churchward 1883′de, Batı Tibet’te bir manastırda bu belgelerin en önemlilerini gün yüzüne çıkarttı
  Tibet’te görevli olarak bulunan Churchward, eski dinlerin kökenleri hakkındaki araştırmaları doğruitusunda Tibet’teki manastırları dolaşırken, yolu Batı Tibet’te bir manastıra düştü  Bu manastırın, “Büyük Rahipler Kardeşliğinin” önde gelen üyelerinden olan baş rahibi Rishi, Churchward’a, günümüzden 15 bin yıl önce yazılmış “Naacal Tabletleri”ni gösterdi  
 
 Rishi’nin Churchward’a, binlerce yıldır sır olarak saklanan tabletleri niçin gösterdiği bilinmiyor
  Ancak, kendisi de bir inisiye olan Rishi’nin, başka kanallardan da olsa Ezoterik doktrini bünyesinde yaşatan bir diğer kardeşlik örgütüne, Masonluğa üye olan Churchward’ı kendisine yakın bulduğu ve bazı sırların batı dünyasına açıklanması zamanının geldiğine inandığı tahmin ediliyor  
 
 Rishi, bu düşüncelerle Churchward’a iki yıl boyurıca üstadlık yaptı ve sadece büyük rahiplerin bildiği, Naacal Tabletlerinin yazıldığı ölü dili kendisine öğretti
  Naacal dilini öğrenen ve tabletleri inceleyen Churchward, bu tabletlerin ışığı doğultusunda batık kıta Mu ve uygarlığııtın izlerine rastlamak umuduyla 50 yıl süren araştırnıa gezilerine başladı
  
 
 Pasifik okyanusundaki hemen bütün adalarda, Sibirya ve Orta Asya’da, Avusturalya’da, Mısır’da incelemeler yapan Churchward’a yeni nur kaynağı Meksika’da parladı
  Amerikalı Jeolog William Niven, 1921-23 yılları arasında Meksika’da yaptığı kazılarda, 11
  500-12  000 yıl önce yazıldıkları saptanan 2600 dolayında tablet buldu  Bu tabletlerdeki yazılar ne Niven tarafından, ne de tabletler üzerinde uzun bir inceleme yapan Carnegie Enstitüsü uzmanlarından Dr  Morley tarafından okunamadı  
 
 Tabletlerin varlığını duyan Churchward Meksika’ya gitti ve Tibet’te öğrenmiş olduğu Naacal diliyle yazılı olduklarını ispatladığı Meksika tabletlerini çözmeyi başardı
  Tibet tabletlerinde eksik kalan bilgilerini Meksika tabletleri ile tamamlayan Churchward, batık uygarlık Mu hakkında büyük’yankılar getiren eserlerirıi yazdı  
 
 Churchward ve Niven’in bulguları, Mu kıtasının bugünkü Pasifik okyanusunun oldukça büyük bir bölümünü kapladığını, Hawaii, Haiti, Fiji, Paskalya adaları ile diğer Polonezya adalarının bu batık kıtadan artakalan parçalar olduklarını ortaya koydu
  Danimarkalı araştırnıacı ve yazar Eric Von Daniken de, birbirlerinden binlerce kilometre uzakta olan bu adalar kültürlerinin şaşılacak derecede benzediğine işaret ediyor
  Churchward’a göre Mu kıtası, doğudan batıya 8 bin kilometre, kuzeyden güneye de 5 bin kilometre uzunluğunda dev bir ada kıtaydı  Naacal tabletleri bu kıtanın, uygarlığın beşiği olduğunu öne sürnıektedir  Yaklaşık 70  000 yıllık bir uygarlık geçmişine sahip olan Mu; zaman içerisinde tüm dünyada birçok koloniler ve büyük imparatorluklar oluţturmuţtur  Mu uygalığının kolonileştirdiği ve daha sonra bağımsızlaşarak birer imparatorluğa dönüşen en önemli iki devlet, Atlantis ve Uygur İmparatorluklarıdır (8)
  Ayrıca, bugün Antik Mısır, Çin, Hint ve Maya uygarlıkları diye bilinen uygarlıkların kökeninde de Mu uygarlığı yatmaktadır  
 
 Mu uygarlığının ne zaman başladığı bilinmiyor
  Naacal Tabletleri ve Meksika’da bulunanlar bu konuda aydınlatıcı olamadı  Ancak tabletler, Mu’nun kolonileşme ve uygarlığinın temelini oluşturan dinini yayma aşamasına 70 bin yıl önce geçtiğini gösteriyorlar  15 bin yaşında oldukları belirlenen Naacal Tabletleri evrenin başlangıcı ve ortaya çıkışı konusunda ayrıntılı öngörüler kapsamakta
  Bu tabletlere göre, evrenin başlangıcında sadece ruh vardı  Daha sonra bu ruhtan, bir kaosun hakim olduğu uzay var oldu  Zamanla kaos yerini giderek düzene bırakmaya başladı ve uzaydaki şekilsiz ve dağınık gazlar biraraya geldi  
 
 Bu gazlar, güneş sistemlerini ve gezegenleri oluşturmak için katılaştı
  Katılaşma sırasında önce hava, sonra su oluştu  Sular dünyayı kapladı  Güneş ışıkları tıavayı ve suyu ısıttı  Bu ışıklar ve toprak altındaki ateş, üzerinde su bulunan toprakları yiikseltti ve bunlar açık toprak oldu  Güneş ışıkları suyun içinde ve balçıkta kozmik hayat yumurtalarını (Rna-Dna) oluşturdu  İlk hayat sudan ç~ktı ve tüm yeryüzüne yayıldı  
 
 Günümüzde geçerli evren ve yaşamın oluşumu teorilerine bu denli benzerlik tesadüf olamaz
  Zaten, en az 70 bin yaşında olan bir uygarlıktan daha farklı bilgiler ummak da saçmalık olur  Mu uygarlığının ulaştığı seviyeyi gösternıe açısından bir başka kaynaktan yararlanalım  Günümüzden 3 bin yıl önce yazılmış Mahabharata’da, uzak geçmişte insanoğlunun kullandığı bir silah tarif ediliyor: “Dumansız bir ateşin ışıltısına sahip olan ve alevler saçan bir mermi atıldı
  Birden heryer karanlığa gömüldü  Daha sonra, gözleri kör eden bir ışık ve kulaklan sağır ederı bir gürültü çıktı  Ardından meydana gelen büyük ısıda sular buharlaştı  Filler, atlar, insanlar bir anda kavruldn  Ağaçlar tamamerı yandı  Heryer yeniden aydınlandığında koca ordudan geriye sadece bir avuç kül kalmıştı”… Bu efsane, atalarımızın ulaştığı uygarlık düzeyinin yanısıra, onların dünyasının da bugün olduğu gibi, barıştan yana pek nasibini almadığını gösteriyor
  Mahabharata efsanesi ve Sodom ve Gomora’nın yokoluşu gibi diğer bazı efsaneler, Atlantis ve Mu kıtalarının batışı teorilerinden birisini destekler niteliktedir
  Ancak bu konuya daha sonra değinileceği için şimdi, Mu uygarlığının yönetiliş biçimine ve bunun aracı olan ilk tek Tanrılı dine, “Mu Dini”ne göz atalım  
 
 Mu uygarlığı bir imparatorluktu ve imparatorlann ünvanı, güneşin oğlu da denilen “Ra Mu” idi
  Mu imparatorluğunun bir diğer adı da “Güneş İriıparatorluğu”ydu  Mu dilinde “Ra” kelimesi, giineş anlamına geliyordu  Mu’nun kolonisi olan Mısıi da da güneş tanrıya “Ra” adı verilmiştir  
 
 Ayrıca, kökleri Mu uygarlığına kadar uzandığı sanılan Japonya’da da imparatorun ünvanı “Güneşin Oğlu” dur
  Bunun yansıra eski Maya ve İnka uygarlıklarında da krallar aynı ünvanı kullanmışlardır  İmparatorun altında, hem bilim adamı hem de rahip olan “Naacaller” bulunuyordu ve burılar yönetici sınıfı teşkil ediyordu  “Kutsal Sırlar Kardeşliği”nin üyesi olan Naacaller’in tüm dünyaya yaymış oldukları “Mu Dini”, belki de insanlığın tanıdığı ilk tek Tanrılı dindi  
 
 Naacaller bu dini, sıradan insanlara, anavatan ve koloniler halklarına anlatırken, anlaşılması daha kolay olan semboller dilini kullanmayı tercih ediyoriardı
  Bu sembollerin Ezoterik anlamlannı sadece inisiye edilmiş kardeşler ve imparator Ra-Mu bilmekteydi  
 Naacaller’in sembolleri daha çok geometrik şekilleri kapsıyordu
  Alaacal öğretisi, evrenin ortaya çıkışında en önemli görevin Tannnın geometri ve mimarlık vasıflarına düştüğünü öngörmektcydi  Mu dinine göre Tann o kadar kutsal bir varlıktı ki, doğrudan ağıza alınamazdı  Bir sembol vasıtasıyla ifade edilmezse, sıradan insanlar tarafından idrak edilemezdi  İşte bu Yüce Varlığın sembolü, Güneş yani “Ra” idi  Tanrının güneş olduğu iddiasındaki tüm saptırıimış iddialann ve güneş kültü diye nitelendirilen inamşların kökeninde yatan olgu budur  
 
 Naacal öğretisinde Güneş doğrudan Tann değil, onun birliğinin ve tekliğinin kitleler tarafından daha iyi anlaşılması için seçilmiş olan bir semboldü
  Sembollerin kullanılmasındaki bir diğer amaç da, belirli ifade tarzlannın kalıplaşmasını önlemek ve gelişmeler doğrultusunda sembollere yeni anlamlar yükleyerek, dinin bağnazlıktan ve doğmalardan kurtulmasını sağlamaktı  Ancak, uygarlık çöküp, ana kaynak yok olunca, zaman içinde bu sembollerin kendileri putlaştı ve çok tanrılı dinlerin doğmasına neden oldu  Semboller vasıtasıyla tek Tanrıya tapınımı öğreten dinin büyük rahibi, dolayısıyla kutsal kardeşlik örgütünün de başı, Ra Mu’nun kendisiydi
  Ancak imparatorun hiçbir Tanrısal kişiliği yoktu ve sadece konumu nedeniyle, sembolik olarak “Güneşin Oğlu” ünvanını taşıyordu  
 
 Naacal kardeşlerinin, öğretilerini yaydıkları ve yeni üyeleri inisiye ettikleri mabetler, kıtanın her yerine ve kolonilere dağılmış vaziyetteydi
  Dev blok taşlardan yapılan bu mabetlerin damları yoktu ve bunlara “şeffaf mabetler” deniliyordu  Güneş ışıklarının inisiyeler üzerine doğrudan ulaşması için mabetlere dam yapılmıyordu  Bu da bir tür semboldü ve Ezoterik anlamı, Tanrı ile insan arasında hiçbir engel olamayacağı şeklindeydi  Günümüz Masonluğunda da aynı sembol kullanılmakta ve Mason mabetlerinin tavanları, sanki üstü açıkmış gibi, gökyüzünü sembolize eder biçimde düzenlenmektedir  
 
 Mu dini sembollerinin en önde geleni, “
  Mu Kozmik Diyagramı”dır  Bu diyagramda, tam merkezde bulunan daire Güneşin, “Ra”nın, yani tek Tanrının kollektif simgesidir  Üçgen içindeki daire, tanrının gözünün daima insanların üzerinde olduğunun, içiçe geçmiş iki üçgen, iyiliğin ve kötülüğün birarada bulunduğunun simgesidir  Bu üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiye, yani Tanriya ulaşmayı, aşağı bakanı ise yeniden doğuş yasası uyarınca geriye dönüşü remzeder  Her ikisinin birarada oluşturduğu altı köşeli yıldız, adaletin sembolüdür  Ayrıca bu yıldızın herbir ucu bir fazileti remzeder ve insan ancak bu faziletlere sahip olunca Tanrıya ulaşabilecektir  Altı köşeli yıldızın dışındaki çember, dünyadan başka alemierin de bulunduğunu, bunun dışındaki 12 fisto ise, insanın uzak durnıası gereken 12 kötü eğilimi simgeler  İnsan ruhu, diğer alemlere geçmeden önce, bu 12 dünyasal kötü eğilimden kurtulmak zorundadır  
 
 Aşağı doğru inen sekiz şeritli yol ise, ruhun Tanrıya ulaşması için tırrrıanması gereken aşamaların ifadesidir
  Ruh, en alt kademeden, cansız varlıktan mükemmele, yani Kamil İnsan’a ulaşmak zorundadır  
 
 Naacal mabetlerinde ay, bir sembol olarak güneşin hemen yanında yer alır
  Hem baba, hem ana olan Tanrının eril sembolü güneş ise, dişil sembolü de ay’dır  Kozmik diyagram üzerinde de görüleceği gibi üçgerıin ve üç sayısının Naacal öğretisindeki yeri büyüktür  Üç sayısına verilen önem Mu kıtasının kendisinden kaynaklanmaktadır  Mu kıtası üç parçadan oluşmuş, ve aralarında ~lar boğazların bulunduğu adalar topluluğudur  Bu nedenle üçgen, hem Mu kıtasını, hem de, Tanrının eril ve dişil yönleri ile onlardan südur eden İlahi Kelamı, yani evreni simgeler  Üçgen içindeki göz, ana kaynağın, yani Tanrının, varlığını insan üzerinde daima hissetfirdiğini, bir biçimde onu gözlediğini remzeder  Bu sembol, Osiris iIe önce Atlantis’e buradan Hermes ile Mısır’a, Mısır’dan Yunanistan’a ve nihayet günümüzde Masonluğa kadar ulaşmıştır  
 
 Birçok sembol gibi, Ezoterik Sırlar Öğretisinin üyelerini kabul ettiği inisiasyon törenlerinin kökeni de, Mu Naacal okulundadır
  Değişik örgütlenmeler vasıtasıyla ‘günümüze kadar ulaşmış bu inisiasyon töreninde aday, uzun bir hazırlık ve soruşturma döneminden sonra, layık görülmesi halinde kardeşliğe kabul edilirdi  Naacal kardeşlik örgütüne üyelerin seçilerek âlındıkları dışında, kabul töreni ile ilgili herhangi bir bilgi bulunmamakta  Ancak, Naacal kardeşliğinin son durağı olarak da kabul edilebilecek Mısır’ın Hermetik kardeşliğine kabul töreninin Naacaller’in uyguladıkları törenden daha farklı olduğunu varsaymak için hiçbir neden yok  Bu törenin ayrıntılarına Mısır uygarlığını incelerken dönüleceği için, şimdi Naacal öğretisinin diğer kavramlarına geri dönelim   
			
			
			
			 
				__________________  Arkadaşlar, efendiler            ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler,            müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet            tarikatıdır   |