Yalnız Mesajı Göster

Cevap : Diyabet (Diabet) Nedir ? - Şeker Hastalığı - Diabetik - Gizli Şeker

Eski 07-30-2010   #7
[KAPLAN]
Varsayılan

Cevap : Diyabet (Diabet) Nedir ? - Şeker Hastalığı - Diabetik - Gizli Şeker



Kronik komplikasyonları

Damar Hastalıkları

Kan şekerinin uzun süre yüksek seyretmesi kan damarlarına zarar verir (anjiyopati) Kan damarlarının iç yüzeylerini kaplayan endotel hücreleri normalden daha fazla miktarda glukozu hücre içine alırlar çünkü bu hücrelere glukoz girişi insülinden bağımsız olarak gerçekleşir Hücre içine giren yüksek miktarda glukoz bu hücrelerde proteinlerin glikozillenmesine (protein molekülleri ile glukozun enzimatik birleşimi) ve yüzey glikoproteinlerin birikmesine yol açar Sonuçta damarların bazal membranı kalınlaşır ve zayıflar Diyabette bu durumun yol açtığı sorunları tanımlamak için mikrovasküler hastalıklar (küçük damarlarda oluşan hasarlar sebebiyle oluşan) ve makrovasküler hastalıklar (arterlerde oluşan hasarlar sebebiyle oluşan) tabirleri kullanılır
Küçük çaptaki kan damarlarının hasar görmesi sonucunda oluşan mikroanjiyopati aşağıda sayılan komplikasyonlara yol açabilir;

Diyabetik retinopati: Diyabete bağlı olarak göz dibi damarlarının bozulması Retinada oluşan yeni damarların zayıf ve düşük kalitede olması ve makula ödemi (makulanın sıvı birikimi ile şişmesi) ile karakterize, ciddi görme kaybı ve körlüğe sebep olabilen hastalık Mikroanjiyopati yüzünden oluşan retina hasarı Amerika Birleşik Devletleri’nde yetişkinlerde görülen körlüğün en yaygın sebebidir


Diyabetik makula ödemi



Retinanın küçük damarlarında hafif bozulmalar Bazı damarlar şişmiş ve retina dokusuna doğru sıvı sızdırıyor



Normal insan görüşü



Diyabetik retinopatisi olan bir hastanın olası görüşü

Diyabetik nöropati: Hissetme duyusunun normal olmaması ya da azalması, “eldiven-çorap” tarzı his dağılımı (hastalar giymedikleri halde ellerinde eldiven, ayaklarında çorap varmış gibi hissederler), ayaklardan başlayan ancak tüm sinirleri etkileyebilme potansiyeli olan, yaygın bir diyabet komplikasyonudur Diyabetik nöropati, hasar görmüş damarlarla birlikte diyabetik ayak oluşumuna yol açabilir Mononöropati ve otonomik nöropati ise diyabetik nöropatinin farklı türleridir Diyabetik amyotrofi ise nöropatinin yol açtığı kas güçsüzlüğünü tanımlamak için kullanılır Diyabetik nefropati: Böbreği fonksiyon yapamaz hale gelmesine yol açabilen ileri böbrek hasarı İlerlemiş vakalarda böbrek nakli gerekebilir Diyabet gelişmiş ülkelerde en yaygın böbrek yetmezliği sebebidir Diyabetik kardiyomiyopati: Koroner arter hastalığı ya da hipertansiyondan bağımsız olarak kalbin diyastolik (gevşeme) fonksiyonunun bozulması ile karakterize hastalık İlerleyen vakalarda kalp yetmezliğine yol açabilir Makrovasküler hastalıklar (arterlerde meydana gelen hastalıklar) ise çeşitli kardiyovasküler hastalıklara neden olurlar Bunun başlıca sebebi ise diyabete bağlı olarak gelişen aterosklerozdur Bu hastalıklardan başlıcaları;

Koroner arter hastalığı: Miyokard infarktüsü (Kalp krizi) ve anginaya yol açar İnme: Özellikle iskemik tarzda inmelerin oluşmasına nden olur Periferik damar hastalığı: Nörojenik intermittent klaudikasyon (Özellikle aterosklerozlu hastalarda bacak arterlerinde meydana gelen tıkanmalar sonucunda oluşan ve efor sonrasında yetersiz kan dolaşımı yüzünden bacaklarda ağrı hissedilmesine yol açan durum) ve diyabetik ayak oluşumuna neden olur Diyabetik miyonekroz: Kasları besleyen damarların tıkanması sonucunda iskelet kasının beslenemeyip ölmesi Diyabetik ayak, genellikle nöropati (uyuşukluk ya da hissizlik ile karakterize) ve damarlarda oluşan hasarların birleşimi sonucunda oluşur Bu durum ayak derisinde yaralar oluşmasına ve bu yaraların enfekte olmasına yol açar İleri vakalarda doku nekrozu ve kangren görülebilir Diyabetik ayak, gelişmiş ülkelerdeki yetişkinlerde travma (yaralanma] sonucu oluşmamış ampütasyonların (parmak ya da ayakların cerrahi olarak kesilip alınması) başlıca sorumlusudur

Karotid arter stenozu ve abdominal aorta anevrizmaları diyadette çok sık olarak görülmez ancak, diyabet bu hastalıklara sahip olan kişilerdeki ölüm oranını, morbiditeyi ve bunların tedavisi için yapılan ameliyatların riskini artırır

Diyabetik ensefalopati diyabetik hastaların bilişsel yeteneklerinin azalmasına ve demans (bunama) riskinin artmasına neden olur Bu durumun oluşması için pekçok teori ileri sürülmüştür Beyini besleyen damarlarla ilgili bozukluklar ya da insülinin beyinde oluşturduğu etkilerde diyabete bağlı değişiklikler olması bu teorilerden bazılarıdır

Epidemiyoloji

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, 2000 yılında tüm dünyada en az 171 milyon diyabet hastası (toplam dünya nüfusunun %28’i) vardır[51] Tüm dünyada diyabetin görülme sıklığı hızla artmaktadır ve 2030 yılında yaklaşık 330 milyon kişinin diyabet hastası olacağı tahmin edilmektedir Diyabet tüm düm dünyada görülen bir hastalıktır ancak, gelişmiş ülkelerde daha sık (özellikle tip 2 diyabet) görülür Bununla birlikte, diyabet görülme sıklığındaki en büyük artışın, bu bölgedeki nüfus artışı ve toplam nüfus göz önüne alındığında Asya ve Afrika ülkelerinde görüleceği tahmin edilmektedir 2030 yılında en fazla diyabet görüleceği tahmin edilen ülke yaklaşık 80 milyon kişi ile Hindistandır ve bu ülkeyi 40 milyon kişi ile Çin ve 30 milyon kişi ile de Amerika Birleşik Devletleri izlemektedirGelişmiş ülkelerde diyabet görülme sıklığının artması ile kentleşme eğilimi ve hayat tarzı değişiklikleri arasında bir paralellik vardır Belki de en önemli etken “batılı tarzı” beslenme alışkanlığı ve obezitedir

Son 20 seneden beri Kuzey Amerika’da diyabet oranları devamlı artmaktadır 2008 yılı verilerine göre sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde 179 milyon diyabet hastası vardır ve henüz diyabet teşhisi konmamış 57 milyon insan ile birlikte bu sayı yaklaşık olarak 24 milyon kişidir Buna ek olarak yaklaşık 57 milyon kişinin diyabet oluşma sıklığını büyük ölçüde arttıran pre-diyabet (gizli-şeker) hastası olduğu tamin edilmektedir
ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri diyabeti salgın (epidemik) hastalıklar sınıfına sokmuştur Hastalığın yıllık maliyetinin 132 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir Kuzey Amerika’da görülen toplam diyabet vakalarının yaklaşık %5-10’unu tip 1 diyabet vakaları oluşturmaktadır Bu oran tüm dünyadaki tip 1 diyabet görülme sıklığından biraz farklıdır ancak bu değişikliğin sebebi tam olarak anlaşılamamıştır Amerikan Diyabet Birliği, ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri tarafından, 2000 yılından sonra doğan her Amerikalı erkeğin 3 te 1’i ve her kadının 5 te 2’sinin hayatları boyunca diyabete yakalanacakları değerlendirmesine dikkat çekmektedir
Amerikan Diyabet Birliği’ verilerine göre, 60 yaşından büyük Amerikalıların yaklaşık %183’ü (86 milyon kişi) diyabet hastasıdır Diyabetin görülme sıklığı yaş ilerledikçe artmaktadır ve yaşlı nufüsün sayısının artmasına paralel olarak diyabetik hasta sayısının artacağı tahmin edilmektedir Yapılan bir klinik çalışmaya göre, 65 yaşın üzerindeki nüfusun %18-20’sinde diyabet vardır ve %40’ında da diyabetin erken safhası sayılan glukoz toleransı bozukluğu vardır

Tarihçe

Diyabet terimi (Yunanca: διαβήτης, diabētēs) Aretaeus of Cappadocia tarafından bulunmuştur Bu terim, dia- yani “ayrı” yada “boydan boya” ön eki ve bainein yani “yürümek” ya da “ayakta durmak” fiilinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş eski Yunanca διαβαίνειν (diabaínein) kelimesinden türetilmiştir Diabaínein “bacakları ayırarak yürümek”, ya da “ bacakları ayırarak oturmak” anlamına gelir Bu durumda, bu kelimeden türetilen diabētēs kelimesi ise “bacaklarını ayırarak yürüyen” ya da daha spesifik olarak kullanıldığında “pergel gibi ya da sifon” anlamlarına gelmektedir Diabētēs kelimesinin ”sifon” anlamı taşıması, aşırı derecede idrara çıkmanın eşlik ettiği bir hastalığı isimlendirmekte kullanılmasının asıl nedenidir Diyabet 1425 yılında yazılan bir tıbbi belge ile İngilizceye “diabete” şeklinde geçmiştir 1625 yılında Thomas Willis tatlı ya da bal anlamına gelen Latince mellis kelimesini, bu hastaların idrarlarının tatlı olduğunu belirtmek için “mellitus” şeklinde eklemiştir İdrarın tatlı olması, Eski Yunan, Çin, Mısır, Hint ve Pers uygarlıkları tarafından da farkedilmiştir 1776 yılında Matthew Dobson idrarın tatlı olmasının diyabet hastalarının kanlarındaki ya da idrarlarındaki bir tür aşırı şeker yüzünden oluştuğunu kanıtlamıştır

Diyabet eski devirlerde bir tür ölüm cezası şeklinde görülüyordu Hipokrat muhtemelen bu hastalık için bir tedavi olamayacağını düşündüğü için bu hastalıktan hiç söz etmemiştir Aretaeus hastalığı tedavi etmeye çalışmış ancak bir ilerleme sağlayamamıştır ve “diyabetli bir hayat kısa, berbat ve acı içinde geçer” şeklinde bir yorum yapmıştır

Sushruta (MÖ 6yy) diyabeti medhumeha olarak sınıflandırmış ve diyabeti şişmanlık ve hareketsiz yaşam biçimi (sedanter) ile ilişkilendirmiş ve hastalarına tedavi için egzersiz yapmalarını önermiştir Eski hintliler diyabeti teşhis etmek için hastanın idrarının çevresine karıncaların toplanmasını kullanmışlar ve bu hastalığa “tatlı idrarlı hastalık” anlamına gelen “medhumeha” ismini vermişlerdir Kore, Çin ve Japonlar bu diyabete, benzer şekilde idrarın tatlı olduğunu belirten isimler vermişlerdir Orta Çağda Fars’ta İbn-i Sina (980-1037) El-Kanun fi't-Tıb adlı eserinde diyabetten oldukça ayrıntılı şekilde bahsetmiş ve hastalığı aşırı iştah artışı ve cinsel işlevlerin azalması şeklinde tanımlamış ve idrarın tatlı olmasından da bahsetmiştir Ondan önceki Aretaeus gibi, İbn-i Sina’da birincil ve ikincil diyabetleri tanımlamıştır İbn-i Sina ayrıca diyabetik kangreni tanımlamış ve diyabeti Acı bakla, Çemen otu ve bir tür Zerdeçal tohumunun karışımı ile tedavi etmiştir Bu karışım ile idrardaki glukoz miktarı belirgin şekilde azalmaktadır ve hala bazı hekimlerce kullanılması önerilmektedir İbn-i Sina ayrıca “diabetes insipidus”u tarihte ilk defa eksiksiz bir biçimde tanımlamıştır Diyabet ve diabetes insipidus tanımları ise Johann Peter Frank (1745-1821) tarafından ayrılmıştır

Her ne kadar diyabet antik çağlardan beri biliniyor ve hastalığın tedavisi için yararlı olan çeşitli yöntemler Orta Çağdan beri biliniyor olsa da hastalığın patogenezi ancak 1900’lü yıllarda deneysel olarak anlaşılabilmiştir Pankreasın diyabette oynadığı rolün keşfedilmesi, genellikle 1889 yılında pankreası çıkarılmış köpeklerin diyabetin tüm belirtilerini gösterdiklerini ve kısa bir süre sonrada öldüklerini bulan Joseph von Mering ve Oskar Minkowski’ye atfedilir 1910 yılında Sir Edward Albert Sharpey-Schafer diyabet hastalarında normalde pankreasın ürettiği tek bir kimyasal maddenin eksik olduğunu ileri sürmüş ve bu maddeye insülin adını vermiştir İnsülin Latince “ada” anlamına gelen “insula” kelimesinden türetilmiştir ve pankreasın insülin üreten hücrelerinin bulunduğu Langerhans adacıklarını belirtmek için bu ad verilmiştir


Dr Frederick Banting (sağda) ve Dr Charles Best

Pankreasın metabolizmada oynadığı endokrin fonksiyon ve insülinin gerçekten var olduğu, 1921 yılına kadar açıklığa kavuşturulamamıştır 1921 yılında Sir Frederick Grant Banting ve Charles Herbert Best, Joseph von Mering ve Oskar Minkowski’nin yaptıkları deneylerini tekrarlamışlar ve bu deneyi bir adım daha ile götürerek, pankreası çıkarılan köpeklere, sağlıklı köpeklerin pankreaslarının Langerhans adacıklarından hazırladıkları ekstreyi vererek tüm diyabet belirtilerinin ortadan kalktığını göstermişlerdirSonrasında Banting, Best, and öteki meslektaşları (özellikle kimyacı James Collip) Toronto Üniversitesinde domuz pankresından insülin hormonunu ayırıp saflaştırmaya başladılar Bu uğraşları sonucunda diyabetin etkin bir şekilde tedavi edilmesinin (yani insülin enjeksiyonunun) yolu açılmış oldu ve ilk hasta (Leonard Thompson) 1922 yılında tedavi edildi Bu buluşları için Banting ve laboratuvarın yöneticisi olan John James Richard Macleod’a 1923 yılında Nobel Tıp Ödülü verildi Bu iki araştırıcı da ödülden aldıkları parayı başta Best ve Collip olmak üzere tüm takım arkadaşları ile paylaştılar Banting ve Best insülin üretim yöntemi ile ilgili olarak aldıkları patent için para talep etmediler ve insülinin ticari olarak üretilmesini kontrol etmeye çalışmadılar Bu kararlarının sonucunda insülin üretimi ve tedavisi hızla tüm dünyaya yayıldı Banting daha sonra doğum günü olan 14 Kasım tarihinin “Dünya Diyabet Günü” olarak belirlenmesi ile onurlandırıldı

Şu gün tip 1 ve tip 2 diyabet olarak adlandırılan hastalıklar arasındaki fark ilk kez Sir Harold Percival (Harry) Himsworth tarafından, Ocak 1936 tarihinde ortaya konmuştur

Tedavisinin bulunmasına karşın, diyabet en önemli ölüm nedenleri arasında kalmıştır Örneğin, istatistiki araştırmalar Malta’da 1927 yılı içinde ölüm nedeni belli olan ölüm oranının (diyabete bağlı) her 100000 kişide 477 rakamına ulaştığını göstermiştir
Diyabet ile ilgili öteki önemli keşifler;

  • 1942 yılında oral antidiyabetik sülfonilüreler bulundu
  • 1950’lerin sonlarında Biguanidler tip 2 diyabet tedavisinden kullanılmaya başlandı Bu sınıf ilaçların ilki olan fenformin zaman zaman ölümcül olabilen laktik asidoza yol açabildiği için tüm dünyada kullanımdan kalktı Ancak aynı sınıf ilaçlardan biri olan metformin ilk defa 1979 yılında Fransa’da kullanıma girdi
  • İnsülinin amino asit dizilimi belirlendi Dizilimi belirleyen Sir Frederick Sanger bu buluşu için 1958 yılında Nobel Kimya Ödülünü aldı
  • Rosalyn Yalow ve Solomon Berson tarafından insülin için radyoimmunolojik yöntem geliştirildi ve bu araştırıcılar 1977 yılında Nobel Tıp Ödülü’ne layık görüldüler
  • İnsülinin 3 boyutlu yapısı aydınlatıldı
  • 1980 yılında Amerikan biyoteknoloji firması Genentech insan insülini üretim yöntemini geliştirdi Bu yöntemin temelinde, insanlarda insülin molekülünü kodlayan gen dizisinin bir bakteriye aktarılması sonucunda bu bakterinin insülin üretmeye başlaması ve üretilen bu insülinin saflaştırılması yatmaktadır
  • 1988 yılında Gerald M Reaven tarafından tanımlanan ve kardiyovasküler hastalıklar ve diyabet için risk faktörü olan bir takım bozuklukları tanımlamak için metabolik sendrom tanımı kullanılmaya başlandı
  • Yapılan geniş çaplı bir klinik araştırmanın sonuçlarına göre, kan şekeri seviyesini olabildiğince normal seviyede tutmak için yapılan yoğun glisemik kontrolün, diyabetin yol açtığı kronik komplikasyonları önemli ölçüde azalttığı gösterilmiştir
  • 1990’lı yıllarda ilk tiyazolidindion sınıfı insülin duyarlılık arttırıcı ilaç kullanıma sunuldu
Diyabette Ağız Bulguları

(kontrol edilemeyen diyabetiklerde görülür)
  • ağızda ilerlemiş ülserasyonlar
  • akut gingivitis
  • ileri dönemde gangrenoz stomatitis(agız mukozası yangısı)
  • periodontitis
  • alveolar kemikte horizontal rezorbsiyonlar
  • dişlerde lüksasyonlar
  • kretlerde damakta düzleşme(rezorbsiyona bağlı)
  • nefeste aseton kokusu (asetonemiye bağlı)
  • osteit,osteomyelit
  • çürüksüz pulpitisler
  • pulpa nekrozları
  • çok fazla diş taşı
  • tükrük bezlerinde büyüme ama aynı zamanda hipofonksiyon
  • ağız kuruluğu
  • dilde yanma duyusu(burning tongue)
  • fasiyel nevralji
  • mukozalar incelir(ağız kuruluğuna bağlı) ,, kandida olasılığı artar
  • teori → çürük olasılığı artarçünkü ağız kuruluğu vardır ve ayrıca gingival cep sıvısında glukoz oranı artmıştır
  • teori → düşük karbanhidratlı diyetlerinden dolayı çürük azalır demişlerdir
  • enfeksiyon gelişme ihtimali yüksektirçünkü periferal sirkülasyon azalmıştır(damar yapılarındaki bozulma sonucu) ve vücut sıvılarındaki yüksek şeker,bakteriler için iyi bir besin kaynağı oluşturur
  • enfeksiyon karbonhidrat metabolizmasını bozar ve diyabetik komaya yol açar

Alıntı Yaparak Cevapla