07-30-2010
|
#4
|
[KAPLAN]
|
Cevap : Diyabet (Diabet) Nedir ? - Şeker Hastalığı - Diabetik - Gizli Şeker
Genetik
Hem tip 1 hem de tip 2 diyabet en azından kısmen kalıtsal hastalıklardır Tip 1 diyabet, daha çok bir enfeksiyon (esasen viral bir enfeksiyon) sonucunda, daha az yaygın olarak da stres ya da çevresel faktörler (belli bir takım ilaç ya da kimyasala maruz kalmak gibi) sonucunda oluşuyor gibi görünmektedir Kişilerin bu nedenlerden birine karşı yatkın olup olmamalarını belirleyen genler belirli HLA (İnsan Lökosit Antijeni – Human Leucocyte Antigen İnsanlarda bağışıklık sisteminin işlevi ile ilgili çok sayıda geni barındıran belirli bir kromozom bölgesine verilen ad) genotiplerine kadar izlenmiştir Ne var ki, tip 1 diyabette, bu yatkınlık genetik olarak kazanılmış bile olsa hala çevresel bir faktörün tetiklemesine ihtiyaç varmış gibi görünmektedir Tip 1 diyabet hastalarının küçük bir kısmı mutasyona uğramış bir gen taşırlar ve bu gen “Gençlerde görülen erişkin tipli diyabet”e (MODY)” neden olur
Tip 2 diyabette daha güçlü bir kalıtım kalıbı vardır Birinci dereceden akrabalarında tip 2 diyabet vakası olan kişilerde tip 2 diyabet oluşma ihtimali çok yüksektir ve bu sayı diyabetli akraba sayısının artmasıyla daha da artar Tek yumurta ikizlerinde konkordans (ikizlerden her birinin aynı anda hastalığa yakalanma oranı) %100’e yakındır ve ailesinde diyabet hastası olanlarda bu oran %25 kadardır Günümüze kadar pek çok sayıda gen ve bu genlerdeki mutasyon ya da polimorfizmler tip 2 diyabet ile ilişkilendirilmiştir Dahası, tip 2 diyabet için bağımsız risk faktörü olan (tel başına tip 2 diyabete yol açabilen) obezitenin de kısmen kalıtımsal olduğu unutulmamalıdır
Patofizyoloji
Pankreastan insülin salgılanmasının mekanizması Pankreasta insülin kan glukoz seviyesinden bağımsız olarak sabit bir hızda sentezlenir Sentezlenen insülin egzositoz yoluyla salgılanmak üzere granüller içerisinde saklanır İnsülinin salgılanması esas olarak besinlere ve besinlerde bulunan glukoz miktarına bağlıdır Kandaki glukoz oranının artması insülinin salgılanması için esas nedendir
İnsülin, glukozun kandan hücrelere (başta kas ve yağ hücreleri olmak üzere, ama santral sinir sistemi hücrelerine değil) geçişini düzenleyen en önemli hormondur Bu yüzden, insülin yetersizliği ya da insülin reseptörünün insüline karşı hassasiyetinin kaybolması, tüm diyabet türlerinde önemli bir rol oynar
Besinlerle alınan karbohidratlar alınmalarından bir kaç saat sonra bir monosakkarit olan glukoza dönüştürülür Glukoz, kanda bulunan temel karbohidrattır ve vücut tarafından enerji kaynağı olarak kullanılır Bu dönüşüm işlemi, fruktoz, pek çok disakkarit (sukroz ve bazı bireylerde laktoz haricinde), ve nişasta haricindeki hemen bütün polisakkaritler için geçerlidir İnsülin pankreasın Langerhans adacıklarında bulunan Beta hücrelerinden (β-hücreleri) kandaki glukoz seviyesinin artmasına (basitçe yemeklerden sonra) yanıt olarak salgılanır İnsülin vücuttaki hücrelerin yaklaşık üçte ikisi tarafından kandaki glukozu alıp, onu enerji kaynağı olarak kullanmak, başka moleküllere çevirmek ya da depolamak için kullanılır
İnsülin ayrıca karaciğer ve kas dokusunda glukozu glikojen halinde depolamak için gerekli sinyali sağlayan ana hormondur Kandaki glukoz seviyesinin düşmesi, hem pankreastan salgılanan insülin miktarının azalmasına hem de glikojenin parçalanarak glukoza dönüşmesine neden olur Bu işlem esasen glukagon hormonu tarafından kontrol edilir Glukagon insülinin etkisine ters etki gösteren bir hormondur Glikojenin parçalanmasıyla oluşan glukoz tekrar dolaşıma verilerek kan glukoz seviyesi arttırılır Bu mekanizma kas hücrelerinde mevcut değildir Kas hücrelerinde depolanan glikojen glukoza dönüştürüldükten sonra sadece kas hücreleri tarafından acil ihtiyaci karşılamak için kullanılır
Yüksek insülin seviyeleri hücre büyümesini ve hücre bölünmesini arttırmak, protein sentezini ve yağ depolanmasını arttırmak gibi bazı anabolik (Özümleme ya da yapım) etkiler yapar İnsülin pek çok iki yönlü metabolik yolakta işlemin katabolizma’dan (Yadımlama ya da yıkım) anabolizma ya doğru olması için gerekli sinyali sağlar Bu durumda insülin yokluğu sözü edilen metabolik işlemlerin anabolizmadan katabolizmaya doğru olmasına yol açar Yani düşük insülin düzeyleri vücudun yağ moleküllerini yakmaya başlamasına neden olur ve bunun sonusunda vücut Ketozis denilen metabolik durum içerisine girer
Eğer mevcut insülin miktarı yeterli değilse, hücreler insülinin etkisine zayıf derece yanıt veriyorlarsa (insülin duyarlığının azalması ya da insülin direnci) ya da insülin molekülünde herhangi bir bozukluk varsa, hücreler ihtiyaç duydukları glukozu hücre içerisine alamazlar ya da sonra kullanılmak üzere karaciğer ve kasta depolayamazlar Bu durumun net sonucu olarak, kan şekeri yükselir, protein sentezi azalır ve asidoz gibi metabolik bozukluklar ortaya çıkar
Pankreasın Beta hücrelerinden insülinin salgılanması glukoz metabolizması tarafından uyarılır Glukozun metabolize olmasıyla sentezlenen ATP hücre içindeki ATP / ADP oranı artırır Bu durum ATP-duyarlı Potasyum (K+) kanallarının (KATP) kapanmasına neden olur Hücre dışına çıkamayan K+ hücre içindeki potansiyelin yükselmesine ve hücre membranının depolize olmasına yol açar Bu durum voltaj-duyarlı Kalsiyum (Ca2+) kanallarını açar ve hüçre içine giren Ca2+ insülinin depo edildiği granüllerden egzositoz yoluyla hücre dışına çıkmasına neden olur
Teşhis
Oral glukoz tolerans testi ve açlık kan şekeri ölçümlerinin özeti
Tip 1 diyabetin ve çoğu tip 2 diyabet vakasının teşhisi, hastaların aşırı miktarda idrara çıkma ve aşırı susamanın yanında çoğunlukla kilo kaybetmeye başlamaktan şikayet etmeleri sonucunda konur Bu belirtiler gün geçtikçe şiddetlenir Yeni diyabet teşhisi konmuş hastaların yaklaşık %25’i, diyabet teşhisi konulduğunda diyabetik ketoasidoz da gelişmiştir Diyabetin öteki tiplerinin teşhisi ise farklı yollarla yapılır Sıradan bir sağlık taraması sırasında, başka bir tıbbi test sırasında kan şekerinin yüksek bulunması ve görme bozukuluklarının ya da açıklanamayan yorgunluk hissinin ortaya çıkması bunlara örnek olarak verilebilir Diyabet teşhisi çoğunlukla, hastanın diyabetin sebep olduğu bazı bozukluklardan yakınması ile yapılır Bunlara örnek olarak, kalp krizi, inme, nöropati, yara iyileşmesinin gecikmesi ya da ayak yaraları, çeşitli görme bozuklukları, çeşitli mantar enfeksiyonları ya da aşırı kilolu ve hipoglisemili çocuk dünyaya getirmek sayılabilir
Diyabet tekrarlayan ya da kalıcı hiperglisemi ile karakterizedir Teşhisi aşağıdaki ölçütlere göre yapılır;
- Açlık plazma glukoz seviyesinin 126 mg/dL (7
0 mmol/l) ya da daha yüksek olması,
- Oral glukoz tolerans testi (OGTT) sırasında ağızdan 75 g’lık glukoz yüklemesini takip eden iki saat sonunda plazma glukozunun 200 mg/dL (11
1 mmol/l) ya da üzerinde olması
- Hastanın hiperglisemi belirtileri göstermesi ve rastgele ölçülen plazma glukoz seviyesinin 200 mg/dL (11
1 mmol/l) ya da üzerinde olması
Alınacak herhangi bir pozitif sonuç, eğer ortada belirgin bir hiperglisemi yoksa, yukarıda sayılan testlerden birinin başka bir gün tekrar yapılmasıyla doğrulanmalıdır Pek çok doktor hem ölçülmesinin kolay olması hem de yaklaşık iki saat kadar süren oral glukoz torans testiyle karşılaştırıldığında çok kısa sürece sonuç verdiği için sadece açlık kan şekerini ölçmeyi tercih eder Şu an yürürlükte olan diyabet tanımına göre açlık kan şekeri değerinin iki kere 126 mg/dL (7 0 mmol/l) değerinden yüksek olması tip 2 diyabet için teşhis konulmasını gerektirir
Açlık kan şekeri değeri 100 ile 125 mg/dL (6 1 ile 7 0 mmol/l) arasında olan hastalardaki durum “bozulmuş açlık glukozu” olarak tanımlanır Ağızdan 75 g glukoz yüklemesini takip eden 2 saatin sonunda kan şekeri değerleri 200 mg/dL’yi geçmeyen ancak 140 mg/dL ya da üzerinde bir değere sahip olan hastaların ise “glukoz toleranslarının bozulduğu” kabul edilir Bozulmuş açlık glukozu ve bozulmuş glukoz toleransı “gizli şeker” olarak ta isimlendirilmektedir Bu iki “prediyabetik” (diyabet öncesi) durumun ikisi de ama özellikle bozuk glukoz toleransı, hem diyabet oluşumu hem de çeşitli kardiyovasküler hastalıkların oluşması için ana risk faktörüdür
Her ne kadar diyabetin teşhisinde kullanılmasa da, kandaki yüksek glukozun alyuvarlarda bulunan hemoglobine yaklaşık %6 ya da daha fazla oranda geri dönüşümsüz olarak bağlanması (bu hemoglobine “glikozillenmiş hemoglobin” adı verilir ve HbA1c ile gösterilir) pek çok laboratuvar tarafından olağan dışı bir durum olarak değerlendirilir Alyuvarların ortalama yaşam süreleri 120 gün olduğu için bu değerin ölçülmesi geriye dönük üç aylık ortalama kan glukoz değerlerinin tahmin edilmesi için kullanılır HbA1c değeri ile ortalama kan glukoz seviyesi arasında pozitif bir orantı vardır Başka bir deyişle, kan şekeri yükseldikçe glikozillenen hemoglobin miktarı da o oranda fazla olacaktır Çok sayıda doktor, kan glukoz değerlerinin zaman içerisindeki değişimini takip etmek için, hemen diyabet teşhisinin başlangıcında bu testin yapılmasını isteyebilir Şu an geçerli olan düzenlemelere göre diyabet hastalarının HbA1c değerinin %7’den düşük olmasını önerilmekte ve bu değer iyi bir glisemik kontrolün göstergesi olarak kabul edilmektedir Ancak öteki bazı kuruluşlar bu değerin %6 5 olması gerektiğini savunmaktadırlar (Pekçok hasta için, Uluslararası Diyabet Federasyonu (The International Diabetes Federation) ve Amerikan Endokrinoloji Enstitüsü % 6 5’ten, ve Amerikan Diyabet Birliği ise %7’den düşük değerleri önermektedirler) HbA1c değeri bu değerlerin altında olan diyabet hastalarında retinopati ve diyabetik nöropati de dahil olmak üzere diyabetin pekçok komplikasyonunun oluşma sıklığı anlamlı olarak azdır
|
|
|