07-19-2010
|
#3
|
Şengül Şirin
|
Cevap : Şizofreni: Damga, Mitler ve Gerçekler
Damgalamanın sonucu ayırımcılıktır!
Önyargı ve onun getirdiği damgalama ayırımcılığa yol açar Ayırımcılık toplumdaki kişi ya da grupların diğerlerini damga ve önyargı nedeniyle bazı hak ve menfaatlerden yoksun bırakmasıdır Sonuçta, bu kişiler eğer şizofren tanısı konmamış olsaydı kullanabilecekleri bazı haklardan bu tanı nedeniyle mahrum kalmaktadır Şizofreniye bağlı ayırımcılık kendini çok değişik şekillerde gösterir İşe alma konusunda gösterilen isteksizlik, sağlık hizmetinden yararlanma ve sigortalanma gibi durumlarda adaletsizliğe uğrama, yasalar karşısında zor durumda kalma, ruhsal hastalığı olan kişilerin sosyal ortamlara dahil olma konusunda engellerle karşılaşması gibi
Şizofreni ile ilgili damganın etkileri
Şizofreni üzerindeki olumsuz damga sadece hasta kişiyi lekelemekle kalmaz onunla ilişkili her şeyi ve herkesi etkiler Kullanılan ilaçlardan, hastanın yakın akrabalarına, tedavisini üstlenen hekimlerden, hastaneye hatta hastanenin bulunduğu şehir ya da semte kadar her şey "şizofren", "deli" gibi ifadelerden nasibini almaktadır Antipsikotikler adı üzerinde antişizofrenik değil psikotik özellik taşıyan pek çok psikiyatrik bozukluğun tedavisinde kullanılan bir grup ilaçtır Buna karşın hastanın geçmişte kullandığı ilaçlar arasında antipsikotik ilaçlardan birinin adı geçtiği zaman psikiyatristler dahil çoğu hekimin zihninde bu hastanın şizofren olduğu yargısı belire-bilir Antipsikotiklerle ilgili bu çağrışım antipsikotik ilaç kullanması gereken kişilerde tedaviye uyumun bozulmasında önemli rol oynar
Ailelerin üzerindeki damganın daha da büyük ve ağır olduğu açıktır Bir yandan çocuklarının, kardeşlerinin hastalığından kendilerini sorumlu tutmakta suçluluk duymaktadırlar Bir yandan da sanki yakınları yüz kızartıcı bir suç işlemiş gibi, çevrenin gözünde "bir şizofrenin çocuğu, annesi ya da babası" olmanın getirdiklerine göğüs germektedirler
Sokaktaki insanın gözünde şizofreni neredeyse deliliğin diğer adıdır Psikiyatristlerin toplumdaki adının "deli doktoru" olduğu da herkesin bildiği bir gerçektir Psikiyatristlerin "en az tedavi ettikleri hastalar kadar kaçık" olduklarına ilişkin bir yargı (?) bütün dünyada geçerlidir Bunun izlerini filmlerde, karikatürlerde rahatlıkla görebiliriz Bu örneklerin en yenilerinden biri Kuzuların Sessizliği filminin baş kahramanlarından "hem psikiyatrist hem deli" Dr Hannibal Lecter'dir Psikiyatristler üzerindeki bu stigma hastaların hekime başvurmalarını güçleştirmektedir
Psikotik hastalıkların üzerindeki damganın bir kenti de etkileyebileceğinin ülkemizdeki en iyi örneği "Bakırköy"dür Kanlıca'nın yoğurdu, Arnavutköy'ün çileği meşhurken, Bakırköy "tımarhane"si ile hatırlanır "Bakırköylük olmak", "bunları Bakırköy'e göndermeli" gibi ifadeler günlük konuşmada sık sık geçer Aynı durum birer depo psikiyatri hastanesinin bulunduğu Elazığ ve Manisa için de geçerlidir
Damganın nedenleri
Şizofreni ve diğer ruhsal hastalıklara ilişkin damga batı toplumlarında daha belirgindir Amerika'da son beş yılını tamamen iyi durumda ve çalışarak geçirmiş bir psikiyatrik hastanın toplumca kabul edilmesi aynı durumdaki bir eski mahkuma göre güç olmaktadır Batı ülkeleriyle karşılaştırıldığında ülkemizde psikotik hastalara karşı geleneksel bir hoşgörü olduğunu söyleyebiliriz Ancak ülke nüfusunun üçte birinin yaşadığı üç büyük şehirde batı kültürünün etkisi giderek artmaktadır Batıda damgayı doğuran ve yaşatan etkenler ülkemizde de giderek yer etmektedir Bunları şöyle özetleyebiliriz;
1 Yirminci yüzyılda batı tipi uygarlığın temel ilkelerinin tüm dünyada yayılması: Batı toplumunda bireyin kendi geleceğini kendisinin kurması, kendi ayaklarının üzerinde durması esastır "Birey" olmak teşvik edilirken bireyin değeri ne kadar "başarılı" olduğu ile ölçülür Sağlıklı bireyi kendini geliştirmeye zorlayan bu sistem şizofreni hastalığı nedeniyle toplumdaki yarışma temposuna ayak uyduramayan bireyi hızla dışlamaktadır Başarısızlık ayıplanacak bir şeydir
Batı toplumunda "kaybedenler"e yer yoktur Ülkemizde de özellikle büyük şehirlerde benzer bir anlayışın yaygınlaştığını görüyoruz Sonuç olarak, büyük şehirlerde sokaktaki evsizlerin (büyük çoğunluğu rezidüel tip şizofreni hastaları olan) sayısında son beş altı yılda dikkat çeken bir artış vardır Ayrıca aile yapısında şehirleşmeye bağlı olarak görülen değişiklikler de şizofreni hastalarını etkilemektedir Büyük şehirlerde geniş aile modelinin yerini hızla çekirdek aile yapısına bırakıyor olması şizofren hastaların gereksinme duyduğu sosyal desteğin zayıflamasına yol açmaktadır
2 Eğitimde standardın giderek yükselmesi: 20 yüzyılda bilgi birikiminin patlama yapması eğitim sistemini de etkilemiştir Öğrenilecek şeyler arttıkça bunları sistemli biçimde öğrenebilmek giderek zorlaşmaktadır Benzer şekilde iş bulmak için aranan nitelikler de giderek artmaktadır (Üniversite diploması, bir hatta iki yabancı dil gibi) Şizofreni tanısı konan kişiler hastalığın kognitif işlevlerinde yol açtığı bozukluk nedeniyle özellikle lise ve yüksek okulların eğitim programlarına devam etmekte zorlanmaktadır Sonuçta, şizofrenik bireyler kendilerinden beklenen eğitimi tamamlamak ve iş bulmakta zorlanmaktadır ki bu da hastalığın üzerindeki damgayı arttırmaktadır
3 Görsel ve yazılı basındaki hatalı yorumlar: Gazete, dergi ve televizyonlar şizofreni ve diğer ruhsal hastalıkları damgalayan bilgilerle doludur Bunlar o kadar yaygın ve örtülü bir şekilde karşımıza çıkmaktadır ki konuyla ilgili olanların dahi farkında olmadan etki altında kalması söz konusu olmaktadır Örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir araştırmada televizyon dizilerinde saldırganlık gösteren kahramanların 6/7'sinin bir ruhsal hastalık sahibi olarak gösterildiği saptanmıştır Bu durum yinelendikçe sıradan izleyicinin zihninde "ruh hastaları saldırgandır" yargısı yerleşecektir Benzer şekilde "prime time" da dizilerde 100 olumlu tipe karşın ruhsal hastalık sahibi 106 karaktere yer verildiği görülüyor Bunların çoğunun "kötü adam" rolünü de üstlendiğini tahmin etmek güç olmasa gerek
4 Şizofrenlerin hoşgörü eğrisinde ortada bir yerde yer alması: Toplumun farklı olana tepkisi "farklı olanlar"ın sayısına göre değişmektedir Gösterilen hoşgörü ile "farklı olan"ların sayısını xy eksenlerine yerleştirirsek ortaya açıklığı yukarı bakan parabolik bir eğri çıkmaktadır Farklı olup dikkat çekenler (örneğin, küpe takan erkekler) sayıca az oldukları zaman dikkat çekip yadırganmakla beraber fazla tepki görmezler Ancak sayıları arttıkça "diğerleri" "farklı olanlar"a kayıtsız kalamayıp tepki göstermekte, açık ya da örtülü biçimde dışlamaya çalışmaktadır
Bu noktada dibe vuran hoşgörü eğrisinin "farkı olanlar"ın sayısı arttıkça yukarı yöneldiğini görüyoruz Örneğimize bakarsak, bir süre önce tepki çeken küpeli erkeklerin sayısı arttıkça bu tepkinin azaldığını, "diğerleri"nin tutumunun daha hoşgörülü olmaya yöneldiğini hatırlarız Şizofreni hastalığı olan bireyler sokaktaki insan için garip ve anlaşılmaz, dolayısıyla da ürkütücü bulunmakta, bir biçimde dikkat çekmektedir Toplumdaki her yüz kişiden birinin şizofren olduğunu hatırlarsak bu sayının ne ihmal edilecek kadar az ne de kendini kabul ettirecek kadar çok olduğunu görürüz Hoşgörüyü belirleyen bu sosyolojik fenomen toplumun şizofren hastalara karşı damgalayıcı-dışlayıcı tutumunu pekiştirmektedir
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|
|
|