Şengül Şirin
|
Amerika Birleşik Devletleri-United States of America (USA)
EDEBİYAT
Değişik türlerin tarihsel gelişiminin ötesinde, amerikan edebiyatını başka edebiyatlardan ayıran birtakım temel veriler vardır: özgün bir gelişme (yeni bir dünyaya yerleşme); sömürgeleşme ve sınırların genişlemesinden ileri gelen yeni bir mekân deneyimi; edebiyata ve dağılımına özel bir statü getiren slyasal-toplumsal bir örgütlenme (demokrasi ve federalizm); ingiltere ile Avrupa arasında hem sürekli hem de tartışmalara açık bir ilişki; Protestanlığın ve calvinci göçmenlerin katı ahlak anlayışlarından izler taşıyan bir dünya görüşü; paleface (soluk beniz: beyaz adam) ile redskin'i (kızılderili), düşünce adamıyla eylem adamını yan yana getiren ve entelektüel girişimle bir tür anti-en-telektüalizm arasında ayrım yapmayan bir kültür parçalanması; hem pragmacı hem de ütopyacı bir düşünce ile, kıtanın ıssızlığından kaynaklanan bir özgürlüğe ve aynı zamanda da deneyciliğe yönelen bir düşgücü arasındaki ikilik
Sömürge döneminin (1607-1774) İlk yazılı yapıtları, John Smith (1579-1631), Roger Williams (1603'e doğr -1683), John Eliot(1604-1690)gibi İngiltere'den göç etmiş olanların yazdıkları, sömürgeleştirmeyle ilgili anı ve anlatılardır Basımı yapılan ilk kitap, Bay Psalm Book'tu (1640) Kadın şair Ann Dudley Bradstre-et (1612-1672) ve Day of Doom' un (1662) yazarı Michael Wigglesworth, dini konuları işlediler Amerika kıtasında doğmuş ilk yazar kuşağından Cotton Mather (1663 -1728), Jonathan Edwards (1703 -1758), John Wise (1652-1725), püriten inanca yürekten bağlı ahlakçılar ve düşünürlerdi Benjamin Franklin (1706-1790), yazılarından çok, kişisel saygınlığıyla ulusal bilincin oluşumuna ve düşünsel yaşamın genişlemesine katkıda bulundu
Bağımsızlık mücadelesi döneminde (1764-1788), edebiyatta siyaset ve yurtseverlikle İlgili konular büyük önem kazandı James Otis (1725-1783), Samuel Adams (1722-1803), John Adams (1735 -1826), Thomas Paine (1737-1809) ve Philip Freneau'nun yanı sıra George Washington, Thomas Jefferson, Alexander Hamilton ve James Madison gibi amerikan bağımsızlığının büyük önderlerini de (1752-1832) saymak gerekir Joel Barlow (1754-1812), amerlka kıtasının ilk destanı olan ve 1787'de yazmaya başladığı The Vision of Colombus'a son ve kesin biçimini (The Columbiad) 1807'de verdi Joseph Hopkinson (1770-1842), Hail Columbia' adlı İlk ulusal ezgiyi 1798'de besteledi
XIX yy 'ın İlk yarısında,Washington Irving (1783-1859) ve serüven öykülerinde Amerika kıtasını dekor olarak kullanan ilk sanatçı Fenimore Cooper (1789-1851 ) ile birlikte ulusal bir edebiyat doğdu William Cullen Bryant (1794-1878) ve Richard Henry Dana (1787-1879) ilk önemli şairlerdir
Ralph Waldo Emerson'ın (1803-1882) pratik idealizmi, ünlerinin doruğuna 1850'lerde ulaşan yazar kuşağı üzerinde belirleyici bir etki yarattı James Russell Lowell'in (1819-1891) önemli temsilcilerinden biri olduğu "aşkıncılık" akımının kökeninde de bu düşünce vardı Wal-den'ıh (1854) yazarı Henry David Tho-reau'nun (1817-1862) biraz ütopyacı kalan bireyciliğiyse, daha büyük bir okur kitlesine ulaştı Bu kuşağın, H W Longfellow (1807-1882), John Greenleaf Whlttier (1807-1892), Oliver Wendell Holmes (1809-1894) gibi şairleri, yapıtlarına ahlakçı ve duygusal bir hava getirdiler Emerson'ın, özellikle de Kuzgun'un (The Raven) şairi Edgar Allan Poe'nun şiirleri daha özgündür Ama, Poe Avrupa'daki ününü Olağandışı öyküler1 e (Tales of the grotesque and arabesque) borçludur Kızıl damga'nın (The Scarlet Letter, 1850) yazarı Nathaniel Hawthorne (1804-1864) ve Beyaz balina'ntn (Moby Dick, 1851) yazarı Herman Melville (1819-1891), romanlarında, amerikan edebiyatının birçok yapıtını etkileyecek olan kötümserlik temasını, daha o yıllarda işlediler
XIX yy 'ın ikinci yarısında, yapıtlarıyla ABD edebiyatının kendine özgü niteliklerine kavuştuğunu kanıtlayan yazarlar ortaya çıktı Walt Whitman (1819-1892), Çimen yaprakları (Leaves of Grass, 1855) ile tüm uyak ve ritim geleneklerini dışlayan bir şiir yarattı Emily Dickinson (1830-1886), özlü ve güzel imgelerle be-zediğl, "imgecillğin" habercisi kısa şiirler yazdı Bu dönem, roman açısından daha da zengindi: H Beecher-Stowe'un Tom amcanın kulübesi (Uncle Tom's Cabin), başarısını, savunduğu davanın yüceliğine borçluydu; Bret Harte (1836 -1902), öncülerin ve yerel motiflerin ro-mancısıydı Mark Twain (1835-1910) ise, gerçekçiliği sürekli bir biçimde mizahla bezeyen büyük bir halk yazarıydı William Hickling Prescott (1796 -1859) ve George Bancroft (1800-1891) adlı tarihçiler, yapıtlarında ulusal geçmişi incelediler
Amerikan edebiyatı, 1880'den başlayarak, romana daha çok yöneldi ABD'Iİ romancılar, gerçekçilikleriyle Avrupa romanını etkileyen yapıtlar verdiler Yaşamın karmaşıklığını görüntülemeye çabalayan uzun ve tıkız anlatıların yanı sıra, yalınlığı ve kısalığıyla insanlık durumunun en hüzünlü yanlarını aydınlatan öyküler ortaya çıktı W D Howells (1837-1920) ve özellikle Ambrose Bierce (1842-1914), Stephen Crane (1871-1900) ve Frank Norris (1870-1902), amerikan romanının bu yeni çağının habercileridir Henry James (1843-1916) yaşadığı dönemin toplumunun zekice bir eleştirisini yaptıysa da, psikolojik inceliklere ağırlık vermesi onu, Theodore Dreiserin (1871-1945) başını çektiği gerçekçi akımdan uzaklaştırdı Dreiser, insanlık suçu İle (An American Tragedy, 1925) kuşaklar boyu, ülkesinin en usta romancısı olarak kendini kabul ettirdi Gerçekçilik, kendine en uygun gelişme ortamını, Birinci Dünya savaşı'nın hemen ertesinde buldu:
ABD'nin birdenbire artan siyasal ve iktisadi gücü, tepki olarak, yazarlar arasında bir kötümserlik ve nihilizm dalgası, yerleşik değerlere getirilen sert bir eleştiri ortamı yarattı ve bir şiddet ve kabalık kasırgasına yol açtı Wi-nesburg, Ohio'nun (1919) yazarı Sherwood Anderson (1876-1941), Upton Sinclair (1878-1968), Babbitt'in (1922) yazarı Sinclair Lewis (1885-1951), "cazça-ğı"nın romancısı Scott Fitzgerald (1896-1940), dönemlerinin acımasız tanıklarıdır Gertrude Stein'in (1874-1946) "yitik* kuşak" (los generation) diye adlandırdığı-bir sonraki kuşak, insan varoluşunun anlaşılmaz bir saçmalığa kayan umutsuz görünümünü daha da vurguladı
John Dos Passos (1896-1970), William Faulkner (1897-1962), Ernest Hemingway (1899-1961), bu "kara" edebiyatın en saygın yaratıcılarıydı Onların yanı sıra, Thornton Wilder (1897-1975), Thomas Wolfe (1900-1938), John Steinbeck (1902-1968), Erskine Caldwell (doğm 1903), James T Farrell (1904-1979), William Saroyan (1908-1981), Carson McCul-lers (1917-1967), Truman Capote (1924 -1984) gibi daha genç yazarlar da roman dünyasını zenginleştlrdiler Yine de, "kara" roman, amerikan romanının tek temsilcisi değildi Edith Warton (1862 -1937), Ellen Glasgow (1874-1945), Wills Cather (1876-1947), her ne kadar yaşadıkları toplumun kötümser bir görünümünü sergiledilerse de kurgu, üslup, ruhsal çözümleme bakımından geleneğe daha bağlı kaldılar Pearl Buck (1892-1973), Louis Bromfield (1896-1956), Margaret Mitchell (1900-1949), okurlarının romanesk dünyalarını besleyen yapıtlarıyla uluslararası bir üne ulaştılar Richard Wright (1909-1960) ve Kökler'in (Roots, 1976) yazarı Alex Haley gibi zenci yazarlarsa güney eyaletlerindeki ırk sorunlarına tanıklık ettiler
XX yy 'da amerikan şiiri, E A Robinson (1869-1935), Edgar Lee Masters (1869-1950), Vachel Lindsay (1879-1931) gibi, en önemli temsilcisi Robert Frost (1874-1963) olan gerçek ve dolambaçsız bir şiiri yücelten şairlerle sesini duyurdu Carl Sandburg (1878-1967), daha çok Whitmanin yolunda yürüdü, imgeciler* grubunu yönlendirense, sonraları Hart Crane (1899-1932) gibi daha dolambaçlı biçimlere yönelen Ezra Pound oldu (1885-1972) Bunların arasında Robinson Jeffers (1887-1962), yalnızlığı ve trajik dünya görüşüyle ilgiyi çekti Daha sonra ingiliz uyruğuna geçen akılcı şair T S Eliot (1888-1965), genç amerikan şiiriyle geleneksel edebiyat arasındaki bağları yeniledi
Tiyatro alanında, XIX yy 'da pek az özgün yapıt verildi Birinci Dünya savaşı'n-dan sonra kendini kabul ettiren, bir Eugene O'Neill (1888-1953) vardı 1945'ten sonra da, ancak iki oyun yazarı sivrilebil-di: Tennessee Williams (1914-1983) ve Arthur Miller (doğm 1915)
Günümüz amerikan yazarları, amerikan romanının altın çağı sonunda yazmaya başladılar Günlük yaşamın ya da edebiyat yaşamının verileri karşısındaki davranışları ile birbirlerinden ayrılmakla birlikte, genel olarak bireysel ve ulusal kimliklerini çözümlemeye yönelmeleri ve kendilerini aldatmaktan kaçınmaları bakımından birleştiler Akla hemen gelen ilk davranış, savaşın, acımasız ve düş kırıcı mekanizmasını ortaya koyduğu topluma karşı çıkmaktı James Jones (1921-1977) ve Norman Mailer (doğm 1923), ayrıcalıklı subayla basit eri ayırt eden; ezilmiş zencileri, hem birlikte dövüşmek için askere alan hem de sonradan daha büyük bir katılıkla dışlayan bu hiyerarşik toplumu suçladılar Ama bireyin savaş makinesi tarafından ezilmesi, kendini alabildiğine çoğalan gereksiz malların üretimine adamış bir uygar toplumun yabancılaşma imgesinden başka bir şey değildi
Tiyatro alanında Arthur Miller, ahlak anlayışı iş ve eylemin yüoeltilmesine dayanan bu toplumu eleştirdi Bu bolluk uygarlığı, ayrıca, James Agee (1909-1955), Karl Shapiro (doğm 1913), Randall Jarell (1914-1965), Peter Viereck (doğm 1916) gibi şairleri de İsyan ettirdi Bu isyan, kimi yazarları eleştirdikleri, ama kabullenmeden de edemedikleri bir topluma bulaşmamaya yöneltti Bu tavır, Richard Eberhard (doğm 1904), Robert Lowell (1917-1977) ve Richard Wilbur ile (doğm 1921) güzellik ve enerjiyi uzlaştırmaya çalışan bir şiire dönüşürken, Frederick Buechner'in (doğm 1926) "university novel'inda (üniversite romanı), Philip Roth'un (doğm 1933) özlem dolu öykülerinde, ya da Irwin Shaw (1913-1984), John Updike (doğm 1932), J D Salinger (doğm 1919) gibi, New Yorker türü dergilerin öykü yazarlarının zarif hicvinde, özellikle hissedilen bir narsisizm ve estetikçilikle birleşti William Inge (1913-1973) ve Robert Andersonin (doğm 1917) duygusal ve yavan oyunlarında da bu eğilim görülür
Birçok yazar da, insanlarla aralarında sık sık kopan bağlan güçlendirmeye çalışmak ve başkalarının dramlarına yabancı kalmamakla birlikte, çocukluklarının ve saflıklarının dünyasını aramaya koyuldular William Goyen (1915-1983), J F Powers (doğm 1917), James Purdy (doğm 1923), Flannery O'Connor (1925-1964) ve William Styron (doğm 1925), grotesk ya da trajik kahramanlarıyla bu gruba giren yazarlar arasındadır Toplumun ortaya koyduğu sorunlardan çok, kendi kişiliklerinin gelişmesiyle uğraşan ve fizik ve edebi mutluluğa erişmeye çalışan genç amerikan yazarları, bu tavırla yetinmedi Beat* generation yolculukta, uyuşturucuda, doğu felsefelerinde yeni bir bireysel mistiğin öğelerini aradı Charles Olsonin (1910-1970) "ileriye dönük" şiiri; Lawrence Ferlinghetti (doğm 1919), William Burroughs (doğm 1914) ve Allen Ginsberg' in (doğm 1926) acımasız hayal dünyası; Jack Kerouacin (1922-1969) bir türlü ulaşamadıkları bir hedef peşinde koşan kahramanları, bu temalarla beslendi Çağdaş yazarlar insanın çelişkili, ama seçim yapabilen bir varlık olarak ele alındığı bir çeşit senteze varmak istediler Bu eğilim, W Snodgrass (doğm 1926) gibi şairlerde pek açığa vurulmaz; ama Murray Schis-gal (doğm 1926) ve özellikle Edward Al-bee'nin (doğm 1928) oyunlarıcıda etkin bir biçimde dile gelir; John Cheever (1912-1982), Herbert Gold (doğm 1924), Joseph Heller (doğm 1923), Bruce Jay Friedman (doğm 1930) ve J P Donle-avy'nin (doğm 1926) komik ya da hlclvli anlatılarını besler; Wright Morris (doğm 1910), Ralph Ellison (doğm 1914), Bernard Malamud (doğm 1914) ve James Baldwin'in (doğm 1924) trajedilerinde anlatının özü olur; en belirgin ifadesini de insan sevgisiyle sağlıklı değerlendirmeyi, saçmanın bilinciyle özgürlük arzusunu birleştiren Saul Bellow'da (doğm 1915) bulur
Ama yeni edebiyat, bütün insani olanakların deneneceği bir alan olmak istedi ve bu deneyimi de dili çeşitli biçimlerde çarpıtarak sürdürmek istedi; Kenneth Koch (doğm 1925), Frank O'Hara (1926-1966), Barbara Guest (doğm 1920) gibi şairlerde bilinçli olarak gerçekleştirilen bu çarpıtmalar, Charles Olson' un Robert Durcan (doğm 1919), Robert Creeley (doğm 1926) ve Jack Spelcer (1925-1965) gibi öğrencilerinde daha içten ve kendiliğindendi Bununla birlikte, antiromana ya da yeni Avrupa romanına pek açık olmayan yazarlar, geleneksel kahramanlara ve entrikanın asıl ritmine bağlı kaldılar Burroughs'un "collage", montaj, biçim ve sözcük oyunlarında etkisi görülen
gerçeküstücülük, John Haw-kes'un (doğm 1925), en sıradan nesnelerin ve hareketlerin bile tehdit edici bir görünüme büründüğü öykülerini; özellikle duyuların ve yazının çarpıklığını karma bir deneyim olarak ele alan ve kendini Bre-ton'un "en hasta" izleyicisi olarak gören Anais Nin'in (1903-1977) şiirsel romanlarını; ve daha pikaresk bir düşgücüne sahip olan Margaret Youngin yapıtlarını derinden etkiledi Susan Sontag (doğm 1933) ve Peter israel'de düşle gerçek arasındaki sınır belirsiz kalırken, John Barth (doğm 1930) ve Thomas Pynchon ile (doğm 1937) daha alaycı; Ursula Mo-llnaro ile daha felsefi bir düzeye, bir çeşit alegori dünyasına girildi
Daha cesur olanlardan Richard Horn "ansiklopedik" mizahıyla biçimsel sergilemelere, Thomas Wolfe ise söz cambazlığına önem verdi
XIX yy 'da Amerika, bir yazar için, son şeklini bulmuş bir nesne, yani ilgiye ve kullanıma değer bir konu değildi Buna karşılık, XX yy 'ın yazarı, sözcüklerin gerçek anlamlarından kaydırıldığı ve her şeyin saptırıldığı kuşkusundan kurtulamadı Bu düşkırıklığı, Birinci Dünya savaşı'yla başladı ve onu dile getiren William Carlos Williamsin (1883-1963) ardından, dünyayla doğrudan ilişkiye ya da tam tersine, hesaplı bir simgesel kaydırmaya (örneğin Norman Mailerin Why are wein Vietnam'ında Vietnam ile ilgili tek bir sözcüğe yer verilmez) dayanan başlıbaşına bir öğreti ortaya çıktı Bugünkü amerikan yazarı hakkında en iyi fikir verebilecek olan, Donald Barthelme'dir (doğm 1932) Bu yazar söylemlerin, nesnelerin, imgelerin çokluğu arasında kaybolan, bunların her birini ayrı ayrı yakalamaya çalışan ve sonunda her birinden yeni bir düzenlemeye gidilebileceği görüşüne varan bir çeşit cücedir
FELSEFE
ingiliz filozofu John Locke,amerikan felsefesinin de babası olarak kabul edilebilir Bu felsefe, Locke'un deneyciliğini, gi-dlmli düşünme ile sezgisel düşünme arasındaki ayrımını ve doğuştancılığa karşı çıkışını devraldı XVIII yy boyunca ABD' de felsefe, dinin ve hukukun hizmetindey-di Jonathan Edwards (1703-1758), cal-vinci dinbilimin ve Locke düşüncesinin sınırları içinde kaldı Locke'un, üzerinde önemle durduğu beş duyuyu aşan gönül dinini savundu; özgür eylemin anlamını saptamaya çalıştı Felsefesi, hukukun temelleri ve politika üzerinde odaklaşan James Wilson (1742-1798), temel ahlak ilkelerinin kurulmasında duyguya büyük önem vererek, Locke'da yer alan doğa yasası kavramına yeni bir biçim kazandırdı ABD'ye özgü ilk felsefe akımı, aşkın-cılıktır; bu akımda duygunun zaferi görülür
Bu anlayışın karşısına da, Coleridge' in izinden gidilerek akıl ve anlık konur R W Emerson (1803-1882), profesyonel bir ahlakçı, idealist bir bilgikuramcısı ve kendini bilgeliğe adamış bir düşünürdür Ona göre, tanrısal bir ruh bütün insanları harekete getirir, canlandırır ve tüm insanlarda tinsel sezgi yeteneği vardır Theodore Parker (1810-1860), saptanmış olgudan başka şeye önem vermeyen görüşe karşı çıkar H D Thoreau(1817-1862) ise, bir yandan ruh ve madde arasındaki ayrılığı yadsımaya, öte yandan da kârdan başka şey düşünmeyen uygarlığın tehdit ettiği anlamlı ve nitelikli yaşamın korunmasına dayanan bir yaşama sanatı geliştirir
XIX yy biliminin ve özellikle de Darwin ve Spencer'ln etkisi, John Fiske (1842 -1901), Chauncey Wright (1830-1875) ve J B Stallo (1823-1900) gibi düşünürlerde kendini gösterdi Bilimsel yöntemlere ve temel kavramlara ilgi arttı Pragmacılığın kurucusu Charles Peirce (1839-1914), mantık kuramıyla dikkati çekti ve kavramları açıklığa kavuşturmak kaygısıyla, her kavramın pratik sonuçlarına göre sınanmasını istedi Bu kuramın en önemli sonuçlarından biri, geleneksel metafiziğin bir boşsöz olduğunu öne sürmesidir Felsefeden geriye kalan ise, bilimlerin gözlem yöntemleriyle İncelenmeye elverişli olan bir dizi sorundur Bu yalınlaştırılmış öğreti, içgüdüsel inançlarımızın hepsini kabul ediyor, gerçekçiliğin doğruluğu üzerinde ısrarla duruyor ve ahlak alanında güçlü uygulamalar buluyordu
William James (1842-1910) metafizik ilkelerin, duygu üstünde temellendirildikleri ölçüde, bilimsel ya da matematiksel İnançlardan çok, ahlaksal ve estetik İlkelere benzediklerini İleri sürdü Bu görüş onu, önce belirlenemezclllği savunmaya yöneltmiş; sonra da, bütün İnançların, duyumları ve duyguları düzenleyebilme gücüne göre değerlendirilmiş bir kanılar topluluğunun öğeleri olabildikleri ölçüde, metafizik, tanrıblllm ve ahlaktaki inançların, matematik, mantık ve doğa bilimlerindeki İnançlardan kesin olarak ayrılmadıklarını söylemeye vardırmıştı Josiah Royce (1855-1916), T H Green ve F H Brad-ley'ln etkisi altında mutlak idealizmi temsil etti
Öne sürülen her bilimsel önermede, her şeyi bilen bir Tinin (Ruhun) varlığının bir koyut (postulat) olarak konmuş olduğunu kabul eden öğretiyi savundu ve bu koyutun doğru olduğunun mantıksal bakımdan tanıtlanablleceğini öne sürdü Bu koyutu yadsımak, onun varlığını kabul etmekle aynı kapıya çıkıyordu Doğalcılık da, İkiciliğe ve kuralcılığa baş kaldırmayı dile getirdi Bu durumu George San-tayana (1863-1952) savundu John De-wey (1859-1952), amerikan geleneğinin büyük bölümüne karşı çıkan bir düşünür gibi görünürse de, aslında bu geleneğin son temsilcisidir Kendinden önce gelenlerin tanrıcılığını yadsıdığı ölçüde, bir baş-kaldırandır Ama bir filozofun geniş bir ilgiler yelpazesine sahip olması gerektlğini, uygarlığın çeşitli yanlarına dikkatle eğilmek zorunda olduğunu ve sokaktaki ada-mınkine yakın teknik uğraşlarla ilgilenmesi gerektiğini düşündüğü İçin de,geleneğin devam ettiriçisidir A N Whitehead (1861-1947), ingiltere'deki matematikçi-liğinden sonra, ABD'de bir süreç metafiziği geliştirdi Buna göre evren, kendini tümüyle süreçte gösterir ve bir formülle de, dogmatik bir genellemeyle de sınırlandırılamaz
Çağdaş amerikan düşüncesi, farklı akımların yan yana yer almasıyla dikkati çeker Bu akımların başlıca temsilcileri, Viyana çevresi eski üyesi mantıkçı Rudolf Carnap (1891-1970), yeni solun düşünce ustası Herbert Marcuse (1898-1979); mantıkçı W V O Qulne (doğm 1908) ve Wittgenstein'in öğrencisi Norman Mal-colm'dur (doğm 1911)
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|