Şengül Şirin
|
Avrupa Birliğinin Tarihi
Avrupa birliğinin tarihi
Avrupa Birliğinin Tarihi
birinci bölüm
1 1 avrupa’nın bütünleşme tarihi
Genellikle Avrupa toplulukları tarihinin başlangıç noktası olarak II Dünya Savaşı’nı izleyen yıllar alınmakla birlikte, bu fikrin temelini oluşturan “Avrupa Birliği” yahut “Avrupa Birleşik
Devletleri” düşüncesi daha eskilere gider Avrupa’nın siyasi birliğine ilişkin teori ve projeler 16 yy’dan sonra ortaya atılmıştır Bunların amacı; Avrupa’yı yeni baştan kurarak, bir bütün
haline getirmek ve kolayca Avrupa Milletleri arasında iş bölümünü ve barışı gerçekleştirmekti Bu fikirlere önceleri kilise öncülük etmiş, ancak Papa ile Krallık arasındaki mücadele sonrasında Avrupa’nın ikiye ayrılması üzerine, filozoflar ve devlet adamları da bu akıma katılmışlardı Bu fikirler daha çok Almanya ve Fransa’da
doğmuş ve gelişmiştir 17 yy’da Fransis Emeric Cruse’nin “Barış ve Dünya Federasyonu
Projesi” Alman Leibniz’in Avrupa Birliği’ne ilişkin görüşleri bu düşüncenin ilk felsefi temsilcileridir
II Dünya Savaşı sırasında Avrupa’nın yaşadığı emsali görülmemiş yıkım, savaş sonrasında Avrupa Birliği düşüncesinin bu sefer çok daha kuvvetli bir şekilde yeniden gündeme gelmesine sebep olmuştur Nitekim, daha savaş biter bitmez, 19 eylül 1946’da İngiltere
Başbakanı Sir Winston Churchill Zürih’te yaptığı bir konuşmada, gerek Sovyet Rusya’nın tehdidinden korunmak, gerekse savaşın getirdiği yaranın sarılabilmesi için bir Avrupa Birleşik Devletleri kurulmasını gereğinden bahsetmiştir Bunun üzerine çok geçmeden 1947’de Fransa ile İtalya aralarında bir “Gümrük Birliği” kurmak için çalışmalara başladılar Bu amaçla 1949’da Paris’te bir anlaşma imzalamışlarsa da, pazarlarının geniş
olmaması ve ekonomik sektörler arasında büyük bir rekabetin olması sebebiyle bu projeden vazgeçmişlerdir Daha sonra aynı projeyi BENELUX ülkeleriyle birlikte gerçekleştirmek istemişler ancak o sırada gözler Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı çalışmalarına kaydığı için bu teşebbüs de öylece kalmıştır
II Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa’yı birleştirmeye iten sebeplerden birisi de, ABD’nin Marshall Planı’dır Öyle ki, ABD Dışişleri Bakanı George C Marshall 5 haziran 1847 tarihli nutkunda, Savaştan yıkımla çıkan Avrupa’nın yeniden inşası için ABD’nin
Avrupa’ya geniş bir yardımda bulunacağını; ancak bu yardımın daha etkili olabilmesi için Avrupalıların dayanışma içinde olmaları gerektiğini söylemiştir Ancak, Avrupa’nın bütün ülkeleri henüz böyle bir işbirliğine, hele de buradan yola çıkarak bir bütünleşme
sürecine aynı ölçüde hazır değildiler Polonya, Macaristan, Bulgaristan ve Çekoslovakya’da savaş sonrası meydana gelen rejim değişiklikleri Avrupa’yı ikiye bölmüştü Ancak Doğu Bloğu ülkeleri dışındaki Batı Avrupa Ülkeleri bir “bütünleşme” süreci olmasa bile en azından Marshall Planı’nın yürütülebilmesi için gerekli teşkilatlanmaya gitmeye istekliydiler Nitekim bu amaçla başlayan çalışmalar 16 Haziran 1948’de Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın (Organisation for European Economic Cooperation-OEEC) kurulmasıyla sonuçlanmıştır
OEEC’nin kurulması Avrupa’nın bütünleşme çabalarında çok önemli bir adımdır Zira OEEC’nin amacına ulaşması, bütünleşme yanlısı Avrupalıları daha da cesaretlendirmiştir Her ne kadar Avrupa’nın ortak savunması için girişilen “Batı Avrupa Birliği” (BAB) tecrübesinden istenilen başarıya kısa sürede ulaşılmamış ise de, bu durum bütünleştirmecileri yıldırmadı Çünkü, Avrupa’nın savunması ABD’nin de katıldığı Kuzey Atlantik Paktı Teşkilatı (NATO) tarafından güvenceye alınmış; 5 Mayıs 1949’da kurulan Avrupa Konseyi ile de Avrupalılar arası siyasi dayanışmada önemli bir aşama
kaydedilmişti Bu sebeple, Avrupa’nın bütünleşmesi için önlerinde hala bir şans vardı Üstelik bu şansı kullanmak zorundaydılar Zira, Marshall Planı’nın birkaç yıllık tecrübesi göstermişti ki, bu yolla Batı Avrupa Ekonomisi giderek ABD’ye bağımlı bir hale gelmektedir İşte bu durum Batı Avrupalı devlet adamlarını oldukça rahatsız ediyor, farklı çözüm yolları düşünmeye itiyordu Aşağıda incelenecek olan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu bunlardan birisidir
1 2 AVRUPA KÖMÜR VE ÇELİK TOPLULUĞU
Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman, 9 Mayıs 1950’de, özellikle yakın tarihlerinde birbirleriyle savaşmış olan Fransa ve Almanya’nın bir daha savaşmalarını engellemek amacıyla, savaş sanayisinin ana maddeleri olan kömür ve çeliğin üretim ve kullanımının “uluslar üstü” (Supranational) bir organ tarafından yönetilmesi teklifiyle, Avrupa’nın bütün “demokratik” ülkelerine çağrıda bulundu Schuman Bildirisi diye anılan bu çağrıya Fransa’nın yanı sıra Federal Almanya, Belçika, İtalya, Hollanda ve Lüksembourg olumlu cevap verdiler Şu bir gerçektir ki, Schuman Bildirisi’nin kısa vadeli amacı Fransız-Alman çekişmesini yok etmekti; ancak bu bildiri uzun vadede, Batı Avrupa Ülkeleri arasında geniş bir işbirliğini öngörmekte ve aynı zamanda müstakbel bir “Avrupa Birleşik Devletleri”nin temelini atmaktaydı Üstelik bu yolla, Batı Avrupa gelecekte ABD’ye bağımlı olmamak yolunda da önemli bir adım atmış oluyordu
Schuman Bildirisi’nden hemen sonra başlayan müzakereler oldukça çetin geçti ve 18 Nisan 1951’de Avrupa Kömür ve çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kuran anlaşma Paris’te imzalandı Paris Anlaşması’nın 25 temmuz 1952’de yürürlüğe girmesi ile de ilk Avrupa Topluluğu hukuken doğmuş oldu Bu ilk Topluluk, kısa bir süre sonra gerçekleşecek olan “Avrupa Toplulukları”nın nasıl bir temel üzerine kurulacağının da habercisi idi Zira AKÇT’ deki kurumsal ve teorik yapı, diğer iki toplulukta da bir değişikliğe uğramamış, değişen sadece toplulukların düzenledikleri alan olmuştur
AKÇT’yi kuran Paris Anlaşması 100 maddeden oluşmakta ve kömür ve çelik gibi ekonominin iki temel maddesini ele alarak, bunların altı üye devlet arasında serbestçe mübadele edilmesi ve ekonominin bütününe hitap etmesi amaçlanmıştır AKÇT bu amaçlarına ulaşmak için de aşağıdaki şekilde teşkilatlanmıştır:ü Yüksek Otorite (High Authority)ü Ortak Meclis (Common Assambly)ü Özel Bakanlar Konseyi (Special Council of Ministers)ü Adalet Divanı (Court of Justice)AKÇT’nin supranational niteliğini Yüksek otorite örneğinde açıkça görmekteyiz Zira, bu organ, o zamana kadar kurulmuş olan OEEC, GATT gibi uluslar arası kuruluşların organlarından farklı olarak, aldığı kararları üye ülkelerde doğrudan uygulayabiliyordu
1 3 AVRUPA SAVUNMA TOPLULUĞU DENEMESİ
AKÇT’nin başarılı olması ve Almanya ile Fransa arasındaki anlaşmazlığı çözmesi üzerine, altı üye ülke bu sefer nihai amaç olan Avrupa’nın siyasi birliğini kurma yolunda faaliyetlere giriştiler ve ilk olarak, askeri güçlerini birleştirip dışa karşı kendilerini korumak amacıyla bir “Avrupa Savunma Topluluğu” kurmaya çalıştılar Bu konudaki resmi teklif Fransız devlet adamı Rene Pleven’den gelmişti Ancak böyle bir topluluğun kurulması, savaş sonrası
silahsızlandırılmış olan F Almanya’nın yeniden silahlanmasını gerektiriyordu ki, bu durum bir çok Fransız’ı rahatsız ediyordu Bu sebeple Fransız Millet Meclisi bir toplantısında AST projesini onaylamadı Böylece AST projesi doğduğu ülkede ölmüş oldu Ancak AST projesi Avrupalılara şunu öğretti ki, siyasi entegrasyonu sağlamak için öncelikle ülkeler arasında güveni yerleştirmek gerekiyordu; bunun yolu ise ekonomik entegrasyonu geliştirmekti
1 4 AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU VE AVRUPA ATOM ENERJİSİ TOPLULUĞU
AKÇT’nin başarısı ve AST denemesinin ortaya koyduğu gerçek karşısında, altı ülke, kömür ve çelikte giriştikleri deneyi ekonominin diğer alanlarına da yaymak üzere harekete geçtiler Bu amaçla, altı ülkenin devlet ya da hükümet başkanları 1-2 Haziran
1955’te Messina’da bir araya geldiler ve söz konusu amacı gerçekleştirmek üzere bir “Hazırlık Komisyonu” kurdular, başına da Belçikalı P Henri Spaak’ı getirdiler Spaak komisyonu bir yıllık bir çalışma sonucunda hazırladığı raporu, 21 Nisan 1956’da
incelenmek üzere üye devlet yetkililerine verdi Raporda Avrupa’nın birleşmesindeki genel prensipler, muhtemel problemler ve çözüm yolları, yeni bir nükleer enerji birliğinin kurulması teklifi yer alıyordu Bu rapor altı ülkede uzman komitelerce incelenip olgunlaştırıldı ve nihayet 25 Mart 1957’de Roma’da bir araya gelen altı ülke yetkilileri “AET” ve “Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu”nu kuran antlaşmaları imzaladılar Anlaşmaların üye ülke parlamentolarında onaylanmasından sonra 1 Ocak 1958’de yürürlüğe girmesiyle, Avrupa Topluluklarını oluşturan diğer iki toplulukta hayat bulmuş oldu
1 4 1 AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU
Avrupa topluluklarını kuran anlaşmalar içerisinde en geniş kapsamlısı olan “AET”yi kuran anlaşma 248 maddelik bir “esas metin” ile, buna ilişik; dört “ek”, on “protokol”, bir “uygulama sözleşmesi”, son senet, iki “ortak bildiri”, dört “niyet bildirisi”, iki “hükümet bildirisi”, ve bir “AT adalet divanı statüsü hakkında protokol”den meydana gelmektedir
Roma anlaşması ile altı üye ülke zamanla aralarındaki gümrükleri kaldırmayı, üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi uygulamayı, topluluk içinde malların, insanların, hizmetlerin ve sermayenin serbestçe dolaşabilmesini hedeflemişlerdir Üye ülkeler
bunları gerçekleştirebilmek içinde, ekonominin bütün sektörlerini kapsayan geniş bir Pazar kurmayı, ekonomik, mali, sosyal ve siyasi bütün kurumları arasında bir yakınlaştırmayı hatta bütünleştirmeyi ön görmüşlerdir AET bu haliyle de, ekonomik bir entegrasyonun
ötesine geçmektedir
1 4 2 AVRUPA ATOM ENERJİSİ TOPLULUĞU
EUREATOM kurucu antlaşması genişlik bakımından AET kurucu antlaşmasından sonra ikinci sırada yer alır EUREATOM’un amacı üye ülkelerde yaşayanların hayat standartlarının yükseltilmesine katkıda bulunmak ve nükleer endüstrilerinin süratle kalkınması için gerekli
tedbirleri almak, diğer ülkelerle ticari amacı artırmaktır EUREATOM’un temelleri Spaak komisyonu tarafından atılmıştır Atom enerjisi Spaak komisyonu tarafından sektör entegrasyonu seçilen tek alandı Bu alan uluslar üstü bir entegrasyona çok uygundu Ayrıca
Avrupa eğer atom enerjisi alanında ileride ABD’ye bağımlı olmak istemiyorsa, böyle bir entegrasyona gitmek zorundaydı Üstelik uzmanlar yakın bir gelecekte Avrupa’nın geleneksel enerji kaynaklarının tükeneceğini; bu sebeple yeni enerji kaynaklarının
gecikmeden geliştirilmesi gerektiğini söylüyorlardı Nihayet, Fransa Almanya’nın atom enerjisini askeri amaçla kullanabileceğini düşünerek, böyle bir entegrasyonu Almanya üzerinde bir kontrol mekanizması olarak görüyor ve atom enerjisi alanında AET’nin dışında
ayrı bir topluluk kurulmasını istiyordu Bütün bu sebepler AET ile EUREATOM’u kuran anlaşmaların aynı zamanda imzalanmasını sağlamıştır
EUREATOM bugün Belçika, İtalya, Hollanda ve Almanya’da bulunan dört “ortak araştırma merkezi”ne sahiptir Bu merkezlerde yürütülen araştırma faaliyetlerinin alanı çok geniştir ve nükleer fizik, hayvan ve bitki radyobiyolojisinden, tarımda radyoaktif-maddelerin kullanımına kadar uzanmaktadır EUREATOM bu tür temel nükleer araştırmaların yanı sıra nükleer güç tesislerinin kurulmasına da katkıda bulunmaktadır
1 5 AVRUPA TOPLULUKLARININ GENİŞLEMESİ
AT’nin ilk yılları gerek ekonomik gelişmeler açısından gerekse kurucu antlaşmaların uygulanması bakımından oldukça başarılı geçmiştir Bu durum Avrupa’daki diğer ülkelerinde AT’ye yönelmesine sebep olmuştur Bunlardan İrlanda 31 Temmuz 1961, Danimarka 9 Ağustos 1961, İngiltere 10 Ağustos 1961 ve Norveç 30 Nisan 1962
tarihinde AT’ye tam üyelik için baş vurmuştur Bu başvurular AT için çok önemliydi zira böylece AT artık “rüştünü ispatlamış” oluyor ve kendisine güveni geliyordu Üstelik, AET’ye
karşı 1960’da “Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi”ni (EFTA) kurmuş olan İngiltere’nin de başvuruda bulunuyor olması ayrı bir önem taşıyordu Kısacası AT, EFTA’ya karşı ağırlığını koymuş ve önemli bir zafer kazanmıştır Tam üyelik başvuruları topluluk yetkili organlarında
görüşülmeye başladığında İngiltere’nin kuruluş yıllarında AT’ye karşı aldığı cephe nedeniyle Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle “henüz topluluğa üye olacak düzeyde değil” bahanesiyle İngiltere’nin başvurusunu veto etmiştir
1969 La Haye Zirve Konferansı toplandığında Fransa’nın başında De Gaulle yoktu Bu sebeple İngiltere, Danimarka, İrlanda ve Norveç’in ikinci tam üyelik başvuruları bir itirazla karşılaşmadan, tam üyelik müzakerelerinin başlatılması kararı alındı Haziran 1970’de başlayan müzakereler anlaşmayla sonuçlandı ve AT’yi altı’dan on’a çıkaran katılma anlaşmaları 22 Ocak 1972’de Brüksel’de imzalandı Ancak, Norveç aynı yıl Avrupa Topluluğu’na katılmayı referanduma sundu ve Norveç halkı %53 ile katı8lmayı reddetti Böylece 1 Ocak 1973’de yürürlüğe giren anlaşmalarla AT’nin sayısı dokuz’a çıkmış oldu Bu
genişlemeye AT’nin Kuzeye Genişlemesi denir AT’nin ikinci genişlemesi ise Yunanistan’ın katılması ile gerçekleşmiştir Zaten AET ile Yunanistan arasında 1962’den beri tam
üyeliği öngören bir ortaklık ilişkisi vardı 1974’de ülkede Albaylar cuntası devrilince, Yunanistan 12 Haziran 1975’de AT’ye tam üyelik için başvurusunu yaptı 27 Temmuz 1976’da başlayan müzakereler 10 Mart 1979’da tamamlandı ve 25 Mayıs 1979’da tam üyelik antlaşmasını imzaladı
Toplulukların “Güneye Genişlemesi” denilen İspanya ve Portekiz’in katılımları ise katılma antlaşmalarının 1 Ocak 1986’dan yürürlüğe girmesiyle gerçekleşmiştir Son olarak 1995 yılında Avusturya, İsveç ve Finlandiya’nın katılmıştır Böylece AT, günümüzde 15 üyeli bir büyük entegrasyon olarak karşımızda durmaktadır
1 6 AVRUPA TOPLULUĞUNUN HEDEFLERİ
AT’nin hedefleri siyasi, ekonomik ve sosyal hedefler olmak üzere üç
başlık altında toplanabilir
1 Siyasi Hedefler
- Avrupa’da siyasi birliğin kurulması
- Üye ülke halkları arasında iki defa dünya savaşına neden
olan ayrımcı muameleleri ve uyrukluk dolayısıyla meydana gelen
engelleri kaldırmak
- Üye ülkelerin tek başına halledemeyecekleri uluslar arası
problemleri AT çatısı altında oluşturacakları güç yoluyla çözmeye
çalışmak
- Uluslar arası ilişkiler sisteminde ikili kutuplaşma
yerine, Çin ve Japonya ile birlikte sistemde yer alarak çoklu
kutuplaşmayı gerçekleştirmek ve böylece hukuka saygılı istikrarlı ve
dengeli bir uluslar arası ilişkiler sisteminin kurulmasına katkıda
bulunmak
- AT içinde ortak bir savunma sistemi geliştirerek, dünya
barışı açısından güçlü bir unsur olmak
2 Ekonomik Hedefler
- Avrupa topluluğu ülkeleri arasında ekonomik bütünleşmeyi
gerçekleştirmek
- Topluluk üreticilerinin gelirlerini artırıcı politikalar
izlemek ve onları dış rekabette korumak
- Ekonomik ve teknolojik alanda kaynakların ve
kapasitelerin etkin bir şekilde kullanımını sağlamak
- Bu yolla da ABD ve Japonya gibi dünyanın diğer ekonomik
güçleri karşısında rekabet gücünü yükseltmek
3 Sosyal Hedefler
- Üye ülke halklarının yaşam standartlarını yükseltmek
1 7 AVRUPA TOPLULUKLARININ KURUMSAL YAPISI
AT yukarıda saydığımız hedeflerine ulaşmak ve faaliyetlerini gerçekleştirmek üzere aşağıdaki organları oluşturmuştur Asıl Organlar- Konsey (The Council)
- Komisyon (The Commission)- Avrupa Parlamentosu (The European Parliament)
- AT Adalet Divanı (The Court of Justice)Yardımcı Organlar- Ekonomik ve sosyal komite (The Economic and Social Committee)- Avrupa Yatırım Bankası (The European Investment Bank)- Sayıştay (The Court of Auditors)
a-) Konsey : Avrupa Topluluğunun üst düzeyde karar alma ve yürütme organıdır Konsey, üye devletlerin Dışişleri Bakanlarının katılmasıyla oluşur Buna esas Konsey denir Konsey ayrıca üye ülkelerin tarım, ticaret, sanayi, ulaştırma vb bakanlarının iştirakleriyle de toplanabilmektedir Buna İhtisas Konseyleri denir Merkezi Brüksel’de olan Konseyin başkanlığı altı ayda bir dönerli usule göre değişir Konseyin görevi kurucu antlaşmaların belirlediği amaç ve hedeflerin gerçekleştirilmesi ile üye ülkelerin politikalarının koordinasyonunu sağlamak ve bu yönde karar alma yetkisini kullanmaktır
b-) Komisyon : Avrupa Topluluğunun Konseyden sonra ikinci karar alma yürütme organıdır Komisyon üyeleri tabiiyetinde oldukları devletlerinden bağımsız olarak görevlerini yürütürler ve onlardan talimat almazlar Yeniden seçilmedikleri taktirde görev süreleri dört yıldır Komisyonun başkan ve altı adet başkan yardımcısı ise üye devletlerce iki yılda bir seçilir İki yıllık süreden sonra yeniden seçilebilirler
Komisyonun temel görevi kurucu antlaşmaların uygulanmasını gözetmektir Bunun dışında antlaşmalarda öngörülmemiş olsa bile antlaşmaların amaçlarına ulaşması için girişimde bulunma, Topluluk bütçesini hazırlama, Konseye teklifler götürme, üçüncü ülkelere
karşı AT’yi temsil etme görevleri vardır
c-) Avrupa Parlamentosu : Avrupa Topluluğu’nun “Demokratik denetim organı” olan Avrupa Parlamentosu (AP) Konsey ile Komisyon arasında paylaşılmış olan yasama ve yürütme yetkilerinin kullanılmasını demokratik yoldan denetler
AP’de Parlamento üyeleri siyasi görüşlerine göre grup kurarlar Burada mensubu oldukları ülkeler önemli değildir Grup oluşturulması önemli olan siyasi görüşlerdir AP’deki gruplar şunlardır:Sosyalist Grup(S), Hıristiyan Demokrat(PPE), Muhafazakar Avrupa
Demokrat (ED), Komünist Grup (COM), Liberal Grup (LDR), Avrupa Demokratlar İttifakı (RDE), Yeşil ve Gökkuşağı Grubu (ARC), Avrupalı Sağcılar (DR), Bağımsızlar (NI)
AP’nin Konsey üzerindeki denetimi oldukça sınırlıdır AP yazılı ve sözlü soru yoluyla faaliyetlerin demokratik denetimini yapar AP’nin Komisyon üzerindeki denetimi biraz daha geniştir Yazılı ve sözlü soruların yanında Komisyon hakkında gensoru ve güvensizlik oyu
vererek onu düşürebilir d-) Avrupa Toplulukları Adalet Divanı (ATAD): AT’nin bağımsız yargı organı olan ATAD kurucu antlaşmalarının hukuka uygunluğunu sağlamaya
amaçlayan kararları temyiz edilemeyen bir üst yargı organıdır
ATAD’ın yetkileri şunlardır:
- Topluluk hukukunu asıl ve nihai olarak yorumlama yetkisi
- Topluluk organlarının yasama ve yürütme tasarruflarının
topluluk hukukuna uygun olmadığını; üye devletlerin topluluk
hukukunu ihlal edip etmediklerini karara bağlama yetkisi
- Topluluk hukuku süreleri (gerçek ve tüzel kişiler ile üye
devletler) arasında yine bu hukuk alanında çıkabilecek
anlaşmazlıkları çözme yetkisi
ATAD kararları üye devletlerdeki bütün mahkemeleri bağlar
e-) Ekonomik ve Sosyal Komite (ESK): Roma Antlaşması ile Konsey ve Komisyona yardım etmek ve istişari nitelikte görev yapmak üzere kurulmuştur Üyeleri belli başlı üç grupta toplanır Bunlar işçiler, işverenler ve serbest meslek sahipleri ESK Konsey ve Komisyona görüş bildirir Görüşleri bağlayıcı değildir
f-) Avrupa Yatırım Bankası: 1958 yılında kurulmuştur Merkezi Lüksembourg’dadır AYB verdiği uzun vadeli kredilerle, toplulukta bölgeler arası dengesizliği giderecek ve ortak menfaatlere uygun gelişme sağlayacak projelere destek vermeyi amaçlamaktadır Üyeleri
topluluktaki 15 devlettir
g-) Sayıştay : AT’nin ve bağlı kuruluşların gelir ve harcamalarını incelemek bunların topluluk mevzuatına uygun bir şekilde yürütülmesini sağlamakla görevlidir
1 8 1 KASIM 1993: AVRUPA BİRLİĞİ
7 şubat 1992’de Maastricht’te imza edilen Avrupa Birliği antlaşması 1 Kasım 1993’te yürürlüğe girdiğinde, Avrupa bütünleşmesine tamamen yeni bir boyut verdi Amaç ve içerik bakımından esas olarak ekonomik olan Avrupa Topluluğu, şimdi üç sütun üzerinde durmakta olan bir Avrupa Birliği’ne dönüştürüldü Topluluk sütunu veya ayağı, geleneksel kuramsal prosedürlere göre yönetilmekte ve Komisyonun, Parlamentonun, Konseyin ve Adalet Divanı’nın faaliyetlerini düzenlemektedir Bu sütun, esas olarak, iç pazarın ve ortak politikaların yönetilmesiyle ilgilidir Diğer iki sütun ise, üye devletleri, bugüne kadar sadece ulusal hükümetlerin yetkili oldukları düşünülen konuların içine sokmaktadır: bir yanda,
dış politika ve güvenlik politikası; diğer yanda, göç ve irtica politikası, polis ve adalet gibi konuları kapsayan içişleri Bu, ileriye doğru önemli bir adımdır Zira Üye Devletler, bu alanlarda daha sıkı işbirliği yapmayı kendi çıkarlarına uygun görmekte ve böylece Avrupa’nın dünyadaki kimliğini teyit etmekte ve yurttaşlarının, örgütlü suça ve uyuşturucu ticaretine karşı daha iyi korunmalarını temin etmektedirler
Ancak, insanların Maastricht Antlaşması hakkında en iyi hatırlayacakları şey, muhtemelen, onların günlük hayatları üzerinde en büyük pratik etkiyi yaratacak olan karar, yani ekonomik ve parasal birliğe geçme kararı olacaktır 1 Ocak 1999 tarihinde, EPB, sağlam mali yönetimi garanti etmek ve tek para biriminin (“Euro”) gelecek yıllarda istikrarlı olmasını sağlamak için tasarlanmış bazı kriterleri karşılayan tüm ülkeleri içine alacaktır
İç Pazarın tamamlanmasındaki nihai, mantıki aşama olan tek para biriminin uygulamaya konulması, bunun her yurttaş için kişisel yansımaları, ekonomik ve sosyal sonuçları düşünülecek olursa son derece siyasi bir adımdır Hatta denilebilir ki Euro, Avrupa
Birliği’nin en son simgesi olacaktır Büyük uluslar arası rezerv paralarla rekabet etme kabiliyetine sahip ve güçlü bir para birimi, birleşen ve kendini ispat eden bir kıtaya ait olduğumuzun açık kanıtı olacaktır
1 9 KOPENHAG KRİTERLERİ
Haziran 1993’te gerçekleştirilen Kopenhag Zirvesi’nde, aşağıda sıralanan üç kriterin karşılanması durumunda, aday ülkelerin Avrupa Birliği’ne üye olabilecekleri kararı alınmıştır
i Siyasi Kriterler : Demokrasinin güvence altına alındığı istikrarlı bir kurumsal yapı, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlık haklarına saygı;ii Ekonomik Kriterler : İyi işleyen pazar ekonomisi ve AB içindeki piyasa güçlerine ve rekabet baskısına karşı koyabilme kapasitesi; iii Topluluk müktesebatının kabulü : AB’nin çeşitli siyasi, ekonomik
ve parasal hedeflerine bağlılık Bu kriterler, Aralık 1995 tarihinde düzenlenen Madrid Avrupa
Zirvesi’nde aday ülkelerin idari yapılarının, aşamalı ve uyumlu bir bütünleşmenin koşullarını sağlayacak biçimde uyumun önemi de vurgulanmıştır Ancak AB, yeni üyelerin kabul edilmesi açısından uygun zamanlamayı saptama hakkına sahiptir
İKİNCİ BÖLÜM
AVRUPA BİRLİĞİ – TÜRKİYE İLİŞKİLERİ
2 1 TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ / GÜMRÜK BİRLİĞİ VE TAM
ÜYELİK
2 1 1 Türkiye’nin Avrupa Birliğine Üyelik Başvurusunun
Nedenleri
Söz konusu nedenler aşağıdaki gibi sıralanabilir :
· 1958 yılında Yunanistan Hükümeti Ortak Pazara ve ilerde tam üyeliği amaçlayan bir ortaklık antlaşması yapmak istediğini bildirmişti ” Türkiye mutlaka Yunanistan’ı izlemeli ve
AET’ye aynı şekilde başvurmalıdır “,” Yunanistan girmek istediğine göre bir iş vardır Bizimde Atina’nın gerisinde kalmamız söz konusu olamaz” ve ”Yunanistan ile aynı tarım ürünlerini ihraç ediyoruz, biz AET’ye girmezsek piyasayı onlar ele geçirecekler, Yunanistan üye olarak bizden fazla kredi alabilecek” şeklinde görüş belirten, zamanın hükümet yetkilileri, AET’ye başvurmak gerektiğini belirtmişlerdir · Atatürk’ün çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkma politikası, topluluğa tam üye olmakla pekişecek ve sağlamlaşacaktır
· Nüfus ve ekonomik potansiyeli büyük ve yaşam standardı yüksek bir topluluğun tam üyesi olmakla, bu güne kadar sürdürdüğü ticari ve ekonomik ilişkilerin boyutları genişleyecek, istikrarlı ve zengin geniş bir pazarın ortağı durumuna girecektir · Toplulukla o günkü ortaklık ilişkileri aşamasında karşılaşılan birtakım kısıtlama ve engeller ortadan kalkacak ve
Türkiye’nin topluluğa tam üyeliği, topluluğun, uyguladığı korumacı politikaları aşmasını sağlayacağı gibi, topluluk üyesi olan Yunanistan,İspanya,Portekiz gibi Akdeniz ülkelerinin yaratacağı sıkıntıları da hafifletecektir
· Topluluğa tam üye olunmasıyla Türk Ekonomisi itici bir güç kazanacak ve işbirliği koşulları içinde topluluk kurallarına daha kısa zamanda uyum sağlayarak gelişmesini hızlandırabilecektir · Türkiye, bir arada bulunduğu ortaklarıyla daha yakın bir diyalog ve işbirliği çerçevesinde Avrupa’nın teknoloji ve sermayesinden daha etkin bir biçimde yararlanma imkanı olacaktır
· Topluluğun ekonomik açıdan az gelişmiş bölge ve yerlerine, çeşitli fonlardan yapılan yardımlardan yararlanma olanağı bulabilecektir
· Amacı ilk aşamada ekonomik ve daha sonra siyasal birlik içinde bütünleşme olan topluluğa katılmakla, Türkiye, bu güne kadar askeri ve siyası iş birliği içinde bulunduğu Batı ile ekonomik iş birliğini de gerçekleştirerek Batılılaşma istek ve arzusuna kavuşmuş
olacaktır
2 1 2 ANKARA ANLAŞMASI VE KATMA PROTOKOL
Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin neredeyse 40 yıllık bir geçmişi vardır Türkiye, AET’nin 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra Temmuz 1959’da topluluğa tam üye olmak için başvurmuştur Cumhuriyetimizin kurulmasından bu yana, hatta daha öncesinden beri,
batılılaşma ile modernleşmenin eş tutulması özellikle 2 Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa kıtasında veya onu merkez alarak kurulan siyasi ve güvenlik oluşumlarının tümüne katılmaya ülkemizi yöneltmiştir Bu suretle Türkiye Avrupa Konseyi OECD ve NATO’ya girmiştir Aynı neden, Türkiye’yi Avrupa’nın bu en iddialı entegrasyon hareketine karşı kayıtsız kalmamaya sevk etmiştir
Dolayısıyla, Avrupa ile entegrasyonun başlangıçtan itibaren ülkemiz için ekonomikten ziyade politik amaçları olduğu söylenebilir Tam üyelik başvurumuza o zamanki adıyla AET tarafından verilen cevapta, Türkiye’nin kalkınma düzeyinin tam üyeliği gereklerini
yerine getirmeye yeterli olmadığı bildirilmiş ve tam üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık antlaşması imzalanması önerilmişti Söz konusu antlaşma 12 eylül 1963 Tarihinde Ankara’da imzalanmıştır
Ankara Antlaşması’nın ön sözünde Türk halkının yaşam standardının yükseltilmesi amacı ile AET’nin sağlayacağı desteğin ilerdeki bir tarihte Türkiye’nin topluluğa katılmasına yardımcı olacağı belirtilmektedir 28 Madde ise “ Antlaşmanın işleyişi, topluluğu kuran antlaşmadan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye tarafından üstlenebileceğini gösterdiğinde, akit taraflar,Türkiye’nin topluluğa katılmasını incelerler” denmektedir Bundan da görüleceği üzere Ankara Antlaşması uyarınca kurulan Türkiye- AB ortaklık ilişkisinin nihai hedefi Türkiye’nin topluluğa tam üyeliğidir
Antlaşma, hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olarak 3 dönem öngörülmüştür Geçiş döneminin sonunda ise gümrük birliğinin tamamlanması planlanmıştır Antlaşmada öngörülen hazırlık döneminin sona ermesiyle birlikte, 13 kasım 1970 Tarihinde imzalanan ve 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokolde geçiş döneminin hükümleri ve tarafların üstleneceği hükümler belirlenmiştir Ancak gerek Ankara Antlaşması gerek Katma Protokol öngörüldüğü şekilde uygulanamamıştır Bunun sorumluluğunu Türkiye ile topluluk arasında
paylaştırmak gerekir Ülkemiz 1970’li yıllarda içinde bulunduğu ekonomik krizler ve bazı siyası tercihlerle Katma Protokollerden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmıştır O tarihlerde yaygın olan kanaat, AET ile ilişkinin bir çeşit sömürü düzeni kurmakta olduğu pazarımızı, topluluk ürünlerine açmanın sanayileşmemizi ve kalkınmamızı baltalayacağı, dolayısıyla koruma duvarlarının muhafaza edilmesi gerektiği yolundaydı Başka bir deyimle, AB ile ortaklık ilişkimizin ve gümrük birliğinin temsil ettiği kalkınma modeli dışarıya açık, bütünleşmeyi öngören bir model iken 1970’li yılların tamamı boyunca bu modelin tam tersine sembolize eden iç dönük, ithalat ikamesine dayalı politikalar
uygulanmıştır
Türkiye kendi hükümlülüklerini yerine getirmemeye toplulukla ilişkilere soğuk bakmaya başlayınca, topluluk da kendi yükümlülüklerini aksatmaya ve ortaklık ilişkisinin geliştirilmesi
istikametinde çaba harcamaktan kaçınmaya başlamıştır Başlangıçta sadece ekonomik olan sorunlar, 12 eylül döneminde ve Yunanistan’ın 1980’de topluluğa tam üye olmasıyla siyasi boyutlarda kazanmaya başlamıştır topluluk-Türkiye ilişkileri dondurulmuş ve
mali iş birliğine son verilmiştir Katma Protokol’ün ise sadece ticari hükümleri işlemeye devam etmiş diğer bütün hükümleri atıl kalmıştır
2 1 3 GÜMRÜK BİRLİĞİ
1983 yılında Türkiye’de sivil idarenin yeniden kurulması ve 1984 yılından itibaren ülkemizin ithal ikamesi politikalarının hızla terk ederek dışa açılma sürecini başlatması ilişkilerimizi yeniden canlandırmıştır Türkiye bir taraftan 14 Nisan 1987’de AB’ne tam üyelik müracaatında bulunmuş, diğer taraftan ertelenmiş bulunan gümrük vergileri uyum ve indirim takvimini 1988 yılından itibaren hızlı bir biçimde yeniden yürürlüğe koymuştur AB Komisyonu tam üyelik müracaatımıza 1989 yılında verdiği yanıtta, Türkiye’nin AB’ne üyelik konusundaki ehliyetini kabul etmekle, topluluğun kendi içindeki derinleşme sürecini tamamlanmasına ve gelecek genişlemesine kadar beklenmesini ve bu arada Türkiye ile
gümrük birliği sürecinin tamamlanmasını önermiştir Bu öneri tarafımızdan da olumlu değerlendirilmiş ve gümrük birliğinin Katma Protokol’de öngörüldüğü şekilde 1995 yılında tamamlanması için gerekli hazırlıklara başlanmıştır 2 yıl süren müzakereler sonunda 5
Mart 1995 tarihinden yapılan ortaklık konseyi toplantısında alınan karar uyarınca Türkiye ile AB arasında gümrük birliği 1 Ocak 1996 yılında yürürlüğe girmiştir
Gümrük Birliğinin tamamlanmasıyla ülkemiz AB ülkeleriyle entegrasyon istikametinde çok önemli bir merhale kat etmiştir En azından, Türk Ekonomisi ve sanayi Gümrük Birliği’ni tamamlayarak altından kalkılamayacak bir yük üstlenmediğini ispatlamış, dolayısıyla tam
üyeliğin gerektireceği yükümlülükleri de zaman içinde üstlenebileceğini göstermiştir Bir yerde Gümrük Birliği ülkemiz için bir test olarak görülebilir Türkiye, AB ile Gümrük Birliği’ne girebilmiş tek üçüncü ülkedir Ticaret açığının önemli ölçüde büyümesine rağmen, Gümrük Birliği’nden kaynaklanan yükü rahatlıkla kaldırabileceğini göstermiştir Ancak, Gümrük Birliği’nin sorunsuz yürüdüğü de söylenemez Bir kere, AB Gümrük Birliği ile birlikte ülkemize karşı üstlendiği bazı yükümlülükleri yerine getirmemiştir AB, gümrük Birliği kararının kabul edildiği ortaklık konseyi toplantısında üstlendiği ve ülkemize dört-beş yıllık bir dönem içinde 2,5 milyar Euro’ya varan mali yardım yapma yükümlülüğünü yerine getirmemiş, aynı şekilde kurumsal alanda entegrasyonu öngörülen bazı tedbirleri alamamıştır Bu yükümlülüklerin yerine getirilememiş olmasının başlıca iki nedeni vardır
Birisi Yunanistan’ın, diğeri Avrupa Parlamentosunun muhalefetidir Türkiye tabiatıyla bu taahhütlerin yerine getirilmesi üzerinde ısrar etmeye devam etmektedir Zira bunlar Gümrük Birliği Antlaşması paketinin bir parçasını teşkil etmekte olup, yerine getirilmemeleri
ilişkimizin dengesini bozma sonucunu doğurmaktadır
2 1 4 AVRUPA BİRLİĞİ’NİN GENİŞLEME SÜRECİ VE TÜRKİYE
Avrupa Birliği 1993 Kopenhag Zirve Toplantısı’nda aldığı kararlar uyarınca eski Varşova Paktı ülkeleri olan merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerini kapsayan bir genişleme süreci başlatmıştır AB Komisyonu’nun genişlemeye ilişkin stratejisine esas teşkil etmek
üzere hazırladığı öneriler 16 Temmuz 1997 tarihinde “Gündem 2000” başlıklı bir raporda açıklanmıştır Raporda MDAÜ ve GKRY’nin iki dalga şeklinde iki binli yıllarda AB’ne tam üye olmaları öngörülmüştür İlk dalga Kopenhag Kriterleri dediğimiz-demokrasi, insan hakları, ekonomik gelişme, topluluk müktesebatını benimseme-en fazla uyum gösterebilme yeteneğine sahip olduğu değerlendirilen, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovenya ve Estonya, söz konusu kriterlere göre daha geri bir durum da bulunan ikinci dalgada
ise Slovak Cumhuriyeti, Lituanya, Letonya, Bulgaristan ve Romanya yer almıştır Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de daha önce alınan bir kararla söz konusu genişlemenin içine dahil edilmiştir Türkiye ise genişlemenin kapsamına alınmamıştır Gündem 2000 raporunda ülkemiz ile ilgili olarak, Gümrük Birliği’nin tatminkar bir biçimde işlediği ve AB ile ülkemiz arasında ilişkilerin geliştirilmesi için sağlam bir dayanak teşkil ettiği, ancak siyasi durumun, mali işbirliği ile siyasi diyalogun 6 Mart 1995 tarihinde kararlaştırıldığı şekilde
sürdürülmesine imkan vermediği, Gümrük Birliği’nin uygulamasının ülkemizin bir çok alanda AB müktesebatını başarıyla üstlenebileceğini gösterdiğini, buna karşılık ekonomimizin makro ekonomik istikrarsızlık kıskacını kıramadığı ifade edilmiştir Siyasi konularda ise insan hakları ve Güneydoğu sorunu ile ilgili bilinen görüşler tekrar edilmiş ve bu soruna askeri değil, siyasi bir çözüm bulunması gerektiği ifade edilmiştir Gündem 2000 raporunu açıklanmasını izleyen dönemde Türkiye AB üyesi ülkelerle AB Komisyonu düzeyinde yoğun ikili temaslar gerçekleştirmiştir Bütün bu görüşmelerde Türkiye, komisyonun kendisini AB’nin hali hazır genişleme sürecinden dışlayan Gündem 2000’deki önerileri hakkında olumsuz görüşlerini ortaya koyarak, AB’nin bu yönde bir tutum almasının Türkiye-AB ilişkilerinin müktesebatıyla ciddi biçimde çelişeceğini vurgulamış ve Lüksembourg
zirve toplantısından beklentilerini aşağıdaki biçimde ortaya koymuştur · Türkiye’nin AB’nin genişleme sürecine dahil olduğunun resmen ilanı · Türkiye’nin uygun bir katılma öncesi stratejisi ile desteklenmesi · Türkiye’nin Avrupa Daimi Konferansı’na diğer adaylarla eşit
statüde katılması
2 1 5 1 LÜKSEMBOURG ZİRVESİ
12-13 Aralık 1997 tarihlerinde Lüksembourg’da yapılan Avrupa Birliği zirvesinde kabul edilen sonuç bildirisinin en önemli bölümü genişleme konusuna ayrılmıştır Bu bildiri, genelde komisyonun Gündem 2000 raporunda yaptığı önerileri benimsemekle birlikte,
ülkemiz için bunun ötesine giden bir içerik taşımıştır Lüksembourg Zirvesi sonrasında varılmış bulunan noktaya bakıldığında Türkiye açısından şu unsurlar göze çarpmaktadır
· Türkiye’nin tam üyeliğe bir kez daha teyit edilmiştir · Avrupa Birliği, Türkiye’yi tam üyeliğe hazırlamak için bir strateji tespitini kararlaştırmıştır Bu stratejide, Ankara Antlaşması’nda ön görülen imkanların geliştirilmesi, Gümrük Birliği’nin güçlendirilmesi, mali işbirliği ve mevzuat uyumu gibi unsurlara yer verilmesi ve gelişmeleri düzenli olarak AnkaraAntlaşması’nın 28 maddesi Kopenhag Kriterleri ve AB’nin 29 Nisan 1997 tarihli deklarasyonu çerçevesinde gözden geçirilmesi öngörülmüştür
· Bunlara karşılık Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesinin aynı zamanda ülkemizdeki siyasi ve ekonomik reformların sürmesine, Yunanistan ile iyi ve istikrarlı ilişkilere sahip olunmasına ve Kıbrıs sorununa çözüm bulunması amacıyla BM
gözetimindeki müzakerelerin desteklenmesine bağlı olduğu vurgulanmıştır Hükümetimiz Lüksembourg Zirvesi’nin ertesi günü 14 Aralık 1997 tarihinde yaptığı açıklamada AB’nin Türkiye’ye yönelik yanlı ve ayırımcı tutumunun kınamış, bununla birlikte ülkemizin tam üyelik
hedefini muhafaza ettiğini ve AB ile var olan ortaklık ilişkilerinin sürdürüleceğini ancak bu ilişkilerin geliştirilmesinin AB’nin yükümlülüklerini yerine getirmesine bağlı olacağını, AB’nin mevcut zihniyet ve yaklaşımı değişmedikçe ilişkilerimizin ahdi çerçevesi
dışındaki konuları AB ile ele almayacağımızı belirtmiştir Müteakiben yapılan açıklamalarda, AB ile siyasi diyalogun, ilişkilerimizin gelişmesine engel oldukları iddia edilen Kıbrıs
sorunu, Türk-Yunan ilişkileri dahil olmak üzere Türkiye’nin iç meselelerini bundan böyle kapsamayacağını belirtmiştir Ayrıca, ilk oturumunu 12 Mart 1998 tarihinde Londra’da yapan Avrupa Konferansı’na ülkemizin katılmayacağı, bu arada Gümrük Birliği’nin
ortaklık antlaşmalarımızda öngörüldüğü şekilde sürdürüleceği AB tarafının Lüksembourg Zirvesi’nin sonuç bildirisinde yapmayı üstlendiği, Gümrük Birliği’nin değiştirilmesine ve Ankara Antlaşması’nın sağladığı imkanların kullanılmasına yönelik tekliflerin beklendiği ifade edilmiştir Bu suretle ilişkilerimizin içinde bulunduğu durumdan çıkış yolunun AB’nin göstereceği siyasi iradeye bağlı olduğu karşı tarafa ifade edilmiştir
Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz Lüksembourg Zirvesi’nden sonraki dönemde yukarıda
belirtilen Hükümet açıklaması çerçevesinde yürütülmüştür Bu dönemde Komisyon Lüksembourg Zirvesi’nde kendisine verilen yönerge gereğince 4 Mart 1998 tarihinde Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesini konu alan bir strateji belgesini açıklamıştır Söz konusu raporun bu bölümünde bu stratejinin uygulanmasıyla Türkiye’nin AB’nin genişleme sürecinde yer alacağı bildirilmiştir
2 1 6 CARDİFF VE VİYANA ZİRVELERİ
15-16 Haziran 1998 tarihinde gerçekleşen AB Cardiff zirvesi sonunda yayınlanan Başbakanlık Sonuç Belgesinin genişleme ile ilgili bölümünde, Türkiye’nin AB'nin genişleme sürecindeki konumunu nispi şekilde iyileştiren bir üsluba yer verildiği görülmüştür Belgede,
bu kez Türkiye’nin “üyelik için ehil” olduğu ifadesinden vazgeçildiği, bunun yerine zımni “üyelik adayı” tanımlamasının getirildiği gözlemlenmektedir Bu çerçevede adayların tam üyeliği hazırlanma durumunu incelemek üzere kurulmuş bulunan ve AB Komisyonun her aday için 1998 yılı sonunda bir rapor sunmasını amaçlayan periyodik gözden geçirme mekanizmasını Türkiye de dahil edilmiş ve Türkiye için hazırlanacak raporun 1963 Ankara Ortaklık Antlaşmasının tam üyeliğimizi öngören 28 maddesi ve Lüksembourg
Başkanlık Kararlarını temel alması öngörülmüştür Belgede ayrıca, Komisyon tarafından Türkiye’yi tam üyeliğe hazırlamak için sunulan “Avrupa Stratejisi” onaylanmış, bu stratejinin Türkiye’nin önerileriyle de zenginleştirilebileceği de vurgulanarak, hayata geçirilmesi için Komisyondan, gerekli mali desteğin sağlanması amacıyla çözüm yolları bulunması istenmiştir
Belgede yer alan bu olumlu unsurların genişleme sürecindeki konumumuzda nispi nitelikte bir iyileştirme yaptığı, ancak bunun Lüksembourg’da Türkiye’ye karşı yapılan ayırımcı muameleyi izole edecek bir düzeyde olmadığı ve ülkemizin adaylığının kabul edilmesinin ilave siyasi koşullara bağlanmasını kabul edemeyeceğimiz 17 Haziran 1998 tarihinde yapılan Bakanlık açıklamasında dile getirilmiştir Açıklamamızda ayrıca, 14 Aralık 1997 tarihli hükümet açıklamasında ortaya koyulan parametrelerin halen geçerli olduğu da
vurgulanmıştır Öte yandan AB Komisyonu, Cardiff Kararları doğrultusunda, diğer aday ülkelerle birlikte Türkiye için de hazırladığı ilerleme raporunu 4 Kasım 1998 tarihinde Türkiye’ye tevdi etmiştir Rapor bazı ön yargılı ifade ve tespitler içermekle birlikte, Komisyon tarafından Türkiye’nin aday ülke olarak algılandığının bir göstergesi sayılabilir Ancak bu konuda 11-12 1998 tarihlerinde yapılan Viyana Zirvesi’nde de önemli bir gelişme
kaydedilmiştir
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|