| 
Şengül Şirin  | 
				  Zurna Üflemeli Çalgı 
 
            Zurna Üflemeli Çalgı
 
  
 Günümüzde Türk halk müziğinde, geçmişte ise mehter müziğinde ve klasik Türk müziğinde (18
  yüzyıldan önce) kullanılan üflemeli bir çalgıdır  Dünyanın pek çok ülkesinde zurnaya benzeyen çalgılara rastlanır  Bunların bazıları, kökeni aynı olan adlar taşır  Bu tipten çalgılar İran'da "sûrnây", Çin'de "sona", Hindistan'da "sanayi", Fas ve Cezayir'de "gayta", Libya ve Tunus'ta "zuk-ra", Mısır'da "sibs", Arabistan Yanmadası'n-da "mizmâr" adını almıştır  Geçmişi Eski Mısır'a kadar uzanan zurna, Müslümanlık'ı kabul etmeden önce Türkler tarafından "yorağ" ya da "yurağ" diye adlarıdırılmıştır
  Zamanla bu sözcüğün yerini, "düğün neyi" anlamına gelen Farsça "sûrnây" sözcüğünün değişmiş  ve bozulmuş biçimi olan "zurna" sözcüğü almıştır  
 Zurnanın başlıca iki bölümü vardır: Gövde ve sipsi (ya da cukcuk)
  Şimşir, gürgen, ardıç, kızılcık, dişbudak, erik gibi ağaçlardan, tornada çekilerek yapılan gövdenin koni biçiminde genişlemiş alt kısmı "kalak" diye adlarıdırılmıştır  Ney, kaval, flüt gibi düz birer boru olan üflemeli çalgıların dar ya da geniş birer kalağı vardır  Basite indirgemek gerekirse, zurnanın gövdesi uzun, konik bir borudur; üzerinde, yedisi önde (dışa bakan), biri arkada (içe bakan) olmak üzere sekiz delik bulunur  Zurna iki elle tutularak çalınır ve delikler iki elin parmaklarıyla açılıp kapatılarak perdeler (notalar) elde edilir  Anadolu' nun kimi yörelerinde, zurnanın kalağında da iki ya da üç küçük delik görülür  Bunlara "cin deliği" (ya da "şeytan deliği") denir  Uğur getirdiğine inanılan bu deliklerin perdeler üzerinde herhangi bir etkisi olmaz  
 Çalgının ikinci bölümü olan "sipsi", suda bekletilip yumuşatılan, sonra da ağza alınacak ucu inceltilip yassıltılmış bir kamıştır; madeni ya da ahşap olabilen "lüle" aracılığıyla gövdeye takılır
  Gövdenin üst ucuna, lülenin çatlamaması için, çoğunlukla madeni olan bir bilezik geçirilir  Bu bilezik, neydeki "parazvane" gibidir {bak  Ney)  
 Zurnanın çalmışı ilginçtir: Çalan, burundan soluk alıp verir ve havayı ağzında yedekler
  Böylece çalma hiç kesintiye uğramaz  Zurnanın sesi tiz, keskin ve çok gürdür  Bu yüzden daha çok açık havada çalınır  Ama 18  yüzyıldan önceki dönemlerde klasik Türk müziğinde, kapalı mekânlarda zurna kullanıldığını gösteren minyatürler vardır  Bu zurnalar büyük olasılıkla daha yumuşak sesli çalgılardı  
 Zurnanın ses alanı yaklaşık iki oktavdır
  Bu iki oktavlık alan içinde, çalanın ustalığına bağlı olarak, zurnadan tüm sesler (koma sesleri, çeyrek sesler) elde edilebilir  Halk arasında yaygın olarak kullanılan "zurnada peşrev olmaz" sözü zurnanın yetersiz bir çalgı olduğu kanısını uyandırır, ama zurnayla yalnız basit melodiler değil, peşrevler, saz semaileri de çalınabilir  Nitekim, gerek Mehterhane'de, gerekse saray ve konaklardaki fasıllarda çalınmıştır (bak  BANDO; TÜRK MÜZİĞİ)  
 Zurnanın çeşitli boyları vardır
  Küçüklerine "cura zurna", büyüklerine ise "kaba zurna" denir  Davul ve zurna Türk halk müziğinin ayrılmaz ikilisidir  Ama, 20  yüzyılda Anadolu'nun kimi yörelerinde zurnanın yerini klarnet almıştır  Çoğu yerel ustalar tarafından yapılan bu metal (bafon) klarnetler, ugırnata" diye adlarıdırılmıştır (bak  Klarnet AİLESİ)   
			
			
			
			 
				__________________  Arkadaşlar, efendiler            ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler,            müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet            tarikatıdır   |