12-05-2009
|
#4
|
GöKKuŞaĞı
|
Cevap : Ölümsüz Kahramanlar ...
Kim bilir Nerede Kalmıştı Mendilin sahibi
“Bir pembe mendil görmüştüm cephane hurçlarından birinin içinde Dört kenarı el işi ajurla işlenmiş, itina ile katlanmıştı Katlantı yeri toplu iğne ile tutturulmuştu O gün bu gün açılmadığı, iğne yerinin ipek üzerindeki pas izlerinden anlaşılıyordu
Ajurların kucaklaştığı yerde iki harf pembe zemin üzerinde yeşil ipekle ne de itina ile işlenmişti: D L
Garip içli bir önsezi ile elime alamadığım bu pembe ipek mendile öylesine dalmıştım ki Eşref Bey ( Kuşcubaşı ) sonunda tahmin ve hayal hükümlerinden beni uyandırdı:
"Bu” dedi “ Teşkilat-ı Mahsusa’da vazifeli zabitlerden birinin hanımı ve ya aile fertlerinden birinin mektubu olsa gerek Teşkilat-ı Mahsusa’da hizmet edenlerin adresleri gizli olduğu için mektuplar merkeze gelir, dağıtımı biz yapardık Bir sebeple sahibini bulamamış olacak, isterseniz açın okuyun “
O anî irkilmeyi hala duyarım yüreğimde Bir aile gizliliğine el ve göz atmak hayâsızlığının acısı birden kalbimi burkuvermişti
Sonra düşündüm Kim bilir nerede kalmıştı mendilin özlenen sahibi? Galiçya’da mı, Yemen’de mi,Sina Çölü’nde mi? Kafkas’ın buzlu yamaçlarında mı? Çanakkale’de mi? Hangi taşsız şehit kümelerinin içindeydi
Düşündüm ki pembe mendil de başlı başına tarihtir Okunması ve okutulması vazifedir Huşu duygusu içinde iğneyi çıkardım Katlar arasında ev çiçeklerinin kuru yaprakları vardı Renk renkti bunları Sonra samani dediğimiz açık sarı renkte büyücek bir zarf İçinde mektupla beraber fotoğraflar da olduğu anlaşılıyordu
Yırtmaya kıyamadım
Mahremiyetini zamkının koruma kudretine emanet etmek isteyen parmakların olanca gücü ile kapattığı anlaşılan zarfı yırtmadan açmak çok zor oldu
İki fotoğraf vardı içinde Birisinde tertemiz bir genç anne yüzü… Çarşaflı, peçesini açmış, iki tarafında bir kız bir erkek iki yavru…
İkinci fotoğrafta aynı çocuklar Bu sefer genç annenin yerini nur yüzlü beyaz başörtülü yaşlı bir hanım almış… Anneanne ve ya babaanne
Evvelâ uzun mektubu sonra fotoğrafların arkasını okudum Hafızamın, zamanın silemeyeceği yerenin emanetidir o inci gibi güzel yazı
İmza, pembe mendilin ajurlarının kucaklaştığı yerdeki iki harfi açıklıyordu: Dürdane-Lütfi…
Dürdane Hanım Binbaşı Lütfi Bey’in bugünün söyleyişi ile karısıydı Mektupta geçen aileniz, refikanız, zevceniz kelimelerinden anladım bunu Yine mektuptan o yaşlı hanımın Lütfi Bey’in annesi olduğunu anladım “Muhterem validem, valideniz” kelimeleri geçiyordu
Önce mektubun tarihine baktım 19 Ağustos 1915… Birinci Dünya Savaşı’nın içindeyiz Mehmetçik dokuz cephede dövüşüyor
Savaşın ağır şartlarının ülke üzerinde etkisini sürdürdüğü buhranlı günlerde Dürdane hanım, nerede hangi düşmanla savaştığını bile bilmediği zevci Binbaşı Lütfi Bey’e şöyle yazıyordu
Nimeti Kanımda, Muhabbeti Ruhumda
Allah’ın lütfu ile iyilerdi Oğlu Hüsameddin sınıfını pekiyi ile geçmişti Babasına layık bir evlat olmanın ahdi içindeydi Kızı mürüvvet beklenen ders yılında mektebe başlama hazırlığındaydı Eksik olmasın dedesi Rasim Beyefendi alâkadar oluyordu Elbette ki bu lütufkar ilgiler, vatan için savaşan kendisinin doldurulmaz yerinin sahibi değillerdi Olsundu Gençtiler Birlikte daha çok güzel günler göreceklerdi Hasretler dinecekti
…
Savaş çok şeyi değiştirmişti Kıtlık ve pahalılık vardı Bahçenin bir bölümünü kendisinin de sevdiği ve tanıdığı Bostancı Murtaza Efendiye sebze bahçesi halinde getirmişlerdi İhtiyaçlar buradan karşılanıyor, kalanları da bahçesi olmayan komşulara dağıtıyorlardı…
Eğer bulunduğu yer soğuksa lütfen bildirsindi Yün çorap, kazak atkı örer, bu emek kendisine dünyaların huzurunu getirir, o da onları giyerken zevcesinin yanı başında olduğu duygusu ile teselli olurdu
Belki çocukça bulacaktı ama hoşgörsündü: İaşe teşkilatı aylardan beri ilk defa iki okkan un vermişti Bununla kendisinin ve çocuklarının çok sevdiği kurabiyelerden yapmıştı Şeker olmadığı için yerine pekmez kullanmıştı ama tadı yine de güzel olmuştu İşte onlardan birkaç tane kavanoza koyup ayırtmıştı Dönünceye kadar saklayacaktı Onsuz huzurla tadamamıştı
Sanki bunları neden yazıyordu? Bu anlattıkları onların ayrılmaz bağları süregelmiş hayatlarının en tabii, yok olması düşünülemeyecek belirtileri değil miydi?
Mürüvvet’in çeyiz sandığı için hazırladığı etamin tamamlanmak üzereydi Artan parçaları Kuran-ı Kerim mahfazasına yetiyordu Çocuklarının elbise ve ayakkabılarının bildikleri olmasından üzülmesindi Yepyeniydi hepsi…
Memleket ölüm kalım savaşı veriyordu Allah devlete ve millete zeval vermesindi Din ve vatan düşmanları kahrolacak, o eski güzel günler, bolluk ve rahatlık geri gelecekti
Dürdane Hanım, yaklaşan bayramın üç günlük yaşantısını da eşine anlatıyor, eğer mektubu zamanında eline geçerse iznini iztiyor, düşüncesini soruyordu
Birinci gün artık hayatta nefes nasibi kalmamış aile büyüklerinin kabirlerini ziyaret edilecekti
Ondan sonra Hüsameddin mektep hocasının elini öpmeye gidecekti Dede Bey ve muhterem validesinin ellerini öpmeye, hayır duasını almaya gelecek olan yakınlar ve mahallenin gelişlerini bekleyecekler, ikinci ve üçüncü gün ziyaretlere çıkacaklardı
Fotoğrafların arkasındaki satırlarda muhabbet, hasret, vefa, hayranlık, sadakat burcu burcu buhardandı Fakat şikayetin zerresi yoktu
İmzası üzerinde “ Nimeti kanımda, muhabbeti ruhumda “ dediği “ Aziz ve mükerrem “ zevcine Dürdane Hanım şu inancı veriyodu ki, yuvasının başına dönünceye kadar çocuklarının saf kalbi onun için çarpacaktı Resimlerine elemle değil, gururla baksındı
Binbaşı Lütfi Bey pembe mendili alamadı…
Dokuz cephede dövüşen o şanlı ordunun hangi safındaki isimsiz şehiddir bilmiyorum Fakat diyeceğim ki o, kafasında ve kalbinde Dürdane Hanım’ın hakikatlerini beraberinde götürmenin huzuru içindeydi
Biz Nasıl Kaybolduk
Cephenin gerisinde Dürdane Hanımları cephedeki bütün çarpışmaların galipleri arasındadır Devlet kuran kadınlardır onlar Onların sabırları, sevgileri, şefkat ve fedakârlıkları zafere dönüşmüştür Alay sancakları gibi ufkumuzda dalgalanmışlardır Nice savaşları sessizce onlar idare etmiş, onlar kazanmıştır
Nasıl sormazsınız Dürnade Hanım’ın Lütfi Bey için sakladığı o üç beş kurabiye ne oldu? Lütfi Bey’in artık dönmeyeceği anlaşıldığında sessizce atıldı mı yoksa gözyaşları ile ıslatılıp katık mı edildi?
Dürdane Hanım başımızda asırlarca esecek bir haysiyet bestesi olarak dimdik duruyor Onu yıkmadan bizi yıkamayacaklarını bilenler, o fedakâr ve sevgi dolu kalbe nasıl da hücum ediyorlar
Sahiplerine ulaşamayan binlerce mektup… Bize gelin Bize gelin ve hatırlatın bize o üstün ahlakı, o hasreti, o karakteri, o vefayı
Sahiplerine ulaşamamış mektuplar gibi bir ağlayabilsek…
Bir ağlaya bilsek…
Biz nasıl kaybolduk anne ?
Biz nasıl kaybolduk…
Kaynak: Recep Şükrü Apuhan (Son Kahramanlar)
__________________
Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar
Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar
NFK
GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı
|
|
|