Şengül Şirin
|
Rönesans Mimarisi
Rönesans Mimarisi Ortaçağ sanat dünyası içinde tohumu atılan ve çeşitli ekenlerle büyüyen yeni dünya görüşü, birden ortaya çıkmamış sosyal, ekonomik, bilimsel ve teknik gelişmeleri içeren olayların sonucunda oluşmuştu Ayrıca dönemin düşünce yapısı sanata etki eden önemli unsurdu Sanat hareketleri de bu toplumsal gelişime paralel olarak belirip, gelişmiştir
Yeni dünya görüşünün bir özelliği, insanın kendi dünyevi güçlerini anlamasıdır Bilindiği gibi ortaçağda halk, sanatçılar, bilim ve din adamları kilisenin inancına paralel bir tanrı görüşüne sahipti Ancak daha gotik dönemde bile ortaçağda kilise ile aynı görüşü paylaşmayan insanların ortaya çıktığını biliyoruz İşte bu farklılaşma dinin insanın akıl terazisinde ölçülüp değerlendirildiğini göstermektedir Bu hareket gittikçe büyümüş ve insanın kendi eleştirisine de önem vermesi ile sonuçlanmıştı Bu eleştiri ortaçağ anlayışını da yargılayacak ve dinin Rönesans çağında zayıflamasına neden olacaktı Başta Hıristiyanlığı eleştiren bazı felsefe okullarının ve bazı filozof kralların ortaya çıkması ile ve diğer etkiler ile din kurumu dünyevi ilişkilerinden gittikçe uzaklaşmıştır
Bunun mimaride yansıması olarak daha erken zamanlarda Gotik dönemde Roman kilisesinde tanrıyı temsil eden apsid tarafındaki kulelerin, kralı temsil eden batı tarafındaki kulelerden daha alçak yapılarak belirdiğine tanık olunmuştu
Bramante, Roma Monterio'da St  Pietro Kilisesi 1502
Bu yeni görüşleri yansıtan biçimlemeler, insanın kendi yorum ve düşüncelerine dogmalardan daha fazla önem verdiğini göstermektedir Bu yeni görüş ortaçağın gotik katedrali karşısında, Rönesans’ın merkezi planlı yapısıyla da biçimlenmiş olmaktadır Bu farkı en iyi 1400 yıllarında Regensburg’da yapılan ve tanrıya doğru sonsuzluğa yükselir şekilde inşa edilmek istenen Dom ile yüzyıl sonra 1502 de mimar Bramante tarafından Roma’da yapılan St Pietro Kilisesi arasında görülür St Pietro kilisesinin kubbesi bir yarım küre iken ön cephesinde yarım daire planlara yer veriliyordu
Çember ve küre antikçağda mutluluk sembolü olarak kabul ediliyordu Ortaçağ öbür dünyadaki kurtuluşa, Rönesans ise dünyevi yetkinliğe ve bu dünyadaki kurtuluşa önem veriyordu Ortaçağ dogmalarının yerini yeni çağda bilgi, dünyevi güzellik, kişisel başarı, mal, mülk alıyordu Ortaçağda eserinin altına imza atamayan sanatçı, bu çağda artık kendi yaratış gücüne inandığından eserin altına imzasını atacaktı
Rönesans’ta Mimari
Geç Gotik, Orta Avrupa’da 15 Yüzyılda eserlerini vermeye başladığında İtalya’da Floransa’da erken Rönesans’ın ürünleri görülmeye başlamıştı İtalyanlar Gotiği bir barbar sanatı olarak kabul ettikleri için önce Floransa’da bir karşı sanat hareketi başlamış ve Roma 1500’li yıllardan başlayarak bu yeni anlayışı en üst düzeye çıkarmıştı
Rönesans mimarisinin kurucusu olarak Florensa’lı Flippo Bruneleschi kabul edilir Kırk yaşına kadar heykelci olan sanatçının ilk eseri Floransa Domudur
Burada kaburgalı kubbe yapısında Gotik etkisi görülür Sanatçının 1421 de yaptığı St Lorenzo kilisesinde Gotik etki tamamen kaybolmuştur Bu kilise daha sonra Michelangelo’nun yapacağı Medici ailesinin mezar kilisesi için de bir örnek teşkil edecektir
Bruneleschi ilk eserlerinde Roman ve ilk Hıristiyanlık eserlerinden yararlanarak biçimlendirmişti Daha sonra ise antik kaynaklara yönelmişti
Bu hareketin ikinci temsilcisi Leon Battista Alberti idi Şair, kompozitör, hukukçu ve sporcu olan sanatçı, Bologna üniversitesini bitirip papaz olmuştu Ancak sanat, matematik, felsefe ve yapı sanatı üzerine yazılar yazmıştı Mimar Alberti, Hıristiyan kutsal yapısı ile Roman yapısını birleştirme yolunu tutmuştu
Bu sentezini Rimini’de S Fransesco kilisesinde uygulamak istemiş ancak eser yarım kalmıştı Alberti’nin bir diğer yapısı da Mantua’da ki S Andrea kilisesi idi
Bu yapı uzun bir salon ve iki yanda birbirlerinden ayrılmış şapelle nişlerin yer aldığı bölmelerden ibaretti Rönesans’ta tekrardan görmeye başladığımız merkezi yapı heyecanını Bizans’tan alıyordu Gotik sanata olan düşmanlık Bizans sanatına yakınlık sağlıyordu
Çapraz geminin kesiştiği yeri de bir kubbe kapatıyordu Uzun salonu ise taştan bir tonoz örtüyordu Bu yapı Gotik’den ayrılıyordu Gotik’te her yöneliş derine ve yukarı doğru hareket halinde olduğu halde, burada mekan hareketi, yerinde duran bir etkide idi Gotik’te duvarlar, ayaklar, ve tonozlar silme ve kaburgalarla hareket eden ve bir yöne yönelen etki içersinde düzenlenmişlerdi Rönesans, kaburgayı ve kaburgalı haç tonozu, dinamik etkileri nedeniyle ret ediyordu Bunun yerine klasik tonoz ile kubbeyi ele alıyordu Çünkü bu unsurlarda hareket özelliği bulunmuyordu Çatı örtüsü için eski Roma’nın saray ve hamamları örnek alınmıştı Buradaki formlar Rönesans sanatçısına daha ağır başlı sakin ve ölçülü geliyordu Bu yapılarda insan yeniden ana ölçü birimi olmuştur Ve bu şekilde sanatçı, gotikte mantıklı olmayan oranlar ve dini düşünce ile ilişkisini tamamen keser
Leon Battista Alberti, San Andrea kilisesi, Mantua 1472
Bu klasik anlayışta Floransa dışında yalnız Alberti yapılar inşa eder Kuzey İtalya’da 16 Yüzyıla kadar karışık bir üslup hakim olur Bu karışık üslup geç Gotik ile antik unsurları birleştirmeye çalışır Yukarı İtalya’da klasik üsluba dönüş, bir fresk ressamı olan Donato Bramante ile başlar (1444-1514) Milano’da Santa Maria Grazia kilisesini yapan sanatçı daha sonra merkezi planlı yapıların en güzel örneği olan St Pietro klisesini gerçekleştirmişti Bramante’nin daha sonraki görevi Papaların Avignon’dan dönmesini takiben yaşadıkları yer olan Vatikan’ın yeniden düzenlenmesi idi
Rönesan’ın dini ve sivil yapıları aynı unsur ve özellikleri göstermektedir Sivil mimarinin en önemli sonucu Plazzo yani sarayların kazanılması idi Yeniçağ, kral ve prensler için şato yerine sarayları uygun görüyordu Bu yapılarda toplum içinde kendini kabul ettirmiş, tüccar, bankacı zihniyeti olan kral oturuyor, kudreti ve hümanist kültürü ile çevresindekilerden üstün olduğu kabul ediliyordu Plazzo’da Helenistik sütunları ile avlu önemli bir unsurdu Muhteşem bir temsil gücü olması gereken yapının, özellikle cephesi gösterişli idi Konsollu frizler ve rustik tarzı yer yer heroik etki yaratıyordu
Mimar A  Paladio
Villa Rotando'nun ön cephesi
Sivil mimari alanında, klasik üslupta en çok eser veren sanatçılar Venedik okulundan Jacopo Sansovino (1486-1570) ve Vicenza'lı Andrea Paladio’dur (1518-1580)
Mimar Paladio, Sasovino’ya nazaran daha klasik üsluba yakın olup Vicenza’da bir bazilika, bir tiyatro, bir saray inşa ederek yeni mimarinin temellerini atarken bu şehri de bir sanat merkezi haline getiriyordu Bir çok büyük yapıyı gerçekleştiren Paladio, Kuzey İtalya’da sayıları 20 kadar olan villa yapmıştır Paladio eserlerindeki tutarlılık ve sadelikten kaynaklanan başarısı nedeniyle ileri dönemlerde yapıtlarından en çok esinlenen mimar olacaktır
Rönesans yapı anlayışının kısa bir zaman içinde son bulması ve bizzat klasik dönem sanatçılarından Michelangelo tarafından Barok’a yöneltilmesi dikkat çekicidir
Rönesans mimarisi 16 Yüzyıla gelindiğinde yerini Barok mimariye bırakmıştır Bu dönemden sonra Avrupa’da yapılarda görülen Rönesans etkisi bir süslemeden öteye gitmemiştir
Rönesans Mimarisinden Bazı Örnekler:

Sistine Şapeli'nin içi

Santa Maria del Fiero Dom'u

Pazzi Ailesi Şapel'i

Pazzi Şapel(içten görünüm)

Vesta Tapınağı

San Lorenzo Kilisesi

Santa Maria Novella Ön Cepheden Görünüş

Santa Maria delle Grazie

St  Peter's Bazilikası

The Escorial / İspanya

Hardwick Hall / İngiltere
Kaynak:Sanattarihi org
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|