Oğuzlar dini inanışlarının tesiri ile suya girmiyorlardı; çünkü "bütün Türklerdeki köklü bir inanışa göre, su kutludur ve arıdır
Yıkanmak kutlu ve arı olan suyu kirletmek ve böylece büyük günah işlemek demektir
Bu ise uğursuzluğa ve felakete sebep olur
"Bu yüzden Oğuzlar ölülerini yıkamazlardı
Altaylı Türkler ise cenaze törenlerini şu şekilde yaparlardı: "Altaylı öldükten sonra dul kadın, ceset yurtta kaldığı müddetçe kocası için ağlamak mecburiyetindedir

Defin işi gizlice ve hiçbir merasim yapılmadan icra edilir

Altaylılar ölülerini umumiyetle dağ üzerindeki gizli yerlerde toprağa gömerler

Ölü tam giyinmiş vaziyette mezara konur ve yanına, yol için bir torba yiyecek de yerleştirilir

Zenginler birlikte binek atı da gömerlermiş

Ölünün dört değnek üzerine kurulmuş iskeleye yerleştirilmek suretiyle defni adeti Altay'da ancak bazı yerlerde tatbik edilirmiş, ben buna ancak Soyonlar arasında rastladım

Ancak ölü gömüldükten sonra akraba ve komşular yurtta toplanarak ziyafet tertip ederler

Geri kalanlar, ziyafetten sonra yurdu şamanlara temizlettirerek başka bir yere naklederler

Ağaç kabuğundan ve kütüklerden yapılmış olan yurtlar, aileden birinin ölümü üzerine terk edilerek olduğu yerde bırakılır ve aile kendisine başka bir yerde yeni bir yurt yapar

"
"Hakaslar ölülerini tarlalardan uzak olan tepelere gömerler
Çukuru derin kazmazlar
Kabirin kazılma işine defin gününün sabahı başlanır
Mezarın etrafına parmaklık veya duvar konulmaz, aksi halde ölünün ruhunun her yıl haraç ödemek zorunda kalacağına ve dua ve yemek almaya çıkamayacağına inanılır
Cenaze evden gün batıya döndüğünde çıkarılırdı
XIX
yüzyılın başında Hakaslar çadırlarda yaşadıklarından bunun için çadırın duvarı yıkılırdı
XIX
yüzyılın sonunda ise kerpiç evlere geçildiğinden cenaze ayakları önde olacak şekilde evden çıkarılırdı
Cenaze evinin önünde huraylaası töreni yapılırdı
Bu törenle ölünün bir başkasının ruhunu da özellikle çocukların yanında götürmesine engel olunduğuna inanılırdı
Bu törende dul bir kadın siyah ineğin sütünü ağaç kaba döküp beyaz bezle örterek Huray! Huray! diyerek cesedin etrafında üç kez dolanırdı
Daha sonra ise süt, ölenin yakınlarına içirilirdi
Mezara toprak doldurulmaya başlandığında kadınlar evlerine dönerlerdi
Hakasların bazı boyları ise yalnızca kamlara uygulanmak üzere ayrı bir yöntem uygularlardı
Taysa bölgesinde yapılan bu adete göre ağaçların üzerine tastab denilen bir raf yapılır tabutun üstüne veya içine kayın ağacının kabuğuna sarılmış ceset konurdu
Buna yükseğe çıkma parhan derlerdi
Hakaslar ölülerinin arkasından yılda altı kez yemek verirlerdi ve kirek dedikleri duaları okurlardı
Ölenlerin ardından üçüncü, yedinci, yirminci, kırkıncı günleri ile yarı yıl ve birinci yılında yemek verir, dua okurlardı
Kirek günlerinin tespitinde Hakaslar kutsal saydıkları Flaman kuşunun eşi öldüğünde eşine bu günlerde geri geldiğine inanarak tespit etmişlerdir
Bir yıl dolduğunda kirek bitiyordu
Seneyi devriyesinden bir gün önce tüm akrabalar ölenin evinde toplanır ve ölen için yemek yaparlardı
Sabah ise hepsi mezara gidip ateş yakarak mezarın çevresinde büyülü dolanma -ibirig- yaparlardı
Dul kadın veya erkek yanan sopayla mezara vurur ve bu işlemden sonra ölünün bir daha yemek istemeyeceğine inanırlardı
Kirek günlerinde evdeki dua bittiğinde kara ruhu evden kovmak gerekirdi

Aksi halde kara ruh evde olanlara mutsuzluk getirirdi

Bunun için bir at kafatası, dört at bacağı, dokuz adet kuşburnu dalı, dokuz parça kuşüzümü ağacı dalı, dokuz siyah taş, üç akdiken dalı ve orak demiri hazırlanırdı

Akşam kapıya siyah at bağlanırdı

Hazırlanan karışım yakılır ve şaman kara ruhu aramaya başlardı

Kirek'e katılanlar ateşin etrafında yavaş yavaş dönmeye başlarlardı

Ateş onları haras'dan koruyordu

Şaman kara ruhu bulduğunda ölenin sesini çıkararak yalvarmaya başlardı

Şaman kara ruhu kara ata bindirerek köyden kovarlardı

"
Hunlular ölülerini tabut içine koyarak, bu tabutları altın ve gümüş işlemeli kumaş ve kürklerle örterlerdi

Gelecek hayatta da kendisine hizmet etmesi için yüzlerce kişi kurban edilerek ölüyle beraber gömülürdü
Eski zamanlarda Uygurlar ölüyü yakarak gömerlerdi: "O çağlarda cesedi gömerken yeni elbise giydirilip kazılan mezarın içine sedir yapılıp, sedir üzerine kamıştan yapılmış hasır serilip, üstüne ceset konurmuş

Cesedi gömmeden önce büyük törenler düzenlenirmiş

Mezarın yanına ölen kişinin öz geçmişini anlatan, oyularak yazılan abide taş dikilirmiş

Kağan ölürse eşiyle birlikte gömülürmüş

Cesedin konulduğu çadırın etrafında yedi defa dolaşılır, bıçak ile alınlarını çizip kan akıtarak ağlarlarmış

"
Yine Uygurların cenaze merasimleri hakkında en iyi bilgileri Çin kaynaklarından edinebiliyoruz

"Miladi 518 yılında Çinli gezgin Huy Sing ile Sun Yong, Luo Yang'dan yola çıkıp 519 yılında Odun'a (Hotan) gelmişler

Orada gördükleri hakkında yazmış oldukları Luo Yang ibadethane Hatıraları adlı kitabının beşinci bölümünde Odun (Hotan)'daki cenaze törenlerinden şöyle bahsetmektedirler: Ölen adamın cesedi ateşte yakılır, cesedin külü yere gömülür

Sık sık anmak için yanına put dikilir

Ağıt yakanlar saçlarını kesip, yüzünü boyarlar

Kağanın cesedi ateşe verilmez, tabuta konularak uzak ıssız yerlere gömülürdü

Sık sık anmak için mezarın yanına put hane yapılır

"
"Katanov tarafından toplanan malumata göre Beltir'ler ölüyü Müslümanlar gibi yıkarlar

Erkekleri erkek ihtiyarlar, kadınları kadınlar yıkarlar

Ölüyü ateşin yanına koyarlardı

Erkek ölü kapının sol (güney) tarafına, kadın ölü sağ (kuzey) tarafına konularak yıkanır

Yıkandıktan sonra ölüye elbiselerini giydirirler ve beyaz keçe üzerine yatırıp bir köşeye koyarlar

30-40 kişi toplanıp tabut yaparlar

Tabut hazır olduktan sonra bir tarafa atarak - Tanrı bundan sonra bu gibi işleri bize rast getirmesin derler

Ölü tabuta konduktan sonra evde bir gün kalır

Ölüyü çıkarırken ayakları önde bulunur

Ölüyü çıkarırken bir koca karı eline bir kap süt alır at üzerine konulmuş ölüyü üç defa dolaştıktan sonra - kutumuz gitmesin, kuruy! diyerek bağırır, ölüye karşı süt serper

Ölü mezara konulduktan sonra atın dizginini ölünün eline vererek - atını al! derler, atı o yerde öldürürler

Eğer takımları ile beraber gömerler

Ölünün elbisesinden düğmelerini söküp ailesine verirler

Buna kumarkı denir

Ölü ile gömülen eşyayı kırarlar

O dünya bu dünyanın aksine olurmuş

Kırılmazsa o dünyada ölüye kırık olarak verilecekmiş

Mezardan dönenler hep beraber ölünün çıktığı eve gelirler

İyice yıkandıktan sonra yemek yerler ve rakı içerler

En yakın dostlarından ve akrabalarından bazı kimseler bu evde üç gün misafir olurlar; geceleri kimse uyumaz

Her yemekten önce ateşe rakı ve yemek atarlar

Gömme töreninden yedi gün geçtikten sonra köy (yahut oba) halkının getirdiği rakıdan bir yudum ve yemeklerden bir parça toplayıp ateşe yakarlar

"
"Orta Asya'da, Hunlar'ın ve Kök Türkler'in egemenliği devirlerinde, daha iptidai basamaklarda bulunan boylardan bazıları ölülerini tabutlara koyup ağaçlara asarlardı
Bu uluslar arasında Moğollar'dan Hıtay (Kidan)'lar, Şveyler, Türkler'den Dubo (Tuba)'lar vardı
Bu adet Yakutlar'da XVIII
yüzyıla kadar devam etmiştir
Bazı haberlere göre Kırgızlar'da bu adet vardı
Müslümanlıktan sonra Kırgızlar bu adeti bırakmışlardır
Bununla beraber Kırgızlar'da bu adetin hatırası olarak defin törenine süyök kötürü derler ki, harfiyen kemik kaldırma demektir
"
Kao-Çe'ler ise "ölülerini kazılmış bir mezara götürerek, cesedi bunun ortasına yerleştirirler, hayatta olduğu gibi yayını eline, kılıcını beline, mızrağını kol mafsalına yerleştirdikten sonra mezara gömerler

Bir kimse yıldırımdan veya bulaşıcı bir hastalıktan ölürse, uğursuzluğu gidermek için dua ederler

İşler yolunda gittiği takdirde türlü cinsten birçok hayvan keserek kemiklerini yakar ve at üzerinde mezkûr yerin etrafında dönerler

Bu gibi toplantılarda erkek ve kadın hiçbir yaş farkı gözetilmeksizin hazır bulunur

Talihsizliğe uğramamış aileler şarkı söyler, raks eder ve muhtelif musiki aletleri çalarlar, fakat bedbaht aileler acı acı ağlarlar
