10-09-2009
|
#7
|
Şengül Şirin
|
Cevap : Simyanın Öyküsü
Böylesi bir yaklaşım, İsa sayesinde kozmik bir kurtuluşa ulaşmayı hayal eden, yani ayinin kutsallığı vasıtasıyla kozmik özdeğin dönüşümünü ümit eden, Teilhard de Chardin’in düşünceleri ile kıyaslanabilir Batılı Simyanın içerdiği dinsel ideoloji ile Teilhard de Chardin’in iyimser teolojisi arasında bir simetri bulunmaktadır
Ancak öncelikle Batı ve Orta Avrupa’da simyanın nasıl geliştiğine kısaca göz atmak doğru olur İtalya’da Rönesans döneminin başlangıcında Helen Hermetizminin ve Neoplatonculuğun yeniden keşfedilmesinin yarattığı heyecan yaklaşık olarak iki yüzyıl kadar sürmüştür
Neoplatoncu ve Hermetik öğretilerin, o dönemdeki felsefe ve sanat üzerinde derin ve yaratıcı bir etki yaptıklarını; doğa bilimleri ile Simyanın eğitimin ve politika kuramlarının gelişiminde önemli bir rol oynadıklarını bugün biliyoruz
Simyanın, madenlerin “büyümesi” ve dönüşümü, zorunlu giz saklama, felsefe taşı ve iksir gibi temel bazı unsurlarının Ortaçağdan başlayarak Rönesans ve Reforma kadar nesilden nesile aktarıla geldiğini anımsamalıyız Örneğin 17 yüzyıl bilim adamları, madenlerin “büyümesi” hayalinden hiç kuşku duymadan, tam tersine, simyacıların doğaya destek olup olamayacaklarını irdeliyorlar, “bunu daha önce gerçekleştirdiğini ileri sürenlerin ise, namuslu mu, salak mı, yoksa şarlatan mı olduklarını tartışıyorlardı”
Rasyonel kimyanın ilk büyük temsilcisi olduğu kabul edilen, deneysel çalışmaları ile ünlü Herman Boerhaave (1664-1739), madenlerin dönüşümü hakkındaki inancını sürdürüyordu Simyanın Newton tarafından gerçekleştirilen bilimsel devrim üzerindeki önemli etkisi de göz ardı edilmemelidir
Ne var ki, Neoplatonculuk ve Hermetizm etkisi altında Ortaçağın Simyası başvuru dizgesini genişletmekteydi Aristocu model artık yerini; insan, evren ve yüce Varlık arasında bağlantı sağlayan tinsel arabulucular üzerinde ısrarla duran Neoplatoncu modele bırakmıştı Simyacı ile doğa arasında işbirliğini öngören eski ve evrensel inanış, bu gelişme ile birlikte din bilimsel bir anlam kazanıyordu
Buna bağlı olarak Simyacılar, tıpkı İsa’nın ölümü ve dirilişi ile insanlığı kurtarması gibi, “Opus Alchimicum” ile doğanın kurtuluşunun sağlanacağını düşünüyorlardı 16 Yüzyılda yaşayan hermetist Heinrich Kunrath, felsefe taşı ile “Makrokozmosun Oğlu” İsa’yı özdeşleştiriyordu; insan denen Mikrokozmos zaten İsa tarafından bütünlenmemiş miydi! Jung, Rönesans dönemindeki Simyanın bu dinsel niteliğine büyük önem vermiş, İsa ile felsefe taşı arasındaki koşutluğu titizlikle incelemişti
18 Yüzyılda, Benediktin keşişi Dom Pertney, Hıristiyan Gizeminin simyacı yorumunu şöyle kaleme almıştı: “…İksir dedikleri aslında, erden bir toprakta cisimleşen evrensel tinin bir parçasıdır; damıtılarak elde edilmeli, sarsılmaz yetkinliğe ulaşması için gereken tüm işlemlerden geçirilmelidir
İlk aşamada bulanıktır, kendi kanını akıtır; çürüme sırasında ölür; siyah rengin ardından beyazlaşma başlayınca mezarın karanlıklarından sıyrılır ve zaferle dirilir; çok incelerek göğe yükselir, oradan yaşayanları ve ölüleri yargılar, her birini yapıtlarına göre ödüllendirir Ölüler, insanın saf olmayan, özünden uzaklaşmış kısmıdır; ateşe dayanıklı değildir ve “Gehenne” (Cehennem) içinde yok olur ”
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|
|
|