Yalnız Mesajı Göster

Ölümsüz Kahramanlar ...

Eski 09-28-2009   #1
GöKKuŞaĞı
Icontr

Ölümsüz Kahramanlar ...




Anadolu’nun, mefahir dolu parlak tarihini omuzlayan baş aktörlerden birisi de, mübarek bedenlerini vatanımızın tapu senedine dönüştüren ve bu güzel coğrafyayı adeta cennetten bir köşeye çevirip kutsallaştıran “kahraman şehitlerimiz”dir

Tarihin, huzurlarında derin bir hürmetle selam durduğu, her birinin hikâyesi ayrı bir destan olan; “bir hilâl uğruna” güneş gibi batıp, ebediyet iksirini içmesini bilen o asil şehitlerin mazimizi şan ve şerefle dolduran efsanevî gayretlerinde, en etkili faktörlerin başında elbette ki, “şehitlik arzusu” geliyordu O kadar ki, bu mukaddes duygu sayesinde, güzelim Anadolu’yu, serpiştirdiğimiz çil çil kubbeler kadar, her bir köşesine adeta bir abide gibi diktiğimiz çil çil şehit kabirleriyle bir “şehitler yurdu” haline de getirdik Sizlere bu yazıda, “şehitler gülistanı” Anadolu’dan, seçkin birkaç “kan çiçeği” devşirdik Onlar şimdi uğruna şehit düştükleri cennet yurdumuzun dört bir köşesinde, kıyamete değin manevî bekçilik yapmak üzere nöbet tutmaktadırlar Devirler ve insanlar değişecek; fakat o kahramanlar zamana inat ebedi hayatı tatmaya devam edeceklerdir

Yüzbaşı Yusuf: Aşkın Devası Canı Adamaktır!
Yıl: 1897 Sultan II Abdülhamid devrindeki Osmanlı-Yunan Harbi Yunanlıların taarruza geçtiği duyulduğunda cepheye tabur tabur asker sevk edilmeye başlanmıştı Kimsede feryat yoktu; sadece camilerden yükselen dualar göğü yırtıyordu Ne var ki, anaları yine derin bir hasret ve hicran bekliyordu Onlar yine aylar ve hatta yıllar süren büyük bir heyecan, merak ve tasa ile irkilip duracaklar, bir damla uykudan bile nasipsiz kalacaklardı Kimi oğluna kavuşacak, kimi de yaşadığı müddetçe şehit oğlunu ya da kocasını hatırlatacak birkaç eşya, birkaç mektuba sığınacaktı

Atından inen süvari, caminin karşısındaki boyasız evin kapısında durdu; atın dizginini halkaya iliştirip içeriye girdi Bu adam Yüzbaşı Yusuf’tu Kaputunu çıkarırken avluda, kendisini bekleyen karısı Sabriye ile göz göze geldi Elindeki lambayı merdivene bırakan Sabriye, ne söyleyeceğini şaşırmış bir tavırla dedi ki: “Doğru muymuş?” Yusuf başını salladı ve konuştu: “Sen asker kızı değil misin? Ölüm her yerde var” Evlenmelerinin üzerinden henüz dokuz ay geçmişti ve Sabriye hamileydi Birden kocasının boynuna atılıp ağlamaya başladı Bir müddet öylece kaldılar Sonra yavaşça çekildi Sabriye ve ne vakit olduğunu sordu: “Yarın Bir saat içinde kışlada bulunacağım

Merdivenin başında bir kadın daha göründü Yüzü buruşuk, kalın kaşları beyazlamış, yemenileri arasından kınalı saçları dökülmüş bu ihtiyar kadın, Yusuf’un annesi idi İhtiyar iki eliyle merdivenin parmaklığına tutunarak oturdu ve mırıldandı: “Rüyasını görmüştüm” Yusuf gidip anasının elini öptü İhtiyar kadın, gözünden akan iki damla yaş yanaklarından süzülürken, oğlunu, zayıf kolları ile çekerek alnını ve yüzünü öptü Yıllar önce muharebeye gittiği gün, “Böyle günler sevinç günleridir Böyle günde düşman ağlasın!” diyerek kapıyı çekip çıkan kocasını hatırladı Sonra Yüzbaşı Yusuf annesine şöyle dedi ağlayarak: “Anne, Sabriye sana, ikinizi de Allah’a emanet ediyorum Bana makbul olan, duanızdır Anne, hakkını helâl eyle!”



Bir an, birbirlerini bir daha görebileceklerine dair hiçbir ümitleri kalmadı Yusuf karısına da döndü ve şöyle dedi: “Düşman kurşunu o kadar tesir etmez; beni senin teessürün (üzüntün) öldürür!” İhtiyar kadın, kırmızı, uzun, köhne bir torba getirdi İpleri kalın bir pala çıkardı Üzeri gümüş işlemeli bir kın içinde, sırma ile süslü kısa ve geniş bir kılıçtı bu Besmele çekerek palayı oğlunun beline sardı ve dedi ki: “Oğlum! Bu, babanın palasıdır Vasiyeti böyle idi Bu kırıldıktan sonra olsun” Ana yüreği işte; “Bu pala kırılmadan canını verme” diyememiş, “Ancak bundan sonra toprağa düş ve ruhunu öyle teslim et” demek istemişti Yusuf’un gözleri yaşarmıştı; eğilip anasını öptü Sabriye kendini kaybetmiş gibi koşup Yusuf’a sarıldı Yusuf ikisini de bağrına bastı Ve evdeki son sözlerini söyledi: “Doğacak çocuğuma, erkek olursa Mehmed Galip, kız olursa Emine Firdevs ismini takın! Allahaısmarladık!” Atının ayak patırtısı, evden çıkan feryadı işittirmemişti

Yüzbaşı Yusuf, ilk mektubunda, vatan sevgisinin ve vatana hizmet aşkının (‘Bu aşkın devası, canı feda etmektir!’ diyecek kadar), sevdiklerinin hasret ve muhabbetine galip geldiği şu ibret ve hayret verici satırları yazmıştı: “Benim canımdan aziz valideciğim! İşte gece yarısı! Ben yine sizi düşünüyorum Başka endişem, başka kederim yok Beni teselli edecek bir cihet (taraf) varsa o da, hepimizin en şefkatli vâlidesi olan vatanı muhafazaya davet edilmiş olmamdır Ben nankör olamam Vatana olan aşkım pek müessir (etkili), pek ziyade yakıcıdır Bu aşkın devası, canı feda etmektir! Ben sizin muhabbetinizi, teveccühünüzü (düşkünlüğünüzü) hak edebilmek için cesaret ve metanetimi gösterebilmeliyim Sen, babasına ve anasına lâyık bir oğul olduğumu anlamalısın Sabriye, namus ve temizliğine denk, lâyık bir eş olduğumu anlamalıdır

Zarfın içinden çıkan ikinci mektupta da Yüzbaşı Yusuf sevgili karısı Sabriye’ye hitap ediyordu: “Azizem, emin ol, ben senin akıttığın gözyaşlarını hissediyorum Onlar benimdir Ben burada seni muhafaza ediyorum Sen de orada beni muhafaza et Ayrılık dediğimiz bela kahrolur Madem ki hayatımız birdir; vazifemiz de birdir Sabır ve tahammül insanı cennete, saadete götüren iki melektir Cenab-ı Hak’tan gayri yardımcı bulunamaz O’nun lütfuna muhtacız Zaman çabuk geçer Yine görüşür, yine buluşuruz

Yusuf’un, bir sonraki ve son mektubu Selanik’ten gelecekti: “Azizem! Selanik’teyiz Harp meydanına bir karış yer kaldı İhtimal ki son yazdığım mektup bu olur Sizden ayrılırken, ölüme gittiğimi anlatmış idim Olacak mutlaka olur Annem sabır ve tahammüle alışmıştır Sen de onun gibi ol Sana kalben bağlıyım Onun için zerre kadar korkarsan beni burada titretirsin Düşmana rezil edersin Ölüm, Allah’ın emridir Ona, zaman ve mekân her zaman mevcuttur Sana veda edemem Çünkü ölsem de ruhum seninle beraberdir Ölüm beni senden ayıramaz O, ebedî karargâhtır Cümlemiz orada birleşeceğiz Ölürsem, yalnız sizin muhabbetiniz kalbimde saklı olduğu halde Alemlerin Rabbi’nin huzuruna gideceğim Azizem, hareket emri geldi

Ordu, Tırnova’ya girerken Yusuf yaralandı Yavrusu Mehmet Galip, ilk sütünü çoktan emmişti Sabah Namazı saatinde uyanıyor, annesi ile babaannesini de müezzinden önce uyandırıyordu Bir sabah yine uyandıkları vakit Müslime Hanım, besmele ve salavat getirerek gezinmeye başladı Gelini Sabriye sebebini sorduğunda, oğlu Yusuf’un şehâdetini kendisine haber veren bir rüya gördüğünü söyledi ve anlatmaya başladı: “Akşam istihâreye yatmış idim Yusuf’umu gördüm Yemyeşil bir ata binmiş; atın saçları, kuyruğu yerlerde sürünüyor Boynunda Kelâm-ı Kadim (Kur’an-ı Kerim) asılı Bir hoca ile konuşuyor Beni görünce atını sürerek yaklaştı Eğilip ellerimi öptü Dedim ki: “Oğlum bize ne getiriyorsun?” Eliyle Kelâm-ı Kadim’i göstererek “Cenab-ı Hakk’ın kelâmını (sözünü)!” dedi Bana doğru uzattı, öptüm Yüzüme gözüme sürdüm Misk gibi kokuyordu



‘Güneş Şehit’ ve Yanmayan Bedeni
1916’da yayınlanan Harp Mecmuası’nda (Dergisinde), Mülâzım (Teğmen) Mehmet Selim ve şehitlik hikayesi dehşet verici bir biçimde anlatılır Mülâzım Mehmet Selim, 1891-1915 Çanakkale cephesinde şehâdet rütbesine nail oldu Yaşlanmaya vakti (eceli) yetmemiş yüz binlerce delikanlılardan biriydi Şehitliği selamlayan aziz bir erkek güzeli

Müstahkem Mevki Komutanı Cevad Paşa emretmiştir: Sahildeki İngilizler Mehtap Deresi’ne mevzilenmeyecek! 9 Bölük Kumandan Vekili Teğmen Mehmet Selim Efendi, sabah namazını, yere serdiği ana yâdigârı tüy seccade üzerinde kıldıktan sonra, emri yerine getirmeye hazırdır Gece, gaz lambası ışığında anasına karaladığı mektubu posta emirine bırakır Satırlarında, anasına müjdelerin en delicesini, en güzelini muştular Belki, artık bir daha mektup yazamayacaktır; ama ne gam Müjdesi gerçekleşirse bir başka; lâkin ebedî “ağuşun” (kucağın) saadetini yudumlayacaktır Satırlarını şöyle noktalar: “Anamsın, bilirim ve şükrederim Amma velâkin, yarın sabah, anavatanı bir başka yerde müdafaa edeceğim Dualarını eksik etme

Siperden fırladığında arkasında efsaneleşen takımını görür Obüs, mitralyöz mermileri ve şarapneller hedef alır bu takımı Mehmet Selim Teğmen ve takımı, tek başına bir ordu gibidir Mermileri yetersizdir; kendisi de askeri de giysi noksanı içindedir Yatarlar yere, diz çökerler ve tetiklerine asılırlar Dereyi ilk sıçrayışı Selim Teğmen mühürler İki ayağı birer Süleymaniye sütunu gibi semaya yükselir Sağ elinde revolveri, her mermisinin isabeti ile şereflenen bir kahkaha gibidir Bir an üzerine adeta bir çekirge bulutu gibi üşüşen kurşunları ve şarapnelleri fark eder Belli ki ömür burada 25’inde noktalanacak ve tekrar ebedî bir güzellikte uyanmak üzere göğe uçacaktır Erleri tek tek düşer Bir hain kurşun omzuna, diğeri kalbine ve o öpülesi alnına yapışır Düşmanla mesafesi elli metreden azdır İngilizler şaşkınlık içindedir Hâlâ ayakta duruşu ve yıkılmayışını izah edemezler


Sonra birdenbire bir mermi benzin bidonlarının siperlendiği tümseğe isabet eder Gökyüzüne büyük gümbürtüyle bir alev topu yükselir Çepeçevre sarmıştır delikanlı teğmeni Mehtap Deresi’ne sabahın ilk saatlerinde bir güneş doğar Yanan tonlarca akaryakıtın ışığı, utancından gölgelenmiş gibidir teğmenin nurlu gövdesi yanında Teğmen, alev alev ışıldar ama kararıp kömürleşmez Hâlâ sağ elinde tabancası, sol avucunda mushafı (Kuran-ı Kerim) vardır Yere düşmez Petrolün son damlası da alevlendikten sonra ortalık sükunet bulur İngilizler ürkerek dereye inerler

Mehtap Deresi’nde Teğmen Mehmet Selim’in bedeni yanmamış gibiydi Sadece alnına ve vücuduna saplanan mermiler vardı Bu harikulade bir olaydı Yüzlerce kilo benzinin kavurmuş olması gereken vücudunda tek bir yanık yoktu Genç teğmenin bedeni içinde saklı sanki bir güneş vardı Elmas beyazı, pırlanta yansımalı bir mücevher gibi İçine mushafı gömdüğü sol eli, kalbinin üzerine basılmıştı Tabancası hâlâ sağ avucunun sıkı kuşatmasındaydı Gözleri açıktı; göz bebekleri dudakları gibi tatlı bir tebessümle büklüm büklüm, ışıl ışıldı Mehmet Selim Efendi, gerçekten de yaşlanmaya fırsat bulamadan gençliğinin baharında Allah ve Sevgili Peygamberinin huzuruna yükselmeyi tercih etmişti Vaat edilen “ebedî cennet gençliği” kendisine hediye edilmek üzere

İSMAİL ÇOLAK
Gülistan Dergisi

__________________
Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar
Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar
NFK





GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali
GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı
Alıntı Yaparak Cevapla