Şengül Şirin
|
Osmanlıdan Bu Güne Coğrafya
OSMANLI DÖNEMİNDEN BUGÜNE COĞRAFYA
Yeryüzünün tamamını veya bir bölümünün; fiziki, beşeri ve iktisadi olaylarını inceleyen Coğrafya ilminin ana temasını insan oluşturur İnsanın olduğu her yerde Coğrafya ilmi vardır Bu nedenle, insanoğlunun dünyaya geldiği ilk insanlardan bugüne, az veya çok çevre ile ilgisi olmuştur
Avcılık veya toplayıcılık dönemlerinde bile, insanoğlu; geçimini sürdürebilmek için, daha iyi av sahalarını veya daha verimli toplama bölgelerini araştırmaya yönelmiştir Böylece, belki farkında olmadan Coğrafya ilmi ile meşgul olmuş ve kazandığı tecrübe ve bilgilerini nesilden nesile aktarmaya devam etmiştir
Coğrafya ilmi ile ilgili bilinen en eski belge, M Ö 2400 veya 2700 yıllarında Babilliler tarafından, Babil çevresini gösteren taslak haritadır Anlatım yolu ile Coğrafya ilmine ait bilgiler veren Heredot, M Ö 484-426 tarihlerinde yaşamıştır Bodrum doğumlu olan Heredot, Libya kıyılarından Güney Avrupa'ya oradan Hindistan'a kadar olan geniş bölge hakkında ayrıntılı bilgiler veren dokuz ciltlik eser yazmıştır
Eskiçağ’dan Ortaçağ’a, Coğrafya ilmindeki gelişmeler devam etmiş, ancak bu konudaki araştırmalar daha ziyade İslam Coğrafyacıları tarafından yürütülmüştür Mesudi, Biruni, İdrisi, İbn Batuta, İbn Haldun bunlardan bazılarıdır
Yeniçağ’a geçerken, coğrafi alanda büyük bir reform denilebilecek Büyük Coğrafi Seyahatler gerçekleşmiş ve Yeni Dünya karalarının tanınması gerçekleşmiştir Osmanlı dönemindeki Coğrafi araştırmalar, işte bu çağa rastlar Piri Reis (1470-1554), Katip Çelebi (1608-1652) ve Evliya Çelebi (1611-1682)'nin başını çektiği bilim adamları, Osmanlı Coğrafyacıları olarak bilinir
Dünya Yeniçağ'ı geride bırakıp, Yakınçağ'a geçerken, Büyük Coğrafya Seyahatlerinin devamı niteliğini taşıyan, Avrupalı seyyahların yeniden seyahatlerine başladıkları ve coğrafi araştırmaların Okyanusya ve Antarktika’ya yöneldiğini görmekteyiz 1953 yılında Everest Tepesi'ne ulaşılması ve 1960 yıllında Büyük Okyanus'un en derin noktasının Marian Çukurluğu olduğu tesbit edilmesinden sonra, Dünya üzerindeki araştırmaların kısmen tamamlandığı kabul edilmiş ve uzay yolculukları ve derin deniz araştırmalarına doğru bir yönelme gözlenmiştir 1957'de başlanan Uzay Araştırmaları, 16 Temmuz 1969 yılında ilk insanlı Ay yolculuğu ile, Coğrafya ilminin çalışma sahasını genişletmiş ve önce İnsanın gidebildiği her yer, Coğrafya ilminin çalışma bölgesi olarak görülmeye başlanmıştır
Bugün artık Coğrafya ilmi metot ve ilke olarak; Büyük Coğrafya Seyahatleri gibi gezi ilmi yerine, araştırma gezilerinin yanında, sebep-sonuç, dağılış ve bağlantı ilkelerini de geliştirerek çok geniş boyut kazanmış ve sonuçta modern coğrafya doğmuştur
Coğrafi Seyahatlerden Modern Coğrafya'ya doğru geçişte, Osmanlı döneminde de belirgin gelişmelerin olduğu görülmektedir Özellikle Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, Coğrafya ilmi ile ilgili dikkate değer gelişmelerin olduğu bilinmektedir Osmanlı döneminden genç Türkiye Cumhuriyeti'ne doğru geçişte, kısmen duraksamış gibi görülen Coğrafya ilmi, kısa sürede gelişme göstererek, eksisiyle artısıyla, bugünkü seviyesine ulaşmıştır
Bu bildiride, Coğrafya ilminin eski çağlardan bugüne olan gelişmesi yerine, sadece Osmanlı döneminden bugüne kadar olan gelişmeler üzerinde durulacaktır Bildirinin amacı, bu konuda ayrıntılı bir araştırma sunmak değil, Osmanlı döneminden bugüne coğrafya alanındaki gelişmeleri satır başlarıyla özet olarak ele almak ve bundan sonraki Tarihi Coğrafya araştırmalarına ışık tutmaktır Diğer bir ifadeyle, Coğrafya alanında geçmişten aldığı ışığı, önce
Giriş
Selçuklu devletinin ardından ortaya çıkan Anadolu beyliklerinden biri, Bilecik’in Söğüt kasabası ve yakın çevresinde, 1299 tarihinde, Kayı aşiretinin kurmuş olduğu Osmanlı Beyliği’dir Bu beylik, kısa sürede gelişmiş ve çağının en önemli İmparatorluğu olmuştur Büyük medeniyetlerin kuruluşları, gelişmeleri, duraklamaları ve yıkılışları da büyük zaman dilimlerini kapsar İşte Osmanlı Devleti’nin da hayat çizgisi 600 yıllık bir süreyi içine almaktadır Öyle ki, Cihan İmparatorluğu unvanını alan bu devlet, en geniş sınırlarını 400 yıl elinde tuttuğu bilinmektedir Gerileme dönemi dediğimiz son 200 yıl içinde bile fazla toprak kaybetmemiş, topraklarının büyük bölümünü, yıkılış dönemlerini oluşturan 20 Yüzyılın başlarına kadar koruyabilmiştir Bu özellikleri ile Osmanlı, dünya medeniyetleri arasında ilk sıralarda yerini almaktadır
Cihan Devleti’nin kurulması ve uzun ömürlü olmasında önemli sırlar yatmaktadır Her şeyden önce koskoca bir dünya devletinin ortaya çıkmasındaki sırları, devletin kurucusu Osman Gazi’nin kayınpederi olan Şeyh Edebali’nin damadına vermiş olduğu nasihatinde aramak gerekir Şeyh Edebali, Osman Gazi’ye vermiş nasihatin bir bölümünde şu sözleri söyler;
“ Oğul,
Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler, Ancak; senin fazilet ve erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır  ”
Bu nasihat sözlerinden de anlaşılacağı üzere, koskoca imparatorluğun temelleri; dünyayı tanımak ve onu gözünde fazla büyütmeden, gizemlerini, bilinmeyenlerini ve görünmeyenlerini fethetme idealleri ile atılmıştır
Osmanlı İnsanı; toprağı, bir ana, bir yar bilmiş ve ona kavuşmak için, kanını ve canını ortaya koymuştur Kuruluş yıllarında, Güney Marmara bölgesini kapsayan topraklar, hızlı bir şekilde genişlemiştir Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethetmesinden sonra, gelişme Avrupa’ya doğru olmuş ve Fatih Sultan Mehmed Han ölümü sırasında, Anadolu’yu, Kırım’ı ve Balkanların büyük bir bölümünü devlet sınırları içine dahil etmiştir Kanuni Sultan Süleyman’ın padişah olduğu yıllarda ise, İmparatorluk sınırları, doğuda İran içlerine, güneyde Mısır ve Hicaz bölgesine kadar uzanmıştır Osmanlı Devleti’nin toplam yüzölçümü, kuruluş yıllarına denk gelen 1300 yılında, sadece 5 631 Km² kadar iken, 1402 yılında 430 407 Km² olmuş ve 1595 yıllarında ise 1 567 970 Km² ye yükselmiştir
Osmanlı İmparatorluğu ilk olarak toprak kaybı, Sultan II Mustafa döneminde, yapılan Avusturya Seferi’nin yenilgisinin ardından imzalanan Karlofça antlaşmasıyla (26 Ocak 1699) olmuştur Gerileme döneminin başlangıcı olan bu tarihten itibaren 200 yıl içinde, devletin yüzölçümü peyderpey küçülmüş, ancak bu küçülme; çok yavaş gerçekleşmiştir 1913 yılına gelindiğinde, Osmanlı Devleti’nin yüzölçümü; 180 000 Km² ’si Avrupa-i Osmaniye’de, 1 800 000 Km² ’si Asya-i Osmaniye’de, 3 000 000 Km² ’si Afrika-i Osmaniye’de olmak üzere, toplam 4 980 000 Km² yi buluyordu Görülüyor ki, 4 milyon Km² den fazla bir toprak, 1913 ile 1923 yılları arasını kapsayan sadece 10 yıl içinde kaybedilmiştir Bu yönüyle, Cihan İmparatorluğu olan Osmanlı Devleti, azametini ve ihtişamını yıkıldığı yıllara kadar koruduğu görülür
Bugün, Osmanlı Devleti’nin hükmettiği topraklar üzerinde, toplam 45 ayrı ülke vardır Bu ülkelerden 27’si, Asya-i Osmaniye’de (Osmanlı Asyası), 13’ü Avrupa-i Osmaniye’de (Osmanlı Avrupası) ve 5’i Afrika-i Osmaniye’de (Osmanlı Afrikası) yer almaktadır Bunların toplam yüzölçümleri 11 437 706 Km² yi bulmakta ve bu ülkelerin hepsinde bugün için toplam 373 957 000 kişi yaşamaktadır
Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde kurulmuş olan ülkelerden biri de, Türkiye Cumhuriyetidir Anadolu yarımadası ve kısmen Trakya toprakları üzerinde, 1923 yılında kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nin zengin kültür mirasına konmuştur
Osmanlı Döneminde Coğrafya
Coğrafya, daha doğrusu coğrafi faktörler, tarihin en eski devirlerinden itibaren insan topluluklarını ve bu toplulukların sosyal, siyasal, ekonomik, dini ve kültürel yaşantılarını değişik şekillerde etkilemişlerdir Başka bir tabirle, coğrafi faktörler, tarihin gelişimine yön vermişlerdir [3] Bu durum, Osmanlı Devleti’nin coğrafyasında da açıkça görülmektedir Her şeyden önce, Osmanlı İmparatorluğu, sahip olduğu cihan hakimiyetinde, Anadolu ve sahip olduğu diğer toprakların coğrafi şartları büyük rol oynamıştır
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar geçen 600 yıllık bir süre içinde, zamanın en ileri düzeyde ilmi seviyesine ulaşmıştır Çünkü ülkelerin gelişmiş düzeyleri ile bilim ve teknik gelişmeleri arasında sıkı bir bağlantı bulunmaktadır
Diğer ilimlerde olduğu gibi, Coğrafya alanında da, zaman ve mekan ilişkisi içinde, Osmanlı’nın gelişme gösterdiği anlaşılmaktadır Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki coğrafi çalışmalara bakıldığında, Ortaçağ İslâm Coğrafyası ile Batı Dünyası’nın Modern Coğrafyası arasında kalan boşluğu doldurduğu ve aradaki bağlantıyı kurduğu gözlenir 14 Yüzyıla kadar dünya genelinde daha çok Arapça ve Farsça yazılan coğrafya eserleri, ciddi bir şekilde Batıda ancak 18 yüzyılın sonlarından itibaren yazılmaya başlanmıştır Coğrafya alanında, 14 yüzyıldan 18 yüzyıl sonlarına kadar olan 5 asırlık bir dönemdeki boşluğu, Osmanlıca yazılmış coğrafi eserler doldurmuştur [4]
Çalışma sahası yeryüzü olan coğrafya, Osmanlı döneminde de yeryüzünün tasviri olarak algılanmış ve bu yöndeki çalışmalara ağırlık verilmiştir İslâm dininin uygulanması esnasında (namaz, oruç, hac ve zekat), zaman ve yer tayinleri önem kazandığından, matematik coğrafya ile ilgili araştırmalar yoğunluk kazanmıştır Osmanlı’nın ilk dönemlerinde coğrafya alanında, daha ziyade Arap ve Fars eserlerinin etkisi altında kaldığı dikkati çeker Bursalı Kadı zade-i Rumi (ö 1432), Ali Kuşçu (ö 1474) ve Ali Kuşçu’nun torunu Mahmut Mirim Çelebi (ö 1525)’nin çalışmaları bu yönde olmuştur İlk Türkçe coğrafi eser olarak bilinen Acaib-ül-Mahlukât, aslında bir kozmoğrafya kitabıdır [5]
Fatih Sultan Mehmed Han’ın İstanbul’u fethetmesi ile (1453) birlikte eski Yunan eserleri ile İslâm eserleri arasında bağlantı kurulmaya çalışılmıştır Eski bir çağın kapanması ve yeni bir çağın açılması olarak nitelenen bu tarih, Osmanlı Coğrafyası açısından da yeni bir dönem olmuştur Fatih Sultan Mehmed Han, Batlamyus’un önemli eseri olan “Geographiké Hyphégesi”yi Grgios Amyrutzes adlı bir bilgine “Coğrafya’ya Medhal = Coğrafya’ya Giriş” adıyla tercüme ettirmiştir Ayrıca 1478’de Floransa’da Francesko Berlinghieri tarafından yayınlanan “Geographica” adlı eser, önce Fatih Sultan Mehmed Han’a, sonra II Beyazid Han’a takdim edilmiştir
İmparatorluğun kuruluş ve gelişme dönemlerinde, belirlenen hedefler doğrultusunda, yeni fethedilecek toprakların özellikleri hakkında ayrıntılı çalışmalar yapılmıştır Özellikle yeryüzü-insan ilişkisi önemli ölçüde ele alınmıştır Yeni ülkeler ve bölgeler tanıma ve oraları fethetme duygusu ile ele alınan bu eserler, zamanın önemli coğrafi araştırmaları arasında dikkati çeker Piri Reis’in (1470-1559) Dünya Haritası (1517) ve “Kitab-ül-Bahriye”si (1521) önemli coğrafi eserlerdir [6] [7] Yine Seyit Ali Reis (ö 1562)’in Güney Asya kıyıları ve Hint Okyanusu hakkında çok geniş bilgiler içeren “El-Muhit” adlı eseri önemlidir
Seyit Ali Reis, bu kitabında Amerika kıtasının keşfi ile ilgili kısa bilgiler de vermektedir 16 Yüzyılın sonlarına doğru Mehmet bin Ömer bin Bayezid-ül-Aşık’ın (1555-1613) kaleme aldığı “Manazır-ül-Avalim” (1598) adlı kitabı, hem kozmoğrafya ve hem de coğrafya bilgilerini içermektedir Bu eser, Osmanlı İmparatorluğu’nda Avrupa’nın etkisinin görülmediği, eski Yunan ve İslâm Coğrafyası’nın etkisiyle yazılmış son örneğini temsil etmesi bakımından önemlidir 16 Yüzyılda bu çalışmaların yanında, İslâm Coğrafyacıları’ndan Kazvini’nin “Acaib-ül-Mahlukat”ı, Ebü’l-Fida’nın Takvim-ül Büldan”ı, Belhi’nin “Suver-ül-Ekalim”i, İbnü’l-Verdi’nin Haridet-ül-Acaib”i Osmanlıca’ya tercüme edilmişlerdi
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|