Yalnız Mesajı Göster

Cevap : İstanbul Müzeleri

Eski 07-16-2009   #3
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : İstanbul Müzeleri



Sofa Köşkü (Mustafa Paşa Köşkü-Merdivenbaşı Kasrı)




Revan Köşkü’nün bulunduğu havuzlu taşlıktan iki merdivenle Lale Bahçesi’ne inilir Lale Devri’nde Sofa ismi verilen bu bölümde binaların bakım ve temizliğini sağlayan Sofa Ocağı kurulmuştur


Revan ve Bağdat köşklerinin yakınında bulunan Sofa Köşkü aynı zamanda Mustafa Paşa Köşkü veya Merdivenbaşı Kasrı olarak tanınmıştır Köşkün yapım tarihi bilinmemekle beraber Silahtar tarihinde Rus elçisinin 1682’de burada kabul edildiği yazılıdır Köşk Lale Bahçesi’ni daha aşağı bahçeden ayıran bir duvarın üzerine yapılmıştır Bu duvarın ortasında yuvarlak kemerli kapıdan girilen köşk bir divanhane, bir özel oda ve bir de ara bölümden meydana gelmiştir Divanhanenin altlı üstlü geniş pencereleri bulunmaktadır Duvarları ve tavanı ahşap kaplıdır Duvarlara açılan oymalı nişler, kapılar ve tavanlar güzel bir ağaç işçiliğini yansıtmaktadır Duvarlara talik yazı ile Hakani Mehmet Bey’in Hilye’sinden alınma beyitler yazılmıştır


Mecidiye Köşkü

Dördüncü avlunun sağındaki alçak set üzerinde Mecidiye Köşkü bulunmaktadır Bu köşk yanındaki Esvap Odası ve Sofa Camii ile birlikte ayrı bir bölüm oluşturmaktadır Mecidiye Köşkü ve onunla birlikte Esvap Odası Sultan Abdülmecit (1839–1861) zamanında Avrupa rokoko üslubunda yapılmıştır Ancak yapım tarihini belirten bir kitabe günümüze gelememiştir Yanındaki Sofa Camisi’nin kitabesinden h1275 (1859) tarihinde yapılmış olduğu belirtilmiştir Buna göre Mecidiye Köşkü de aynı tarihte yapılmış olmalıdır

Köşkün bulunduğu yerde daha önce yapılmış olan Çadır Köşkü ile Üçüncü Yeri Köşkü bulunuyordu Çok harap olan bu köşkler yıkılmış ve yerine bugünkü Mecidiye Köşkü yapılmıştır Buradaki arazide seviye farkı olduğundan köşk üst bahçe seviyesine ulaşabilmek için iki katlı yapılmıştır Köşkün yapımı sırasında eski köşkün zemini korunmuş, yalnızca üst kısmı yıkılmıştır

Mecidiye Köşkü beyaz köfeki taşından yapılmış dikdörtgen planlı bir yapıdır Dış cephe duvarları XIX yüzyıl Avrupa mimarisi etkisinde yarım paye sütun ve ince uzun pencerelerle hareketlendirilmiştir Köşke cephedeki ahşap kanatlı üç büyük kapıdan girilmektedir Bunlardan ortadaki kapı zemin katına inişi sağlamaktadır Köşkün duvarları yabancı ressamların imzalarını taşıyan padişah portreleri, yaldızlı aynalar ve şömineler ile süslenmiştir Tavanlarında 20–30 kollu kristal avizeler bulunmaktadır


Harem Dairesi




Topkapı Sarayı’nın Harem bölümü Babüs-Selam kapısından girilen ikinci avlunun (Birun) sol tarafından başlayarak üçüncü avlu (Enderun) içlerine kadar uzanmaktadır Haremin yapımına 1578 yılında başlanmış, her padişahın döneminde yeni ilaveler yapılmış ve bu durum XIX yüzyılın ilk yarısına kadar devam etmiştir Haremin yaklaşık 400 odası, avluları bulunmaktadır Değişik zamanlarda yapıldığından ötürü de farklı bir bezeme ve mimarisi vardır


Günümüzde Harem’e Arabalar Kapısı’ndan girilmektedir Masif demirden ve iki kanatlı olan yay kemerli kapının üzerindeki kitabeden Sultan III Murat’ın (1574–1595) bu kapıyı yaptırdığı anlaşılmaktadır Arabalar Kapısı’ndan Harem’in asıl giriş kapısına kadar uzanan üzeri açık ince uzun bir avlu bulunmaktadır Bu avlunun çevresinde Dolaplı Kubbe, Şadırvanlı Taşlık, Kule, Başhazinedar Ağa ve Başmuhasip Ağa daireleri, Meşhane Kapısı, Kara Ağalar Mescidi, Karaağalar Koğuşu ve Kızlar Ağası Dairesi bulunmaktadır Bu avlunun karşısına gelen küçük bir holün arkasında da asıl Harem’in giriş kapısı bulunmaktadır Bunun sağındaki tonozlu bir koridor ise üçüncü avluya (Enderun) açılan Kuşhane Kapısı’na uzanmaktadır


Arabalar Kapısı’ndan kare planlı, pandantiflerin taşıdığı Dolaplı Kubbe denilen yere girilmektedir Bu bölüm duvarlarındaki büyük gömme dolaplardan ötürü bu isimle tanınmıştır Kubbe ve duvarlarında bezeme görülmemektedir Buradaki dolaplarda Kızlar Ağası’nın evrakları korunurdu




Dolaplı Kubbe’den çift kanatlı bir kapı ile dikdörtgen planlı, üzeri ayna tonoz ve kubbe ile örtülü şadırvanlı taşlığa girilmektedir Duvarları XVII yüzyıl çinileri ile kaplı olan bu taşlıktaki şadırvan günümüze gelememiştir Duvarların üst kısmını kaplayan çiniler üzerinde de madalyonlar halinde Peygamber’in cenneti müjdelediği on sahabenin isimleri yazılıdır Bu bölümün sağındaki Meşkhane Kapısı oldukça dar ve dik bir yokuşa açılmaktadır Osmanlı padişahlarının Eyüp Sultan’daki Kılıç Kuşanma Töreni’nden saraya döndüklerinde bu kapıdan hareme girdikleri bilinmektedir



Meşkhane Kapısı’nın karşısında Kule Kapısı bulunmaktadır Oldukça yüksek iki katlı kulenin birinci katında taş merdivenlerle pencereli bir bölüme ulaşılmaktadır Kulenin ikinci katı XVIII yüzyıl üslubunda yapılmıştır

Şadırvanlı Taşlık’taki Meşkhane Kapısı’ndan üzeri mermer oyma ayet yazılı bir kapıdan Karaağalar Mescidi’nin holüne geçilmektedir Mescidin duvarları XVII yüzyıl çinileri ile bezenmiştir Ayrıca tavanlarda kalem işleri görülmektedir Mescidin mihrabının karşısına rastlayan üçüncü bir kapıdan cariyelerin eğitildiği Kalfa Mektebi’ne geçilmektedir Ayrıca bu mescitten bir revak altından geçilerek Karaağalar Koğuşu’na girilmektedir Her ikisi arasındaki duvar XVII yüzyıl çinileri ile bezenmiştir


Karaağalar Koğuşu uzun bir aralığın iki yanında sıralanan odalardan meydana gelmiştir Bunlardan birinci kattaki odalar birer kapı ve pencere ile bu koridora açılmıştır Sol taraftaki odaların duvarları XVII yüzyıla ait çinilerle bezenmiştir Bu aralığın sonunda çinilerle kaplı büyük bir ocak dikkati çekmektedir


Üst kattaki mekânlar aralığa eyvan şeklinde açık balkon konumundadır Bunların önüne mermer korkuluklar yerleştirilmiştir Aralığın üzeri beşik tonozla örtülmüştür Koğuşun birinci katının tümü Kızlar Ağasından sonra Harem’in ikinci konumdaki yöneticisi olan Karaağaların başı, Yeni Saray Başkapı Gulâm Ağa’ya aittir Sol taraftaki çinili odalar, selamlık, yatak, misafir ve yemek odalarıdır Yemek odasının duvarında üzerinde “sakihüm rabbihüm şaraben tahura” ayeti yazılıdır Su ile bağlantılı olan bu ayet saraydaki hemen her çeşmenin üzerine yerleştirilmiştir




Karaağalar Koğuşu’nun ikinci katında orta sınıftaki Karaağalara, üçüncü katında Haslılara, dördüncü katı da Acemilere ayrılmıştır Aralığın sonundaki büyük ocağın sonunda ise Karaağalar otururdu Koğuşun üst katlara çıkan merdiven girişinin karşısından Kızlar Ağası dairesinin holüne ve Karaağaların tuvaletine geçilmektedir


Bu koğuşta yaşayan Karaağaların görevleri Harem kapılarını kilitlemek, kapılarda nöbet tutmak, arabalara yardımcı olmak, dışardan içeriye hiç kimseyi sokmamaktı


Karaağalar Koğuşu’nun hemen sağında Kızlar Ağası Koğuşu bulunmaktadır Kızlar Ağası Harem’in baş yöneticisi olup, buradaki giriş çinilerle kaplı büyük bir niş şeklindedir Kızlar Ağası dairesinin solundan Harem’in asıl giriş kapısına gelinir, çift kanatlı demir kapılardan duvarlarında büyük aynalar olan ve burada Karaağaların nöbet tuttuğu büyük taşlığa geçilir Aslında bu taşlık Altın Yol’a, Valide Sultan Taşlığı’na ve Kadınefendiler Taşlığı’na giden koridora açılan kapıların bulunduğu bir geçit yeridir Asıl Harem’e giriş de burasıdır Buradaki sağ taraftaki kapıdan Altın Yol’a, soldakinden Kadınefendiler Taşlığı’na giden koridora açılmaktadır Üçüncü kapı da doğrudan doğruya Valide Sultan Taşlığı’na geçişi sağlamaktadır


Kadınefendiler Taşlığı’nın girişinde Kadınefendiler dairesi bulunmaktadır Burada birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü Kadınefendiler’in daireleri bulunmaktadır Bu daireler üç tarafı revaklı, üzeri açık bir avlunun çevresinde sıralanmışlardır Bu daireler kendi aralarında plan olarak farklılık göstermektedir Birinci Kadınefendi’nin dairesi diğerlerinden daha büyüktür Dairelerde günlük yaşantı cereyan eder, bunun için de bir mangalın çevresinde alçak sedirlerin yer aldığı iç içe ikişer oda bulunmaktadır Bu odaların duvarları XVII yüzyıl çinileri ile kaplanmış, tavanları kalem işleri ile bezenmiştir İkinci Kadıefendi dairesinin solundaki büyük bir kapıdan merdivenlerle revaklı bir avlu çevresinde sıralanmış dikdörtgen planlı iki katlı cariyeler hastanesine inilir




Valide Sultan dairesinden dar bir koridorla Hünkâr Sofası’na geçilir Buradaki koridorun sağında Hünkâr Hamamı bulunmaktadır Hamam Klasik Osmanlı hamamlarının mimari düzeninde, soyunmalık, ılıklık ve sıcaklıktan meydana gelmiştir Hamamın küçük ölçüdeki soğukluğundan ılıklığa ve sıcaklığa geçilir Sıcaklığın ortasında dört çokgen kesitli sütunun taşıdığı kubbe bu bölümün üzerini örtmüş, bunun dışında kalan alanlar tonozlarla desteklenmiştir Sol taraftaki yaldızlı, bronz parmaklıklı bölüm padişahın özel olarak yıkandığı yerdir Bunun yanındaki diğer bölmelerde ise mermerden dört kurna bulunmaktadır Hünkâr Hamamı’nın arkasındaki ikinci hamam Valide Sultan için yaptırılmıştır Her iki hamamda da süsleme elemanına rastlanmamaktadır


Hünkâr Hamamı içerisinden ayrı bir kapı ile Hünkâr Sofası’na geçilir Hünkâr Sofası’nı XVI yüzyılda Mimar Sinan yapmıştır XVIII yüzyılda Sultan III Osman döneminde büyük bir onarım geçirmiştir Bu bölüm kare planlı olup, dört sivri kemerin taşıdığı pandantifli büyük bir kubbe ile örtülüdür Bunun girişinin soluna da tonozlu bir ek bölüm daha eklenmiş böylece Hünkâr Sofası genişletilmiştir Ek bölüm iki katlı olup, ikinci kat balkon şeklinde Hünkâr Sofası’na açılmaktadır Giriş kapısının karşısına baldaken tarzında hünkârın oturduğu yer yerleştirilmiştir Onun sağında ve balkonun altına rastlayan yere de uzunca bir sedir yerleştirilmiştir Sedirlerin arkasındaki duvarların alt kısımları büyük aynalarla çevrilidir Bu aynalardan bir tanesi balkona çıkan kapıyı gizlemektedir


Hünkâr Sofası’nın duvarları XVIII yüzyılın barok ve rokoko üslubunda ağaç işçiliği ve duvar resimleri ile bezenmiştir Yalnızca sağdaki duvarda Avrupa etkisinde yapılmış mavi-beyaz çiniler bulunmaktadır Sofanın kemer ayaklarının bulunduğu bölümde balkon dışında kalan duvarlarda mavi-beyaz renkte çini Ayet-el Kürsi çepeçevre dolaşmaktadır Duvarların üst kısmındaki bölümler çift vitrayla kaplanmıştır





Hünkâr Sofası’nda yapılan törenlerde balkonda müzisyenler yer alır, balkonun altındaki sedirlerde Valide Sultan, Kadınefendiler, Cariye ve Gözdeler konumlarına göre otururlardı Diğer duvar diplerine de Kalfalar sıralanırdı Padişah yerini alınca da buradaki eğlenceler başlardı


Hünkâr Sofası’ndan Çeşmeli Sofa’ya, oradan da Ocaklı Sofa’ya geçilmektedir Dikdörtgen planlı olan Ocaklı Sofa’dan büyük bir kapı Valide Sultan Taşlığı’na açılır Bu kapının karşısına önü demir parmaklıklarla çevrili büyük bir ocak yerleştirilmiştir Valide Sultan Taşlığı’na açılan bu kapının bir diğer ismi de Taht Kapısı’dır Buradaki sedef kakmalı bir kapıdan Başkadınefendi Dairesi’ne geçilir Buradaki sofa kubbe ve düz tavanla örtülmüş iki bölüm halindedir Duvarları çinilerle kaplıdır ve duvarları mavi-beyaz bir çini kuşak çepeçevre dolaşmaktadır Bu kuşakta Sultan IV Mehmet’e övgüler yazılıdır Sofaya ismini veren ocak Harem’in tüm odalarında bulunan mangallara ateş sağlardı


Harem’in içerisinde en az değişikliğe uğrayan bölüm Sultan III Murat Has Odası’dır Has Oda’nın girişi XVI yüzyıl Klasik Osmanlı çeşmelerinde olduğu gibi mermer bir portal şeklindedir Kapının üzerinde Sultan III Murat’ın h986 (1578–1579) yılında yapıldığını belirten kitabe bulunmaktadır Has Oda kare planlı olup, üzeri büyük bir kubbe ile örtülüdür Buradan Sultan I Ahmet’in kitaplığına geçilen ikinci bir kapı vardır Has Oda’yı Mimar Sinan yapmıştır Burada da baldaken tarzda büyük bir oturma yeri ile büyük ölçüde bir ocak bulunmaktadır Girişin solunda da Bursa kemeri üslubunda, niş şeklinde bir çeşmeye yer verilmiştir Has Oda’nın üzerini örten kubbe aşı boyalı bir zemin üzerine kabartma olarak lacivert ve altın yaldızlı palmetler, Rumiler ve geçmelerle bezenmiştir Bu bezemelerin içerisine yerleştirilen küçük aynalarla da iç mekânda gölge-ışık oyunlarının yapılması sağlanmıştır Duvarlar boş yer kalmamacasına çinilerle kaplanmıştır Bu çinilerin üzerinde de Harem’in diğer bölümlerinde olduğu gibi mavi-beyaz çini ile Ayet-el Kürsi yazılıdır Bu çinilerde mercan kırmızısının kullanıldığı görülmektedir Çiniler, hatayiler, narçiçekleri, hançer yaprakları ile bezelidir


Sultan III Murat’ın Has Odası içerisinden Sultan IAhmet’in Okuma Odası’na geçilmektedir Bu oda kare planlı olup, üzeri Türk üçgenlerinin taşıdığı küçük bir kubbe ile örtülüdür Duvarlar kemerler yazıtlı çinilerle kaplanmıştır Girişin sağında ve karşısında üçer pencere, solunda gömme dolaplar, padişahın yemek odasına açılan kapı bulunmaktadır Girişin solunda ise yine üzerinde kitabesi olan niş içerisinde bir çeşme bulunmaktadır Buradaki dolapların, pencere kapaklarının üzerleri sedef, bağ ve fildişi kakmalıdır





Sultan III Murat’ın Has Odası’nın çıkışında ve sol tarafta Şehzadeler Dairesi bulunmaktadır Birkaç basamakla çıkılan iç içe iki odadan meydana gelen bu dairedeki birinci oda kare, ikincisi de dikdörtgen planlıdır Birinci odaya üzerinde kitabe yazılı bir kapıdan girilir Bu bölümün duvarları çinilerle kaplı olup, üzeri ahşap bir kubbe ile örtülüdür Girişin sağında büyük bir ocak ve Gözdeler Taşlığı’na açılan altlı üstlü iki sıra pencere bulunmaktadır Üst sıra pencereler XVII yüzyılın vitrayları ile bezenmiştir


Birinci oda girişinin solundaki mermer söveli bir kapıdan ikinci odaya geçilir Dikdörtgen planlı olan bu odanın üzeri düz bir tavanla örtülmüştür Duvarlar, pencere araları mavi-beyaz çinilerle kaplıdır Burada sülüs yazılı bir yazı frizi odayı çepeçevre dolaşmaktadır


Şehzadeler Dairesi’nden çıkıldığında sol tarafta Gözdeler Taşlığı bulunmaktadır Burada çerçeveler içerisine alınmış üç çini pano görülmektedir Bu panoların arkasından Kutsal Emanetler Dairesi’ne geçilmektedir Sonraki yıllarda Altın Yol’un bu bölümü üzerine Gözdeler Dairesi yapılmıştır Çini panoların bulunduğu bu bölümün karşısından Altın Yol’a geçilir Oldukça dar, yüksek tavanlı bir koridor halinde olan bu yolun sağında Valide Sultan Taşlığı revakı, solunda da Enderun’un bulunduğu üçüncü avlu yer almaktadır


Kutsal Emanetler Dairesi (Hırka-i Saadet)



Yavuz Sultan Selim’in Mukaddes Emanetleri Mısır Memluklarının hazinesi ile birlikte İstanbul’a getirmesinden sonra sarayda Has Oda’da korunmuştur Enderun’da bulunan Has Oda’nın Haliç tarafındaki Divan Yeri de denilen çift sıra sütunlu, kubbeli geniş revakı Sofayı Hümayun veya Mermer Sofa olarak isimlendirilen terasa açılmaktadır Topkapı Sarayı’nın müze oluşundan sonra ayrı bir bölümü oluşturmuştur


Topkapı Sarayı’ndaki Hırka-i Saadet Dairesi, XVI-XVIII yüzyıla tarihlendirilen değişik çinilerle bezenmiştir Burada Türk çini sanatının en güzel örnekleri bir araya getirilmiştir Hırka-i Saadet Dairesi her yıl Ramazan ayının 15 günü başta Osmanlı Padişahı olmak üzere sarayın önde gelen kişileri, devlet ricali tarafından ziyaret edilirdi İlk defa Yavuz Sultan Selim zamanında başlayan bu gelenek, Sultan VI Mehmet’e kadar devam etmiştir


Ramazan’ın 15 günü padişah Hırka-i Saadet Dairesi’ne gelir, Tülbent Ağası süngerler ve gümüş taslar içerisinde gül suyu getirirdi Silahtar Ağa süngerlerden bir kaçını alır gül suyunun içerisine batırdıktan sonra padişaha uzatırdı Padişah da Hırka-i Saadet Dairesi içerisinde bulunan büyük gümüş şebekeyi gülsuyuna batırılmış süngerle temizlerdi Bundan sonra Hırka-i Saadet’e ziyaret ertesi günü öğle namazından iki saat önce başlardı Padişahın Hırka-i Saadet Dairesi’ne gelişinden sonra Has Odalılar gümüş şebeke içerisindeki Peygamber’in hırkasının bulunduğu sandığı altınla kaplı bir sehpa üzerine koyardı Padişah Besmele ile sandığın altın anahtarını çevirerek çekmeceyi açardı Hırkanın bulunduğu yedi bohçanın incili şeritleri teker teker açılır ve hırka meydana çıkarılırdı Hırka-i Saadet’i ziyaret hırkanın sağ omuzu üzerine konan tülbendi öpmekten ibaretti Tülbendi her öpen anı olarak tülbendi alır ve yerine yenisi konurdu Başta padişah, devlet erkânı, saray erkânı, Harem Ağaları, Enderun-u Hümayun, Zülüflü Ağalar ayrı ayrı Hırka-i Saadet’i ziyaret ederdi Padişah sağında Sadrazam, solunda Kızlar Ağası olmak üzere sandığın başında durur, bu sırada Has Odalı ağalar yüksek sesle Kuran okurdu Ziyaretten sonra padişah hırkayı yine altın sandığa koyar ve kilitlerdi




Hırka-i Saadet diye isimlendirilen Hz Muhammed’in hırkası 124 m boyunda geniş kollu siyah yünlü bir kumaştan dokunmuştur Ancak hırkanın üzerinde bazı eksiklikler bulunmaktadır Hz Muhammed bu hırkayı Mekkeli Şair Kâab bin Züher’e hediye etmiştir Muaviye bin dirhem gümüş karşılığında bu hırkayı almak istemiş, Kâab buna razı olmamış, ölümünden sonra bin dirhem gümüş karşılığında veresesi tarafından satılmıştır Hırka-i Saadet Emevilere, Abbasilere, Memlukluların eline geçmiş, sonra da Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra da İstanbul’a getirilmiştir



Hırka-i Saadet Dairesi’nde Uhut Savaşı sırasında Hz Muhammed’in kırılan dişinin bir parçası, Nakşi Kademi Şerif denilen Hz Muhammed’in Miraç sırasında bastığı ve ayağının izinin çıktığı taş, Ukap diye isimlendirilen siyah renkli Sancağı Şerif, Kâbe suyunun akması için ahşap üzerine altın kaplanmış altın oluk, Bağdat’ta bulunan ve İstanbul’a gönderilen Mührü Saadet, Hz Muhammed’in teyemmüm için kullandığı söylenen Teyemmüm Taşı, Name-i Saadet denilen İslâmiyet’in ilk yıllarında Hz Muhammed’in başta İran, Mısır ve Bizans olmak üzere pek çok kişiye dine davet mektupları, Kuranların yanı sıra Mesahifi Şerifeler, Süyuf-u Mübareke diye isimlendirilen 20 adet kılıç bulunmaktadır Bu kılıçların Hz Muhammed’e, Hz Davut’a, Hz Ebubekir’e, HzÖmer’e, Hz Osman’a, Hz Zeynel Abidin’e, Hz Zübeyr İlmi Al Avam’a, Ebül Hasan’a, Caferi Tayyar’a, Halid bin Velid’e, Ammar bin Vasr-ül Muays’e ve diğer kirama ait olduğu bilinmektedir




Bunların yanı sıra Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra Mekke Şerifi Muhammed Ebu-l Berekât Harem-i Şerif’in anahtarı ve kilidi, Lihye-i Saadet denilen Sakal-ı Şerifler, Hz Musa’nın budaklı ağaçtan asası, Hz Muhammed’in altın yaldızlı muhafaza içerisindeki yayı, altın ve gümüş çerçeveli Hacer-i Esved, Hz İbrahim’in mavi mermerden tenceresi, Bab-ü Tövbe kanadı, Hz Muhammed’in gaslinde kullanılan suyun şişesi, üzerinde Ayet-el Kürsi yazılı nalınlar, Hz Fatma’ya izafe edilen seccade bulunmaktadır



Topkapı Sarayı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra 3 Nisan 1924’te müze haline getirilmiş ve müzenin ilk müdürü de Tahsin Öz olmuştur Müzede geçici ve sürekli sergi mekânları, kubbe altı, Arz odası, Enderun Kütüphanesi, Sofa Köşkü, Bağdat Köşkü, Revan Köşkü, Sünnet Odası, Harem, Zülüflü Baltacılar Koğuşu gibi teşhir alanları bulunmaktadır Bunun yanı sıra silahlar, İstanbul cam ve porselenleri, işlemeler, hazine, kaftanlar ve padişah portreleri gibi bölümler bulunmaktadır


Hazine Bölümü



İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı hazinesi bir süre Yedikule Hisarı’nda korunmuş, Saray-ı Cedid-i Amire adı ile tanınan Topkapı Sarayı’na 1478 yılında taşınmıştır Hazine Odası olarak kullanılan bir bölüm II Avluda kubbe altının sağında korunmaktadır Hazine Odası günümüzde dört odadan meydana gelmiştir Bunlardan birinci odada Yavuz Sultan Selim’in İran seferi sırasında getirdiği eserler bulunmaktadır Burada altın ve gümüş yaldızlı üzengiler, firuze zümrüt ve altın süslemeli taslar bulunmaktadır İkinci oda zümrüt ve zümrütlü eserlere ayrılmıştır Burada Sultan IAhmet’e (1603–1617) ait olan zümrütlü askılar, hançerler, mine ve altınlı kaplar bulunmaktadır

Hazinenin üçüncü odasında en önemli eseri ve aynı zamanda Topkapı Sarayı’nın simgesi olan Kaşıkçı Elmasıdır Bu elmasın ilginç bir öyküsü vardır:

Kaşıkçı Elmasının Osmanlı Saray hazinesine nasıl geldiğine açıklık getiren, saray arşivinde ve ne de başka yerlerde yeterli bir bilgi bulunmamaktadır Elmasın saraya gelişi farklı biçimde yorumlanmış, ancak hiç birisinde gerçeği yansıtan bilimsel bir belge ortaya konulamamıştır

Yerli ve yabancı kaynaklarda Pigot elması olarak isimlenen ve günümüzde nerede olduğu bilinmeyen bir elmastan söz edilmektedir Pigot elmasının Kaşıkçı elması olduğunu iddia edenler de bulunmaktadır Bunu ortaya atanların dayandığı tek nokta Pigot elmasının 85,5 kırat, Kaşıkçı Elmasının da 86 kırat oluşudur




Pigot elması ile ilgili öykülerden birine göre, elmas Madaras Mihracesinden satın almıştır Bunun ardından birçok kez el değiştirmiş ve sonunda Napolyon Bonaparte’nin annesi tarafından satın alınmıştır Napolyon’un annesi oğlunu Elbe adasındaki sürgünden kurtarabilmek için elması satışa çıkarmış, Mora Valisi Tepedelenli Ali Paşanın bir subayı tarafından 150000 altına satın alınmış ve Paşaya hediye edilmiştir Söylentiye göre de Ali Paşa elması kavuğunun ön kısmındaki sorgucunun ortasına koydurmuştur Dr Ülbercht Wirth isimli bir Alman yazarı “Der Balkan” isimli kitabında bunu gösteren bir resmi yayınlamıştır Tepedelenli Ali Paşa gözden düştükten sonra padişah tarafından öldürüleceğini anlamış ve yakınlarına elmasın toz haline getirilmesini, karısının da öldürülmesini istemiştir Ancak Onun bu vasiyeti yerine getirilmemiştir Paşa öldürüldükten sonra hazinesi İstanbul’a getirilmiş ve Topkapı Sarayındaki devlet hazinesine konulmuştur

Bir başka söylentiye göre de Kaşıkçı elması Ayvansaray yakınındaki bir çöplükte bulunmuştur İstanbul’un Latinler tarafından soyulduğu günlerde Latinlerin arasında bulunan Robert Clari Bizanslıların hazinelerinden, altın taçlarından, mücevherlerinden söz etmiştir Bizans hazinesine ait olan bu elmasın çöplüğe nasıl düştüğü bilinmemektedir Tarihler bu konuda sessiz kalmıştır


Ayvansaray’daki çöplükte rastlantı sonucu bulunan elmasın Osmanlı sarayına gelişini Raşit Tarihi ile Defterdar Sarı Mehmet Paşanın Zubde-i Vekaiyat isimli eserinde “Zuhur’u Elmas-ı Kıymet” olarak şöyle yazmışlardır:

“İstanbul’da Eğrikapı mezbelesinde bir müdevver taş bulunup bulan gafil-i bi-baht bir yaymacı kaşıkçı ile üç kaşığı mübadele Ba’dehu kuyumculardan biri mezbur kaşıkçıdan ol taşı on akçeye mübayaa eylemiş ve yine kendü esnafından birine göterip elmas olduğu nümayan oldukta hisse talebi ile ol dahi şerik olmak isteyüp beyinlerinde niza vaki ve giderek bu ahval kuyumcubaşıya mün’akis oldu Kuyumculara birer kese akçe verip taşı ellerinden aldığı Vezir-i Azam Mustafa paşa Hazretlerinin mesmuu oldukta kuyumcubaşıdan kendü için almak daiyesinde iken taraf-ı padişahiye aks olup talebini müş’ir hattı hümayun sadir olup Hasılı taş meydana çıkarılıp işletildikte 84 kırat bir adım’ül misl elmas zuhur etmeğin Hazine-i Hümayun’a zapt olunup bu mukabelede kuyumcubaşıya kapucubaşılık tevcihi ile ikram ve birkaç kese akçe in’am olundu”





Bunun yanı sıra Eremya Çelebi Kömürcüyan da Eğrikapı’da “XVII Yüzyıl sonlarında İstanbul’a gelen FGenelli, bir gencin Tekfur Sarayı harabeleri içinde bulduğu elmasın Sultan IV Mehmet’in eline geçtiğini ve değerinin 100000 kuron olduğunu belirtmiştir Sultan IV Mehmet döneminde Rusya seferi için Hazine-i Hümayunda değerli eşyaların tespiti yapılırken düzenlenen hazine defterinde “ Kebir elmas yüzük adet l85 kırat “denilen iri bir elmas yüzükten söz edilmiştir Büyük olasılıkla bu elmas yüzük Kaşıkçı Elmasıdır Ayrıca Sultan I Abdülhamit dönemine ait hazine defterinde de “Kaşıkçı” tabir olunan bir adet büyük bir elmas yüzükten söz edilmiştir


Günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Bölümünde özel bir vitrinde 7610 numaraya kayıtlı olarak sergilenen Kaşıkçı Elması 42x35x16 m/m; çevresindeki pırlantalarla birlikte 70x60 m/m ölçüsündedir Pershape (armut) biçiminde ve Briolette kesimlidir Çevresinde iki sıra halinde altın yuvalar içinde 49 pırlanta bulunmaktadır Bu pırlantalar klasik kesimde ve en tepedeki Kaşıkçı Elmasına eş deş biçimde 11x8 m/m boyutundadır Bu küçük pırlantanın iki yanından başlayarak elması çevreleyen diğer pırlantalar çeşitli ölçülerdedir En küçükleri 5x5 m/m, en büyükleri de 8x8 m/m boyutlarındadır Elmasın alt kısmı foya adı verilen ince bir gümüş varak ve onunda altı 12 ayar altın plaka ile kaplanmıştır


Bu bölümde ayrıca bayram tahtı, Osmanlı nişanları, Sultan III Selim’in avizesi, Sultan II Mahmut’un pembe sarı mineli güller ve aralarında mavi çiçeklerin de bulunduğu resmi, altın şamdanlar, tuğlar bulunmaktadır

Hazinenin dördüncü odasında İran Hükümdarı Şah İsmail’e ait olduğu üzerindeki yazılardan anlaşılan kemer, pazubent ve bir de kupa vardır Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman’a ait fildişi ayna, Nadir Şah’ın Sultan I Mahmut’a (1730–1754) armağan ettiği taht, çeşitli altın yaldızlı Kuran muhafazaları, murassa bastonlar, murassa kupalar, mineli hançerler ve mücevherli sorguçlar bulunmaktadır


Silah Seksiyonu (Dış Hazine)

Kubbealtı’nın yanında yer alan sekiz kubbeli hazine binası Kanuni döneminde yapılmıştır Fatih döneminde II Avludaki hazinenin yeri kesin olarak bilinmemektedir Burada devlet gelirlerini oluşturan vergiler saklanırdı Maliye Defterhanesi, Osmanlı padişahlarının elçilere ve saraylılara hediye ettikleri hilat denilen kaftanlarla bazı değerli eşyada burada saklanırdı


XVI- XVII yüzyıllarda ve dış cephede geniş bir saçağının olduğu bilinen yapının bu bölümünde hazine görevlileri ve koruyucuları ulufe günlerinde paraları torbalara koyarak hazırlık yaparlardı Yapının içinde ve girişin tam karşısında yer alan iki katlı iç hazine bölümü çok iyi korunmaktaydı Defterdarın sorumluluğundaki Hazine, gerektiğinde açılır ve sadrazamda bulunan padişah mührü ile mühürlenirdi

Bina günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi’ne ait içinde değişik dönemlere ait silahların sergilendiği Silahlar Seksiyonu olarak kullanılmaktadır Topkapı Sarayı Müzesi dünyanın sayılı silah koleksiyonlarını bir araya getirmiştir Bu bölümde VII Yüzyıldan XX yüzyıla kadar uzanan pek çok silah teşhir edilmektedir Burada on binin üzerinde silah bulunmaktadır


Osmanlı Devletinde ilk kez silahlar Cebehane ismi altında Edirne’de toplanmış, daha sonra İstanbul’da Aya İrini’de koruma altına alınmış ve bunların büyük bölümü de Topkapı Sarayı’na götürülmüştür Topkapı Sarayı’nda silahlar iç hazinede saklanmaktadır İç Hazine kalın duvarlarla çevrili dikdörtgen bir mekân olup, burası üç büyük payenin taşıdığı sekiz kubbe ile örtülüdür Yapı üslubundan bu bölümün XV yüzyılın sonlarında yapıldığı sanılmaktadır Değişik zamanlarda onarılmış ve değişikliğe uğramıştır Son olarak da XVIII yüzyılda salonun kuzeyine bir bölüm eklenmiştir


Topkapı Sarayı Silah Bölümünde Arap, Memluk, İran ve Osmanlı silahları önemli bir yer tutmaktadır Burada koleksiyonun en eski örnekleri olan Arap kılıçları, Memluk kılıçları, Memluk zırhları, miğferleri, baltaları, topuzları, şeşperleri, mızrakları, alemleri; ganimet veya hediye yolu ile toplanan İran silahları arasında kılıçlar, baltalar, miğferler, zırhlar, topuzlar, şeşberler, mızraklar, ok ve yaylar, alemler bulunmaktadır


Topkapı Sarayı’nda Türk dönemine ait silah koleksiyonu dünyanın en zengin koleksiyonlarındandır İstanbul’un fethinden başlayarak Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar geçen süre içerisinde toplanan bu silahlar arasında, kılıçlar, yatağanlar, zırhlar, miğferler, tüfekler, tabancalar, baltalar, topuz ve şeşberler, ok ve yaylar, at başı zırhı, mızraklar, kalkanlar, alemler kronolojik bir sıra halinde sergilenmiştir


Cam ve Porselen Bölümü

Topkapı Sarayı Müzesi’nde İstanbul’da yapılmış yerli porselenler ve Çin porselenleri ayrı bir bölümü meydana getirmiştir Yıldız Sarayı’nda kurulan atölyede yapılmış olan eserler başta olmak üzere XVIII yüzyıldan itibaren Galata, Beykoz, Eyüp ve Balat’taki çini ve çömlek atölyelerinde yapılan porselenler ve cam işleri burada bir araya getirilmiştir Eser-i İstanbul damgalı eserlerin yanı sıra Beykoz imalathanesinde yapılan porselenler, Venedik işi camlar yine bu bölümdeki önemli eserler arasındadır Ayrıca Hüseyin Zekai Paşa imzalı Yıldız porselen tabağı, Sultan II Abdülhamit armalı porselen fincan ve tabaklar, çay takımları, tuğralı saatler, değişik tipte çeşmi bülbüller, çeşmi bülbül sürahiler, kristal leğen ve ibrikler, vazolar, aşure testileri, porselen levhalar, seledon kaplar, Çin Mink Çağı ibrik ve kâsesi, mavi-beyaz çini tabak, Mink Çağı’na ait tabak, Atam imzalı Yıldız porselen sürahisi, Yıldız işi Topkapı Sarayı’nın ikinci kapısının resmedildiği kapaklı kâse, padişah portreli fincan ve tabaklar, İsveç vazosu, Sevr porselenleri, Japon porselenlerinin çeşitli örnekleri bölümün başlıca eserleri arasındadır


Kaftanlar Bölümü



Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli imalathanelerinde yapılmış saray mensupları için özel olarak dokunmuş saray kumaşları bu bölümün başlıca eserleri arasındadır Ünü Avrupa ülkelerine kadar yayılmış olan Bursa tezgâhlarında dokunan çatma, kadife, atlas, çuha, kemha kumaş örnekleri yine bu bölümde sergilenmektedir


Enderun hazinesinden Topkapı Sarayı Müzesi’nin bu bölümüne geçen kumaşların bir kısmı hediye, savaş ganimeti, sipariş ve satın alma yolu ile elde edilmiştir Bu eserler üzerinde yüzyılların birikimi, özellikle padişahın iç ve dış giysileri görülmektedir Osmanlı geleneğine göre ölen padişahların tüm giysileri bohçalanır, mühürlenir ve Silahtar Hazinesinde saklanırdı Bu nedenle de padişahlara özgü giyim eşyaları sarayın önemli bir koleksiyonunu oluşturmuştur Bunların arasında Fatih Sultan Mehmet’in 21 kaftanı, Kanuni’nin 77 kaftanı, Sultan I Ahmet’in 13 kaftanı, Sultan II Osman’ın 30 kaftanı ve Sultan IV Murat’ın 27 kaftanı bulunmaktadır


Bunların yanı sıra Sultan II Beyazıt’ın kaftanı, Kanuni Sultan Süleyman’ın ipek kaftanı, Kemha Kaftan denilen kaftanlar, Seraser kaftanlar, çatma kaftanlar ve Selimiye denilen kumaşlar bulunmaktadır Bu bölümde Çatma, Çuha, Atlas, Gezi, Hatayi, Kadife, Kemha, Seraser, Sof, Serenk denilen örnekler de vardır



İşlemeler Bölümü





Topkapı Sarayı İşlemeler Bölümünde Selçuklular döneminden başlayan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna kadar süren zaman dilimi içerisinde Türk işlemeleri, motifleri ve düzenleri ile bir arada sergilenmiştir Bu işlemelerin üzerinde çeşitli bitkiler, güller, narçiçekleri, sümbüller, laleler, karanfiller, çarkıfelekler, çeşitli meyveler, yapraklar, Çin bulutları, üç benekler ve çintemaniler bulunmaktadır


Bu işlemelerdeki motiflerde peyzaja önem verilmiş, özellikle çiçeklere özen gösterilmiş, kıvrık dallar, meyveler, fiyonklar ve vazolar da onları tamamlamıştır


Bu bölümde Buhara işi örtü, çeşitli makrameler, sedir yastıkları, bohçalar, nişan bohçaları, kadın giysileri, kaşbastılar, mendiller, çevreler, uçkurlar, ayna örtüleri, nihaliler, berber futası, yorgan yüzleri, yastık yüzleri, taht örtüsü, taht saçağı, deri üzerine altın simle işlenmiş kutu, üç etekler, XVII yüzyıl çizmeleri, çeşitli yazmalar, peşkirler, hilatlar, kahve örtüleri sergilenmiştir


Padişah Portreleri Bölümü





Topkapı Sarayı Müzesi’nde Osmanlı padişahlarına ait portreler zaman zaman sergilenmektedir Çoğunlukla Avrupalı ressamların yaptığı bu portrelerin sergilenmesini ilk kez Atatürk istemiştir Çeşitli nedenlerle gerçekleşemeyen bu sergileme II Dünya Savaşı’ndan sonra yapılmıştır Saray-ı Enderun denilen üçüncü avluda ilk kez Osmanlı padişahlarının, sultanların ve devletin önde gelen kişilerinin tabloları sergilenmiştir Daha sonra bu sergileme ayrı bir bölüm oluşturmuştur



Bu portreler arasında Sultan Osman’ın XVII-XVIII yüzyıla tarihlenen, DrMarten tarafından 1929 yılında müzeye hediye edilen portresi, Baiazıtth’nin yapmış olduğu Yıldırım Beyazıt’ın portresi, XVII-XVIII yüzyılda resmedilmiş, 1943 yılında TKKoperler’den satın alınan Çelebi Mehmet’in, Sultan II Murat’ın yağlı boya resimleri, Fatih Sultan Mehmet’in 1865’te Venedik’ten Sir Henry Layard’dan satın alınan ve Dolmabahçe Sarayı’ndan müzeye getirilen yağlı boya tablosu, Sultan II Beyazıt’ın XIX yüzyılda Fransa ekolünce yapılan tablosu, Yavuz Sultan Selim’in 1926 yılında Dolmabahçe Sarayı’ndan getirilen yağlı boya portresi, AEhrenfeld’den 1930 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından satın alınan Kanuni Sultan Süleyman’ın tuval üzerine yağlı boya tablosu, orijinali Münih’te bulunan bir sanatçının elinden kopya olarak çıkmış Kanuni Sultan Süleyman tablosu, Venedik ekolü bir ressamın XVI yüzyılda yaptığı Yavuz Sultan Selim portresi, Sultan III Murat’ın, Sultan III Mehmet’in Fransız ekolü yağlı boya tabloları, Sultan I Ahmet’in, Sultan IV Murat’ın, Sultan İbrahim’in, Sultan IV Mehmet’in, Sultan II Süleyman’ın, Sultan II Ahmet’in, Sultan II Mustafa’nın, Sultan III Ahmet’in, Sultan IMahmut’un, Sultan III Osman’ın, Sultan III Mustafa’nın, Sultan IAbdülhamit’in, Sultan III Selim, Sultan IV Mustafa, Sultan II Mahmut, Sultan Abdülmecit, Sultan Abdülaziz, Sultan V Murat, Sultan II Abdülhamit, Sultan V Mehmet Reşat’ın tabloları bulunmaktadır


Bu tablolar yabancı ressamlar tarafından XVI-XIX yüzyıllar arasında yapılmıştır Bu resimler Osmanlı saray giysileri konusunda da ayrı bir bilgi vermektedir Son Osmanlı hükümdarı IV Mehmet Vahdettin’in duralit üzerine yağlı boya tablosu Antranik isimli bir sanatçı tarafından 1915–1916 yılında fildişi üzerine yapılmış olup, buradan Yaşar Çallı tarafından büyütülmüştür


Saat Seksiyonu (Silahtar Hazinesi)


Saatler Enderun Avlusu’nda Hırka-i Saadet Dairesi’nin yanında Eski Silahlar Hazinesi’nin bulunduğu yerde teşhir edilmektedir Bu bölümde çeşitli dönemlerde kullanılmış 350’ye yakın saat bulunmaktadır XVIII-XIX yüzyıllara tarihlendirilen bu saatler içerisinde 30 kadarı Türk yapımıdır Diğerleri Avrupa’dan satın alınmış ve Sultanlara hediye edilmiştir Türk saatlerinin en eskisi 4 adet olup, XVII yüzyıla tarihlendirilmektedir Türk saatleri imzalı ve üzerlerinde yapan ustaların isimleri yazılıdır Saatlerin muhafazaları, kadranları ince bir işçilik göstermektedir Aynı zamanda Osmanlı kuyumculuk sanatı ağaç ve maden işçiliği ile birleşmiştir

XIX yüzyıldaki saatçi ustalarının büyük çoğunluğu Mevlevi olduğundan bazı saatler Mevlevi sikkesi biçiminde yapılmıştır Arşiv belgelerinden öğrenildiğine göre padişahlar bu saatçi ustalarını himaye etmişlerdir


Topkapı Sarayı’nda yabancı kökenli saatler çoğunluktadır Bunların başında İngiliz, Alman, Avusturya, Fransız, İsviçre ve Rus saatleri gelmektedir Büyük çoğunluğu yabancı devlet adamlarının elçiler vasıtası ile sultanlara hediye ettikleri saatlerdir Bu saatler arasında ünlü Markwick-Markham, Le Roy markaları da bulunmaktadır Saraya hediye edilen saatlerin çoğu Osmanlılar için özel olarak yapıldığından rakamlar Arapçadır İçlerinde müzik kutulu olan saatler de bulunmaktadır


Sultan III Ahmet Kütüphanesi



Topkapı Sarayı’nın III Avlusunda, Enderun’da Arz Odası’nın arkasında bulunan kütüphaneyi Sultan III Ahmet 1719 yılında yaptırmıştır İlk yapılışında Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere 3515 yazma eser burada bulunuyordu


Kütüphane zemin kat üzerine tek katlı olarak yapılmıştır Kitapların rutubetten korunması amaçlanmış, ön kısmına merdivenle çıkılan dar bir revak yerleştirilmiştir Bunun önüne de aynı dönemde bir çeşme yapılmıştır Kütüphane içerisinde okuma için gerekli aydınlatma iki sıra halindeki altlı üstlü pencerelerle sağlanmıştır İç kısımda duvarlar XVI yüzyıl çinileri ile bezenmiştir Ayrıca kitap dolaplarının kapakları sedef, fildişi ve kakma olarak ağaç işçiliğinin en güzel örnekleridir Duvarlarında da hattat padişahlardan olan Sultan III Ahmet’in bir yazısı bulunmaktadır


Kütüphane içerisinde Sultan III Ahmet’in vakfiyesi, kitapların ilk envanter defteri ve kütüphane temelinin atıldığı bir kazma bulunmaktadır Bu kazma aynı zamanda Sultan Ahmet Camisi’nin yapımında da kullanılmıştır Kütüphanede Osmanlı Hat, Minyatür ve Tezhip sanatının en güzel eserleri bir araya getirilmiştir Piri Reis Haritası da burada bulunmaktadır

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla