Yalnız Mesajı Göster

Cevap : İstanbul Müzeleri

Eski 07-16-2009   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Cevap : İstanbul Müzeleri



Aya Eireni (St Irene) (Eminönü)



İstanbul Eminönü ilçesinde, Topkapı Sarayı dış avlusunda Sur-ı Sultani içerisinde bulunan Aya Eireni (Aya İrini) Kilisesi, Ayasofya Müzesi’nin yönetimindedir Başta İstanbul Kültür ve Sanat Festivali olmak üzere çeşitli etkinliklere açık olup, müzeden alınan izinle gezilebilmektedir


Ayasofya’dan sonra Bizans’ın ikinci büyük kilisesi olan Aya İrini değişik zamanlarda yapılan onarımlarla günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir Bizans kaynaklarından öğrenildiğine göre, kilisenin bulunduğu yerde Roma dönemine ait Arthemis, Aphrodite mabetleri bulunuyordu Kilisenin yapımı oldukça eski tarihlere inmektedir IConstantinius döneminde, IV Yüzyılın başında Roma mabetlerinin kalıntılarından yararlanılarak yapılmıştır Bizanslılar bu kilise için İlahi Selamet sözcüğünü kullanmışlardır


Ayasofya ile aynı avlu duvarı içerisinde bulunan Aya İrini 532 yılında Nika Ayaklanması sırasında yanındaki Sempson Zenon (düşkünler evi) ile birlikte yanmıştır İmparator IIustinianus (527–565) Ayasofya ile birlikte Aya İrini’yi de yeniden yaptırmıştır Yapımına 532 yılında başlanmışsa da bitim tarihi kesinlik kazanamamıştır Sanat tarihçiler İmparatoriçe Theodora’nin ölümünden (548) önce bitirilmiş olduğu konusunda birleşmişlerdir Iustinianus’un son yıllarında Ayasofya’nın atriumu ile birlikte Aya İrini atriumu da yanındaki iki manastır ve Sempson Zenon ile birlikte yanmıştır III Lon (717–741), VConstantinius (741–775), IV Leon (775–780) zamanındaki depremler kiliseye büyük zarar vermiş, bunu IX Yüzyıldaki deprem izlemiştir


İ

istanbul’un fethinden sonra Sur-ı Sultani içerisinde kalan Aya İrini III Ahmet’e (1703–1730) kadar iç cebehane (cephanelik) olarak kullanılmış, daha sonra Harbiye Nezaretinin silah ambarı olmuştur Ahmet Fethi Paşa tarafından Osmanlı’nın ilk müzesi burada açılmıştır Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli yerlerinden gönderilen eserler burada Mecma-i Esliha-i Atika (Eski Silahlar Koleksiyonu) ve Mecmia-i Asakir-i Atika (Eski Eserler Koleksiyonu) ismi altında iki bölümlü bir müze olmuştur

Aya İrini’nin ilk yapısı ahşap çatılı, üç nefli bir bazilika planında idi Günümüze ulaşan ve 738 depreminden sonra yapılan kilisenin zemini bazilika, üst örtüsü ise kapalı Yunan haçı planındadır IIustinianus devrinin tüm mimari özelliklerini yansıtan bugünkü yapı üç nefli, 10000x3200 m ölçüsündedir Ana mekânın ortasını 1500 m çapında ve 3500 m yüksekliğinde dört büyük payenin taşıdığı bir kubbe örtmektedir İçeriden küre, dışarıdan da yüksek kasnaklı kubbenin çevresinde 20 pencere bulunmaktadır Ancak bunlardan 14’ü kubbenin yıkılmasını önlemek amacı ile tuğlayla örülmüştür Ana kubbenin atrium yönünde, elips görünümünde dıştan basık ve yayvan ikinci bir kubbe daha vardır Bunun dışında kalan üst örtü beşik tonozludur




İbadet mekânının iki yanında sütunların taşıdığı galeri bulunmaktadır Bu sütunların başlıkları üzerinde İmparator Basileus ve eşi Theodora’nin monogramları bulunmaktadır Apsis dıştan üç cepheli olup, her cephesine birer pencere yerleştirilmiştir İçten yarım yuvarlak olan apsisin duvarları arasına bir metre genişliğinde kemerli bir dehliz yerleştirilmiştir Apsisin merdiven basamağı şeklindeki kademeleri bu dehliz üzerine oturtulmuştur Bunun iki yanına da pareglesion denilen hücreler yerleştirilmiştir


IIustinianus zamanında yapılan kilisenin zengin bir bezemesi vardı Ancak bunlardan günümüze yalnızca apsis yarım kubbesindeki altın yaldızlı haç mozaiği gelebilmiştir Bunun da nedeni Bizans’ta 726–842 yıllarında hâkim olan İkonaklazm (tasvir kırıcılık) akımıdır Apsis yarım kubbesindeki mozaikte dört kademeli bir kürsü ve bunun üzerinde de geniş kollu bir haç görülmektedir Buradaki haç Hz İsa’yı, kademeli kürsü de Onun çarmıha gerildiği Golgoto Tepesi’ni tanımlamaktadır Ayrıca Mezmurlar kitabından alınan iki satırlık bir yazı da bu kompozisyonu tamamlamaktadır


Aya İrini müze olarak kullanıldığı zaman bu mozaiğe dokunulmamış, üzeri yalnızca bir bayrakla örtülmüştür Aya İrini’de bu mozaikten başka mozaik olup olmadığı kesinlik kazanamamakla beraber DrFirfield’in burada yaptığı araştırmalarda kubbe ve pandantiflerde İkonaklazm döneminden önceye tarihlenen mozaik izleri bulunmuştur Ana mekânda yapılan araştırmalarda ise iki parça halinde döşeme mozaikleri bulunmuştur


Aya İrini Kültür Bakanlığı’nca 1983 yılında açılan Anadolu Medeniyetleri Sergisi’ne ev sahipliği yapmıştır



Kariye (Khora Kilisesi) Müzesi (Fatih)





İstanbul Fatih ilçesinde, Edirnekapı’nın kuzeyinden Haliç’e inen yamaçta bulunan Kariye Müzesi, Khora (Hora) Manastırı’nın kilisesidir Hz İsa’ya adanmış olan bu kilisenin yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır Kilisenin IV Yüzyılda yapılmış olup olmadığı konusu da kesin değildir Bizans kaynaklarında VI Yüzyılın ilk yarısında Ayios Thedoros isimli bir kişi tarafından yapıldığı yazılıdır Bizans kaynaklarına göre bu kişi İmparator IIustinianus’un eşi Theodora’nın dayısı olan bir komutandır Sasanilere karşı savaşmış ve sonra Antakya’ya yerleşmiştir Iustinianus onu bir dini toplantıya katılmak üzere İstanbul’a çağırmıştır Edirnekapı’da yaşayan bu kişiden ötürü manastırın yapımına başlanmış ancak, 557 yılı depreminde manastır yıkılmıştır Bunun üzerine imparator manastırı eskisinden daha büyük olarak yaptırmıştır Manastır kilisesinin üç şapelinden birini Meryem’e adamıştır


Kilisenin ilk yapımı bazilika planında idi ve mozaiklerle bezenmişti Yanında hamam ve körler için de bir sığınma evi bulunuyordu Günümüze gelen kilise kare planlı, üzeri kasnaklı kubbelidir Kesme taş ve tuğla hatıllı olarak yapılan yapının dışarıya taşkın üç apsidi bulunmaktadır Bunlardan ortadaki apsid yuvarlak olup, iki yanlardaki dışarıya çıkıntı yapmıştır Kilisenin önünde iç ve dış narteks bulunmaktadır Bu bölümler kubbe ve tonozlarla örtülüdür Naos kısmının içerisi mermer kaplıdır Bu nedenle de buradaki mozaiklerden çok azı günümüze gelebilmiştir





VIII yüzyılda bu manastırın var olduğu bilinmektedir Patrik Germenos 740 yılında ölünce buraya gömülmüştür Aynı şekilde V Constantinius’a karşı 742 yılında ayaklanan Baktangios idam edildikten sonra onun da cesedi buraya gömülmüştür



Khora Manastır ve Kilisesi’nin yeniden ün kazanması XI Yüzyılın sonlarında İmparator IAleksios Komnenos (1081–1118) dönemine rastlamaktadır O yıllarda çok harap bir durumda olan manastırı Aleksios’un kayınvalidesi Maria Dukaina restore ettirmiş ve kilisesini de farklı bir mimari üsluba göre yaptırmıştır Kilise Hz İsa’ya adanmıştır Kısa bir süre sonra Aleksios’un küçük oğlu İsaakios Komnenos kiliseyi yeni baştan ve daha büyük ölçüde yaptırmış, kendisi için de bir mezar yeri hazırlamıştır Sonraki yıllarda Meriç kıyısında Ferecik’te Kosmosoteria Manastırı’nı yaptırınca buradaki mezar yerini de oraya taşımıştır Günümüzde kilisenin narteks bölümünün sağında bu mezar yerinin olduğu duvarda Hz İsa’yı tasvir eden büyük bir mozaik pano bulunmaktadır Bu panonun altında da İsaakios Komnenos’un mozaik bir panosu bulunmaktadır


İstanbul’un Latin istilası sırasında (1204–1261) manastır ve kilisenin ne durumda olduğu bilinmemektedir 1261 yılından sonra Bizans yeniden kurulduktan sonra saray ileri gelenlerinden Theodoros Metohites Kariye manastır ve kilisesini 1316–1321 yıllarında genişletmiş, içerisini mozaik ve freskolarla bezemiştir





Thedoros Metohites XIV yüzyılın ilk yarısında bu yapının güney tarafına bitişik olarak tek nefli bir şapel eklemiştir Parekklesion denilen bu ince uzun mekânın altında da aynı planda bir mahzen bulunmaktadır Bir mezar şapeli olduğu sanılan bu ek binanın orta bölümüne yüksek kasnaklı, kasnağında pencereler olan bir kubbe oturtulmuştur Bu şapel kilisenin batı cephesinin önünü kaplayan dış hol ile batı-güney köşesinde birleşmektedir


Kariye’deki mozaik ve freskolar Avrupa’daki Rönesans akımına paralel olarak Bizans resim sanatında yeni bir anlayışın başladığını göstermektedir Giriş kapısı üzerinde Hz İsa’ya kilisenin bir modelini sunan Thedoros Metohites tasvir edilmiştir Kilise içerisindeki mozaiklerde İsa’nın ve Meryem’in hayatı ile ilgili İncil’den alınmış sahneler resmedilmiştir Bu resimlerde resme derinlik sağlayan arka planlar ve mimari yapılara, motiflere önem verilmiştir Buradaki sahnelerde canlılık ve günlük hayattan alınma gerçekçilik açıkça görülmektedir Figürlerin yüz ifadeleri, hareketleri özenle işlenmiştir İç nartekste sağ tarafta bütün duvarı boydan boya kaplayan Halke İsa’sı panosu, Meryem ve İsa’nın önünde yere diz çökmüş bir figürün XII Yüzyılda kiliseyi yeniden yaptıran İsaakios Komnenos’a ait olduğu anlaşılmaktadır


Kilisenin ana mekânında çok az mozaik bulunmaktadır Yalnızca kapının iç tarafında, kemerin üzerinde HzMeryem’in son uykusu ve ruhunun Hz İsa tarafından göğe çıkarılışı (Koimesis) sahnesi tasvir edilmiştir





İstanbul’un fethinden sonra bir süre boş kalan bu yapı, Sultan II Beyazıt (1482–1512) döneminde Sadrazam Atik Ali Paşa tarafından camiye çevrilmiştir Bu arada yanına yuvarlak gövdeli tek şerefeli bir minare eklenmiştir Çemberlitaş’ta Atik Ali Paşa Camisi’ni yaptırdıktan sonra düzenlediği vakfiyesinde de Kenise Cami olarak bu yapıdan da söz etmiştir


Caminin 1876–1877 yıllarında onarıldığı kaynaklardan öğrenilmektedir Bu dönemde İstanbullu Rum mimar PKuppas burada restorasyon çalışması yapmış, içerisindeki mozaiklerden bazılarını temizlemiştir Mozaiklerinden ötürü İstanbul’a gelen yabancı gezginler Kariye’yi mutlak görmüş, bunların arasında Alman İmparatoru II Wilhelm de bulunmaktadır Amerikan Bizans Enstitüsü 1948’den sonra içerisindeki mozaik ve freskoların temizlik ve onarımını yapmış, Th Whittemore başkanlığında başlayan çalışmaları onun ölümünden sonra PA Underwood tarafından sürdürülmüştür Son onarımları da JWHawkins 1959 yılında yapmıştır Kariye bundan sonra 1948 yılında cami işlevi sona erdirilerek müzeye dönüştürülmüştür Günümüzde Ayasofya Müzesi’ne bağlı ayrı bir birimdir


Fethiye (Pammakaristos Manastırı) Müzesi (Fatih)



İstanbul ili Fatih ilçesinde, Çarşamba’dan Haliç’e inen yamaçta bulunan Fethiye Cami ve Müzesi Teotokos Tis Pammakaristos Manastırı’nın kilisesidir Bu kilisenin bulunduğu yerde günümüze gelemeyen bir kitabeden İoannes Komnenos ile karısı Anna Dukaina’nın yaptırdığı bir kilise olduğu öğrenilmektedir Ancak bu iddia kitabe günümüze gelemediğinden ötürü kesinlik kazanamamıştır

Günümüze gelen kilise XIII yüzyılın sonlarında Bizans sarayının önde gelen kişilerinden Mihail Glabas Tarkaniotes tarafından yaptırılmıştır

İstanbul’un fethinden sonra Fatih’in Ortodoksların başına patrik olarak atadığı Gennadios Skolarios Havarium Kilisesine yerleşmiş, 1455’te o sıralarda kadınlar manastırı olan Pammakaristos Manastırı’na Fatih Sultan Mehmet’in izni ile taşınmıştır Bu manastırın kilisesi Ahmet Paşa tarafından mescide çevrilmiştir Pammakaristos Manastır ve Kilisesi bir yüzyılı aşkın süre içerisinde patriklik merkezi olarak görev yapmış ve Fatih Sultan Mehmet de burayı ziyaret etmiştir

Sultan III Murat döneminde (1574–1595) Fethiye’nin çevresi Türk mahalleleri ile kaplanınca bu yapı Fethiye Camisi ismi ile 1590 yılında camiye dönüştürülmüştür Patriklik makamı da Ayios Georgios Kilisesi’ne taşınmıştır





Kilise camiye dönüştürüldükten sonra apsis kısmı yıkılmış, buraya kıble yönüne uygun bir mihrap yerleştirilmiş üzeri de bir kubbe ile örtülmüştür Yanındaki ek binada bulunan sütunlar kaldırılmış, kubbeler ve tonozlar büyük kemerler ile desteklenmiştir Sadrazam Sinan Paşa da batı tarafına bir medrese eklemiştir Bu medrese avluyu U biçiminde kuşatmıştır

XX yüzyılın başlarında medresenin üzerine Mimar Kemalettin Bey’in çizdiği projeye göre bir ilkokul yapılmıştır Bu arada avlu duvarları kaldırılarak külliyenin bütünlüğü yok edilmiştir Vakıflar Genel Müdürlüğü, YMimar Süreyya Yücel tarafından 1936–1938 yıllarında Fethiye Camisi restore edilmiştir Bu arada Amerikan Bizans Enstitüsü mozaik araştırmaları ve mozaik restorasyonu yapmış, yan bölümündeki bugün müze olarak kullanılan kısımdaki mozaikler ortaya çıkarılmıştır Cami 1960 yılında bir onarım daha geçirmiş, uzun süre kapalı kalan cami ibadete açılmıştır


Fethiye Camisi kesme taş ve tuğla dizilerinden oluşan bir duvar işçiliği göstermektedir Güney cephesindeki kapının üzerinde bulunan kitabeden anlaşıldığına göre 1845 yılında onarılmış, bu dönemde barok üslupta minare eski minarenin yerine yapılmıştır Yapı dikdörtgen planlı olup, ibadet mekânının çevresini tonoz ve kubbeli bir galeri çevirmektedir İbadet mekânı mihrap önünde iki kalın paye, ortada ikişer, yan kenarlarda da dörder paye ile üç nefe ayrılmıştır Bunlardan mihrap önü ile onun önündeki bölüm kubbe ile geriye kalan mekânlar da çapraz tonozlarla örtülmüştür Mihrap nişi alışılagelenin dışında sivri bir üçgen şeklinde dışarıya çıkıntılıdır





Yapının dış cephesi son dönem Bizans mimari üslubunu yansıtan biçimde olup, tüm cephe sağır nişler ve pencerelerle üç kuşak halinde hareketli bir görünümdedir Buradaki sağır nişler alt katta olup, hepsi yuvarlak kemerlidir Bunun üzerindeki pencere dizisi silmeler içerisine alınmış üçüz pencere şeklindedir Bazı yerlerde simetriden kaçılmış, üçüz pencerenin yanına yuvarlak kemerli ayrı bir pencere yerleştirilmiştir Pencereler arasındaki boşluklara da sağır nişler oturtulmuştur Dış cephenin bitimi yer yer yuvarlak kemere dönüşen iki sıra halindeki diş kesimi bir silme ile sonuçlanmıştır


Fethiye Camisi’nin sağ tarafına 1315 yılında kapalı Yunan haçı planında küçük bir ek kilise Parekklesion eklenmiştir Bizans İmparatoru Mikhael Glabas 1315 yılında ölünce karısı Maria Dukena kocasının anısına kuzey kilisenin sağ tarafına bu ek yapıyı yaptırmıştır Bu kilise bir narteks, galeri ve naos bölümünden meydana gelmiştir Gerçekte mezar şapeli olan bu ek kilisede Maria ve Michael Ducas’ın mezarları bulunmaktadır


Günümüzde Ayasofya Müzesine bağlı müze niteliğindeki narteks ve galeriden oluşan bu bölüm 230 m çapında bir kubbe ile örtülüdür Cephe görünümü son Bizans devri mimarisini yansıtmaktadır Parekklesion’un kubbe ve duvarları XIV yüzyıla tarihlenen mozaikler ile süslüdür Apsiste Hz İsa, Hz Meryem ve Yuhannes’ten oluşan Deisis kompozisyonu, kubbede de ortada İsa, iç dilimlerde Tevrat peygamberleri, tonozlar, azizler ve bir de vaftiz sahnesi görülmektedir

Fethiye Camisi’nin bu bölümü 1990’lı yıllarda onarım nedeni ile kapatılmış ve 2006 yılında yeniden ziyarete açılmıştır



Büyük Saray Mozaikleri Müzesi (Eminönü)




İstanbul ili Eminönü ilçesinde, Sultanahmet Camisi'nin güneyinde, caminin külliyesi olan arasta içerisinde yer almaktadır Bu müze günümüzde Ayasofya Müzesi yönetimindedir


İstanbul’da Bizans İmparatorluğu döneminde Bukaleon, Hormistas, Mangan, Dafne ve Tekfur sarayları yaptırılmıştır Bunların arasında Hipodromdan Marmara’ya doğru uzanan 100000 m2’lik alanı Büyük Saray kaplamıştır Büyük Saray çeşitli yapılar, tören salonları, kiliseler, bahçeler ve oyun yerlerinden oluşan küçük bir şehir görünümünde idi Bu saraya İmparatorun Evi, Saray, Mukaddes Saray, Bukaleon, Hipodrom Sarayı, Eski Saray ve Büyük Saray gibi isimler verilmiştir


Sarayın çevresinde Ayasofya, Aya İrini, Hipodrom, Sergios Bakkhos (Küçük Ayasofya) gibi yapılar bulunuyordu Kuzeydoğudan güneybatıya doğru eğimli bir arazide kurulan bu saray kompleksi geniş teraslar ve duvarlarla desteklenmiş, saray da meydana getirilen bu alanın üzerinde kurulmuştur Böylesine geniş bir alana yayılan sarayın doğusunda Magnaura ile Khalke bölümleri, güneybatısında muhafız alayı kışlaları ve diğer yan kuruluşlar yer alıyordu Sarayın batısında İmparatorun kabul salonu ile günlük yaşantısını sürdürdüğü bölümler vardı


İmparator IConstantinius’un (306–337) başlattığı bu yapı topluluğu, onu izleyen imparatorların yaptırdığı ilavelerle daha da genişletilmiştir IIustinianus (527-565), IIIustinos (565-578), VConstantinos (741-775), Teophilos (829-842), IBasileios (867-886) ve VI Leon’un (886-912) sarayın genişletilmesinde büyük katkıları olmuştur Sarayın kuzeybatısında Hipodrom, Zevk Siopos Hamamları, güneybatı ve güneydoğusunda deniz, kuzeyinde Ayasofya, Senato Binası ile Augusteion Meydanı bulunuyordu





Sarayın görkemli girişini IConstantinius yaptırmıştır Buradaki Khalke bölümünün altın yaldızlı kapısı ile Bizans kaynaklarından öğrenildiğine göre, ilginç bir kubbesi vardı Daphe diye isimlendirilen oktogonal planlı yapının ortasında IConstantinius’un salonu bulunuyordu İmparatorun yabancı devlet elçilerini kabul ettiği Magnaura da yine bu dönemde yapılmıştır IITheodosius zamanında (408-450) saray alanındaki çalışmalar Marmara kıyılarına kadar yayılmıştı Bu arada 409 yılında saray yakınlarında özel yapıların yapılması da yasaklanmıştı Nika İhtilali sırasında, 532’de yakılan bu sarayı İmparator Iustinianus yeniden yaptırmıştır Bu sırada Khalke kapısının içerisinde bulunan çeşitli heykeller, imparator tasvirleri ve mozaikler de bu bölümü çok daha zenginleştirmiştir

Iustinianus’un saray topluluğuna eklediği en önemli yapılardan birisi de Çatladıkapı’daki Hormistas veya Bukaleon Sarayı diye isimlendirilen bölümlerdir Pek az kalıntının günümüze ulaşan bu bölümün de imparatorun tahta çıkmadan önce tahta çıkmadan önce yaşadığı mekânlar olduğu sanılmaktadır Sarayın bu bölümleri XX yüzyılın başında buradan geçirilen Sirkeci demiryolunun yapımı sırasında yıkılmış ve büyük bir kısmı da çevredeki yeni yapılanmaların altında kalmıştır Günümüzde sahil yolu üzerinde mermer söveli pencereleri ile bu sarayın mahzeni ve görkemli kapısı görülebilmektedir


Saray IIIustinianus zamanında batıya doğru genişletilmiş ve buradaki yapılara son derece görkemli bir taht salonu eklenmiştir Oktogonal görünüşlü, küçük kubbeli bu taht salonu bir bakıma İtalya’daki StVitale ile Sergios Bacus’a benziyordu İçerisi tümü ile mozaiklerle kaplanmıştı Buradan Hipodroma geçişi sağlayan Triklinos denilen geçit de yine bu dönemde yapılmıştır Bunun ardından VConstantinius Hıristiyanlığın kutsal eşyalarının korunduğu Meryem Kilisesini, IBasileus da Yunan haçı planlı Hagios Demetrius Kilisesini, hapishaneyi ve Taykanisterion denilen oyun sahnesini yaptırmıştır VII Constantinius Porphyrogennetos döneminde (913–959) eski sarayın tümünü yeni baştan restore ettirmiştir





Bizans imparatorlarının IV-IX Yüzyıllar arasında yaşadıkları Büyük Saray X yüzyıldan sonra önemini yitirmiştir Komnenos sülalesinin imparatorları Ahırkapı ile Sarayburnu arasındaki Manganlar Sarayına ve Ayvansaray’daki Blakerna Sarayına önem vermişlerdir Bu dönemde Büyük Saray yalnızca resmi toplantılara ayrılmıştır



İstanbul’un Latin İstilası sırasında (1204–1261) kentin birçok yapıları gibi Büyük Saray’da yağmalanmış ve kısmen yıkılmıştır İstanbul’u Latinlerden geri alan VII Mikhael Palaiologos (1259–1282) Blakerna Sarayının onarımı tamamlanıncaya kadar Büyük Sarayda yaşamıştır Bizans İmparatorluğu’nun son yıllarında Büyük Saray kendi haline bırakılmış, gereksinim duyuldukça yapı malzemeleri sökülmüş ve başka yerlerde kullanılmıştır


İstanbul’un fethinden 30 yıl kadar önce buraya gelen Floransalı Buendelmonde Büyük Sarayın tamamen terk edildiğini ve bir taş yığını görünümünde olduğunu belirtmiştir


İstanbul’un fethinden sonra Büyük Saray’ın bulunduğu alan, şehrin yeniden yapılması ile ele alınmıştır Bunun sonucu olarak da sarayın kalıntıları çevrede yeni kurulan mahalleler arasında kalmıştır XVII yüzyılda Sultanahmet Camisi’nin arastası bu sarayın kalıntılarının üzerine yapılmıştır Sultanahmet’deki 1865–1852 yıllarında çıkan yangınlar arasta ile birlikte Büyük Saray kalıntılarının daha da harap olmasına neden olmuştur


İngiltere’nin Edinburg’taki StAdrews Üniversitesi adına DrDRussel’in mali ve ilmi yardımları ile 1933-1938 yıllarında ProfDr JHBaxter’in burada yapmış olduğu kazılarda Büyük Saraya ait mozaiklerin büyük çoğunluğu ortaya çıkmıştır Alman mimarlarından GMartiny kazı alanının planını çıkarmış ve bu çalışmaları yaparken de mozaiklerle karşılaşmıştır Mozaiklerin ortaya çıkışı ile birlikte alan genişletilmiş ve bunun yanı sıra da mimari elemanlar, çanak çömlek parçaları da bulunmuştur Çalışmalar 3500 m2’lik sütunlu bir avluyu ortaya çıkarmıştır Çevresi 6 m2’lik sütunlu geçitlerle çevrili olan bu avlunun güneydoğu kesiminde 25 m uzunluğunda, 1650 m genişliğinde bir yapı ile bağlantılı olduğu da görülmüştür





II Dünya Savaşı nedeniyle kazı çalışmaları yarıda kalmış, ortaya çıkan mozaiklerin üzeri ince beton bir tabaka ile kapatılmıştır ProfDrDTalbot Rice 1951-1954 yıllarında Büyük Saray mozaikleri üzerindeki çalışmaları yeniden başlatmış, mozaikler temizlenmiş ve yeni parçalar da bulunmuştur Bu arada revaklı avlunun güneybatı, kuzeybatı bölümlerinde döşeme parçaları bulunmuştur Ayrıca bugün müze olarak açılan kuzeydoğu bölümünde de 170 mlik oldukça sağlam, iyi durumda bir mozaik döşeme ile karşılaşılmıştır Burada bulunan mozaik döşemenin Bizans İmparatorluk atölyesinin eseri olduğu anlaşılmaktadır Bu atölyelerde imparatorluğun dört bir yanından gelen sanatçılar çalıştırılmıştır

Büyük Saray Mozaikleri 3 Aralık 1953’te İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne bağlı bir bölüm olarak ziyarete açılmıştır Açılan bu müze 26 Eylül 1979’da Ayasofya Müzesi yönetimine bırakılmıştır Bundan sonra Büyük Saray taban ve mozaiklerinin etüt ve konservasyonu için Kültür Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Avusturya Bilimler Akademisi arasında 4 Mayıs 1982 tarihinde bir protokol yapılmıştır Konservasyon çalışmalarını Prof DrHermann Veters ile Prof DrWerner Jopst üstlenmiştir Avusturya Bilimler Akademisi’nin çalışmalarına Ayasofya Müzesi ile İstanbul Merkez Restorasyon Laboratuarı elemanları da katılmıştır

Büyük Saraydan günümüze ulaşabilen mozaikler çok geniş bir mekân izlenimini verdiği gibi, çok renkli canlı bir resim galerisini andırmaktadır Mozaiklerde kireç taşı, mermer küpler, cam, terakota ve bazen de değerli taşlar kullanılmıştır Bu mozaiklerde renkli taşların son derece maharetle yerleştirilmesindeki mükemmellik bir ressamın tual üzerindeki çalışmalarına benzemektedir Bu mozaiklerde Hıristiyan sanatının sevdiği sembollere yer verildiği gibi benzeri konular da görülmektedir Çoğunluğunu çeşitli av sahnelerinin, hayvan mücadelelerinin ve köy yaşantısının gözler önüne serildiği bu mozaiklerde sanatçıların ustalığı açıkça görülmektedir




Beyaz renkli zeminlere balık pulu üslubunda ağaç ve kuşlar canlı renklerle resmedilmiştir Hayvan mücadeleleri ise şiddet hareketleri ile resmedilmiştir Bütün bu mozaikler zengin bordürlerle sınırlandırılmıştır Buradaki başlıca sahneler arasında kertenkeleyi yiyen grifon, fil-aslan mücadelesi, tayını emziren kısrak, kaz güden çocuk çobanlar, keçi sağan adam, eşeğine yem veren çocuk, testi taşıtan genç kız, tarlada çalışan çiftçiler, ipe tırmanan maymun, vücuduna yılan dolanmış geyik, ellerindeki mızraklar ile kaplana saldıran avcılar, dere kenarında balık avlayan balıkçı, pazara giden köylüler, dansözler, koşan adamlar ve elma yiyen ayılar gelmektedir Ayrıca ağaçlar, develer, haçlar, Ana Tanrıça, kentharos, dut ağaçları, keçiler, ceylanlar, ilkbahar ve kış figürleri de bu mozaiklerde yer almıştır

Büyük Saray Mozaiklerinin tarihlendirilmesi konusunda çelişkili fikirler ileri sürülmüştür JHBaxter figürlerin elbiseleri ile saç biçimlerine bakarak MS V yüzyılın ilk yarısında yapıldıklarını ileri sürmüştür DTRice mozaikleri 450–460 yılları arasına tarihlendirmiştir Bunun ardından MS VI yüzyıl ve VII Yüzyıl başlarından sonraya tarihlendirenler de olmuştur Prof DrSemavi Eyice ise 450–500 tarihleri üzerinde durmuştur


Büyük Saray Mozaikleri Müzesi’nin restorasyonu yapılırken, arastanın ortasındaki koridorun iki yanında bulunan müze bölümü 1987 yılında demir konstrüksiyonlu bir çatı ile örtülmüş ve iç mekânda mozaikler çevresinde gezinti yerleri yapılmıştır Müze içerisine cadde üzerindeki bahçeden geçilerek girilmekte, arastanın altından dolaşılarak arastada dükkânları birbirinden ayıran geçide çıkılmaktadır Bu yapılanma YMimar Alpaslan Koyunlu tarafından yapılmıştır


Müzenin 25 Ağustos 1987 yılında açılışından sonra mozaik restorasyon ve konservasyon çalışmaları 1997 tarihine kadar devam etmiştir

Sultanahmet, Eminönü /İstanbul
Faks : (0212) 512 54 74


Topkapı Sarayı Müzesi (Eminönü)



İstanbul ili Eminönü ilçesi, Sultanahmet’te bulunan Topkapı Sarayı Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim merkezi ve aynı zamanda Osmanlı hanedanının yaşamını geçirmek için Fatih Sultan Mehmet tarafından 1460–1478 yıllarında yaptırılmış ve çeşitli dönemlerde eklenen yapılarla geniş bir alana yayılmıştır Aynı zamanda devlet yönetiminde görevlendirilecek çeşitli devlet adamlarının yetiştirildiği, eğitildiği bir merkezdir

Topkapı Sarayı yerleşme düzeni olarak iyi korunmuş bir kent görünümündedir Çevresi kısmen surlarla çevrilidir Sarayın sürekli olarak genişlemesinden ötürü çeşitli mimari üsluplar buraya yansımıştır Saray tümü ile belirli bir mimari plan düzenine göre değil, küçük pavyonlar halinde köşkler ve dairelerden oluşmuştur

Saray dış teşkilat ile bölümleri oluşturan Birun denilen bir bölüm ile iç örgütlenmeyi oluşturan Enderun’dan meydana gelmiştir Bu bölümler birbirleri ile üç ana avlunun çevresinde yapılanmıştır


Sarayın Alay Meydanı denilen en dıştaki avlusuna kitabesinden h883 (1478) tarihinde yapıldığı öğrenilen ve Bab-ı Hümayun (Saltanat Kapısı) adı verilen kapıdan girilmektedir Birûn’u oluşturan bu avluda Aya İrini yanındaki Sempson Zenon denilen düşkünler evi, hastane, fırın, Ambar-i Amire, Saray Darphanesi ve sanatkâr atölyeleri bulunmaktadır IAvlu Babüs-Selam denilen kapı ile Divan Meydanı veya Adalet Meydanı denilen ikinci avluya bağlanmaktadır Osmanlı padişahlarının tahta geçtiği Cülüs törenleri ile cenaze törenleri de yine bu avluda yapılırdı Babüs-Selam’dan Babüs-Sade’ye Vezir Yolunun sağından, Divan binası XIX yüzyılda yapılmış Adalet Kasrı bulunuyordu Divan binasının bitişiğinde de hazine binası yer alıyordu Avlunun Marmara Denizi’ne bakan kuzeydoğudaki revaklarının arkasında saray mutfakları ile hizmet binaları bulunuyordu Sarayın Haliç’e yönelik kısmında ise Has Ahırlar ile Arabacılar Dairesi bulunuyor idi




Babüs-Selam denilen orta kapı ve Divan Meydanından itibaren asıl saray başlamaktadır Sultan dışında herkesin atlarından inip yaya olarak içeri girdikleri orta kapıdan sonra ikinci avluya geçilmektedir Yaklaşık 110x170 m ölçüsündeki iç avluda revaklar, kubbe altı ve iç hazine bulunmaktadır Enderun Osmanlı padişahı ve yanındaki Akhadımlar ile İçoğlanlarının yaşadığı, eğitim gördüğü sarayın önemli bir bölümüdür Enderun avlusunun karşısında Arz Odası, avlunun Marmara ve Boğaz’a yönelik köşesinde de Fatih Sultan Mehmet’in kendisi için yaptırdığı Fatih Köşkü, bunun karşısında Has Oda ve sultanların özel daireleri olan bölümler, Mukaddes Emanetler Dairesi bulunmaktadır Ayrıca Enderun’da İçoğlan koğuşları, cami ve günümüze ulaşamayan bir de hamam vardı

Has Oda’nın Haliç’e yönelik Divan yeri denilen iki sıra sütunlu, kubbeli geniş bir revakı Sofa-i Hümayun veya Mermer Sofa olarak isimlendirilen terasa açılırdı Bu terasta XVII yüzyılın ilk yarısında Sultan IV Murat ve Sultan İbrahim dönemlerinde yapılmış Sünnet Odası, İftariye Kameriyesi, Bağdat Köşkü, Revan Köşkü, Sofa Köşkü ve Baş Lala Kulesi gibi köşkler yapılmıştır Buradan Asma Çiçek Bahçesi denilen sarayın dördüncü bölümü olan alt bahçeye inilmektedir


Bâb-üs Saade (Orta Kapı)



Sarayın en önemli kapısı olan Bab-üs Saade Divan meydanı ile Enderûn okulunun ve padişah dairelerinin yer aldığı III Avluya geçişi sağlamaktadır Bu kapı Birun ile Enderûn’un orta noktasında olduğundan culüs, bayram gibi törenlerde padişahın bu kapının önünde oturması nedeniyle sarayda birinci derece önemli bir yeridir



Değişik dönemlerde bu kapı çeşitli adlar almıştır Bunların en yaygın olarak kullanılanları Arz Kapısı, Akağalar Kapısı ve Bâb-üs Saade’dir Enderûn ve Birun kavramlarını ve varlığını belirleyecek şekilde yeşil ve beyaz sütunlu bir revak ortasında, dışa doğru çıkıntı yapan bir kubbe ile kapı belirgin hale getirilmiştir Önünde saray törenlerinin yapıldığı bu kapı ve revak bölümünün Fatih Sultan Mehmed döneminde (1451-1481) tasarlandığı ve oluştuğu, söz konusu törenlerin yüzyıllar boyunca aynı yerde sürdüğü bilinmektedir Bu kapı kubbesi ve saçaklarıyla avluya doğru bir çıkma yapmış ve karşılıklı üçer sütunun üzerine oturtulmuştur Bu mimari görüntü XVIIIyüzyın ikinci yarısında Sultan III Mustafa döneminde yapılmıştır Kapının üzerindeki 1774 tarihli talik hatla yazılmış manzum onarım kitabesi bunu açıklamaktadır II Mahmud’un hattıyla Besmele ve tuğrası vardır Büyük bir olasılıkla kapı çevresinin bezemesi XIXyüzyılda II Mahmud zamanında (1808-1839) yenilenmiştir


Bu revak ve kapının önünde padişahların cülus törenleri ve bayram törenleri yapılırdı Savaşa gidecek olan sadrazama Sancak-ı Hümâyûn burada törenle teslim edilirdi Divan’ın toplantı günlerinde saraya törenle giren sadrazam tarafından önüne gelinerek selamlanması da bu kubbeli kapının Sultanın varlığını ve kudretini ifade eden sembolik bir anlam taşıdığını gösteren en belirgin davranış örneğidir


Sünnet Odası


Sünnet Odası tek odalı olup, arkasında da küçük bir müştemilatı bulunmaktadır Sultan İbrahim döneminde (1840–1648) yapıldığı sanılan bu köşkün daha erken bir tarihlerde yapıldığı da iddia edilmiştir Köşkün içi ve dışı çinilerle kaplanmıştır Bu çinilerin büyük çoğunluğu XVII yüzyıla tarihlenmişse de içlerinde XV-XVI yüzyıllara ait olanlar da görülmektedir Duvarları süsleyen mavi-beyaz çinilerin yanı sıra pencere içlerine karşılıklı çeşmeler de yerleştirilmiştir

Osmanlı padişahları namazların sünnetini çoğunlukla burada, farzlarını da Hırka-i Saadet’te kıldıklarından bu isim buraya verilmiştir


İftariye Kameriyesi

Sünnet Odası ile Bağdat Köşkü arasında İftariye Kameriyesi bulunmaktadır Bu kameriye Sultan İbrahim zamanında, 1640 yılında Sünnet Odası ile çevresinde yapılan değişiklikler sırasında dışarıya taşkın dört konsol üzerine oturtulmuştur Üzeri tamamen maden kaplı olup, oluklu bakırdan dört ince sütunun taşıdığı ince uzun, ortaya doğru şişkin bir çatı ile örtülüdür İçten ayna tonozlu olan bu çatının üzerine de oldukça gösterişli Allah yazılı bir alem yerleştirilmiştir Kubbe içerisinde ise altın varakla yazılmış on altı mısralık bir kitabeye yer verilmiştir Bu kameriye bayramlarda değerli kumaşlarla döşenir ve bayram namazından sonra saray erkânının bayramlaşması burada yapılırdı Bunun dışındaki günlerde de sultan önünde havuzu olan bu kameriyede oturarak dinlenirdi


Bağdat Köşkü



Topkapı Sarayı’ndaki köşklerin en önemlilerinin başında gelen Bağdat Köşkü Sultan IV Murat (1623–1640) tarafından h1049 (1639) yılında yaptırılmıştır Köşk sekizgen planlı olup, kenarları birer atlamak sureti ile dışarıya çıkıntılar meydana getirir Köşkün etrafını 22 sütunun taşıdığı bir revak çevirmektedir Ahşap çatılı köşkün cephesi dıştan alt kat pencerelerinin bitimine kadar renkli mermerlerle kaplanmıştır Bunun üzerindeki duvarlar çatıya kadar çini kaplıdır Dışarıya doğru iki balkonu olup, bunlardan biri Haliç’e diğeri de Boğaz’a bakmaktadır

Köşkün üstü kubbe, yan çıkıntılar da aynalı tonozludur Kubbe ve tonozların içerisi yapıldığı dönemin ender örneklerinden malakâri tezyinat ile bezenmiştir Duvarlarında içten iki sıra pencere bulunmaktadır Bu pencerelerin üzerleri renkli camlıdır Burada duvarlara iki üç gözlü küçük hücreler yerleştirilmiştir İçerisindeki kapılar, dolap kapakları, raflar ağaç işçiliğinin en güzel örnekleridir Ayrıca iç kısımda yekpare hayvan dekorlu çiniler bulunmaktadır Çiniden yekpare bir kitabe içerisini çepeçevre dolaşmaktadır Bu kitabeyi Tophaneli Enderuni Mehmet Çelebi yazmıştır

Revan Köşkü




Havuzlu Taşlık üzerinde bulunan Revan Köşkü Sultan IV Murat tarafından h1045 (1635) yılında yaptırılmıştır Bağdat Köşkü’nün küçük bir örneği olan bu köşk sekizgen planlı ve tek bir odadan meydana gelmiştir Çevresi revaklı olup, üzeri kubbe ile örtülmüştür Bu köşk Hırka-i Saadet Avlusunun revakı önüne yapıldığından ötürü buradaki sekizgen plan rahat biçimde uygulanamamıştır Bu nedenle de kenarlar üzerinde yer alması gereken çıkıntılardan biri burada kullanılmamıştır Bunun yerine içeride bir bakır üzerine altın yaldızlı ocak yapılmıştır Köşkün pencereleri altlı üstlü iki sıra halinde olup, alttakiler dıştan demir parmaklıklı, içtekiler sedef ve bağ kakmalı kapaklarla örtülüdür Üst sıra pencerelerde beyaz camların aralarına kırmızı, mavi, yeşil camlar yerleştirilmiştir Duvarlar renkli mermer levhalarla, bunların üzeri kubbe eteğine kadar mavi-beyaz çinilerle kaplanmıştır Köşk içerisinde bulunan bronz mangal Fransa Kralı XV Lui tarafından Sultan IMahmut’a gönderilmiştir Bu mangal devrin ünlü bronz ustalarından Duplesiss’in eseridir


Bu köşkün ismi kaynaklarda Sarık odası olarak da geçmektedir Topkapı Sarayı’ndaki kaynaklardan öğrenildiğine göre burada padişah sarıkları korunmakta idi __________________

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla