Şengül Şirin
|
Cevap : İslam Devletinin Kuruluşu
Medine´de İslam Devletinin Kuruluşu
Rasulullah (s a v)´ın Hutbeleri
Naklettiğimiz bu olaylardan anlaşıldığına göre, İslama giren Ensariler, fert ve topluluk olarak, kapısını Hz Peygambere ardına kadar açıyor; aile ve kabile olarak sayılarının çokluğuna ve güçlü olduklarını, kendisiyle beraber savaşacaklarını söylüyorlardı Bütün bunları herhangi bir kayıt ve şart öne sürmeden taahhüd ediyorlardı
Öyle anlaşılıyor ki bu parlak karşılama, müşriklerin ve özellikle daha sonraları münafık olanların öfkelerini kabartıyordu Bunlar açıklayamadıkları öfke ve düşmanlıklarını kalplerinde gizliyorlardı Rivayete göre Hz Peygamber hangi evin önünden geçmişse bütün ev halkı kendisini hoş karşılamış ve kendisinden yana olduklarını açıklamışlardır Ancak ileride o temiz Medine´de nifakın lideri olacak olan Abdullah bin Übeyy bin Selul, Hz Peygamberi hoş karşılamamıştı
Musa bin Ukbe´nin anlattığına göre Rasulullah (s a v), yoluna devam ederken Abdullah bin Übeyy Bin Selul´ün evinin önünden geçmiş onu kendi evine davet etmesini beklemişti Abdullah o zaman Hazreç kabilesinin reisiydi Hz Peygamberce: "Baksana! Seni davet edenlerin evine git" demişti Onun bu sözünü Hz peygamber Ensardan bir kaç kişiye anlatınca, Sa´d bin Ubade özür dileyerek şöyle demişti: "Ya Rasulullah, seni göndermekle Allah bize lutufta bulundu Eğer sen gelmeseydin, onun başına taç giydirecek ve onu kendimize hükümdar yapacaktık "
Ebu Eyyub el-Ensari´nin evine indikten sonra Rasulullah (s a v) şu üç şeyi yaptı:
1 Bu üç şeyden ilki Cuma namazıydı Bu namazı Beni Salim bin Amr bin Avf mahallesinde kıldırdı Öyle anlaşılıyor ki, Cuma namazını, o mahalleye ait geniş bir alanda kıldırmıştır Çünkü o zaman orada mescid bulunmuyordu Cuma namazını kılmak için Rasulullah (s a v ) orayı seçtiği için daha sonra orası, bir namazgah olmuştu Çünkü kendisi müslümanlarm veliy-yülemri idi
2 Hutbe: Rasulullah (s a v) Cuma namazında müslümanla-ra hutbe okudu Okumuş olduğu hutbenin metni hakkında iki rivayet vardır Bunlardan biri, İbn Cerir et-Taberi´nin rivayet etmiş olduğu hutbedir ki, bu diğerine nisbeten uzundur Diğeri de, Beyhakinin rivayet ettiği daha kısa bir hutbedir O, naklettiği bu hutbenin, tek hutbe olmadığını, bundan başka bir hutbe daha bulunduğunu söylemiştir Ravileri her ne kadar bazı noktalardan eleştirilmişlerse de, rivayet ettikleri bu hutbeler, Hz Peygamber´in sözlerine çok benzemektedirler
İbn Cerir´in Rivayet Ettiği Hutbe
"Hamd Allah´a mahsustur Ben, O´na hamdeder, o´ndan yardım, bağışlanma ve hidayet dilerim O´na iman ederim, O´nu inkar edenlere de düşmanlık ederim Ben, Allah´tan başka tanrı olmadığına, O´nun bir olduğuna ortağı ve dengi bulunmadığına, Muhammed´in de O´nun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ederim
Peygamberlerin gelmesinin kesildiği, ilmin azaldığı, insanların sapkınlığa düştüğü zamanın kesintiye uğradığı, kıyametin kopma ve alemin sona erme zamanının yaklaştığı esnada Allah, onu tam bir hidayet, tam bir nur ve tam bir nasihat olan Kur´an ile göndermiştir
Allah´a ve Resulüne itaat eden, muhakkak doğru yolu bulmuştur Allah´a ve Resulüne karşı gelen de, azgınlık ve taşkınlığa, sapkınlığa düşmüştür Size, Allah´ın azabından korunmayi tavsiye ederim Zaten bir müslümamn bir müslümana en hayırlı tavsiyesi de, onu ahirete rağbetlendirmesi, ona, Allah´ın azabından korunmayı emretmesidir
Allah´ın sizi sakındırdığı şeylerden sakınınız Bundan daha hayırlı ve daha üstün bir öğüt, bundan daha hayırlı ve daha üstün bir hatırlatma yoktur 
Rabbinden korkarak ürpererek ibadet eden kimse için, Allah´ın azabından korunmak, arzuladığınız ahiret saadeti için en güvenilir bir yardımdır
Kim, gizli ve açık her işinde Allah´ın rızasını gözeterek, Allah ile arasını düzeltirse, dünyada onun adı hayırla anılır Öldükten sonra da bu, kendinden önce göndermiş olduğu hayra muhtaç bulunduğu bir zamanda kendisine azık olur Bunun dışındaki işlerden uzak durmayı, onlarla kendi arasından uzak mesafeler bulunmasını arzu eder Allah, sizi azabından sakındırır Allah, kullarına çok şefkatlidir Sözünü doğrulayan va´di-ni yerine getiren Allah´a and olsun ki, bundan caymak yoktur Zira yüce Allah, "Benim katımda söz değiştirilmez Ben, kullara zulmedici de değilim"(Kaf: 29) buyuruyor
Şimdiki ve gelecekteki işlerinizde, gizli ve açık yaptıklarınızdan dolayı Allah´a karşı gelmekten sakının kim, Allah´a karşı gelmekten sakınırsa, Allah, onun günahlarını örter sevabını da artırır Allah´tan korunan kimse, büyük bir kurtuluşa ermiştir Allah´tan korunmak ise, insanı, Allah´ın azap ve gazabından korur Allah´tan korunmak, yüzleri ağartır Rabbi hoşnud kılar Dereceyi yükseltir
Nasibinizi alınız Allah katında ifsatlı olan hareketlerde bulunmayınız Allah, doğruları da yalancıları da bilsin (sınasın) diye size kitabını ve yolunu açıkça öğretmiştir
Allah´ın size ihsan ettiği gibi, siz de ihsanda bulununuz Allah´ın düşmanlarına düşman olunuz O´nun yolunda gereği gibi cihad ediniz Sizi seçip müslümanlar diye adlandırdı ki, helak olan, açık delillerle helak olsun; sağ kalan da açık delillerle sağ kalsın Allah´tan başkasında kuvvet ve kudret yoktur O´nu çokça anın Bugünden sonrası için çalışın Kim, Allah´la kendi arasını düzeltirse, Allah da onun, insanlarla arasını düzeltir Çünkü Allah, insanlar üzerinde hükmünü yürütür İnsanlar ise, Allah üzerinde hüküm yürütemezler Allah, insanlar üzerinde tasarrufta bulunur Ama insanlar o´nun üzerinde tasarrufta bulunamazlar Allah en büyüktür Bütün hüküm ve kuvvet, Allah celle ve ala´nın zatına mahsustur!"
Önce de söylediğimiz gibi bu metinde geçen sözler, Hz Peygamberin öğütlerine çok benzemektedirler Ancak bu metnin, Hz Peygamberin hutbelerine göre çok uzun bir metin olduğunu düşünmüyoruz O´nun hutbelerinde rastlanmayan bazı tekrarların bu metinde yer aldığını da görmekteyiz Ayrıca bu metinde, Hz Peygamberin ilk hutbeyi irad etmesinden sonra nazil olmuş olan medeni ayetler de vardır Doğrusunu Allah bilir
îbn Cerir´in rivayet ettiği hutbe hakkında söyleyeceklerimiz bundan ibarettir Beyhaki´ye gelince o, iki hutbe rivayet etmiştir Bunlardan ilki, Abdurrahman bin Avf in rivayet ettiği hutbedir Abrurrahman şöyle der: "Hz Peygamberin irad ettiği ilk hutbe, Medine-i Münevvere´de irad edilmiştir Bu hutbe için Hz Peygamber kalkıp Allah´a hamdetti Layık olduğu şekilde O´na övgüde bulundu Sonra şöyle dedi:
Ey insanlar ! Kendiniz için ahiret azığı hazırlayın ve bu azığı kendinizden önce gönderiniz Elbette bilirsiniz ki, ölecek ve sürünüzü çobansız bırakacaksınız Sonra alemlerin Rabbi -arada bir tercüman olmaksızın- sizden her birinize: "Sana, benim elçim gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum Sen, bu nimetlerden kendine ahiret payı ayırdın mı?" diyecek O da sağına, soluna bakacak, hiçbir şey görmeyecek Sonra önüne bakacak, orada da cehennemden başka bir şey görmeyecek
Öyleyse, yarım hurmayla da olsa, cehennemden kendisini korumaya gücü yeten, hemen o hayrı işlesin Onu bulamayan da, güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın Zira her iyiliğe on mislinden, yediyüz misline kadar sevap verilir Selam, Allah´ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun "
Beyhaki´nin rivayet ettiği ikinci hutbe ise şöyledir: "Allah´a hamdolsun Allah´a hamdederim ve O´ndan yardım dilerim Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerinden Allah´a sığınırız Allah´ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz Saptırdığını da hiç kimse doğru yola iletemez Allah´tan başka tanrı olmadığına tanıklık ederim O birdir, ortağı yoktur Sözlerin en güzeli, yüce Allah´ın kitabıdır Allah kimin kalbini Kur´anla süsler ve onu küfürden sonra îslamiyete sokar, o da Kur´an´ı insanların sözlerine tercih ederse, işte o kimse, kurtuluşa ermiştir Doğrusu Allah´ın kitabı, sözlerin en güzeli ve en beliğidir Allah´ın sevdiğini seviniz Allah´ı bütün kalbinizle seviniz Allah´ın kelamından ve zikrinden usanmayınız Allah´ın kelamından, kalbinize kasvet ve darlık gelmesin Çünkü o, Allah´ın yaratığı her şeyin üstününü ayırıp seçer Amellerin en hayırlısını, kulların seçkinlerini (peygamberleri), kıssaların iyisini zikreder Helal ve haram olan herşeyi açıklar Allah´a ibadet edin ve O´na hiç bir şeyi ortak koşmayın O´ndan gereği gibi sakının, pilinizle söylediğiniz güzel sözlerinizle Allah´ı tasdik ve ikrar edin Allah´ın ihsan ettiği rahmetle aranızda sevişiniz Muhakkak bilin ki Allah, ahdinin bozulmasına gazab eder Selam, Allah´ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun "
Hz Peygamberdin Mescid İnşası
Rasulüllah (s a v )´in Medine-i Münevvere´de başlattığı ve tamamladığı üçüncü iş budur Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah´ın "Allah´a karşı gelmekten sakınmak için kurulan mescid" diye değindiği Küba mescidi ile Hz peygamber mescid yapımına başlamıştı Ayet-i Kerimede Cenab-ı Allah, o mescid-de, kötülüklerden arınmak isteyen kimselerin bulunduğundan söz etmektedir Arınmak isteyenleri yüce rabbimiz sever
Hz Peygamber, Ebu Eyyub el-Ensari´nin evine konuk olduğunda, Medine-i Münevvere´de bir mescid inşa etmeyi düşünmeye başladı Bu mescid, mescid-i haram ve Mescid-i Aksa gibi, ziyaretleri için yollara çakıldığı üç mescitten biri olan Mescid-i Nebevi´dir îbn Şihab ez-Zühri´nin şöyle dediği rivayet edilir: Rasulüllah (s a v )in devesi, mescid-i nebevinin inşa edileceği yere gelip çöktü Mescidin inşasından önce bazı müslümanlar orayı namazgah edinmişlerdi
Hz Peygamberin devesinin çöktüğü arsa, ensardan iki öksüz gence ait olup, hurma kurutma yeri olarak kullanılıyordu Bu öksüzler, Esad bin Zürare´nin kefaletindeydiler Esad, hicretten Önce islamın Medine´deki ilk davetçisiydi
Hz Peygamber, o iki gençle veya vasileriyle veya vasilerinin huzurunda arsa için kendileriyle pazarlık etti Onlar, "Bu arsayı sana hibe ederiz, ya Resulüllah" dedilerse de Rasulüllah kabul etmedi On dinara onlardan satın aldı Satın almadan önce etrafı duvarla çevriliydi Ancak tavanı yoktu Resulüllah´m Medine´ye gelişinden önce Es´ad bin Zürare, orada cemaate namaz kıldırıyordu
Kıblesi, mescid-i Aksa´ya bakıyordu Mekke-i Mükerre-me´deyken Rasulüllah (s a v ) de Mescid-i Aksa´ya yönelerek namaz kılıyordu Medine´ye gelince, önce de işaret ettiğimiz gibi, o arsaya mescid inşa etti Orayı, her kenarı 100 zira uzunluğunda kare bir bina olarak tesis etti İbn Kayyim´in dediğine göre, temelini üç zira derinliğinde kazmış, binasının duvarlarını kerpiçle örmüştür Diğer bazılarının dediklerine göre ise duvarlarının bir bölümünü yonu taşıyla inşa etmiştir Mescidin inşasına, orada hazır bulunan muhacir ve ensarm hepsi katılmıştır Hz Peygamber de inşaat işinde çalışıyor, taş ve kerpiçleri bizzat taşıyor, recez bahrindeki şu mısraları okuyordu: "Allah´ım! Ahiret yaşantısından başka yaşantı yoktur Muhacirlerle Ensar grubunu affet "
Sahabiler de şiirler okuyarak kerpiç taşıyorlardı "Biz oturalım da Rasulüllah çalışsın Vallahi bu, çok sapkınca bir iştir "
Hz Peygamber, mescidin kıblesini, Kudüs´teki Mescid-i Aksa´ya doğru yaptı Üç kapılı olarak inşa etti Bir kapısı arkadaydı Diğer kapısına "Babürrahme" denildi Üçüncü kapasm-dan da Rasullüllah (s a v ) içeri giriyordu Hurma dallarıyla ona bir direk yapmıştı Tavanı da hurma saplarıyla Ördürmüş-tü Mescidin direkleri Hz Ömer´in halifeliği zamanında çürümüş, Hz Ömer de eskileri söktürüp yerlerine yenilerini yaptırmıştı Hz Osman halife olunca, hurma ağacından yapılmış direkleri, söktürüp yerlerine, nakışlı taşlardan yapılma sütunlar diktirmiş, tavanı sacla kaplatmış kıble duvarını da taşla ördür-müştü
Abdülmelik bin Mervan zamanında Hz Peygamberin hanımlarının hücreleri de - ki bunlar dokuz taneydiler- mescide katıldı
Abbasiler döneminde, üçüncü hükümdar Mehdi, Hicri 160 yılında Mescid-i Nebevi´yi genişletti Daha sonra Abdullah el-Me´mun da bazı ilaveler yaparak binayı sağlamlaştırdı
Bu anlatılanlardan çıkan özete göre, Hz peygamber mescid yaparken, fazla külfet altına girmeyi istemiyor ve sadeliği elden bırakmıyordu Onun temiz mescidi, ziyaret edilmesi ibadet sayılan bir mescid olduğu gibi, aynı zamanda kendi meskeniydi Orada Hz peygambere ait dokuz oda vardı Bir-kısmı hurma lifleriyle örtülü, duvarları çamurla sıvalı; bir kısmı da yonu taşlarıyla yapılmıştı Fakat tavanları yine hurma ağaçlarının lifleriyle örtülüydü ve yüksek değildi- Hz Peygamberin kanepesi tahtadan yapılmış olup, parçaları hurma lifleriyle birbirine bağlanmıştı O, bütün mahlukatm peygamberiydi, insanlardan her hangi biri, onun yüksek hayatına ulaşabilir mi?!
İslam Devleti´nin Kuruluşu
Hz Peygamber (s a v ) Allah´ın mülkünde en çok sevdiği yer olan Mekke-i Mükerreme´den çıkıp Medine´ye hicret etti Beyt-i Haram Mekke´de bulunuyordu ve burası vahyin iniş yeriydi Orada aile efradı ve yakınları vardı Hz İbrahim´in hatıraları da oradaydı O, bütün bunları bırakarak Medine-i Münevve-re´ye hicret etti Bunu da, sırf Rabbinin, bir devlet kurmak için kendisine verdiği emre itaat için yaptı Çünkü O; ruhbanlık, soyut ruhanilik veya sadece nefisleri terbiye etmek için gelmemişti Aksine, alemlere rahmet olarak gönderilmişti Hakkı tutup kaldıracak, batılı çökertecek, zulmü önleyecek, insanlığı bir araya getirecek, yardımlaşmayı yayacak, bir kısım insanların diğerlerine tahakküm etmelerine sebep olan farkları yok edecek, yeryüzünde bozgunculuğu menedecek bir devletin kurulması gerekiyordu
îşte bu nedenle peygamber (s a v )^birbirlerini kötülüklerden uzaklaştıracak, hayır ve iyilikte birbirleriyle yardımlaşacak inançlı, insanlardan teşekkül eden bir devlet kurabileceği Medine´ye hicret etti Üzerine bir devletin kurulduğu bir şeriat getiren bütün peygamberler de böyle yapmışlardı Nitekim Hz Musa da böyle bir yol izlemiştir Kendi kavmine dayanarak, hakkı tutup kaldıracak bir devlet kurmak için, Firayun´un diyarım terketmiş; bu işi tsrailoğullarıyla birlikte yapmaya, onların arasında onur ve haysiyet ruhunu geliştirmeye çalışmıştı Adalet, merhamet ve kardeşlik sevgisi bulunmayan kalpte, onur ve haysiyet de bulunmaz Onurlu ve haysiyetli insan, başkalarına insaf ve merhamet eden kimsedir Alçak kimse ise, başkalarına zulmeden, onlara acımayan, hatta onlara kin ve düşmanlık besleyen kimsedir Musa (a s), zillet ve alçaklıklara maruz kalan tsrail oğullarına güç ve onur kazandırmak, bu ruhu onlara aşılamak istiyordu Ama kendisine şu cevabı verdiler: "Sen ve rabbin gidin, savaşın Doğrusu biz, burada oturuculariz "(Maide: 24)
İsa (a s )ın da şöyle dediği nakledilir: "Kayser´in (Roma imparatorunun) hakkını Kayser´e; Allah´ın hakkını Allah´a ver " îsa peygamber hiç kimseyle savaşmamış ve bir devlet kurmamıştır O, insanları erdem, sevgi ve ruhaniyete çağırmıştır Bu çağrısını Yahudilerin sebebiyet verdikleri katı bir maddecilik ortamında yapmıştır Yahudiler, kendileri dışındaki kimselerle atışıyorlardı Ama Bizans imparatorluğuna boyun eğiyor, o imparatorluğa karşı baş kaldıramıyor ve itaat ediyorlardı Cenab-ı Allah´ın da ifade buyurduğu gibi, aşağılanmaya ve alçak bir konumda bulunmaya razı oluyorlardı: uNerede bulunsalar -Allah´ın ve insanların himayesinde bulunanlar müstesna- onlara alçaklık damgası vurulmuştur " (Ai-ıtmran: 112)
Hz îsa (a s ) bir devlet kurmak için çalışmamış, fakat güçsüzlere karşı kin ve düşmanlık gösteren, güçlülere boyun eğen, jurnalcilik ve bozgunculuk yapan katı yürekli bir toplum arasında kardeşlik, sevgi ve merhamete çağıran bir kimse olmuştur Hz Muhammed (s a v ) ise, bir fetret devrinden sonra erdemli bir devlet kurmak için gelmiştir Çünkü o, peygamberlerin sonuncusudur O ilahi nübüvvet sarayında kurulan son köşktür Merhametini, imanlı bir cemaate bırakması gerekiyordu Risalet tebliğcisinin kendisi olması gerekiyordu ki, tebliğden sonra risalet yolunda çıkan engellere karşı dirensin; risale-te davet ve prensiplerini yaymak hususunda rahat bir ortam bulsun Risaiet, emaneti omuzlayan bu ümmet ve islamı koruyan bu devlet vasıtasıyla diğer nesillere intikal etsin
Hz Peygamberdin hayatında kendi çabasıyla, vefatından sonra da sahabilerinin çabalarıyla kurulan erdemli devlette fazilet, adalet ve eşitliğin pratik bir uygulaması yapılmış, insanlar arasındaki farklılık ve ırkçılık ruhu yok edilmiş, inanç ve Özveri ruhu yayılmış, Allah katındaki sevaplar umulmuştu Bu da, yeryüzünde ahlaki ilkelere dayalı erdemli bir devletin kurulabileceğini iddia-edenler için, bunun, tatbiki imkansız bir düş olmadığı, aksine hakikati sabit olan gerçek bir iş olduğu hususunda kuvvetli bir delildir İnsanların hukukunu çiğnemekte ileri giden, zulüm hususunda aşırılığa kaçan kimseler, ahlak ve faziletin kişisel ilişkiler olduklarına, bunların, genel anlamda insani ve sosyal ilişkiler için temel teşkil edemeyeceklerine inanırlar
Dinin, sadece insanla Allah arasında bir ilişki olduğuna, yalnızca mescidlerde, kiliselerde ve havralarda mahsur bulunduğunu iddia edenlere karşı, Medine´de bir îslam devletinin kurulmuş olması, kuvvetli bir delildir Zira din, onların iddia ettikleri gibi olsaydı, Hz Peygamber, hicret etmez, Mekke´de kalmaya razı olur müşriklerden, inançlarına ilişmemelerini istemekle yetinir ve kendisi de onların inançlarına ilişmezdi Müşrikler de belki bu hale razı olurlardı Zaten onlar, Hz Peygam-ber´in iyi bir ahlaka, doğruluğa, şerefe ve yüksek bir nesebe- sahip olduğunu biliyorlardı Ama Hz peygamber´in risaletinin etkisi bundan daha büyük ve pratiği bundan daha kapsamlıydı "Dün, kul ile Allah arasındaki bir ilişkidir" diyenlerin sözü bizce de doğrudur; ancak bu ilişkiyi umumi ve kapsamlı bir ilişki olarak görüyoruz Bu, sadece namaza ve oruca özgü bir ilişki değildir Bu, Allah´ın kullarına -renkleri ve ırkları ne olursa olsun- merhamet etmesini ve aralarında adaletle hükmetmesini gerektiren bir ilişkidir Nitekim Peygamber (s a v ) şöyle buyurmuştur: "Sizden biri, bir şeyi sevdiğinde onu Allah için sevmediği takdirde iman etmiş olmaz!"
Tatbik edilen adalet, zulmün ortadan kaldırılması, insanlar arasında merhamet ve eşitliğin yayılması gibi, içinde toplumun çıkan bulunan her hayırlı iş, Allah rızası için yapıldığı takdirde bir ibadet olur Arabulucu olan ve problemleri halleden bir kimse, Allah için niyetini halis kılmadığı, yüce ve kudretli Allah´ı razı etmek için insanlara fayda vermeyi istemediği takdirde, işinde başarılı olamaz
Erdemli bir devletin kurulması için en uygun topluluklardan biri, Arap toplumudur Bu devletin esaslarını Cenab-ı Allah Kur´an-ı Kerim´de koymuş ve ayrıca güvenilir elçi vasıtasıyla da tatbik alanına koymuş ve açıklamıştır Rasülullah (s a v ), ilahi ahkamı uygulama hususunda gerekli yolu çizmiş namaz, oruç, hac ve zekat gibi farz ibadetleri açıklamıştır
Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah bu devlet için, aileden cemaate, savaşta ve barışta insani ilişkilere kadar bütün detaylarıyla işi ele alan bir toplum oluşturmanın temellerini atmıştı Bu arada kısaca islam devletinin sosyal ve uluslararası hedeflerine işaret etmek istiyorum Bu hedeflerin ilki, bireyleri eğitmektir Bu bireylerden, İslama uygun gruplar oluşturulacak, bu gruplardan da bir toplum meydana gelecektir Toplumu kötülüklerden arındırmak için ibadetler farz kılınmış hükümleri infaz edilmiştir Amaç, iyi kimseleri, kötülerin şerlerinden korumaktır Örneğin namazın amaç ve sonuçlarını açıklarken, Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve fenalıktan korur Allah´ı anmak ne büyük Şeydir" (Ankebut 45)
Nefsi temizlemek, ruhun hakimiyeti altına koymak, iradeyi güçlendirmek için de oruç farz kılınmıştır Oruç tutan mümin, heveslerine esir olmaz; aksine aklı şehvetine egemen olur
Müslümanların birbirleriyle tanışmaları, rahman´ın sofrasında durarak vicdanların temizlenip süslenmesi için, hac ibadeti farz kılınmıştır Zenginin yoksula yardım etmesi ve insanların uyum içinde yaşaması için zekat farz kılınmıştır Ruhu temizleyip arındırmak, sosyal ilişkileri geliştirmek, merhamet ruhunu kalplere yaymak ve insanlar arasında yardımlaşma duygusunu geliştirmek yoluyla toplum, olumlu bir şekilde temizlenip arındırılmıştır
İslamiyet, erdemli bir aileyi oluşturmayı hedeflemiştir Çünkü aile, sosyal yapının çekirdeğidir Sosyal yapıyı kurmak için dikilen ilk sütundur Bu sebeple Kur´an-ı Kerim, aileyle ilgili hükümleri açıklamış karı-koca, baba-evlat arasındaki hak ve yükümlülükleri izah etmiştir
İbadet ve muamelelerle ilgili şer´i hükümler özet olarak geldikleri halde, o hükümleri Hz Peygamber sadece sözle değil, aynı zamanda uygulamayla da açıklamıştır Ama aileyle ilgili hükümler Kur´an-ı Kerim´de Cenab-ı Allah tarafından konulmuştur Eşlerin birbirine karşı yükümlülüklerini, ailevi ilişkileri, bir afete uğramaları halinde bu ilişkileri tedavi etmenin yollarını beyan buyurmuştur Miras boşanma ve bunlarla ilgili hükümleri tüm detayları ile birlikte açıklamıştır
Bütün bunlar, şeriati, asli konumundan saptırmak, Allah´ın kitabında yer almayan bir aile düzenini ortaya koymak isteyen kimselere karşı bir hüccettir Böyle bir aile nizamı Allah tarafından kabul edilmez Çünkü bu, ailenin önemini ve hürriyetini bilmeyen kimseleri taklid ederek bulunmuş olan bir nizamdır
Kamu Oyu
Hz Peygamberin kurduğu îslam devleti, Allah´ın, erdemli bir topluluk oluşturma emrini yerine getirdi Bu sebeple İslamiyet, insanlar arasında iyiliğin emredilip kötülüğün ortadan kaldırılmasını teşvik etti Bunu, erdemli bir milletin baş niteliği olarak ilan etti Mekke´deki kamuoyu, putperest bir kamuoyu olduğu için Mekkeliler, vahdaniyetle savaşmış, murdarlıkları da mubah kılmışlardı Hz Peygamber, Kur´an hidayeti ve ilahi tavsiyelere dayanarak, eğrilikleri doğrultan ve murdarlıkları ortadan kaldıran erdemli bir kamuoyu oluşturmaya yöneldi Yine Allah şöyle buyuruyor:
"Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah´a inanan hayırlı bir ümmetsiniz " (Ai-i İmran: 110)
Cenab-ı Allah, toplum düzenini bozan kimselerin lanetli olduklarını beyan ederek şöyle buyurmuştur:
"îsrailoğullarından inkar edenler, Davud´un t)e Meryem oğlu İsa´nın diliyle lanetlenmişlerdi Bu, başkaldırmaları ve aşırı gitmeler indendi Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara engel olmuyorlardı Yapmakta oldukları ne kötü idi!" (Maıde: 78-79)
Erdemli bir toplum oluşturmak için, her müminin kötülüğü reddetmesi ve ona karşı koyması istenmiştir Eğer bu emir yerine getirilmezse, toplum düzeni bozulur, hayat çekilmez hale gelir Bu nedenle peygamberimiz (s a v ) şöyle buyurmuşlardır: "Hadlerde gevşeklik gösteren kimsenin durumu, bir gemiye yerleşmek için kura çekip bir kısım üst kata, bir kısmı da alt kata yerleşen kavmin durumuna benzer Alt kattakiler, su ihtiyaçlarını temin etmek için, üst kattakilerin yanına gider, onlar da rahatsız olurlar Bu nedenle alttakiler, bir balta alıp (su bulmak amacıyla) geminin tabanını delmeye başlarlar Üsttekiler gelir ve: "Ne yapıyorsunuz1?!" derler Onlar da"Biz (im, yanınıza gelip su istememiz)den rahatsız oldunuz Ama bize su lazımdır" diye cevap verir Eğer üsttekiler onun elini tutup (gemiyi delmesine mani olurlarsa) hem onu, hem de kendilerini kurtarırlar Onu (kendi haline) bırakırlarsa, hem onu, hem de kendilerini helak ederler "
îslamın oluşmasını istediği erdemli topluluk zulmü ortadan kaldırarak adaleti kurar Bu sebeple peygamberimiz (s a v ) şöyle buyurmuşlardır:
"Mutlaka iyiliği emredip kötülükten men´edecek, zalimin ellerinden tutup (kötülük yapmasına engel olacak) hakka zorla döndüreceksiniz Ya da (böyle yapmadığınız takdirde) kalpleriniz birbirine çarptırılacaktır Sonra dua edersiniz, ama duanız kabul olunmaz "
Erdemli bir toplumda egemen olan şey fazilettir Fazilet ortamında ise hiçbir rezillik boy atamaz ve görülemez Bu nedenledir ki, Hz peygamber (s a v ), insanları ahlaklı olmaya teşvik etmiştir Ahlaklı kimse, hep iyilikle insanların karşısına çıkar Peygamber (s a v) şöyle buyurmuştur: "Hayanın hepsi hayırdır " "Her dinin bir özelliği vardır îslamın özelliği de hayadır "
Doğruluktan uzaklaşan ve rezaletlerin egemenliğine giren insan topluluklarının ilk belirgin özelliği, haya duygusunu yitirmeleridir Günah işleyerek nefislerine zulmeden kimseler de, hem kendilerini, hem milletlerini hayasızlığa ve rezilliğe düşürürler
Değer ve Üstünlük
Peygamber (s a v)in, Medine´de kurduğu devlet, her şeyden - Önce insana değer verilmesi temeli üzerinde yükseliyordu Soyunun yüksekliği, siyahlık veya beyazlığı, müslüman veya başka dinden olması önemli değildir Önemli olan insanlıktı Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Andolsun ki, biz insa-noğlullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık Temiz şeylerle rızıklandırdık Yaratıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık " (W 70)
Cenab- Allah, köleye değer vermiş; Kur*an-ı Kerim de onları özgürlüklerine kavuşturmaları için insanlara çağrıda bulunmuştur Efendinin kendi mülkiyetindeki köleyi ezmesini aşağılamasını, ona gücünün yetmeyeceği işleri yüklemesini yasaklamıştır îmam Ahmed bin Hanbel, bu konuda Hz Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kölesini tokatlayan kimsenin (suçunun) keffareti, onu azad etmesidir " Hz Peygamber, kölenin canıyla hür kimsenin canını, hatta kölenin canıyla efendisinin canını, hukuken birbirine eşit kılmış ve bunu desteklemek üzere şöyle buyurmuştur: "Kölesini aç bırakanı aç brakırız Onu öldüreni de öldürürüz!"
Adalet
Kur´an-ı Kerim, her çeşidiyle adaleti emretmiş, onu islamın en başta gelen ilkeleri arasında saymıştır Bu konuda nakl edilen bir rivayete göre, kendisine Hz peygamberin daveti ulaşan Eksem bin Saytî, bu davetin mahiyetini öğrenmeleri için oğullarım mekke´ye göndermişti Hz Peygamber de, onun oğullarına şu ayet-i kerimeyi okumuştu:
"Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder Hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder Tu-tasınız diye size öğüt verir "(Nahi: 90) Dosta da, düşmana da adaleti eşit şekilde uygulamak gerekir Şunu bize emreden Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Bir topluluğa olan Öfkeniz, sizi adaletsizliğe sürüklemesin Adil olun Bu, Allah´a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır "waide: s) Sevimsiz düşmana bile adil davranmak, takvaya daha yakındır
Kavram olarak adalet kelimesi, kanuni adalet denen şeyi de kapsamına alır Buna göre adalet, kanunla eş anlamlı olur Ve herkese aynı şekilde tatbik edilir Bu tatbikattan fakir zarar görmez Yaptığı muamelelerde de zengine iltimas yapılmaz Bunun esası, uygulamadaki eşitliktir Bu sebeple peygamber (s a v ) şöyle buyurmuştur: "Hepiniz Adem´densiniz  Adem de topraktan yaratılmıştır Arabın arap olmayana üstünlüğü yoktur Üstünlük ancak takva iledir "
Hz Ebubekir de peygamber efendimizin gösterdiği yoldan yürümüş ve şöyle demiştir: "Mazlumun hakkını kendisinden alıncaya kadar, güçlü olanınız benim yanımda zayıftır Zalimdeki hakkını alıncaya kadar, zayıf olanınız benim yanımda güçlüdür "
Adalet kavramı, sosyal adaleti de kapsamına alır Sosyal adalet; her insanın, yasaksız ve kısıtsız olarak insan onuruna yaraşır bir şekilde yaşaması, yeteneklerini kendisine ve toplumuna faydalı olacak şekilde kullanması, her insanın aklen ve bedenen kendi gücüyle çalışabilmesi için gerekli fırsatların hazırlanması demektir Sosyal adalet, fakirliğin ortadan kaldırılması değildir Çünkü zenginlik ve fakirlik, halk arasında söylendiği gibi, ikisinden birinin yok edilip eritilmesi mümkün olmayan ve varlık alanında sabit olarak mevcut bulunan iki hakikattir Sosyal adalet; insanlar arasındaki ayırımcılığı, sınıf sistemine dayanarak insanlara hükmetmeyi, zenginin -mal varlığına dayanarak- fakire tahakkümünü, soylunun -kendi yüksek soyuna dayanarak- alt sınıftaki insana hükmetmesini ortadan kaldırmayı öngörür Anlamı ve uygulaması bakımından herkes, îslamın yasaları önünde eşit bir konumdadır
Her mü´minin insanca yaşama imkanlarını bulması gerekir Kutlu islam devleti; Hz Peygamberin şu buyruğuna uyarak aciz ve güçsüzlerin bakımım tekeffül eder: "Her kim mal bırakırsa (o mal) mirasçılarına ait olur Her kim bakıma muhtaç çoluk çocuk bırakırsa, onların bakımı bana ait olur Onlar, benim sorumluluğuma geçerler "
Devletlerarası adalet kavramı, Kur´an-ı Kerim´in hükmünde ve peygamber (s a v )in uygulamasında sabit olan üç ilke üzerinde durur Bu prensipleri şöyle sıralayabiliriz:
1 Ahde vefa
2 Misliyle muamelede bulunmak Ancak bunu yaparken de faziletin saygınlığını hiçe sayan düşmanlara karşı misliyle karşılık vermemeliyiz Onlar kadınlarımızı, çoluk-çocuğumuzu öl-dürürlerse, biz aynı şeyi yapmayız Onlar faziletin saygınlığını hiçe sayarlarsa, biz aynı şekilde davranmayız Zira adalet ve fazilet dini, işledikleri günah ve kötülükler hususunda insanlara misliyle mukabelede bulunmaya cevaz vermez
3 Müslümanlar, diğer ülke insanlarıyla ilişkilerini barış esasına dayandırırlar Bu durum, bir tecavüz oluncaya veya tecavüz hazırlığı görülünceye veya inanç Özgürlüğüne karşı savaş açılıncaya, hiçbir müminin fitneye düşmeyeceği, inanca saldı-nlmayacağı şekilde dinin bütünüyle Allah´a ait olmasına çağrıda bulunan îslam davetine karşı duruluncaya kadar devam eder
Yardımlaşma
îslam devleti, yardımlaşma esası üzerine kurulmuştur Yüce Allah buyurdu ki: "İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlasın Günah işlemek ve aşırı gitmekte yardım-laşmaymız " (Maide: 5/2)
îslamın tanzim ettiği her topluluk, takva esası üzerinde durur Yardımlaşma, gerçek kıvamına aile içinde ulaşır Kadın, sükûnet verir Koca, himaye eder Baba ve oğullar, hayatın zorlukları karşısında birbirleriyle yardımlaşırlar Kıvançta da ortak olurlar
Aileden sonra, komşulardan, mahalle halkından ve akrabalardan oluşan topluma baktığımızda, bu toplum bireylerinin birbirleriyle olan bağlantılarının kuramının yardım-laşma olduğunu görürüz Peygamber (s a v ) komşulara iyi davranılma-sını tavsiye etmiştir Kur´an-ı Kerim de yakın komşuya, uzak komşuya, iş arkadaşına ve yolculuk arkadaşına iyilikte bulunmayı emretmiştir Komşulardan, mahalle veya köy halkından oluşan toplumdan sonra, bunların birleşmesiyle oluşan veya millet topluluğuna baktığımızda, bu toplumu ayakta tutan sütunun, yardımlaşma olduğunu görürüz Toplumun bütün grupları, bağlı bulundukları toplumun şanını yüceltmek için çeşitli alanlarda gayret sarfederler Sarfedilen bu gayretler, aynı ağızda birleşerek denize dökülen nehirlere, benzerler Sulan boşa gitmez; aksine verimli ve güzel ürünler verir
Toplumdaki her grup, kendi başına bir güçtür Sanat ustaları bir güçtür Tarımcılar birbirleriyle yardımlaşan insanlardan oluşan bir güçtür Alimler de bu grupların hepsine bilgi desteğinde bulunurlar Bu güçlerin her biri, birbirlerine destek vererek elbirliğiyle çalışırlar Peygamber (s a v ), islam devletini müminlerle yardımlaşarak ve onlarla elbirliği ederek kurdu Kur´an-ı Kerim de en ince manasıyla bu yüce prensibi benimseyerek geldi Kur´an-ı Kerim´in tavsiye edip Rasulüllah (s a v )ın gerçekleştirdiği îslam devleti, daha önce hiç kimsenin ilerisine, geçemediği ve kendisine ulaşamadığı bir prensip getirdi Bu prensip, bozgunculuk ve israf sonucu değil, fakat normal sebepler için borçlanmış olup borcunu ödemekten aciz kalan borçluların borçlarının devlet tarafından ödenmesini ön görüyordu Bu konu için zekat da sarfedilebilirdi Oysa bazı dönemlerinde Roma hukuku, alacaklının borcunu Ödeyemeyen borçlusunu köle edinmesine bile müsaade etmişti Buna karşın, Allah´ın izniyle Muhammed (s a v )m kurduğu İslam devleti, borcunu ödemekten aciz kalan borçluların borçlarını ödemeye çalışıyordu
Ümmet adı verilen topluluğun daha ilerisine, insanlık denen bütüne yöneldiğimizde, Kur´an-ı Kerim´in ve Sünnet´i Muham-mediyye´nin, genel insani ilişkiler temeline dayanarak, bütün inşaların birbirleriyle yardımlaşmalarını zorunlu kıldıklarını görürüz Peygamber (s a v ) efendimiz de kurmuş olduğu tslam devletinde, Cenab-ı Allah´ın şu buyruğu uyarınca, genel insani yardımlaşma esası üzerine çalışıyordu:
"Ey insanlar! Doğrusu biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki, birbirinizi kolayca tanıyasınız Şüphesiz Allah katında endeğerliniz, O´na karşı gelmekten en çok sakınanızdır " (Hucurat: 13)
Yardımlaşma esasını desteklemek için Kur´an-ı Kerim, insanlığın tek bir ümmet olduğunu, soylarının tek kişide birleştiğini belirtiyor Yüce Allah şöyle buyuruyor: uEy insanlar! sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının, Kendisi adına bir birinizden dilekte bulunduğunuz Allah´ın ve akrabanın haklarına riayet ediniz Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir " (Nisa: d
Yahudilerle Beraber
Medine´de ikamet etmeye başlar başlamaz, Hz peygamber ´ulusal birlik ve barış içinde yaşama´ ilkesini uygulamaya başladı Yahudiler ve birçok arap kabileleriyle barış anlaşmaları yaptı
Birisi çıkıp "Yardımlaşma ilkesi, savaşla çelişmez mi?" diye sorabilir Buna cevap olarak deriz ki: İnsanların hepsi iyi olsaydı ve bazı devletler savaş için fırsatlar aramasaydı, savaş, işte o zaman yardımlaşma ilkesine ters düşerdi Ancak kötü insanlar olduğu gibi, kötü devletler de vardır Kötü insanları, bu kötülüklerinden uzaklaştırmak için nasıl ki bazı caydırıcı cezalar gerekiyorsa, kötü devletleri de kötülüklerinden caydırıcı savaşlarla, vazgeçirmek mecburiyeti vardır
Bu nedenle yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah insanların bir kısmıyla diğerlerini savmasaydı, yeryüzünün düzeni bozulurdu Fakat Allah, alemlere lutufkardır " (Bakara 251)
Kötülerle savaşmak; hayırda yardımlaşmak ve günah düşmanlığı ortadan kaldırmak için elele vermek gibidir Hz Peygamberin savaşları da kötülükleri ortadan kaldırmak ve zorba hükümdarların emri altındaki halkı ezmeleri önüne geçmek içindi
Sevgi ve Rahmet
îslam devleti rahmet ve sevgi esası üzerine kurulmuştu Bu esas, insanlar arasındaki nefret, kin ve düşmanlığı yasaklıyordu, îslamda rahmet, salt bir ruhi infial değil, herkese acımak demektir Sahabilerden bazısı, Hz Peygambere: ´Ya Rasulal-lah, rahmetten çok bahsettin Biz de eşlerimize ve çoluk çocuğumuza merhamet ediyoruz" demişlerdi Bunun üzerine Hz Peygamber şöyle dedi: "Benim istediğim bu değildir Ben, herkese merhamet edilmesini istiyorum " Tüm topluma rahmetin bir gereği olarak canileri suçtan caydırıcı cezalar konulmuştur Bir başka hadisinde de Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz " Peygamber (s a v ) efendimiz, zinakarlara acımayı yasaklamıştır Allah da şöyle buyurmuştur: "Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun Allah´a ve ahiret gününe inanıyorsanız Allah´ın dini konusunda o ikisine acımayın " (Nur 2)
Ferdlere mahsus olan rahmet, ancak köle, yoksul ve öksüz gibi zayıf ve güçsüz kimselere gösterilmelidir Nitekim Peygamber (s a v ) şöyle buyurmuştur: "Beni zayıflarınızın arasında bırakın Sizler, sadece zayıflarınızın yüzü suyu hürmetine yardım görüp mıhlandırılıyorsunuz!" Bu sebepledir ki, peygamber efendimiz, güçsüz ve zayıf kadınların, kölenin ve Öksüzlerin işlerini düzene koymak ve haklarını koruyup gözetmek konularında merhametli olmamızı tavsiye etmiştir Bu anlattıklarımız, Hz Peygamberin Kur´an-ı Kerim´in emirleri doğrultusunda kurduğu tslam devletinin rahmet ilkelerinden sadece bir kısmıdır
Sevgi ise, insanları birbirine bağlayan en önemli bağdır Ferdler ve toplumlar sevgiye davet edilmişlerdir Bu sebeple Peygamber (s a v,) efendimiz, selamı yaygınlaştırmayı, sevginin bir görüntüsü saymıştır Yemek yedirmek de sevginin devamını sağlar Bu iki haslet, îslamm güzellikleri olarak mütalaa edilmişlerdir Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: "îslamın en güzel (haslet)i; yemek yedirmen ve tanıdığın ve tanımadığın herkese selam vermendir "
Evet, insanlar birbirlerini sevmekle emrolunmuşlardır Sevgi, aileyi ayakta tutan bir unsur olarak belirlenmiştir Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur ki: "Onun ayetlerinden biri de, kendileriyle kaynaşmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet koymasıdır, O´nun (Allah´ın) varlığının belgelerindendir," (Rum:21)
Akrabalar arasındaki sevgiyi devam ettirmek için karşılıklı ziyaretlerde bulunmamız emredilmiştir Peygamberimiz (s a v ) şöyle buyurmuştur: "İyiliğe misli ile mukabele eden kimse, tam manasıyla akrabasına sıla etmiş değildir Hakiki sıla, kendisi ile münasebeti kesenleri görüp gözetmektir "
Sadece müslümanlara gösterilen sevgi vacip değildir Aksine, müslümanlara düşmanlık etmedikleri veya tecavüzde bulunmadıkları sürece gayr-ı müslimlere de sevgi göstermek, vaciptir Bu, müslümanları, kendi dinlerinden olmayan kimselere nasıl davranacaklarını belirleyen kapsamlı bir kanundur Bu konuda yüce Allah şöyle buyurmuştur "Allah, din uğrunda sizinle savaşmayan, sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasak kılmaz; doğrusu Allah, adil olanları sever Allah, ancak sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost edinmenizi yasak eder; kim onları dost edinirse, işte onlar zalimdir!" (Mümtehine: 8-9)
Bir başka ayette de şöyle buyuruluyor: "Allah´a ve ahiret gününe inanan bir milletin, Allah´a ve peygamberine karşı gelenlere sevgi beslediklerini görmezsin " (Mücadele 22)
Rivayete göre Hudeybiye olayı esnasında, kuzeylilerin kıtlığa maruz kaldıklarını haber alan peygamber efendimiz, buğday alıp Kureyş yoksullarına dağıtması için, Hatip bin ebi Belta ile Mekke´ye beşyüz dinar göndermiştir
Savaş esnasında bile; bizimle savaşan devletin halkından savaşçı olmayanlara karşı sevgi beslemeli, onlara olan sevgimizi kesintiye uğratmamalıyız Savaşa katılanlara karşı sevgi beslemez, onlara olan sevgimizi keseriz Çünkü bunlar, Allah ve rasulüne meydan okumuşlardır
Özetle islamiyet sevgiyi kesintiye uğratmaz, aksine, devam ettirir Sevgiyi kesenleri, mezkur alanın dışında mütalaa eder Allah´ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar!
Faydanın Temini ve Zararın Giderilmesi
Adı Kur´an-ı Kerim´de açıklanan, ilkeleri peygamber (s a v ) taraından tatbik edilen ve temelleri yine onun tarafından atılan İslam devleti, İnsanların dünya ve ahiretteki maslahatlarının, Kur´an-ı Kerim´de belirlenen esaslar çerçevesinde gözetilmesi görevini üstlenmişti "Allah´ın sana verdiği şeylerde ahi-ret yurdunu gözet Dünyadaki payını da unutma Allah´ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap Yeryüzünde bozgunculuk isteme; doğrusu Allah bozguncuları sevmez " (Kasas: 77) ´ Bu ayette de görüldüğü gibi, toplumsal çıkarların gözetilmesi, telamın amaçlarından biridir Ancak burada iki hususu göz önünde bulundurmak gerekiyor:
1 Çıkarlarda esas olan, toplumun çıkarlarıdır En büyük çıkar payı öncelikle toplumundur Bununla bireylerin çıkarlarını reddetmiyoruz, ancak onların çıkarları, toplumun çıkarları çerçevesinde ele alınır Çoğunluğun zararına yol açmadığı takdirde, bireylerin çıkarları da münferid olarak ele alınabilir Ama zarar doğarsa, giderilir Aralarında uzlaşma imkanı görülmezse, toplumun çıkarı, bireyinkine tercih edilir Cihat bu sebeple farz kılınmış ve gaza sonucunda mücahitlere bazı zararlar do-kunsa bile peygamber (s a v ) efendimiz, müminleri cihada teşvik etmiştir Çünkü cihad terkedildiği takdirde, toplum tehlikeye düşebilir, kötülük iyiliğe üstün gelebilir
2 Görevi, vecibeleri yerine getirmek, hukuka riayet etmek, nefsi terbiye etmek gibi manevi maslahatlar ve çıkarlarda, tıpkı maddi olanlar gibi -hatta daha fazlasıyla- istenirler İslam nazarında bunlar daha çok rağbet görür Asli maslahatlar, dünyevi maslahatlardan önce gelir Bu sebepledir ki ibadetler, geçimden önce düşünülüp ele alınırlar Doğrusu dünya, ahirette iyi bir yere sahip olmayı temin eden bir vasıtadır Ahireti düşünmek, akıbet ve sonuç bakımından iyi olur "Asıl hayat, ahi-ret yurdundaki hayattır Keşke bilseler!" (Anketmt: 64)
İslamiyet, insanı hayattan el çekmeye çağırmaz Ama hayatı helalinden kazanmaya ve yasaklarından sakınmaya davet eder Haramlardan sakınılmadığ takdirde, îslamm maslahat saydığı gerçek maslahatlar kaybolur Bir maslahatın heder olması durumunda da, Allah´ın yasakladığı bir haram işlenmiş olur Haram işleyen kimse, başkasının hukukuna tecavüz etmektedir
Peygamber (s a v) efendimiz işleri inceden inceye araştırır Allah´ın bu dünyada helal kıldığı hoş ve temiz şeyleri haram saymayı yasaklamıştır Helal, hoş ve temiz şeyleri haram sayanlara karşı Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:
"Ey Muhammed de ki: "Allah´ın kulları için yarattığı zinet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?" "Bunlar dünya hayatında inananlarındır Kıyamet gününde de yalnız onlar içindir" de Bilen kimseler için ayetlerimizi böylece uzun uzun açıklıyoruz De ki: "Rabbim sadece, açık ve gizli fenalıkları, günahı haksız yere tecavüzü, hakkında hiç bir delil indirmediği şeyi Allah´a ortak koşmanızı, Allah´a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır " (A´mf: 32-33) "Ey inananlar! Allah´ın size verdiği temiz rızıktan temiz ve helal olarak yeyin înandığı-, nız Allah´tan sakının " (Maide: 87-88)
Görüyoruz ki erdem ve fazilet devleti, insanı temiz ve helal şeylerden yoksun bırakmıyor Bunlardan mahrumiyet, bu devletin benimsediği ilkelere ters düşmektedir Allah´ın emrine dayanarak peygamber (s a v ) efendimiz, mü´minin, Allah tarafından helal kılman şeyleri haram saymasını yasaklamıştır, tmam Ahmed bin Hanbel, Hz Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İsrafa ve böbürlenmeye kaçmaksızın yeyiniz, içi-rniz ve giyiniz " Rivayete göre îmam Ahmed bin HanbePe ve-ra´ın ne o,lduğu sorulduğunda şu cevabı vermiştir: "Vera, helali istemektir" erdeme dayalı islam devletinde, salt mahrumiyet maksadıyla zahidlik yoktur Gerçek zahidlik, insanın, şehvete karşı nefsini frenlemeye alıştırıp güç kazanmasıdır îslam devletinde maslahat; nefsi, dini, nesli, aklı ve malı koruma esasına dayanır
Bu nedenledir ki Cenab-ı Allah, bu maslahatlara tecavüzde bulunan kimseyi, tecavüzü oranında cezalandırmayı vacip kılmıştır Yapilan tecavüz, eğer yaşamanın ancak kendisiyle tahakkuk edebileceği bir şeye karşı işlenmişse, verilen ceza da o nispette ağır olur Eğer tecavüz bazı zorunluluklar karşısında yapılmışsa verilen ceza, öncekine nisbetle biraz hafif olur Yapılan tecavüz, eğer yaşamayı tamamlayıcı veya konforu sağlayıcı bir şeye karşı işlenmişse, verilen ceza, öncekilerine nispetle daha da hafif olur
Görüldüğü üzere had ve kısas gibi cezalar, kulların maslahatı için veriliyorlar» Önce de anlattığımız gibi bu cezalar, aslında kullar için bir rahmettir Aynı şekilde islam devleti de kullar için maslahat ve rahmet vasıtası olmaktadır Bu devlette Cenab-ı Allah´ın şu kavl-i şerifi gerçekleşir: "Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik" (Enbiya ıo7)
Hz Peygamberin İlk Faaliyetleri
Rasulüllah (s a v )in Rabbi´nin emriyle kurmuş olduğu İslam devletinden bahsederken, bu devletin esaslarına işarette bulunmuş, ancak sistem ve hükmünü detaylı olarak ele almamıştık Burada ayrıntılara girmeden kısa ifadelerle bu devletin amaçlarını açıklamaya çalışacağız Böylece iki şey bilinmiş olacaktır:
1 İslam devletinin dayandığı temeller, heveslere boyun eğmeyen, düşüncesizce taklid güdülerine tabi olmayan selim akılların benimsediği ilkelerdir Bu ilkeler arasında, gelip geçici heveslere kapılmak yoktur Bu ilkeler, Allah Taala tarafından gönderilen vahiy vasıtasıyla Kur´andan ve sünnet-i nebeviyye-den alındıkları için, istikrarsızlık göstermezler Bu ilkeler, insanların maslahatlarına da uygundurlar Arabinin birine: "Mu-hammed´e niçin iman ettin?" diye sormuşlar Nefsi ve fikri müstakim olan arabi, şu cevabı vermiş: "Muhammed´in yap dediği bir iş için aklın yapma dediğini görmedim Muhammed´in yapma dediği bir iş için de aklın yap dediğini görmedim "
2 Bazı kimseler, haksız iddialarda bulunarak dinin sadece ibadetten ibaret olduğunu söylüyorlar Onlara göre dünya işlerini düzenlemek insanların göreviymiş Allah´a yapılan ibadet, ona yapılan bütün taatleri kapsar* O´nun emrettiği ve yasakladığı her şeye riayet etmek, O´na yapılan taatlerdendir
însani tecrübelerde, zulmü önleyen, hakkı yerine getiren, adaleti uygulayan, îslami bir devletin kurulmasını teyid ederler Bilindiği gibi en eski çağlardan beri bazı devletler kurulmuş, bazı devletler de yıkılmış; halk tabakası da zorba hükümdarın yönetimleri arasında zayi olup gitmişlerdir Hükümdarlar ne kadar zorbalık yapmışlarsa, umumi zulüm de o kadar devam etmiştir Romalılar zamanında da halk tabakası, kendileri üzerinde hegamonya kuran mütegallibenin bir avı haline gelmiştir
îslamda yönetim tarzını düzenleyen Kur´an-ı Kerim, halkın kendi kendini yönetmesini savunur Yönetici, önce Allah´a karşı sorumlu olup evvela o´nun hükümlerini uygular Daha sonra o, halka karşı sorumludur Onlara haksızlık etmez, zorluk çıkarmaz Ancak Allah´ın hükmü gerektirirse, onlara bazı hususlarda baskı yapıp zor kullanabilir
Kardeşlik
Peygamber (s a v ) efendimiz Medinedeki çalışmasına, îslam toplumunu meydana getiren bireyler arasında önemli bağlar kurmakla başladı Değişik soylardan ve çeşitli mekanlardan gelen insanları içine alan Bir birlik oluşturdu Değişik nesep ve kabilelerden kurulan bu toplumda şuur birliği vardır, insanları bölüp parçalayan farklılıklar yok edilmiş; ayrıcalıklar kaldırılmıştır
Hz Peygamber Medine´ye geldiğinde, göç eden diğer müslü-manlarla birlikte kendilerini bağırlarına basan yardım eden ensar ile karşılaşmıştı Fakat Medine´nin yerlileri arasında akıtılmış olan kanlar henüz kurumamıştı Yerliler arasında karşılıklı düşmanlık ve nefret duyguları vardı Aynı yerde yaşadıkları halde birbirinden nefret eden insanların gönüllerini birbirine ısındırmak için çalışmaya başladı Bu gibi insanlar, gönüllerini birbirine sıkı sıkıya bağlayan şartlar olduğu sürece kardeşlik içinde yaşarlar Bu şartların başında da Allah´a iman etmek, O´nun ahkamına boyun eğip teslim olarak, kainattaki varlıkların en temizi olan Muhammed (s a v )in gölgesinde O´na itaat etmek gelir
"Ravz´ül-Enf adlı eserinde Süheyli der ki: "Rasulüllah (s a v ), Medine´ye indiklerinde, gurbet yalnızlığını gidermek, aile ve aşiretlerinden ayrılanlar dolayısıyla duydukları kimsesizliği ortadan kaldırmak, birbirlerine güç vermelerini temin etmek için, ashabım birbirlerine kardeş yaptı "
Anlatılan bu husus, kardeşliğin hedeflerinden sadece bir tanesidir Ama öncelikle ve bizzat kardeşlik, inanmış toplum birliğini oluşturmaya yönelir Bu sebeple de önce Muhacirlerle En-sar, arasında ikinci olarak da Evs ve hazreç kabileleriyle, ensar arasında kardeşlik kuruldu Böylece Rasulüllah (s a v ), müslü-manlarm aralarındaki gediği, dostluk ve ülfetle kapatmış oldu Dostluk ve ülfet, kalpleri yanyana getirir, aradaki nefreti giderir Bu kardeşlik, şerefli asilzade ile güçsüz kölenin birbirlerine alaka göstermesi ve kardeş olmaları için tesis edildi Bu sebeple önce Hamza bin Abdül Muttalib ile, Rasulüllah´ın azatlı kölesi Zeyd bin Harise, birbirlerine kardeş ilan edildi Önce de belirttiğimiz gibi, bir cemaat oluşturmak ve eşitlik prensibini pratik olarak yerleştimek için böyle bir kardeşlik şarttır
îbn îshak "Siret" adlı eserinde şöyle diyor: "Rasulüllah (s a v ) muhacirlerle ensardan oluşan ashabı arasında kardeşlik tesis etti Onun söylemediği bir sözü ona mal etmekten Allah´a sığınırız Bize ulaşan habere göre, "Allah için kardeşler olun" demiş, sonra da Ebu talib oğlu Ali´nin elini tutarak "bu benim kardeşimdir" buyurmuştu Rasulüllah (s a v ); Peygamberlerin efendisi, takva sahiplerinin imamı, kullar arasında, eşi ve benzeri bulunmayan alemlerin rabbi´nin elçisiydi Ebu Taliboğlu Ali ile kardeş oldu Allah´ın ve Rasulünün aslanı Abdülmuttalib oğlu Hamza, Rasulüllah (s a v )in azatlısı Zeyd bin Harise ile kardeş oldu Uhud gününde savaşa katıldıklarında, ölümle karşılaştığı sırada Hz Hamza vasiyetini kardeşi Zeyd´e yapmıştı Ebu Talib oğlu Cafer ile Muaz bin Cebel de kardeş olmuşlardı Ebubekir es-Sıddık (r a ) ile Harice bin Zübeyr de kardeş olmuşlardı Böylece peygamber efendimiz, muhacirlerle ensardan kardeş olanları birer birer saymış, Müezzini Bilal´in de Ebu Ru-vayha ile kardeş olduğunu ilan etmişti Bu ikisi arasındaki kardeşlik, Rasulüllah´ın kardeş kıldığı diğer sahabiler arasında olduğu gibi kopmaksızm devam etmişti
Emirül mü´minin, Hattab oğlu Ömer (r a ), Şam´da nüfus kütüklerini düzenletirken Bilal de oraya gelmiş, mücahid olarak orada ikamet etmişti Hz Ömer, kiminle aynı kütüğe kayd olmak istersin?" diye sorunca o da, "Rasulüllah beni kendisiyle kardeş yaptığı için Ebu Ruvayha´mn kütüğüne kaydet Çünkü ondan hiç ayrılmayacağım" demiş, bunun üzerine Hz Ömer de-Bilal (r a )´i; Ebu Suvayha ile aynı kütüğe kaydetmişti
îbn Kayyum, Hz Peygamberle Hz Ali´nin kardeş oldukları konusundaki rivayeti kabul etmemiş ve bu konuda şunları söylemiştir: "Peygamber efendimiz, muhacirlerle ensarı kardeş kıldıktan sonra, ikinci olarak muhacirleri kendi aralarında birbirleriyle kardeş yapmıştır Bu arada Ali´yi de kendisi kardeş edinmiştir Kesin olan, birincisi, yani muhacirlerle ensarm birbirleriyle kardeş kılınmalarıdır Muhacirler İslam kardeşleri, hemşeri ve akraba oldukları için, ayrıca kendi aralarında birbirleriyle kardeşlik tesis etme ihtiyacında değillerdi
Eğer bu durumda Peygamber efendimiz bir kimseyi kendine kardeş edinecek olsaydı; insanlar arasında en çok sevdiği hicret yoldaşı, mağara arkadaşı, sahabilerin en faziletlisi ve en üstünü olan Ebubekir es-S,iddık´i seçerdi Zaten bir defasında şöyle buyurmuştu: teYeryüzü halkından bir kimseyi dost edinseydim, mutlaka Ebubekir´i dost edinirdim
Görülüyor ki tbn Kayyım, çok uzak bir ihtimal olduğu için, Hz peygamberle Hz Ali´nin kardeş olduklarını bildiren rivayeti reddetmiştir Ancak o, kardeşliğin, sadece muhacirlerle ensar arasında tesir edilmiş olduğunu kabul etmiştir Çünkü muhacirlerin ensarm destek ve korumasına ihtiyaçları vardı Onun için ensar ile kardeş kılındılar Kendi aralarında kardeş kılınmaya ihtiyaçları yoktu Aynı şekilde ensarm da kendi aralarında kardeş kılınmaya ihtiyaçları yoktu
Bu konuda Ibn Kayyım, İbn Kesir´e muvafakat ederek, îbn tshak´m nakilleri hususunda şöyle demiştir: "îbn îshak´ın anlattığı bazı şeyler üzerinde düşünmek gerekir Peygamber efendimizin herhangi bir kimseyle kardeş olduğu iddiasını bazı alimler reddetmekte ve bu konuda gelen rivayetlerin sahih olmadıklarını söylemektedirler Çünkü birbirlerine destek olmaları ve kalplerinin birbirine ısınması için muhacirlerle ensar birbirlerine kardeş kılınmışlardı Oysa Peygamber efendimizin ensar veya muhacirlerden herhangi biriyle kardeşlik tesis etmesinin gereği ve anlamı yoktu Zeyd bin Harise ile Hz Ham-za´nın kardeş kılınmaları için de bir sebeb yoktu Ancak şunu söylemek gerekir ki, peygamber efendimiz, Hz Ali´nin idaresini başkalarına yüklememiş´tir Çünkü onu babası Ebu Talib´in sağlığında küçük bir çocuk olarak yanına almış ve bakımını, nafakasını üstlenmiştir Aynı şekilde Hamza (r a )da, Zeyd bin Harise´nin idaresini ve nafakasını üstlenmiş ve bu bakımdan peygamber efendimiz onları kardeşi ilan etmiş olabilir Doğrusunu Allah bilir " [1]
Biz, gerek muhacirlerin, gerek ensarm kendi aralarında kardeşlik tesis ettikleri görüşünü kabul ediyoruz Çünkü İbn Kesir, bu ispatlayıcı rivayetin şahinliği üzerinde konuşmamış tır* Kardeşlik tesisinin sebebini muhacirlerin ensarlı kardeşlerinden yardım ve şefkat görmelerinei bağlamak delilsiz bir görüştür Aksine bu, Kur´an-ı Kerim´in de açıkça belirttiği gibi, hicretin, yardım ve barındırmanın zahirine dayanılarak ileri sürülen bir iddiadır Zanmmıza göre sahabiler arasında kurulan kardeşliğin, amacı sadece birlik-beraberlik ve şefkat değildir
Bu kardeşlik başka sonuçlar da doğurmuştur Şöyle ki;
1 Güçlü ile zayıf arasında dostluk ve ülfet akdi yapılmış; müminler, birbirlerine dost ve arkadaş olmuş, kimse kimseye karşı üstünlük taslamamıştır Soylu ve şerefli Hamza´nın, daha Önceleri köle olan azatlı Zeyd bin Harise ile kardeş kılındığını söylemek, her halde bunu anlamamız için yeterli olur Zeyd, daha önceleri köle iken RasulüllaMs a v ), onu azad ederek ihsanda bulunmuş, onu yüceltmiş, kendine evlad edinmişti: "Cenab-ı Allah (Rabbiniz) evlatlıklarınızı da oğullarınız gibi tutmanızı meşru kılmamıştır"(Ahzab: 4) buyurarak evlat edinmeyi haram kı-lıncaya kadar, da Rasulullah onu evlatlık olarak tutmuştu Onu, Abdülmuttalib oğlu Hamza´ya kardeş kılması da, Rasulullah (s a v )in hikmetli işlerinden biriydi
2 Muhacirler, muhtelif kabilelerdendiler Kureyşlilerin bir kısmı, birbirleriyle rekabet halinde olan ailelere mensuptu Şu halde aralarındaki asabiyeti yok etmek, islam kardeşliğiyle onları bir araya getirip birleştirmek gerekiyordu
3 Ensar da kendi aralarında birlik ve beraberlik içinde değildi, îslama girmek üzereyken bile, ensarı oluşturan Evs Haz-reç kabileleri arasında düşmanlık ateşi alevlenmekteydi Şu halde, aralarındaki bu düşmanlığı unutmalarını sağlamak için çalışmak gerekiyordu Bu da Muhammedi kardeşlikle mümkün olabilirdi
4 Peygamber (s a v ) sahabileri birbirleriyle kardeş ilan ederken, bu müesseseyi, kendisinden sonra da müslümanları bir araya getirecek bir şekilde devamlı hale getirmiş oluyordu Kardeşlik, gelip geçici bir olay dolayısıyla kurulan bir bağ ve sadece muhacirlerle ensar arasındaki ülfeti sağlayan bir olay değildi Aksine bu, tüm müminleri birleştiren bir iksir ve tüm müslümanlarca uyulması gereken bir nizamdı Kardeşlik nizamına asr-ı saadetten sonra belki daha büyük ölçüde ve daha şiddetli derecede ihtiyaç duyulacaktı Bu sebeple velayet bağları ortadan kalkmadı Bu bağlar, daha sonra İslama giren arap ve arap olmayanlar arasında da varlıklarını korudular
Kurulan kardeşlik, amacına ulaştı ve meyvesini verdi Mümin gönüller sevgiyle birbirlerine bağlandı Buhari, Müslüm ve Ahmed bin Hanbelin rivayetlerine göre, Abdurrahman bin Avf hazretleri Medine´ye geldiğinde Peygamber efendimiz, onunla Sa´d bin Kebi´ el-Ensari´yi kardeş kıldı Sa´d, kardeşi Abdurrah-man´a dedi ki: "Sen benim kardeşimsin Medinelüerin en zenginiyim Bak, malımın yarısını sana vereyim Nikahımda iki eşim var Bak, hangisini beğeniyorsan onu senin için boşaya-yım da onunla evlen " Sa´d´ın bu önerisi karşısında Abdurrahman: "Allah, malım ve aileni sana mübarek etsin Siz bana çarşının yolunu gösterin" dedi Yolu gösterdiler; çarşıya gitti Alışveriş yaptı, kazandı; biraz yağ ve çökelek getirdi Allah´ın dilediği kadar bir süre daha aradan geçtikten sonra, bu defa üzerine (yeni evlilere mahsus) safran yağı sürünmüş vaziyette geldi Rasulüllah (s a v ), ona, "Ne haldesin?" diye sordu O da, "bir kadınla evlendim" deyince Resulüllah (s a v ) "Bir koyun (kesmekle de olsa düğün yemeği yap" buyurdu
- Muhacirler barınacak bir yer ve kendilerine yetecek kadar azıktan başka bir şey beklemiyorlardı Buhari , Ebu Hürey-re´nin şöyle dediğini rivayet eder: "Ensar, peygamber (s a v ) efendimize : ´Hurmalıkları bizlerle kardeşlerimiz arâsınaapay-laştır" dediler Peygamber efendimiz: "Hayır  sadece hurmalarda size ortak olsunlar" dedi Ensar da: "îşittik ve itaat ettik" cevabını verdiler Muhacirler, ensar kardeşlerinin kendilerine yaptıkları ikramları fazla buluyorlardı, imam Ahmed bin Hanbel, Enes (r a )in şöyle dediğini rivayet eder: "Muhacirler dediler ki: "Ya Rasulüllah! Yanlarına geldiğimiz bu (Medineli) kavim gibi, azdan çok güzel iyilik eden, çoktan da çok güzel harcayan bir kavim görmedik Bize yeterince azık verdiler Rahat ve huzurlarına da bizi ortak ettiler Bu durumda bütün sevabı onların alacaklarından korkuyoruz " Rasulüllah (s a v ) buyurdu ki: "Hayır  Siz onlara övgüde bulunduğunuz ve onlar için Allah´a dua ettiğiniz müddetçe Öyle olmayacaktır "
Peygamber efendimiz, ensarın kendilerinden istifade etmeleri için muhacirleri çalıştırıyordu Nitekim ensar da onları barındırmış ve onlara yardımcı olmuşlardı Rivayete göre Peygamberimiz (s a v ) ensara hitaben şöyle demiştir: "(muhacir) kardeşleriniz, mal ve evlatlarını bırakarak size geldiler " Ensar da: "tkta usulüyle mallarımızı aramızda taksim edelim" dediler Peygamber efendimiz "Bundan başka bir yol bulunamaz mı?" diye sordu; onlara Övmeye devam etti; sonra "onlar çalışmasını bilmeyen bir kavimdir Siz onların azıklarını verin Ürünlere onları da ortak edin " dedi Muhacirlerin ensarla birlikte çalışmalarını ürünü de bir pay araziye, pay da emeğe olmak şeklinde bölüşmelerini uygun görmedi "
Medine Halkı Arasındaki Yakınlık ve Dostluk
Muhacirlerle ensar arasında olduğu gibi, muhacirler kendi aralarında ve yine ensar da aralarında kardeş ilan edildiler Böylece müslümanlar biraraya getirildi; kardeş kılındı, bu kardeşler birbirleriyle yardımlaşma içine girdiler Kişisel dostluk bağlarının pekiştirilmesi demek olan kardeşlik toplumsal birlik ve beraberliğin temel esasıdır Ancak bütün bu bağların kurulmasında ailevi ve kabilevi ilişkilerin düzenlenmesi, kardeşlik şeklinde bireyler arasında yardımlaşma zemini hazırlandıktan sonra, batınlarla kabileler arasında da yardımlaşma zemininin hazırlanması gerekiyordu Bütün bu toplum birimlerinin hayırda yardımlaşmak, günahı aralarından uzaklaştırmak, bu amaca ulaşmakta el birliği etmek esası üzerinde birbirleriyle bağlantı kurmaları gerekiyordu
îşte bu maksatla peygamber (s a v ) efendimiz; muhacir, ensar, yahudi ve puta tapmaya devam eden müşrikler gibi Medine-i münevvere sakinleri arasında birlik-beraberlik tesis etmek için çalışmaya yöneldi "El-Bidaye ven-Nihaye" adlı tarihinde Hafız tbn Kesir, konuyla ilgili olarak şöyle der:
"Medine´de Kaynukaoğullan, Nadiroğulları Kurayza oğulları gibi yahudi kabileleri vardı Bunlar Hicaz´a Evs ve Hazreç kabilelerinden daha önce yerleşmişlerdi Taberi´nin anlattığına göre Buhtun´ı nasz (Nabokodo Nasser)in Kudüs taraflarını tah-rib ettiği sıralarda Hicaz´a gelmiş ve orayı yurt edinmişlerdir
Seyl-i arim sırasında Yemen´in parçalanması ve insanların gruplar halinde orayı terketmeleri üzerine Evs ve Hazreç kabileleri de Yemen´den Medine´ye gelmiş ve oraya yerleşmişlerdi Yahudilere komşu ve müttefik olmuşlardı Peygamberlerden intikal edegelen ilimlerin faziletini üzerlerinde gördükleri için yahudilere benzemeye çalışmış ve benzemişlerdi
Hicretten sonra yahudiler mü´minlere ve peygamber efendimize diş bilemeye başlamışlardı Çünkü Peygamber efendimiz Hz îshak´ın değil, Hz ismail´in neslindendi Halbuki daha önceleri yahudiler, peygamber efendimiz vasıtasıyla müşriklere karşı üstünlük sağlayacaklarını umuyorlardı Evsafını bilip tanıdıkları peygamber efendimiz geldiğinde ise onu inkar ettiler
îbn Kayyum, hicretten sonra Medine-i Münevvere´de çeşitli gruplardan oluşan bir nüfus meydana geldiğini söyler Orada muhacir ve ensardan oluşan müminler; Kaynukaoğulları, Nadiroğulları ve Kurayza oğulları kabilelerine mensup yahudiler, müşrikler vardı Dışarda bulunup peygamber efendimize kin ve adanet besleyen düşmanlar da vardı îbn Kayyum bu konuda şöyle der: "Peygamber (s a v ) Medine´ye geldiğinde, kafirler üç kısım olarak ona karşı tavır aldılar;
Birinci kısım: Bunlar onunla barış yaptı Anlaşma gereği olarak bunlar, peygamber (s a v) ile savaşmayacak, kendisine karşı cephe oluşturmayacak, onun düşmanlarına-yardım etmeyeceklerdi Kendileri de kafirliklerini devam ettirdikleri halde, canları ve malları hususunda emniyette bulunacaklardı
İkinci kısım: Bunlar peygamber efendimize ilişmedikleri gibi, onunla savaşmamışlar ve barış da yapmamışlardı Hz Muhammed ile ona iman eden müminlerin sonlarının ne olacağım beklemişlerdi Bunlardan bazıları, kalben peygamber efendimizin güçlenip yükselmesini ve muzaffer olmasını istiyorlardı Diğer bazıları da her iki taraftan bir zarar görmemek ve emin olmak için -kalben onun düşmanlarıyla beraber olduğu halde- görünürde onun yanında yer alıyorlardı Bunlar, üçüncü kısmı oluşturan münafıklardı Peygamber (s a v ), rabbinin kendisine verdiği emre uygun şekilde bu gruplara muamelede bulundu "
Peygamber (s a v ) Medine?ye geldi Bu gruplarla karşılaştı Ama bu grupların hepsi aynı zamanda ortaya çıkmadılar Nifak grubu, tarihi olayların da işaret ettikleri gibi, büyük Bedir gazası zaferinden sonra ortaya çıkmıştır, diş bileme ve düşmanlıklarını açığa vurmaya başladılar Kötülük yapmaya karar verdiler Bunun üzerine kendileriyle savaşıldı ve sonunda sürgün edildiler O esnada münafıklık zuhur etti Peygamber efendimizin bazı düşmanları da, müslüman olduklarını ilan ettiler Yukarda anlatılan grupların ortaya çıkış tarihleri ne olursa olsun, kesin olan husus şudur ki, peygamber efendimizin karşısına düşmanlıkla çıkan, onu yurdundan sürgün eden Kureyş müşrikleri vardı Mekkeden çıkarılması her ne kadar mukadder bir şeydiyse de, hicret zorunlu hale gelmişti Nitekim buna daha önce de işarette bulunmuştuk, peygamber efendimizin karşısında yahudiler vardı Bunlar, Medinelilerle bir arada yaşıyorlardı Mekan ve komşuluk bakımından birbirlerine yakın, ama inanç bakımından birbirlerine uzak idiler Bunlardan başka peygamber efendimizin karşısında; müminlere ilişmeyen, onlarla savaşmayan ve düşmanlarıyla elbirliği etmeyen kimseler bulunuyordu Peygamber efendimiz, kendisinin düşmanlarına galib olmasını arzulayan, ya da düşmanlarının kendisine galib olmasını arzulayan, ya da düşmanlarının kendisine galib olmalarını temenni eden kimselerin kalplerini keşfedecek durumda değildi O, Allah´ın şer´i hükümlerini zanıre göre uyguluyor, gizli kalan hususları ise Allah´a bırakıyordu Her ne kadar tedbirli ve ihtiyatlı olmayı emrediyorsa da, saklı kalan tarafları Allah´a havale ediyordu Şeriat koruyucusu Allah Teba-reke ve Teala, kutsal kitabında şöyle buyurmuştur: uEy inananlar, tedbirinizi alın!" (Nisa 7i)
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|