Yalnız Mesajı Göster

Hititler ( İ.Ö. 1660 -1190 )

Eski 06-13-2009   #2
Şengül Şirin
Varsayılan

Hititler ( İ.Ö. 1660 -1190 )



Hititler ( İÖ 1660 -1190 )


Osmanlının son döneminde ortaya çıkan Türkçülük akımı "yurt" kavramını değil, "ırk" kavramını öne çıkarmıştı Oysa "yurt" önemliydi;ama "göçebe" bir toplum için yaşadığı topraklar yani yurt değil, obası önemlidir Akrabalık, dil ve din bağlantısı yurttan önce gelir;yani soy sop, yurttan önce gelir Biz Anadolu' luyuz artık, Orta Asyalı değil Bunu kabullenmeliyiz Bu topraklar, Hititlerin, Hattilerin yaşadığı topraklar Bir uygarlık beşiğinde yaşamaktan mutlu olmayı öğrenmek için vakit geç değil mi? Melih Cevdet Anday' ın aktardığına göre Prof Fuat Köprülü Hititleri kastederek : " Bu bücür insanların torunu olmaya gönlüm bir türlü razı gelmiyor" demiş( Cumhuriyet, 27 Eylül 1996)
Belki Fuat Köprülü’nün sözünü ettiği Hititler kim diyeceksiniz Hititler, Anadolu’daki en eski uygarlıklardan biri Hitit Krallığı, İÖ 1700'de kuruldu Bu krallık kuruluncaya değin, tarihin hammaddesini oluşturan siyasal askeri olaylardan söz eden yazıtlar ele geçmemiştir İÖ 1700-1200 yılları arasını (Geç Tunç Çağı) Hitit belgeleri aydınlatır


Hititler, insanlara ilk kez buğday üretmeyi, yaşamın denizde başladığı bilgisini, mızrak uçlarında ve kamalarda kullanılan sert obsidyen taşını, atla çekilen ve savaş sanatını temelinden değiştiren iki tekerlekli savaş arabasını, ilk metalurji bilgisini, parşömen üzerine yazmayı ve alışverişte gümüş ve altın para kullanmayı sunmuş bir kavimdir(Oral Sander,Siyasi Tarih, s:25)


Hititler, Ankara’nın doğusundaki Kültepe’ den (Neşa) kalkar Boğazköy’ü alır, sonra da yeniden Kappadokya’yı alırlar Sonra da Toros Dağlarını aşıp Adana Ovasını etkilerine alır Troia’yı kuşatan Yunanlılar, Hititleri hiç bilmez görünür İlyada’da Troialıların birleşiklerinin listesini verirken Homeros’un Anadolu halklarıyla ilgili bilgisinin yarımadanın çevre bölgesinde oturanlarla sınırlı olduğu ortaya çıkar Bunu şöyle açıklayabiliriz: Homeros’un zamanında Yunanlı yerleşmeciler Anadolu’nun güney ve batı kıyılarından içerilere girememişler ya da Karadeniz’in dar kıyı şeridine takılıp kalmışlardırO sırada Frigler, Lidler ve öteki kavimler iç bölgenin mirasçısı olmuşlardı
Anadolu’nun ilk dönem tarihi üzerinde coğrafyanın karmaşık etkisini daha açık biçimde anlayabilmek için, önce İç Anadolu platosunun iklimine ve yaşama koşullarına bakalım Bir kere, Tuz Gölü’nün çevresinde oldukça geniş bir alan aslında çöldür, daha büyük bir kısım ise bozkırdır Burada koyunun keçinin otlayacağı kadar yeşillikten fazlası yetişmez Havanın çok sıcak olmadığı yaz aylarında nehir vadileri dışında su kıttır Kara kışın ayazı, kar havası köylünün yaşamını zorlaştırır


Hititlerin, imparatorluğunun büyüklüğü ve gönenci konusunda kuşkuya yer bırakmayacak kanıtlarıyla bildiğimiz tek Tunç Çağı ulusunun, niçin yurt diye ve yönetim merkezi olarak Anadolu’nun çekiciliği olmayan bu bölgesini seçtiğini anlamak kolay değildir Hititlerin tarihinde ve sanatında görülen karakterinin kimi yönlerini, platonun süslü olmayan eril doğa görünümüyle içli dışlı olmaya, giderek böylesine çetin çevrenin kabul ettiği dünya zevklerinden el çekme anlayışına yorası geliyor insanın Aynı ölçülerin günümüz Ankarası için geçerli olduğunu söylemek haksızlık olur Bu kentteki hoş yaşam insan eliyle geliştirilmiştirAyrıca İstanbul’a ve deniz kıyısına kaçmak için işlek bir yolu vardır Gene de Osmanlı döneminde Ankara’nın en çok bilinen siyasal sürgün yeri olduğunu kimse yadsıyamaz


Şimdi tam karşıya, yarımadanın “iskele” ucuna dönelim Güneybatısında derin girintili çıkıntılı kıyısı olan Ege’de dört büyük nehir vadisi vardır Kaikos(Bakır Çayı), Hermos(Gediz Çayı), Kaystros(Küçük Menderes) ve Maiandros(Büyük Menderes) “Akarsu çağlayanlarıyla dolu, güleç bir ülke; bitek vadileri, dağlarını örten yüzyıllık ormanları, kıyıları olan bir ülke Bu ülke bir zamanlar Yunanlıların oldu, burada kentler kurdular, tepelerini tapınaklarla taçlandırdılar, tez canlı mizaçlarıyla durmaksızın kentin havasına canlılık kazandırdılar”(WRRamsay)
Herodotos, “bildiğimiz hiçbir ülkeye gökyüzü, mevsimler böylesine lütufkar olmamıştır” derken pek abartmıyordu Çünkü, Ege kıyısında kışlar Yunanistan’da olduğundan ılık, yazları meltem orada olduğundan süreklidir, toprak daha verimlidir, ortalama 50 santim yağışla ürün alınır Meyve boldur, özellikle incir için buradakinden uygun hava olmadığı söylenir Zeytinlikler, bağlar ülkesidir; hızla akan nehirlerin yukarısındaki tepelerin yamaçları ormanlarla kaplıdır Bu bölge düzlüklerin ve otlakların uzandığı platoya pek benzemez, platonun doğası da daha uzaktaki Doğu Anadolu Alplerinin doğasına benzemez

Asıl plâto, yaklaşık olarak kuzeyden güneye Eskişehir, Afyon, Dinar çizgisinde biter Bu çizgiyle kıyı arasında verimli otlak ve ormanları olan artbölge vardır Zamanında Yunan kentleri gemi yapımı içir keresteyi, bir çok işte kullanılan, adını Pergamon’dan(Bergama) alan parşömen için deriyi buradan sağlarlardıYarımadanın güney ve kuzey kıyıları farklı özellikler gösterir Her iki kıyı da, Anadolu tarihinde küçük roller oyhnamıştır Akdeniz’de bölge coğrafyasının değişik etkileri üç ayrı yörede sergileniyor Bölgenin doğu ucunda Amanos ile Toros Dağları denizden uzaklaşarak yerlerini kıyıda “Cennet Nehirleri” Saros ile Pyramos’un ( Seyhan ile Ceyhan) bir uçtan öteki uca suladığı geniş alüvyonlu topraklara bırakırlar Burası yaz aylarının nemli sıcağı, kış yağmurlarının bolluğuyla ünlü Çukurova’dır(Kilikia) Adana ovasında tarihöncesinin ilk dönemlerinde Neolitik Çağ’ın çifçileri yerleşmeye başlamı, böylelikle Suriye ve Anadolu platosundaki koşut gelişmelerle aralarında bir bağ kurmuşlardır Her iki ülkeyle de kültürel bağları olan bu bölge, Tunç Çağı boyunca, Hurri soylularının elinde, “Kizzuvadna” adıyla Hitit İmparatorluğu’nun ayrılmaz parçası olmuştur Torosların dirseğinde, dağların denizden yükseldiği yerde, Kilikia’dan ayrılan küçük kıyı ovasının adı Yunan-Roma çağında Pamphylia (Antalya) idi Haritadaki görünüşünden buranın da nehirlerin getirdiği alüvyonlu topraklanrdan oluşmuş düz bir ova olacağını sanırsınız Ama tam tersine, kumulların kesiştiği ve yer yer çalılıklarla örtülü, dalgalı bir arazidir burasıİklimi bile Adana ovasından farklıdır Öyle görünüyor ki, ilk yşerleşmeciler Akdeniz’in bu kendine özgü köşesini atlayıp geçmişler, bölge, Yunanlılar gelip yoğun biçimde yerleşinceye değin, tarihte pek bilinmemiş (Çevirenin notu: Yazar, tarihöncesi dönemi dikkate almamıştır) Antalya’nın (ta Helenistik çağa kadar kent diye bir şey olmadı üzerinde) batısında belirgin bir bölge daha var: Lykia Burası Hititlerin Lukka Toprakları dediği yer olmalı Düzlüklerin aksine, yüksek dağların birbirini kestiği bölgede, dimdik uçurumlar doğrudan denize iniyor Daracık geçitleri olan bu garip dağlık bölgenin içinde ve yüksek bölgelerde, dilleri başka dillere benzemez yerli bir halk otutururdu Bu insanlar Tunç Çağı’nda başlayıp Hıristiyanlık döneminde de süren bir azimle kendi kültürel geleneklerini korumuşlardır


Karadeniz kıyıları, batı ve güney kıyılarına pek benzemez Kıyıya koşut (paralel) sıradağlar kıyıda dar bir şerit bırakıp yamaçlardan akan sellerle yarılır Derin boğazlardan geçip kendine yol açarak platodan inen iki büyük nehir, Yeşilırmak ile Kızılırmak (İris ile Halys), iki yerde delta oluşturmuş Kıyıların büyük kesimi sürekli esen rüzgarlarına açıktır Yaz aylarında bile serin ve çoğu zaman yağmur getiren bu rüzgarlar ılıman bir iklim yaratır İklim, buğdaydan çok , (Amerika anakarasından geleli beri) mısır üretimine, en çok da fındık yetiştirmeye uygundur Yalnız Trabzon (Trapezus) yöresinin en doğusunda, Kafkasların başlıca kuzey rüzgarlarından koruduğu yörede Akdeniz iklimi egemendir Bu yörenin denize bakan yamaçlarında açelya ormlanları, yarı torpik bitki örtüsü vardır Pontos (Karadeniz) ve Paphlagonia (Kastamonu) kıyılarında Yunanlılar geç bir dönemde, gönülsüz, yerleşim bölgeleri kuruncaya değin, bu yörelerin yerli halkı hakkında çok az şey biliniyordu


Kızılırmak Nehrinin (Halys) doğusuna doğru Erzincan ve Malatya yaylalarına yaklaşırken yükseklik artar Plato ile yüksek yaylalar arasında kalan Kappadokia kalabalık bir bölge olarak burada yer alıyor Kayseri (Caesarea Mazaca) sönmüş eski bir yanardağ olan Erciyes (Argaios) Dağı’nın görkemli silüetinin altındadır


Yanardağdan kalan topraklar en çok bağcılığa elverişlidir; ayrıca bölgenin sahip olduğu geniş otlaklar, at yetiştirmedeki ünüyle tarihte yer almaktadır Daha doğuya gidildiğinde, Fırat’ın düz kollarından daha ileride, platodan ve yarımadadan keskin biçimde farklılık gösteren Doğu Alpleri vardır Selçuklu Türkleri 1071 yılında Bizans ordusunu bozguna uğrattığında, ilk olarak, Anadolu’nun bu yüksek doğu bölgelerini ele geçirmişti Bu bölgede strajik merkez olan Erzurum, uzakta Van Gölü’nün yükselmiş suları bulunmaktadır Türk sınırını İran Azerbaycanı ve Sovyet Rusya ile karşılaştığı yerde, Ağrı Dağı’nın ikiz tepeleri deniz yüzeyinden 5195 metreye yükselir


Eski çağların Anadolu’yu oluşturan bu bölgeleri birbirine bağlayan büyük kervan yolları ülkeyi enine boyuna geçmiş, göçlerin ve ticaretin (tecimini) aktığı damarlar olmuş, devletlerin iletişim kanalllaarı haline gelmiştir Bu yolların batıdaki durak yerleri değişiktir Avrupa’dan geçişlerde İstanbul Boğazı ile Çanakkale Boğazı; Marmara’nın derin bir girinti yaptığı koyun sonunda, bir liman kenti Nikomedeia (İzmit); ya da Kyzikos (Bandırma) limanı Bütün bu yönlerden gelişlerde alışılagelmiş yollar Dorylaion (Eskişehir) üzerinden platoya gidiyordu Bugün de tren yolu, Birinci Haçlı Seferlerine gidenlerin geçtiği yolu izler Başka bir seçenek de Ege kıyısındaki büyük liman kentlerinden yola çıkmaktır: Smyrna (İzmir), Ephesos (Efes), Miletos (Milet) ya da Genç Kyros’la ücretli Yunan askerleri gibi, Hermos vadisindeki Lydia başkenti Sardes’ten (Sart) yola çıkılabilir Bu yerlerden çıkan yollar daha sonra yine ünlü olan ikinci bir yerden platoya girer: Kelainai’dır burası (sonraları Apameia, bugünkü Dinar), Perslerin Kral Yolu olan anayol, Sart’tan gelip kuzeydoğuya döner, Friglerin başkenti Gordion’da Sangarios’u (Sakarya) geçer Ankara’dan sonra yol Halys’ü (Kızılırmak) geçip Hitit ülkesine girer ve Kayseri’den doğuya, Anti Toroslar’ın geçitlerinden Malatya’ya, Fırat’a gider Kayseri’den sonra güneye doğru bir kol ayrılıp Bor’a (Tyana) uzanır ve burada Dinar’dan gelip doğuda platonun güney sınırın iuzleyen aşağı yolla karşılaşırDaha sonra iki yol birleşip Torosların ünlü geçidi Kilikia Kapılarından (Gülek Boğazı) geçer

Adana’dan sonra kıyıyı izleyen daha sapa bir yoldan Suriye’ye ya da Amanos dağlarını aşıp Orta Fırat geçitlerine gidilir Kayseri’den sonra da kuzeydoğu yönünde Sivas’a ve daha sonra da Erzurum’a giden eski bir ana yolvardır İlkel araçların bıraktığı tekerlek izleri üzerinde günümüz motoru araçlarının da gittiği bu yol, Erzurum’da ünlü “Transit Yol”a bağlanır Erken çağlarda Transit Yol, Tebriz’den gelen İranlı tecimenleri müthiş geçitlerden geçirip Karadeniz’e getirirdi Ancak ikinci yollar da vardı; örneğin Trabzon’dan batıya giden zorlu kıyı yolu ya da gene kuzeydeki limanları içerilere bağlayan başka yollar Bütün bu yollar, ilerdeki bölümlerde tecimsel ve askeri önemleri ortaya çıktıkça dikkatimizi üzerinde toplayacaktır


Bugün, yarım yüzyıldır süren yol yapımlarından sonra Anadolu’nun çehresi geniş ölçüde değişmiştir Bu değişiklik hem Türklerin hem de yaz aylarında yurt dışından gezemeye gelenlerin lehine olmuştur
(S Lloyd,Türkiye’nin Tarihi, TÜBİTAK Y s: 4-9)

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla