gothicc_girll26
|
Hayat Bu İşte ..
İnsan 5 yaşına gelmeden anlıyor; açlığın öldürdüğünü, soğuğun dondurduğunu, ateşin yaktığını  
Sevgisizliğin insanın canını acıttığını  
Duyguları, nesneleri, kişileri, çevresini tanıyor
Her şey ona çok büyük görünüyor:
Ev, masa, anne, baba 
10'una gelmeden oyunla, sayılarla, harflerle tanışıyor Azgın bir iştahla öğreniyor Kız ya da erkek olduğunu fark ediyor Dünyanın evde, okulda kendisine anlatılandan da büyük olduğunun ayırdına varıyor

15'inde, tam da en çok kendini sevdireceği çağda, sivilcelenen yüzünden, değişen bedeninden utanırken aşkı keşfediyor
Dış dünya kadar iç dünyanın da büyük salonları ve kendisinin bile bilmediği odaları olduğunu, açıldıkça o odalardan devasa bahçelere çıkıldığını hissediyor, büyüleniyor Şarkıların içinde sevdalar gezdirdiğini, şiirin her türden hasreti dindirdiğini anlıyor Aşk acısını öğreniyor Yine de seviyor; ille seviyor, inadına seviyor
20'sinde putlarını yıkıyor, başkaldırıyor, kanatlanıyor
Her şey ona küçük görünüyor:
Ev, masa, anne, baba  
"Dünya küçükmüş; büyük olan benim" efelenmeleri başlıyor
Lakin dünya bunu bilmiyor
O yüzden 20'ler çoğu zaman hayal kırıklıklarıyla geliyor

25'inde ayaklar biraz yere değiyor
Okul bitiyor, iş telaşı başlıyor
Sınıfta öğrenilenlerin akı, sokaktaki gerçeklerin karasına çarpıp grileşiyor
Yolu hızlı gelenler çabuk yorularak, sevdiğini bulanlarsa kalbinden vurularak evleniyor genelde  
5 yıl önce uzak bir ülke olan "istikbal", daha yakına geliyor
"Bir denizde yangın çıkarma" hayali erteleniyor
"Dünya zor"laşıyor
30'unda muhasebeye başlıyor insan:
"Dünya hâlâ beni tanımadı, üstelik galiba ben de dünyayı tam tanımıyorum" dönemi  
Mevcut bilgilerin sorgu yeri  
Kuşkunun beyliği 
Tehlikeli yaşlar: "Bunun nesine hayran oldum ki ben" pişmanlıkları, "Hakkımı yediler" sızlanmaları, sırta saplanan hançerler, çelmeler, dost kazıkları, ağır ağır olgunlaştırıyor insanı  
35, yolun yarısı  
Hiç okul asmadan, evden kaçmadan, bir terasta sevdiğiyle öpüşüp bir çadırda uyanmadan 20'sine gelenler için gecikmiş telafi çağları  
Daha önce hiç yüz verilmemiş ana-babaların sözüne yeniden kulak kabartılan yaşlar  Olgunluğun karasuları  
40'ında eski kotlar dar gelmeye, saçlara ak düşmeye, aile büyükleri yaşlanıp ölmeye başladığında bocalıyor insan  
Panik, kadınları kuaföre sürüklüyor, erkekleri araba galerilerine; ve ikisini birden yeni sevda hayallerine  
Yiten gençliğe, boyalı saçlarla, içe çekilen karınlarla, kırmızı arabalarla çare aranıyor

45'inde "istikbal" denilen o uzak ülkenin toprağına ayak basıyor insan 
Hem ölüm yarınmış gibi, hem hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamasını öğreniyor
Eski dostlar, hatıralar kıymete biniyor
Didişmenin yerini sükûnet, böbürlenmenin yerini nedamet, kinin yerini merhamet alıyor "Keşke"ler "iyi ki"lerle, hırslar hazlarla yer değiştiriyor
Bu dünyayı silkelemekten, daha iyi bir dünya için kavga vermekten vazgeçmeseniz de, öbür dünya umuduna da kulak kabartıyorsunuz, ara sıra  
Kötü karakterli bir genç varmiş Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş "Arkadaşların ile tartışıp kavga ettiğin zaman her sefer bu tahtaperdeye bir çivi çak" demiş Genç, birinci (ilk) günde
tahtaperdeye 37 çivi çakmiş Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her günde daha az çivi çakmış Nihayet
bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış Babası onu yeniden tahtaperdenin
önüne götürmüş Gence "Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahtaperdelerden bir çivi çıkart" demiş
Günler geçmiş Bir gün gelmişki her çivi çıkarılmış
Babası ona "Aferin iyi davrandin ama bu tahta perdeye dikkatli bak Artık çok delik var Artik geçmişteki gibi güzel olmayacak" demiş Arkadaşlarla tartişip kavga edildiği zaman kötü kelimler söylenilir Her kötü kelime bir yara(delik) bırakır
Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin ama bu delik aynen kalacak (kapanmayacak) Bir arkadaş ender bir müchever gibidir Seni güldürür yüreklendirir sen ihtiyac duyduğunda yardımcı olur seni dinler sana yureğini açar" demiş
göl olmak
Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli herşeyden şikayet etmesinden bıkmıştı Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi
Hayatındaki herşeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi
Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı "Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "acı" diye cevap verdi Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:
-"Tadı nasıl?"
"Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak
"Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam, "hayır" diye cevapladı çırağı Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:
-"Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok Istırabın miktarı hep aynıdır Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey, ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış "
|