|
Verus_TR
|
Cevap : Atlantis - Kayıp Uygarlık
ATLANTİS VE ADEMOĞULLARI - BÖLÜM 3' ün DEVAMI
Bu yazımızda biraz olta atacağız belki de zaman zaman sizce fazla uçuk ve fantastik gelebilecek olasılıklarla flört edebiliriz, ancak asıl amacımız bir şekilde gerçekleri ortaya çıkarmaktır Kitabi Mukaddes'te (Eski Ahit ve Yeni Ahit/İncil) Enok kitabından yer yer söz edilir Asırlardır saklanan ve kutsal metinler külliyatından çıkarılan bu kitabın iki farklı nüshası vardır, biri yakın zamanlarda bir Rus manastırında bulunarak Slavonik dilde muhafaza edilmiştir Adı "Enok'un (Haz İdris) Sırlar Kitabı"dır( 8 ) Bu kitapta Enok'un Tanrı tarafından göğe kaldırıldıktan sonra cennet ve cehennem katlarında gördüklerini ve sonradan 360 kitap yazdığını anlatmaktadır İkinci ve çok daha uzun kitap ise "Enok’un kitabı"dır Burada Nefilimlerin devler olduklarını ve tufandan önceki çöküş devrinde onların insanoğlunun yiyeceklerini tükettiklerini ve bunlar da yetmediğinde insanları yediklerini yazıyor Bu kitapta, bu çeşit atıflar, dini çevreleri rahatsız etmişti (San Augustine "Tanrının Şehri") ve kitabın 1772 yılında James Bruce tarafından bir Habeş manastırında bulunana dek, eski ahit külliyatından çıkarılmasına, yüzyıllardır ortandan kayıp olmasına sebep vermişti (9) Bu kitaba göre Samael tarafından idare edilen melekler Hermon dağına inerek insanlara büyü, savaş, kozmetik gibi yasak sanatları öğretiler Daha sonra başmelek Mikhael'in önderliğinde dört baş melek Rafael (İsrafil) Mikayil, Cebrail ve Uriel onları bağladılar yeraltına inen bir çukura atılar Bundan böyle bu dört başmeleğe "Denetçiler" denildi ve onlar dört istikameti, Doğu, Güney, Batı ve Kuzeyi uykusuz gözleriyle gözetlediler Harut ve Marut gibi düşmüş melekler efsanesi böyle gelişti ve daha sonra Legemeton gibi Haz Süleyman'a addedilen büyü kitaplara malzeme oldular Bu da ayrı bir hikaye Belki de Blavasky'nin dediği gibi kutsal metinlerin ezoterik şifrelerini çözmede 7 anahtar kullanmamız gerekir Tekvin'de söz edilen varlıklar melek değil de fiziksel olmalı ki Ademoğullarının kızları ile ilişki kursunlar ve çocukları olsun
Ademoğulları ile birleşerek bir melez ırkı doğuran Tanrı oğulları kimdi? Gerek Tevrat'ta gerek Ölü Deniz'de bulunan Esen kayıtları anlatıyor ki, insanoğulları kadim bir devirde bir genetik aşılanma gördüler Bu o kadar açıkça ifade edilmiştir ki bazı arkeolojik ufologlar uzaydan astronotların (tanrıların) gelip insan evrimini geliştirmek için böyle bir işlemde bulundukları olasılığı ciddi ciddi ele almışlardır Her ne kadar bu yazarlar, kendi tezlerini doğrulamak için bir takım asılsız benzetmeler ortaya atmışsa, Tanrı oğullarının kim oldukları konusunda, kimse tatminkar bir çözüm getirememiştir ve binlerce sene önce, uzaydan gelen ve insandan daha gelişmiş, ancak yinede humanoid (insan türününden) olan varlıkların, insan evrimini hızlandırmak için bir genetik aşılama yapmaları modern mitoslardan da biridir Böyle bir tez doğruysa, o zaman onların insanlarla ortak bir kaynak paylaşmaları gerekir, aksi takdirde onların ne humanoid olmaları, ne de Ademoğullarının kızlarından çocuk yapmaları olasılığı vardır Bu da spekülasyonlar için yeni sahalar açmaktadır, ancak bütün bunlar, tabii ki, birer varsayımdır
Kayıtlar insanı kolayca böyle bir düşünceye sevk ediyor Tanrı oğulların (Beni Elohim) yaratığı bu melez ırk, Grek mitolojisinde Titanlar'a benzer Platon'un belirtiği gibi bir "tanrı" olan Poseidon yerli bir kadınla birleşerek Atlas ve diğer Titan kardeşlerini doğurdu Platon'a göre, Atlantis'i yöneten sınıfta tanrı soyu vardı, ancak zamanla tanrı soyu insan soyuna nispeten azalmıştır ve Atlantis'de bir çöküş, bir dejenerasyon başlamıştı Onlar "yüce ideallerinden sapmaya" başladıkça, sonları hazırlanmaya başlanmıştı Burada kullanılan "tanrı" sözcüğü ele alırken, unutmamak gerekir ki, farklı kültürlü bir toplumdan çevrilmiş bir terimdir Platon tek bir Tanrı'yı öğretirdi, küçük harf başlıklı "tanrı" sözcüğü ise büyük harf başlıklı "Tanrı" ile aynı şey ifade etmez
Irk kavramları, İkinci Dünya Harbinden sonra tabu bir konu haline gelmiştir Ancak, materyalist bir temele dayanan ve Üçüncü Reich mitosunu oluşturan "herenvolk", "ırk saflığı" gibi görüşler yerine, bu kadim görüşlerde melezliğin işlendiğini görüyoruz Ancak, Nuh soyu için, ırk saflığını korumak gibi adetlerin varlığı metinlerde gözükmektedir Bu, hem Yafeti bir kökenden gelen Ariler için, hem de Sami bir kökenden gelen İbraniler için geçerli olmuştur Musevilerin ırkları dışında evlilik yapmaları tabu olduğu gibi, Ariler de benzeri uygulamaları Hindistan'da yürüterek kast sistemini oluşmuşlardır En üstte Ari soyundan Brahminler vardı Onların diğer kastlerle evlenmeleri bir tabudu Hatta, en alt tabakayı oluşturan Sudralar dokunulmazdı Bu adet de, Nuh soyundan olmayan kavimlerinin varlığını ima etmektedir
Ezoterik açıdan, bedeni esas alan "ırkcılık" tezleri geçersizdir Çünkü beden ruhun bir aracıdır Reenkarnasyon yolu ile ruh farklı ırklara, kültürlere enkarne olmaktadır ve böylece deneyimleri zenginleşmektedir Ancak, makro düzeyde, kitlesel açıdan ruhsal evrime paralel olarak gelişen ruha daha uyumlu bir araç sağlamak üzere insan bedeninin de bir evrimden geçirmesi söz konusudur Bu sebeple Nazilerin zorla, kan dökerek empoze etmek istedikleri ırksal evrim, aslında doğal ve birazda planlı ve bilinçli (eugenics) yöntemlerle, ırk ayrımına yer vermeden ileri ki yılarda gerçekleşecektir
O halde, bazı kadim öğretilere göre, soyumuzda her türlü karışımdan geçen biz insanlar, aslında melez bir ırkız, ve hemen hemen her birimiz, her ırktan olanımız, tarih öncesi unutulmuş göçler sayesinde, bu sözde "tanrıların" kanını az veya çok taşımaktayız Ancak, Nuh peygamberi ile ilgili kayıtlar bu tür bir aşılamayı desteklemekle birlikte, aynı zamanlarda farklı türden bir mütasyonu da kutsal kitaplarda ele alındığını görüyoruz
" O günlerde Nuh gördü ki, dünyanın ekseni eğildi, ve felaket yaklaşıyordu
O zaman ayaklarını kaldırarak dünyanın ucunda büyük babasının babası,
Enok'un (İdris) bulunduğu yere götürdü Ve Nuh acılı bir sesle üç kez haykırdı:
Dinle, dinle, dinle, söyle dünyada neler oluyor? Yeryüzü zorlanıyor ve şiddetli
bir şekilde sarsılıyor "
Enok'un Kitabı (64/ 1-3)
Nuh ve Nuhoğulları
Genelde, insan tarihinin 10,000 sene önce biten son buzul çağın gerilemesiyle başladığı inanılır, tabii burada taş devrinden başlayan yükselişten söz ediyoruz Atlantis'in olması gerektiği çağda dünyanın büyük kısmı buzlarla örtülü olmalıydı Bu buzlar hemen hemen Kanada'nın ve Kuzey Avrupa'nın çoğunu kapladığı gibi Güney Amerika'nın bazı kısımlarını örtüyordu Demek oluyor ki, dünyanın etrafında ince bir kuşak uygarlığı barındıracak durumdaydı Aslında dünyanın şimdiki durumu bundan iyi olmakla beraber yine de, onun yuvarlak oluşu ideal iklim açısından güneşi bazı yerleri fazla, bazı yerleri az ısıtmaya ve aydınlatmaya yol açıyor Ancak, buzul çağı ile ilgili bilmediğimiz birçok şey vardır Buzul çağların neden olduklarını bilim adamları saptayamamıştır Bir takın hipotezler ortaya atılmıştır Güneşte periyodik olarak ısı gücün azaldığı veya güneş sistemi zaman zaman soğuk alanlara girdiği ortaya atılmıştır Ayrıca son buzul çağında tropik iklimlerin bitki ve hayvan çeşitlerinin bulunması iklim kuşaklarının yer değiştirdiği tezini güçlendiriyor
Bilindiği gibi İbranilerin kutsal kitapları arkeoloji ve tarih açısından genelde oldukça güvenilir kaynaklar oldukları saptanmıştır Ancak kronolojik kayıtlar daha eski çağlara indikçe güvenilirliği de aynı oranda azalmaktadır Dünyanın Tevrat'ta belirtildiği gibi 6000 yıl önce yaratılmadığı ve en az dört buçuk milyar yıllık ömrü olduğu artık herkes tarafından biliniyor Oysa, 1654 yılında, Ussher adında bir İrlandalı Başpiskopos, Tevrat'taki verilere dayanarak yaratılışın M Ö 4004 yılında, 26 Ekim sabahı, saat dokuzda başladığını iddia etmişti Bazı metin ve hadislere dayanarak, dünyanın yaratılış süresi olan 6 günü, her günü 1,000 veya 50,000 yıl ile çarpsak yinede alınan netice tatminkar değildir O halde, eski İbrani metinlerinin Kuran'da belirtildiği gibi tahrifata uğradığı kanısına varmak mümkündür Oysa, mecazi açıdan, Kuran'da da belirtildiği gibi, Yaratılışın sürdüğü 6 günün, aslında farklı anlama geldiği, ilerdeki bölümlerde ele alınacaktır "Gün" denildiği zaman belirli bir devreyi (bir siklüsü) tamamlayan bir süre düşünüldüğü ortaya çıkıyor Kutsal kitaplarda (Kuran, İncil ve Bhagavad Gita) bu bazen 1000 yıl olarak ifade edilmektedir ("Tanrının nezrinde bir gün bin yıl gibidir"), 6 gün için daha farklı yaklaşımlar da söz konusu Bu konuyu kapsamlı olarak "Siklüsler" adlı bölümde ele alınacağız
|