GöKKuŞaĞı
|
Umudumuzu Ve Hedefinizi Asla Kaybetmeyin
Hedefini kaybeden, kaybolur! Umudunu yitiren, kendini de yitirir… Bu ikisi inanç kaynaklı kavramlardır İnsanı, imanı yönetir Yönetmiyorsa o iman taklittir
Ancak hedefimizin büyüklüğü ölçüsünde büyüyebilir, umudumuz kadar var, imanımızın derinliği nispetinde şartlara meydan okuyabiliriz
Yasak meyveyi yediği için Cennet’ten çıkarılan Hz Havva ile Hz âdem’i hatırlayın: İmanları son derece sağlamdı; birbirlerine kavuşacaklarına inanıyor, o umutla yabani bir dünyanın tüm olumsuz şartlarına direniyorlardı
Aynı anlamda Hz Nuh’u, Hz Yusuf’u, Hz Yunus’u, Hz İbrahim’i, Hz Musa’yı, Hz İsa’yı hatırlayın… Tüm beşeri güç, silah, asker, servet, şöhret Nemrud’un, Firavun’un, Ebu Cehil’in ve Nemrut, Firavun, Ebucehil yüreklilerin elinde iken bile hiçbir tereddüde kapılmadılar, imanlarından, umutlarından, hedeflerinden hiçbir şey kaybetmediler… Bir an bile kararsızlığa düşmediler
çünkü inayet altında olduklarına inanıyor, kendi inisiyatiflerini kullanıp ellerinden geleni yaptıktan sonra Allah’a iltica ile rahatlıyorlardı
Osmanlı ceddimiz bu misallerden hareketle, dört unsurlu bir hayat felsefesi geliştirmişti:
1 Errizku Alellah (Rızkı veren Allah’tır)
2 Tevekkeltü Alellah (Allaha dayan)
3 Ya sabır (Gerektiği kadar sabretmeyi bil, vaktinden önce bahar gelmez)
4 Bu da geçer ya hu! (Her şeyin bir ömrü vardır, sıkıntıları kalıcı olarak düşünüp teslim olma)
Osmanlılar bu cümleleri levhalaştırıp duvarlarının yanı sıra yüreklerine de astılar ve bir tılsım gibi ömür boyu taşıdılar
Ertuğrul, Osman, Orhan, Hüdavendigâr, Yıldırım, Fatih, Yavuz, Kanunî, Murad gibi nice “âbide insan” bu hayat felsefesi ile yetiştirilirdi…
Bu felsefe ile yetişip Peygamber kıssalarıyla pişen yürekler hayattan yakınmayı, ya da şartlara teslim olmayı bilmezlerdi: İmkânsızlıktan imkân çıkarır, engellerin üstüne doludizgin yürürlerdi Aşiretten kısa süre içinde devlete, devletten baş döndürücü bir hızla imparatorluğa yükselişin sırrı, kanaatimce, burada yatıyor Osmanlı’ya Bizans fethini nasip edip, ayrıca hilâfetle Osmanlı’yı taçlandıran İlâhî tercih de, sanki bu hayat felsefesinin gerekliliği ile geçerliliğini tescil ediyor
Biz sürekli şikâyet ederek, yakınarak, bedbinliğe düşerek, dünyayı kurtaracakken engelleniyormuşuz hissiyle bunalarak bir yere varamayız…
Olumsuz düşünceler, tereddütler, umutsuzluklar, yersiz tenkitler ve abartılı böbürlenmeler sadece hizmet alanımızı daraltır, hareket kabiliyetimizi sınırlar… Zaman içinde kıpırdayamaz oluruz
Osmanlı’nın diğerlerine üstünlüğü inancıydı sanırım özünde “İnanıyorsanız, üstünsünüz” hükmünü yaşıyordu Buna o kadar inanıyorlardı ki, herhangi bir konuda başarısız olsalar, şartlardan ve sebeplerden önce kendilerini sorgulamaya başlıyorlardı
Gerçek anlamda inanan insanın yüreğini çökertmek mümkün değildir çünkü onun hiçbir şart altında çökmeyen, çökse de yeniden dirilişi başlatan dinamikleri vardır Dinamiklerini harekete geçirip her çöküntüden çıkar, her zaman yeniden dirilişi başarır, yoluna devam eder  
Yani inanç, insana azim, ümit, hedef, kararlılık ve direnç kazandırır İnanan insan pes etmez, teslim olmaz, şartlara boyun eğmez
Bediüzzaman, “Hakiki imanı elde eden adam dünyaya dahi meydan okuyabilir” derken, eminim bunu kastetmiştir
Dini ve millî tarihimiz hakiki imanı elde etmiş insanların dünyaya meydan okuyuşuyla doludur
Hz Havva ile Hz âdem tanımadıkları bir dünyanın yabani hayatına imanlarıyla meydan okudular…
Hz Nuh imanıyla tufanı, Hz Yusuf kuyuyu ve zindanı, Hz Yunus tükenme anını, Hz İbrahim Nemrud’u, Hz Hacer kuru çölü, Hz Musa Firavun’u, Hz İsa Roma despotlarını, Peygamber’i âlişan Efendimiz (Hepsine selam olsun) ise Ebucehil’in yanı sıra yetimliği, öksüzlüğü, fakirliği, yoksulluğu, ambargoyu, dışlanmışlığı ve gurbeti yendiler  
Soru: İnanan insan niçin her türlü olumsuzluğu yenebilecek kudrettedir?
Cevap: çünkü inanan insan öncelikle kararlı insandır: Son derece kaypak, son derece değişken bir zeminde, değişmez kriterlere, dosdoğru ölçülere sahiptir Bu çok büyük bir avantaj  
Düşünün ki, faşizm, sosyalizm, kapitalizm gibi beşeri sistemlerin yüz yıl bile dayanamayarak çürüdüğü yahut tümden çözülüp çöktüğü bir dünyada, sürekli tazelenip gelen, çağları aşan olaylarla doğrulanan bir inanç manzumesine mensup olmak ne büyük bir imtiyaz ve mazhariyettir Bunun kadrini bilmek için feraset, İlahi imtiyazı avantaja dönüştürmek için ise ilim, akıl, mantık ve gayret lâzımdır
öte yandan, inanan insan tereddütsüzdür: çünkü inanç manzumesi her problemi çözmüş, her konuda hükümler koymuş, ölçü vazetmiştir
İnanan insan azimlidir ve ümitlidir: çünkü Allah’ın tasarruf kudretine bağlıdır; bu anlamda, insanların mutlak manada zulmettiği ortamda bile kaderin adalet ettiğine inanır İradesinin ulaşmadığı konularda İlahi hükmün tecellisini bekleyerek dua eder
Dua deyip geçmeyin Dua yaradılış hikmetlerinden biridir ki, “Duanız olmasaydı ne ehemmiyetiniz olurdu” buyrulmuştur
Yavuz Bahadıroğlu
__________________
Bıçak soksan gölgeme, Sıcacık kanım damlar
Girde bak bir ülkeme: Başsız başsız adamlar
NFK
GaLiBa Bu GeCe YaĞMuRDa GöKKuŞaĞı MiSali GüLeRKeN aĞLaMaNıN ZaMaNı
|