Şengül Şirin
|
Türkiye'de Felsefe
Türkiye'ye, eskiden beri çeşitli zamanlarda, yabancı uzmanlar ve profesörler gelip ders vermişlerdir, tik zamanlarda daha çok askerî eğttimdeki yenilikleri öğretmek için çağrıldığını gördüğümüz bu uzmanlar, daha sonra sivil öğretim kurumlarında da görev aldılar Bunlar arasında, 1950'lere kadar, özellikle Almanlar'ın bulunduğu dikkati çekmektedir Bizdeki felsefe öğretiminde hangi Alman profesörler görev aldı? Ben şimdi, bu konu üzerinde duracağım, konferansımın konusu budur
Bir an için Birinci Dünya Savaşı yıllarına uzanalım, İstanbul'da Edebiyat Fakültesi'nde 1914 -1919 yılları arasmda Jacoby Gunther adında bir Alman profesörün felsefe dersi verdiğini biliyoruz Bu profesörün, yeni ontoloji alanında çalışmaları olduğu, Schopenhauer felsefesindeki uzmanlığıyla tanındığı, anlaşılmaktadır 1927 yılında, yani buradan ayrıldıktan epeyce sonra, Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası'nda, «Henri Bergson ve Arthur Schopenhauer» başlıklı bir yazısının yayınlandığını gördüm Başka bir yazısı yayınlandı mı, bilmiyorum
Kısaca söyleyecek olursak, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, üniversitemizde Ziya Gökalp «sosyoloji» dersleri verirken, Jacoby Gunther adında bir Alman felsefeci de «felsefe tarihi» dersleri veriyordu
Bu saptamayı yaptıktan sonra, Birinci Dünya Savaşı yıllarından, ikinci Dünya Savaşı yıllarına doğru gelelim
Sayın dinleyiciler, her milletin tarihinde, aydınlık dönemler olduğu gibi, karanlık ve korkunç dönemler de vardır
1930'lann ilk yıllarından başlayarak, 1945'e kadar süren dönem, Almanya ve Avusturya için, İşte böyle karanlık bir dönemdir
Bu yıllarda, Almanya ve Avusturya'daki, felsefe, biiim ve sanat adamları arasında, gerçekten de büyük bir kıyım yapıldığını görüyoruz
Naziler, üniversitelerdeki, kendi görüşlerini paylaşmayan profesörlerle Yahudi profesörleri, işlerinden atıyorlar, ya toplama kamplarına gönderiyorlar, ya da göçe zorluyorlardı
Almanya ve Avusturya'daki bu korkunç kıyım, ikinci Dünya Savaşı yıllarında da sürüp gitti
Herkesin saygı ve sevgisini kazanan hümanist Alman kültürü böylece büyük darbe yemişti
Fakat, garip bir raslantıdır, Almanya ve Avusturya'nın bu şanssızlığı, Dünya'nın o kötü günlerini, savaşa girmeyerek, az zararla atlatan Türkiye için bir bakıma şans oldu
Neden böyle olduğunu açıklamaya çalışayım:
Türkiye'de, bilindiği gibi, 1933'ten sonra, yüksek öğretim, de önemli değişiklikler yapılmaya başlanmıştı Medrese hayatının etkisinden kurtulamayan eski üniversiteden, yeni üniversiteye, hümanist eğitime geçilmekte idi1
Milli Eğitim Bakanlığı, üniversite için, Avrupa'dan bilim adamı getirmeye hazırlanıyordu Türk makamları, Almanya ve Avusturya'daki birçok değerli profesörün işine son verildiğini, bunların göçe zorlandığını haber alınca, bu bilim adamlarını Türkiye'ye çağırdı, onlara sığınma hakkı tanıdı ve çoğunu, üniversitemizdeki kürsülerin başına geçirdi
İlk gelenler ile son gelenler arasındaki, aşağı yukarı 15 yıllık bir süreyi kapsayan bu dönem, Türk bilim ve kültür hayatı içtn-çok ilginç ve verimli bir dönem oldu
1933 ile 1945 arasında Türkiye'ye sığman, Alman ve Avusturyalı bilim adamlarının sayısı 98'e ulaşmaktadır
Ben bu konferansımda, yalnızca felsefe profesörleri üzerinde duracağım ve bunları geliş sıralarına göre anlatacağım
Arslan Kaynardağ
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|