Yalnız Mesajı Göster

Dersim Miteolojisi

Eski 06-05-2009   #1
Şengül Şirin
Varsayılan

Dersim Miteolojisi



Günümüzde var olan ve kaybolmaya yatkın yerel inanışlar ve uygulamaları incelediğimizde, kimi zaman Hititler'in Haşşa adlı ocak tanrısına ulaşılırken, kimi zamanda Dersim aşiretlerinin XIII Yüzyıl yerleşiminden önce var olan yerel inançlara ulaşılmaktadır Bu çeşitliliğe bir de Dersimliler'in göç ettikleri ve göç yolları üzerinden taşıdıkları kimi motifleri de eklediğimizde, ortaya Hindu, Şamanist, Zerdüşt, Yezidi, Ehl-i Hak, Eski ve Yeni Ahit, Mezopotamya ve Antik Anadolu kökenli birçok motifin karışımından oluşan, yepyeni bir tablo çıkmaktadır


Mevcut durumuyla paganist özellikler taşıyan Dersim inancı yani mitolojisi ve pantheonu, uzun süreli bir kültürel deformasyonun yeni biçimi olarak incelendiğinde(ki biz bu çalışmada sadece panthoneona ait söyleneceklerdeki kimi motifleri inceleyeceğiz) hangi motifin bizi nerelere götürdüğünü/götürebildiğini görmeye çalışacağızKuşkusuz bu çalışmanın gerçek sonuçları, uzun soluklu bir çalışmadır Çalışmalar yoğunlaşıp kaynaklar arttıkça; olası sonuçlar, Dersim kimliği konusunda da önemli veriler oluşturacaktırKEMİKLERDEN DİRİLTMEŞıh Delil, uzun süreden beri yanında çalışmakta olduğu, Pilvenk (şimdiki Dedeağaç) Köyü'nün Ermeni keşişi Piro'dan, yaşadıkları köy ve yöre için pay ister Karşılıklı restleşmeler sonunda Şıh Delil "ruhani" üstünlüğünü kabul ettirince; Piro, Şıh Delil'e kurbanlık bir koç gönderir Kesilen koçun kemikleri, postuna geri doldurulup, Şıh Delil tarafından asa ile canlandırılır ki, bu nedenle Şıh Delil'e "koyun canlandıran" anlamında "Şıh Delili Berhecan" denilir Dersim yöresinde anlatılan bu mitos, Pilvenk aşiretinin soy babası olarak kabul edilen Şıh Delili Berhecan'ın, Dersim mitolojisinin tanrıları kabul edilen diğer kişiliklerine karşı anlatılan, en önemli mitos durumundadırDersim bölgesinde anlatılan bu olayın bir benzerini Hacı Bektaş'ın Velayetname'sinde de görmekteyiz


Hacı Bektaş, kendisi ve yoldaşları için kurban edilen kuzuları; kemik, baş ve ayakları ile birlikte postlarına koydurup, konulan bir odanın içinde dua ile diriltmektedir Aynı şekilde Sultan Sucauddin Menkabesi'nde, Baba Mecnun adlı bir şeyh, Sultan Sucauddin'in yanına bir oğlak olarak gelir ve kesilip yenilir Geriye kalan kemikler ve baş, postun içine konulunca oğlak dirilir Baba Mecnun'da eski kılığına döner Elazığ Tabanbükü (Şeyh Hasan) köyünde yaşamış olan Şeyh Ahmet ise, Sultan Alaattin ve askerlerini doyurmak için yakalanıp kesilen geyiklerin kemiklerini; derilerine koydurtup gülbank okuyarak, şimşekler ve ışıklar içinde yeniden diriltir

Şebinkarahisar yöresinden derlenen bir efsanede de, Yavuz Sultan Selim için kurban edilen dört koç, çobanları tarafından kemikleri derilerine doldurularak, dua ile diriltilmişlerdir ki son iki anlatımda da saklanan bir kemik yüzünden, dirilen hayvanlardan biri sakat kalmıştırKuzu, koç, yada bir başka hayvanı ya da daha genellenmiş deyimle, öldürülmüş bir hayvanı kemiklerinden diriltme motifi, genel anlamda Şamanizm'den kaynaklanan bir motif olarak açıklanırken; bu inancın kaynağında, yeniden dirilişin kemikler sayesinde olacağı bulunmaktadır Bir başka deyişle kemikler ilk duruma dönüşün yani yeniden dirilişin ya da doğumun çekirdeği olarak kabul edilir İslam öncesi Türk ve Moğol inancında varlığı bilinen yeniden yaratılış inancı nedeniyle, kurban hayvanlarının kemiklerinin kırılmamaya çalışılması ve bunların genellikle gömülerek korunmaya çalışılması, kemiklerin kaybolması ya da kırılması durumunda hayvanın yeniden doğumunda sakat olacağına dair oluşan inanç; motif kaynağını merkezi Asya/Orta Asya'ya götürmekle birlikte, Hint kültür çevresinin etkileri de göz ardı edilmez


İran merkezli Ehl-i Hak mitolojisine göre; Şah Fazıl, tamamen yiyeceksiz kalan arkadaşlarına, tek bir kemiğini bile kırmamaya dikkat ederek, "Kuzu Barra"yı keserek yemelerini söyler Yemekten sonra asası ile toprağa vurarak "Kuzu Barra"yı diriltir Bu olay bir çok defa tekrar edilir ve her defasında Barra yeniden diriltilir ki; Orta Asya Şaman ve Hint kökenli aziz ve yogilerin yarattığı bu motif, İran üzerinden Ortadoğu ve Anadolu'yu etkilemeye devam ederken; Hıristiyan mitolojisindeki Aziz Curcis'in, Hıristiyanlığa davet ettiği hükümdar tarafından öldürüldükten ve bir kuyuya atıldıktan sonra, bir yıldırım gürlemesi ile kemiklerinden dirilmesi ya da Kur'an da yüzyıl ölü kalıp dirilen kişinin eşeğinin kemiklerinden diriltildiğinin anlatılması, tek tanrılı dinlerde de benzeri motiflerin varlığını gösterir Her ne kadar her iki olayda da canlanan/canlandırılan kuzu ya da koç değilse de, bu anlatımları kemiklerden diriltme başlığı altında değerlendirmemiz gerekir Bu bağlamda yine Ehl-i Hak mitolojisindeki, Sultan Sahak'ın nehirden yakaladığı bir balığı, kırılmamış kılçığından diriltmesi mitosunu da atlamamak gerekir

Sonuç olarak, kemiklerden diriltme motifinin kaynak ve kökenini Orta Asya, Hindistan ve Doğu İran üçgeninde ve özellikle de Şaman kültüründe aramak gerekir Söz konusu motif, XIII yüzyıl öncesinde Ortadoğu ve Balkanlar'a doğru yayılarak tek tanrılı dinlerin mitolojisini etkilemiş olsa da, Anadolu'daki tarikat ve yerel mitolojilere ulaşması XIII yüzyılda artarak yoğunlaşan Moğol baskıları sonrasında Anadolu'ya doğru ilerlemeye başlayan kalenderi ve gezgin dervişler ile, kimi yerel aşiret soy babaları tarafından gerçekleştirilmiştir Motifin yerel söylenceler ile velayetnameler ya da menakıbnamelerde çok az oranda temsil edilmesi, çok popüler bir mitos olmadığı şeklinde açıklanabilir


YÜRÜYEN DUVAR VE VAHŞİ HAYVANLARA HÜKMETME


Seyyid Mahmud Hayrani, Baba Mansur'u ziyarete gittiğinde bir aslana binerek bir yılanı elinde kamçı yapar Buna karşılık Baba Mansur, yapmakta olduğu duvarı "yürü" emri ile yürütüp, vahşi hayvanlara hükmederek gelen Seyyid Mahmud Hayrani/Kureş'i karşılamıştır İki yerel tanrısal kişiliğin karşılaştığı ve üstünlük sağlamaya yönelik eylemlerin anlatıldığı bu mitosun, Anadolu'daki benzer örneğini sadece Hacı Bektaş Veli Velayetname'si ile Elvan Çelebi'nin Menakıbu'l Kudsiyye'sinde ve Saltukname'de görebilmekteyizVelayetname'de vahşi hayvanlara hükmederek gelen kahraman, dönemi içinde daha çok Mevlevilik ve Rıfailikle ilişkilendirilen Seyyid Mahmud Hayrani'dir Hayrani, bu defa Hacı Bektaş Veli'yi ziyarete gider ve yine Dersim varyantında olduğu gibi, Hacı Bektaş'ın oturduğu kayayı "yürü"emriyle yürütmesi ile karşılanır Menakıbu'l Kudsiyye'de ise, aslana binip yılanı kamçı yapan Seyyid Ahmed-i Kebir-i Rıfai, bindiği duvarı yürüterek onu karşılayan Dede Garkın'dır Saltukname'de ise, Karaca Ahmed Sultan'ın Hacı Bektaş'a karşı aslana binip yılanı da kamçı yaparak gittiği ve Hacı Bektaş'ın onu duvar yürüterek karşıladığı anlatılır Bu anlatımın bir ifadesi olarak İstanbul'daki Karaca Ahmed Sultan Türbesi'nde "Yürüten cansız duvarı Hacı Bektaş Veli/Bindin aslana Gazanfer Karaca Ahmed Veli" mısrası yer almaktadır


Yazılı bu üç kaynak dışında, iki veli/evliya ya da tanrısal kişiliklerin birbirine meydan okuması, temsil ettiği otoriteyi/inanç kimliğini öne çıkarma ve üstün kılma mücadelesi olarak da değerlendirebileceğimiz motifin kahramanları, zaman zaman vahşi hayvan sürücüsü olarak Ahmet Rıfai, Ahmed Bedevi veya Hacı Bayram olabilmektedirMotif, Hint kökenli olarak kabul edilip, batıya doğru gelişi kalender tarzı gezgin dervişlere yüklense de, Anadolu uygulaması için daha çok İran merkezli Ehl-i Hak inanışındaki söylencelere bakmak gerekir Pir Mikail'in, aslana binip yılanı kamçı yaparak Sultan Sahak'ı cezalandırmaya gitmesi üzerine; Sultan Sahak'ın, yoldaşı Davud'a örnekte olduğu duvara binerek Pir Mikail'i karşılamasını istemesi, Davud'un da bindiği duvarı yürüterek Pir Mikail'i karşılaması mitosu, Sultan Sahak'ın bir görüntüsü olarak kabul edilen Hacı Bektaş tarafından ya da Ehl-i Hak ile Dersim Aleviliği arasındaki kurulabilen ilişkiler nedeniyle, Dersim'de anlatılması doğal görülmelidir

Benzer motifin; Pakistan'da, kaplana binmiş Şah Madar Sahib'in elinde kamçı olarak kullandığı yılan ile birlikte, bir başka azize karşı yürümesi ya da iki Hintli müslüman aziz, Seyyid Tajuddin Şersavar ve Şeyh Kutbuddin Mannavar Hansoi'nin aynı şekilde karşılaşmaları; motifin kaynağını İran Horasan'ı, Pakistan ve Hindistan çizgisi üzerine götürür Bu durumda motifin Hindistan üzerinden gezgin dervişlerce Pakistan ve İran bölgelerine yayıldığı, devamında ise Moğol baskılarından kaçarak Anadolu'ya gelen dervişlerce, Anadolu'da yaygınlaştırıldığını ve daha çok Alevi/Bektaşi mitolojisinde Antik Anadolu ve Mezopotamya kültürlerinin etkisini yadırgamamakla ve hatta kabul etmekle birlikte, söz konusu motif kökeninin Mısır, Hindistan, Anadolu vb kökenli kültürlerdeki "güneş tanrı" kültüne yapılan göndermeler, bu aşamada zorlamadan öteye gidememektedir Ancak, MÖ 6 binde leopara binen Çatalhöyük ana tanrıça figürlerinden itibaren, Anadolu ve Mezopotamya kültürlerinde (Sümer, Elam, Babil, Urartu, Hitit, Frig vb) tanrıların aslan ya da bir başka vahşi hayvan üzerindeki tahtta oturmaları veya direkt olarak bu hayvanlar üzerinde tasvir edilmeleri, Geç Hitit'te ana tanrıça Kubaba ile birlikte ve devamında önce Kybele, ardından Meryem Ana ile birlikte devam eden vahşi hayvanlara (özellikle aslanlara) hükmetme ya da onlarla dostluk kurma motifi, artık tanrılarla birlikte tanrısal kişiliklere de yüklenmeye başlanmış ve İsa'nın zaman zaman aslanlı tahtta oturması (Roma geleneği olarak kabul edilir), Daniel (Danyal) peygamberin aslanlı arenaya atıldığında, aslanlarla dostluk kurması, süreç içinde Hacı Bektaş Veli'nin aslan ve geyik gibi evcil olmayan hayvanlarla olan dostluk motifine de kaynak olabilmiştir Her ne kadar Antik Anadolu kökenli bu uygulamalar, vahşi hayvanlara hükmetme motifi içinde görünse de, bir bir uygulama olarak aslana binip yılanı kamçı yapma ve buna karşılık duvar ya da kaya vbcansız bir nesne yürütülerek karşılık verilmesi motifinin uygulamalarını; Horasan, Pakistan, Afganistan ve Hindistan çizgisinde bulabilmekteyiz Bununla birlikte, motif kökeni olarak Eski Türk inancındaki karanlıklar tanrısı Erlikhan'ın kara bir ata binerek yılanı kamçı yapması, Eski Mısır'da kahinlerin Firavunların önüne aslana binip yılanı kamçı yaparak çıktıklarına dair görüşler de bulunmaktadırİki evliya, aziz ya da tanrısal kişilikler arasında bir yarışma ve egemenlik kurma savaşımının ürünü olan bu türden söylencelerin yanında; herhangi bir yarışma ve karşılaşma olmadan gelişen benzer motiflere rastlamak olasıdır
Dersim anlatımında Seyyid Mahmud Hayrani'nin, kendisine odun getiren Seyyid Kalman ve Kalü Ferat'ı duvar yürüterek karşılaması ya da Şıh Hüsamettin Aseli'nin, sefer durumundaki padişahı oturduğu dalı yürüterek karşılamasında olduğu gibi; XIV Yüzyılda yaşamış Penjab'lı sufi kalender Abu Ali'nin bir duvarı at gibi yürütmesi, Delhi'li Şeyh Lokman'ın, şeriat kurallarına uymadığını söylemeye gelenleri oturduğu duvarı yürüterek karşılaması, Hatay'lı Beyazıd-ı Bestami'nin aslana binip yılanı kamçı yapması, Sih dini kurucusu Guru Nanak'a karşı sidhalardan birinin duvar yürütmesi ile; Tibet Budizmi, Sih efsaneleri ve Hindu Budist geleneklerinin önemli unsurlarından olan "Seksendört Sidha" efsanesinin birinde, Kral Dambipa'nın karısıyla birlikte dişi bir kaplana binerek, zehirli bir yılanı kamçı olarak kullanması anlatımlarını inceleme alanı içine almak gerekir


Ayrıca, bugün Paris Milli Kütüphanesi'nde bulunan, 1288 tarihli Kitab-ı dakaik al-hakaik adlı minyatürlü yazmada yer alan bir minyatürde, bir figür (sultan/melik) elinde bir yılan ve taç tutmuş şekilde aslana binerken tasvir edilmiştir İstanbul Arkeoloji Müze'sinde bulunan 1209 tarihli bir Artuklu sikkesinde yılan/ejder kuyruklu bir aslana binen figür, Yunan ve Roma mitolojisinin tanrılarından, leopar üzerindeki Dionysos ile ilişkilendirilip, Antik Anadolu kültürü ile bağlantı kurulur Benzer bir diğer sikke ise, Malatya Müzesi'nde görülmektedir


Artuklu Dönemi'ne tarihlendirilen bu sikkede, aslana binmiş bir figür görülürken, her iki Artuklu sikkesinde aslan üzerinde yer alan figürün elinde bir nesne tuttuğu izlenimi bulunmaktadır Ancak, tuttuğu varsayılan bu nesnenin bir kılıç mı, bir asa mı, bir yılan mı yoksa başka bir şey mi olduğu, net olarak belli değildir Ayrıca XVII Yüzyılda yapılmış olan ve bugün Londra'daki Nasser D Halil İslam Sanatı Kolleksiyonu'nda bulunan "Halili Falnamesi" isimli minyatürlü bir başka yazmada da, 1049-1141 yılları arasında Horasan bölgesinde yaşamış olan, Ahmed-i Jam adlı sufi bir dervişin, aslana binerek bir yılanı kamçı olarak kullanıp, bir diğer yılanı da dizgin olarak kullandığı tasvir edilmiştirBütün bu bilgiler, XIII yüzyıl başlarında bu motifin Anadolu'da bilindiğini ve çok popüler olmasa da, özellikle sikke örneklerinde olduğu gibi egemenlik sembolü ve erk gösterisi olarak kullanıldığını göstermektedir

Olasılıkla, Artuklu sikkelerinde kullanılan bu motif, yine Artuklu sikkelerinde örneğini gördüğümüz ve yerel inanışlarda büyük etkisi bulunan St George'un at üzerinde ejderhayı öldürmesi motifinde olduğu gibi, müslim ya da gayrımüslim toplulukların yerel inanışlarından kaynaklanmıştırBenzer bu veriler ile birlikte, aslana binerek vahşi hayvanlara hükmetme ya da ilişkili olan benzer motiflerin, XIII yüzyıl öncesinde Anadolu'da bilindiğini ve kullanıldığını, XIII yüzyıl başlarında Moğol baskısından kaçarak Anadolu'ya gelen gezgin dervişler ve yine aynı nedenle Anadolu'ya göçe zorlanan kimi tarikat ya da aşiret soy babalarının taşıdığı, aynı nitelikteki motiflerle desteklenerek güçlendirildiğini ve yaygınlaştırılarak popülerize edildiğini düşünmek gerekir

__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
Alıntı Yaparak Cevapla