Şengül Şirin
|
Batı Edebiyatı
BATI EDEBİYATI VE AKIMLAR
Batı edebiyatından etkilenen aydınların oluşturduğu yeni edebiyata geçmeden önce, aydınlarımızı derinden etkileyen Batı edebiyatını genel yönleriyle bilmeliyiz Özellikle Batı şair ve yazarlarının savunduğu ve bizim aydınlarımızın da değişik yönlerden temsil ettiği edebiyat akımlarını bilmeden Tanzimat, Servet-i Fünün ve diğer dönemlerin düşünce dünyalarını anlayamayız Bu nedenle Batı etkisindeki Türk Edebiyatına geçmeden Batı edebiyatı ve akımları inceleyeceğiz
BATI EDEBİYATI
Batı’ya açılan Türk aydınları Batı’nın 19 yüzyıldaki edebiyatıyla tanışmışlardır Bu da Romantizm, Realizm dönemlerine denk gelir Ancak Batı’daki bu edebiyat anlayışları da kendinden önceki anlayışlardan bir etkilenme sonucunda meydana gelmiştir Bu nedenle 19 yüzyıla gelinceye kadarki önemli Batı ürünlerinden söz etmeliyiz
Batı edebiyatlarının temelini Yunan ve Latin edebiyatları oluşturur
Yunan edebiyatında İlyada ve Odise destanlarıyla Homeros, trajedileriyle Aiskhilos, Sophokles ve Euripides, komedileriyle Aristophanes, tarih eserleriyle Heredot, Felsefe eserleriyle Eflatun, Aristoteles, fablleriyle Aisopos kendinden sonrakileri etkilemiştir Yunan edebiyatı M Ö II yüzyılda biter
Latin edebiyatı ise Yunan edebiyatının bitiminde başlar Söylev dalında Cicero, pastoral, epik ve lirik şiirde Virgillius yetişmiştir
Bu şairin ayrıca ünlü Aeneis (ene) adlı destanı vardır Satirik ve didaktik şiirde Horatius tanınır Felsefe ve trajedide ise Seneca kalıcı eserler bırakmıştır
Bu dönemlerden sonra Avrupa’da yaklaşık 1000 yıllık bir karanlık devir başlar Bu dönem içinde kayda değer pek bir edebiyat çalışması görülmez Bu sessizlik Rönesans devrine kadar sürer Rönesans’ın beşiği İtalya’da 13 yüzyılda Dante ortaya çıkar ve İtalyan dilini bir edebiyat dili haline getirir
Dante’nin en önemli eseri “İlahi Komedi” dir Eser öbür dünyada Dante’nin yaptığı 7 günlük seyahati anlatır Cennet, Cehennem ve Araf’tan bahseder Dante ayrıca Beatrice adlı sevgilisi için yazdığı şiirlerle tanınır O, bu ismi bir sembol haline getirmiştir
Rönesans döneminde ayrıca lirik şiirleriyle tanınan Petrarca ve küçük hikaye türünün kurucusu sayılan Boccacio Avrupa edebiyatının temelini oluşturur Rönesans döneminin destan türündeki en büyük yazarı ise Kurtarılmış Kudüs adlı destanın yazarı Tasso’dur
İtalyan edebiyatındaki bu parlak dönemden sonra Fransız edebiyatı etkisini göstermeye başlar ve 20 yüzyıla kadar süren edebiyat hareketlerinin merkezi Fransa olur
Fransız edebiyatı, Klasisizm döneminden önce, Hümanizm adı da verilen bir hür düşünce ortamı yaşamıştır Özellikle Montaigne denemeleriyle, Ronsard şiirleriyle, Rabelais ilk roman denemeleriyle yeni bir anlayışın müjdelerini vermiştir Bundan sonra birbirini izleyen edebiyat toplulukları, edebiyat akımlarını oluşturmuştur
EDEBİYAT AKIMLARI
Edebiyat akımı, aynı görüşte olan sanatçıların bir araya gelerek, belirledikleri ilkeler doğrultusunda eser vermeleri demektir
KLASİSİZM
XVI yüzyılın ikinci yarısında dili yabancı etkilerden kurtarıp şiir kurallarını saptamaya çalışan Malharbe ile başlayan Klasisizim özellikle XVII yüzyılda gelişmiştir
Akımın Oluştuğu Ortam
Fransa’da 17 yüzyılın ikinci yarısında, iç kargaşalıklar sona ermiş, derebeylik ve kilise direnişleri kırılmış, soylular sarayın buyruğuna girmiş ve monarşi güçlenmişti Siyasal alanda görülen bu düzen ve kurala uygunluk etkisini edebiyatta da göstermeye başlamış, hatta dilin ve edebiyatın kurallarını saptamak üzere Fransız Akademisi kurulmuştu Ayrıca filozof Descartes’ın Rasyonalizm felsefesi sanatçılarda müsbet düşüncenin temellerini atmıştı
Akımın Felsefesi
Klasisizm’in temelini akıl ve sağduyu oluşturur “Düşünüyorum, öyleyse varım ” diyen Descartes’a göre insan aklının kabul etmediği hiçbir şey doğru değildir Aşk, kin, nefret, acıma gibi duygular aklın kontrolünde olduğu sürece insancıldır İnsan aşırılıklardan sakınmak, tutkularına iradesi ile yön vermek zorundadır Dolayısıyla böyle bir insan erdemlidir ve anlatılmaya değer Akımın kurallarını belirleyen Boileau “Aklı seviniz, eserleriniz görkem ve değerini akıldan alsın ” diyerek klasik eserin felsefesini açıklamıştır
Akımın Konusu
Klasik edebiyatta konu çoğu kez tarihten hatta mitolojiden alınır Özellikle Yunan ve Latin edebiyatlarında görülen konular tekrar tekrar işlenmiştir
Çünkü klasik sanatçıya göre gelmiş geçmiş en mükemmel sanat, eskiye ait olandır Dolayısıyla, eski Yunan’da görülen insan tipi tekrar ele alınmıştır Ancak bu insan, fiziğiyle, çevresiyle değil ruhsal özellikleriyle anlatılmıştır Yani hırslılığı, cimriliği, kindarlığı yönüyle ele alınmıştır
Klasisizm’de görülen insan, sıradan bir insan değildir Eğitim görmüş soylu bir insandır Bu insan belli bir toprağın malı değil evrenseldir Yani eserde insanların tümünde görülebilen, zamanla değişmeyecek özellikler anlatılmıştır Soylu insanın “bozuk çıkmış nüshaları” saydıkları sıradan kişilere eserlerde yer verilmemiştir
Akımın Dili ve Üslubu
Klasisizm’de yazar olayları anlatırken kendini gizler Kendi duygularını, zaaflarını, tutkularını, sırlarını söylemekten kaçınır Ona göre eser yazarın iç dökme yeri değildir Okuyucunun ya da seyircinin dikkati sadece konu içindeki tipler üzerinde toplanmalıdır
Eserde biçim mükemmelliği aranır Anlatılmak istenen, açık ve net bir biçimde ortaya konmalı, gereksiz sözlerden arınmalıdır Üslup yapmacıktan uzak, sade ve ağırbaşlıdır Okurun dikkati söyleyişteki süse değil söylenene çekilir
Konu gerçek hayata uygun olmalıdır Okura ya da seyirciye inanılmayacak şey sunmaktan kaçınılır Konuya değil konunun ele alış biçimine değer verildiğinden aynı olay birçok kez anlatılmıştır Bu yönüyle Divan edebiyatına benzer
Kullanılan Türler ve Temsilcileri
Klasisizim’de tiyatroya büyük değer verilir Özellikle trajedi ve komedi sıkı kurallarla ortaya konur
Lirik şiir duygusal olduğundan ihmal edilmiştir
Aşağıda yazarların kullandığı türler ve eserleri verilmiştir
Trajedi
®
Corneille : Le Cid, Horace
Racine : Andromaque, İphigenie
Komedi
®
Moliere : Gülünç Kibarlar, Tartuffe Zoraki Tabip, Cimri, Kibarlık Budalası, Scapin’in Dolapları, Hastalık Hastası
Manzum mektup ve yergi ® Bouileu
Fabl
®
La Fontaine : Fabller
Felsefe
®
Descartes : Yöntem Üzerine Nutuk
®
Pascal : Düşünceler
Porte
®
La Bruyere : Karakterler
Roman
®
Fenelon: Telemak
®
Mme de la Fayette : Prenses de Clives
ROMANTİZM
XVIII yüzyıl, sonlarına doğru ortaya çıkmış XIX yüzyıl başlarında bütün Avrupa’ya yayılmıştır Klasik sanatın sıkı kurallarına bir tepki olarak doğmuştur
Akımın Oluştuğu Ortam
18 yüzyıl, aydınlanma çağı olarak görülür Klasisizmin ortaya koyduğu akıl ve sağduyu, bilimin gelişmesini hızlandırmış, toplum yapısı, gelenekler, siyaset yeniden bilimsel açıdan ele alınmıştır
Bunun sonucu olarak Jean Jacques Rousseau, Montesquieu, Diderot gibi felsefeciler, ilerlemeye engel oluşturan tüm önyargı ve zorbalığa karşı düşünce yoluyla çetin bir savaş açmış, dinsel hoşgörü, toplumsal ve siyasal eşitlik, birey haklarına ve düşünce özgürlüğüne saygı gibi konuları halka yaymaya çalışmışlardır
Bu fikirler halk tarafından benimsenmiş ve sonuçta Fransız İhtilali patlak vermiş, monarşi yıkılmış, soylulara karşı burjuva sınıfı oluşmuştur İşte Romantizm, böyle bir ortamda doğmuştur
Akımın Felsefesi
Romantizmin ana felsefesi Klasisizme karşı olmaktır Onun sanatçıyı sıkan bütün prensiplerine savaş açan Romantikler önce, onun akla ve sağduyuya verdiği önemi reddedip duygu ve hayale değer verdiler “Deha akıldadır ” diyen Klasiklere, “Deha yürektedir ” karşılığını verdiler Sınırsız bir hayal gücüne kavuşan sanatçı kendini daha özgür, daha yaratıcı gördü Bu duyguyla oluşan sanat eserinde de alabildiğine serbestlik hakim oldu
Akımın Konusu
Klasik akımı benimseyen sanatçıların eski Yunan ve Latin edebiyatlarına değer vermesine karşılık, Romantikler onları çağdışı bulmuş, sanatçılar kendi tarihlerini ve günlük yaşantılarını ön plana çıkarmışlardır Klasisizm’de ihmal edilen Hristiyanlık, tekrar, mucizeleriyle ele alınmıştır
Ulusallık, yerli renk, aranan bir nitelik haline gelmiş, evrensellik ikinci plana itilmiştir
Romantizm’de görülen insan tipi, Klasisizm’deki gibi soyut değildir Aksine çevresiyle, fiziğiyle belli biridir
Ancak kişiler tek yönlüdür Yani ya hep iyi ya hep kötüdür Eser sonunda iyiler ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır Bu yönüyle insan yine tam olarak ele alınmamıştır diyebiliriz Eserlerde her tür kişiye rastlanır Sıradan insanlar, soylular tıpkı hayattaki gibi iç içedir
Akımın Dili ve Üslubu
Romantik yazar, Klasik yazarın tersine, kendini gizlemeyip, olaylar ve durumlar karşısında kendi duygu ve düşüncelerini anlatır Romantiklere göre “İnsan başkasına yükleyerek, ancak kendi kalbini tasvir eder; deha anılardan oluşur ” Elbette böyle düşünen sanatçı, işe kendini anlatarak başlar
Eserlerde kullanılan dil, duygu ve hayallerin coşkunluğu ölçüsünde dağınık ve başıboştur Sözcük seçimine pek önem vermemişlerdir Temelde halkın kullandığı dil esas alınmıştır
Süse ve sanata değer verdiklerinden, benzetmeler, mecazlar eserde büyük yer tutar Özellikle doğa manzaralarının betimlenmesine büyük değer verilir
Kullanılan Türler ve Temsilcileri
Romantikler, Klasiklerin değer verdiği tiyatroyu ihmal etmişler, özellikle trajedi ve komediyi kuralcılığından dolayı bir kenara itip sanatçıyı serbest bırakan dramı tercih etmişlerdir
Şiirde özellikle lirik şiir büyük rağbet görmüştür Roman ise en önemli edebi türlerden olmuştur
Temsilcilerini ve eserlerini şu şekilde gösterebiliriz
Montesquie: Felsefe Kitabı : Kanunların Ruhu
Jean Jacques Rousseau : Felsefe Kitabı: Toplum Sözleşmesi,
Özeleştiri kitabı : İtiraflar
Lamartine : Şiir kitapları: Bir Meleğin Düşmesi, Şairane Düşünceler
Romanları: Graziella, Raphael
Victor Hugo: Şiir kitapları: Akşam Şarkıları, Işıklar ve Gölgeler, Sonbahar Yaprakları
Romanları : Sefiller, Notre- Dame’ın Kamburu
Dramları : Hernani, Kral Eğleniyor, Ruy Blas
Voltaire : Şiirde Henriade adlı destanı ünlüdür
Romanları: Candide, Zadig
Romantizm aslında önce Almanya’da başlamış, İngiltere’de rağbet görmüş, ama Fransa’da kuralları belirlenip oradan tüm Avrupa’ya yayılmıştır
Almanya’daki Temsilcileri
Goethe : Şiir kitapları : Divan
Dramları : Faust, Egmont
Romanları: Genç Werther’in Istırapları
Schiller : Dramları : Haydutlar, Wilhelm Tell
İngiltere’deki temsilcileri
Bu ülkede Romantizmi “Gölcüler” adı verilen grup başlatmıştır Bunların en ünlüleri “Sheakespeare”, Coleridge ve Wordsworth’tır
Diğer romantik sanatçılar ise şunlardır
Lord Byron : Şiir Kitabı: Childe Harold’un Gezisi
Dramları: Kaabil, Sardanapal
Puşkin : Şiir kitapları : Kafkas Esir, Çingeneler
Romanları: Yüzbaşının Kızı
REALİZM
XIX yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve Romantizm’e tepki olarak doğan edebiyat akımıdır Realizm roman ve hikayede etkili olmuştur
Akımın Oluştuğu Ortam
19 yüzyılda deneysel bilimler son derece gelişmişti İnsanın hayatını değiştiren birçok teknolojik yenilik ortaya çıkmış, bilim kendini ispatlamıştı Auguste Comte’un ortaya attığı Pozitivizm felsefesi de bu dönemde, insanın sadece gördüğüne inanması şeklinde özetlenebilecek bir görüşü savunmuştur Bunun bilim sahasında geçerliliği ispatlanmış ve sosyal bilimlerde de geçerli olacağı savunulmuştur İşte Pozitivizm’in edebiyata uygulanması Realizm’i doğurmuştur
Akımın Felsefesi
Realizm Pozitivizm’in bir koşulu olarak gözleme büyük değer vermiştir İnsanın duygularının onu aldatacağı savunulmuş, görülenin olduğu gibi verilmesinin gerekliliği üzerinde durulmuştur
“Roman dediğin, bir uzun yol üzerinde gezdirilen aynadır ” görüşüyle gerçeğe verilen değer anlatılır
“Tarih, yazılı belgelerle meydana getirildiği gibi, bugünkü roman da, romancının kendisinin dinlediği ya da doğrudan derlediği belgelerle meydana getirilir; tarihçiler geçmiş zamanın , romancılar ise şimdiki zamanın hikayecisidir ” sözleri Realistlerin tüm felsefesini ortaya koyar
Akımın Konusu
Realizm’de konu gerçek hayattır Olağanüstü görülen istisnai olaylara yer verilmez Okura yaşanmış bir olay ya da yaşanabileceğinden şüphe edilmeyecek bir olay sunulur
Realizm’de anlatılan kişi, tam anlamıyla insandır Çevresiyle davranışlarıyla, tutkularıyla en ince ayrıntısına kadar tanıtılan bir insan görülür eserde Elbette bu insan çevresinin bir ürünü olan, çevresindeki şartlara göre karakter kazanmış biridir
Akımın Dili ve Üslubu
Realizm’de, sanatçı eserle okuru başbaşa bırakmak için kendini gizler Bu yönüyle Klasisizm’e benzer Olayları yan tutmayan, nesnel bir bakışla inceler sanatçı
Eserde biçim kusursuzluğu çok önemlidir Kılı kırk yararcasına yapılan gözlemin aynı titizlikle anlatılmasına, üslubun açık, sağlam, yapmacıksız, söz oyunlarından uzak olmasına önem verilir
“Söylenmek istenen şey ne olursa olsun, elbette onu anlatacak tek bir sözcük, canlandıracak tek bir fiil, nitelendirecek tek bir sıfat vardır İşte yazar bunu buluncaya kadar uğraşacak, yaklaşık olanla yetinmeyecektir ” sözleri Realistlerin anlayışını ortaya koyar
Kullanılan Türler ve Temsilcileri
Realizm, bir roman ve hikaye akımıdır Tiyatro, Romantizm’den sonra artık pek görülmez Şiir ise Realist anlayışla yazılır; ancak adına “Parnas” denir
Realizm birçok ülkede yaygın bir kullanım bulmuştur İlk ürünlerini Romantiklerle çağdaş olan Stendhal, Balzac, Merime vermiştir
Stendhal : Kırmızı ve Siyah, Parma Manastırı
Balzac : Vadideki Zambak, Eugenie Grandet, Goriot Baba
Gustave Flaubert : Madam Bovary, Salambo, Duygusal Eğitim
Charles Dickens : Oliver Twist, David Copperfield,
Gogol : Ölü Canlar
Turgenyev : Rudin, Babalar ve Oğullar, Taşralı Kadın
Dostoyevski : Suç ve Ceza, Karamazof Kardeşler, Budala
Tolstoy : Savaş ve Barış, Anna Karanina, İvan İlyiç’in Ölümü
Gorki : Ana, Üç Kişi
Mark Twain : Tom Sawyer’in Maceraları
NATURALİZM
Realizmi yeterince gerçekçi bulmayan bu akım Realizmle aynı dönemde gelişmiştir
Akımın Felsefesi
Akım Taine’in Determinizm görüşünü edebiyata uygulamak istemiş, edebiyatın da deneysel bilimlerde olduğu gibi bir deneme sahası olabileceğine inanmıştır Bunlara göre gözlem bir eser için yeterli bir yol değildir
Akımın kurucusu Zola Realistlerle aralarındaki farkları şöyle açıklar: “Gözlemci demek, doğadaki olayları hiçbir değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi inceleyen kişi demektir Deneyci ise olayları doğanın ortaya çıkardığı bi
çimlere göre değil de herhangi bir amaçla kendisinin onlara şu ya da bu koşullar altında verdiği biçimlere göre inceleyen kişidir ”
Bu sözlerden anlaşılacağı gibi gözlemci sadece gözler, deneyci ise olaylara müdahale ederek onları değiştirir
Akımın Konusu
Naturalizm’de gerçeğin daha çok çirkin yönü ele alınır Realistler gerçekler arasında seçme yaptığı halde bunlar yapmaz Bu yönlerinin eleştirilmesine Zola şöyle cevap verir
Bizler toplumsal yaraların sabeplerini araştırıyoruz Bundan dolayı çoğu zaman kokuşmuşlukları ele almak, insanın sefaletinin, çılgınlıklarının bulunduğu yerin dibine kadar inmek zorundayız ” Bu akımda insanın duyguları, tutkuları, düşünceleri, eylemleri, soyunun ve içinde yetiştiği doğal ve toplumsal çevrenin etkisiyle oluşur
Yani insan davranışlarının temelinde soya çekim vardır Kalıtsal özellikler çevre koşullarıyla birleşip kişinin karakterini oluşturur Elbette böyle bir insanın davranışlarını içgüdüleri yönlendirir
Akımın Dili ve Üslubu
Naturalizm’de yazar, kendi kişiliğini gizler, sadece olanları yazar; bir tutanak yazmanı gibi davranır Zola’nın deyimiyle “Nasıl ki kimya bilgini kendi hazırladığı koşullar altında oluşan doğal olayları gözleyip saptamakla yetinir, azota kızmadığı gibi, oksijene de aşırı sevgi göstermezse sanatçı da suç karşısında yargıç kesilmez, erdem karşısında ise alkış tutmaz ”
Dilde pek seçici değildir Kahramanları hangi çevreden seçerse o çevrenin diliyle konuşturur Bu nedenle argolar, küfürler eserde değiştirilmeden verilir
Temsilcileri
Naturalizm de bir roman ve hikaye akımıdır Kurucusu Emile Zola’dır Zola, ileri sürdüğü görüşleri ispatlamak için 20 cilt tutarındaki “Deneysel Roman”ını yazmıştır Bu cilt içindeki önemli romanlar Germinal ve Meyhane’dir
Diğer Naturalist sanatçılar şunlardır:
Alphonse Daudet: Hikayeleri: Değirmenimden Mektuplar, Pazartesi Hikayeleri
Romanları: Trasconlu Tartarin, Jack
Guy de Maupassant : Hikayeleri: Tombalak, Ay Işığı,
Romanları: Bir Hayat, Güzel Dost, Kalbimiz
Hauptmant: Tiyatroları: Güneş Doğarken, Dokumacılar, Güneş Batarken
PARNASİZM
Realist görüşleri benimseyen şiir akımıdır Romantizm’e tepki olarak doğmuştur Romantizm’in aşırı duygusallığına, öznelliğine, abartılı söyleyişlerine karşı çıkan şairler, içe dönük şiir yerine dışa dönük, dış dünyayı nesnel biçimde gözleyip anlatan şiiri tercih etmişlerdi
Akımın Felsefesi
“Sanat, sanat içindir ” ilkesini benimseyen Parnasyen (Parnasizmi benimseyen) şairler, şiirde güzelliğin peşine düştüler Bunlara göre güzellik ancak güzel biçimlerle elde edilebilir O bakımdan biçim olgunluğuna her şeyin üstünde önem verilmesi, şiirin ahlaksal, siyasal ve toplumsal sorunları anlatan bir araç olmaktan çıkarılıp bir amaç haline getirilmesi sanatın ilk şartıdır Şiirin güzelliği yararlılığa tercih edilmelidir Şiirin güzel olması, şiir olmak için yeterlidir
Akımın Konusu
Şair şiirde kişisel duygularının ve tutkularının yerine, dış dünyadaki gözlemlerini anlatmalıdır Bu da doğanın nesnel bir tutumla betimlenmesi demektir Bunun dışında felsefi düşünceler, hatta bilim ve fenle ilgili görüşler de şiire alınmıştır Bazen ise geçmiş zaman kişileri, olayları özellikle bilinmeyen egzotik alemler, Çin, Hint, Mısır gibi uzak ülkeler ve onların kültürleri şiire girmiştir Romantizm’de bir yana bırakılan Yunan ve Latin mitolojisine yeniden dönülmüş, o kültürlerin yok olması karşısındaki üzüntüler anlatılmıştır
Akımın Dil ve Üslubu
Sanat sanat içindir, görüşüne uygun olarak, Parnasyen şairler şiirin şekli üzerinde çok durmuşlardır
Nazım şekli, kafiye, ölçü vazgeçilmez öğeler olarak görülmüştür Sözcük seçimine büyük önem verilmiş, gereksiz sözcük kullanmaktan, hatta verilmek istenen anlamı tam olarak karşılayamayan bir sözcüğün bulunmasından kaçınmışlardır Betimlemelerde, sözcüklerin betimlenen manzaraya uygun olması, onu çağrıştırması şiir için son derece gerekli görülmüştür
Akımın Temsilcileri
Sadece şiirde geçerli olan bu akımı, Teophile Gautier, Theodor de Banville, Leconte de Lisle benimsemiş ve ilk ürünlerini vermişlerdir
SEMBOLİZM
Parnasizm’e tepki olarak doğan şiir akımıdır Önce Fransa’da başlamış, oradan tüm Avrupa’ya yayılmıştır
Akımın Oluştuğu Ortam
Gözlem ve deney metotlarını benimseyen Realist ve Naturalist edebiyatın egemen olduğu dönemde, Fransa’da bir yandan da idealist felsefe yayılmaya başlamıştı Zaten aşırı gerçekçi bir yaklaşım, insanlara aradığı mutluluğu verememişti Üstelik Fransa’da 1870 askeri bozgunundan sonra, halkta karamsarlık, bezginlik, siyasal ve toplumsal alanda bazı değişiklikler yapılmasını gerekli kılıyordu Ruhsal bunalım içindeki genç kuşak, eskiyi yıkmak, geleneğin dışında bir yol tutmak eğiliminde idi Bu sırada Alman filozof Schopenhauer’in ileriye sürdüğü “Dünya bir tasavvurdan ibarettir ” görüşü gençler tarafından benimseniyordu Artık görünene değil, bilinç altına, öznelliğe yönelindi Böylece Sembolizm oluşmaya başladı
Akımın Felsefesi
Dünyayı bir tasavvurdan ibaret gören, gerçeğe sırt çeviren Sembolist şair imgesel bir dünyada yaşar Onlara göre gerçeği olduğu gibi anlatmanın imkanı yoktur Duyularımız, dış dünyayı olduğu gibi değil, onun asıl halini değiştirerek bize ulaştırır Nasıl düz bir çubuk, suda kırık görünürse, dış dünyadaki maddeler de gerçek durumlarıyla görünmezler Öyleyse biz dış dünyayı hiçbir zaman gerçek halleriyle anlatamayız Ancak ondan aldığımız izlenimleri anlatmış oluruz Bu da kişiden kişiye değişir
Akımın Konusu
Sembolizm’de şair sadece kendinden, kendi duygu ve izlenimlerinden söz eder Anlamda kapalılık esastır
Bu nedenle Sembolist şair aydınlıktan kaçar Güneş batmaları, kısık lambalar, perdelere vuran gölgeler, ay ışığı, durgun sular, sararmış yapraklar, sessizlik, bilinmedik uzak ülkeler özlemi konularında şiir yazmıştır Toplumsallıktan kaçmak, insanlardan uzak yaşamak, bu şairlerin tercihidir
Akımın Dil ve Üslubu
Sembolist şair bir anlamı açıklamak için değil, bir duyumu sezdirmek için şiir yazar Bu nedenle şiirde telkin yolunu kullanır Ona göre nesneler birer semboldür Verilmek istenen anlam mutlaka bir sembolün arkasında gizlidir Bazen kelimeler imgeleri karşılayamayabilir Bu durumda şair, sözcüklere yeni anlamlar yükler, alışılmamış eski sözcükleri yeniden kullanır ya da birtakım yeni sözcükler uydurup, dilin geleneksel söz dizimini bozar
Şiirde kullanılan sözcüklerin ses özelliği çok önemlidir Çünkü Sembolizm’de “şiirin sözden ziyade musikiye yakın” olması aranır Sembolist şair Verlaine “Musiki, her şeyden önce musiki” derken şiirde neyin önemli olduğunu ortaya koyar Bu nedenle şair, sesleri ahenkli olduktan sonra her sözcüğü kullanabilir
Sembolizm’de evren bir bütün olarak görülmüş ve bu nedenle duyular arasında fark görülmemiştir Sonuçta bir duyuyla ilgili olan sözcük, diğer duyular için de kullanılabilir Sembolist şiirlerde acı yeşil, siyah korku, beyaz titreyiş ifadeleri böyle bir anlam ilgisini karşılar
Dildeki bu özellikler, sembolist şiiri zor anlaşılan, hatta anlaşılmayan bir şiir haline getirmiş, bu, onun okur sayısını son derece azaltmış, bir salon edebiyatı haline gelmesine neden olmuştur
Biçim olarak klasik nazım biçimleri yerine, şairin isteğine göre bir biçimi benimsemesi uygun görülmüştür Çoğu şiirde biçim serbestliği vardır Elbette bir musiki oluşturmak isteyen şair ölçü, kafiye gibi ahenk oluşturan unsurları da ihmal etmemiştir
Akımın Temsilcileri
Bir şiir akımı olan Sembolizm’in ilk örneklerini Baudlaire vermiştir Bundan başka, Rimbaud, Verlaine, Paul Valery, Mallerme, Regnier diğer ünlü Sembolistlerdir
FÜTÜRİZM
İtalya’da başlayıp oradan Avrupa’ya yayılan edebiyat akımıdır Kurucusu Marinetti’dir Hayatta her şeyin sürekli değiştiğini, sanatın da buna uyum sağlaması gerektiğini savunur Geçmişe ait ne varsa hepsinin unutulması, yok edilmesi gerektiğine inanır
Her şiirde hızın güzelliği vurgulanmış, uçaklara, trenlere övgüler düzülmüştür Şiirde geleneğe bağlı bütün kurallar yıkılmış, ölçü, uyak, nazım biçimi terk edilmiş özgür nazım tercih edilmiştir Geleneksel dilbilgisi kuralları, sözdizimi kuralları kırılmış, hıza ve hareketlere uygun olan mastar halindeki fiillere, isimlere önem verilmiştir
Avrupa’ya dağılırken, özellikle Rus edebiyatında birçok değişikliğe uğramış, savaş tutkusu barışa, milliyetçilik, evrenselliğe dönüşmüştür Rus şair Mayakovsky en önemli temsilcisidir
DADAİZM
Kişiyi aklın tutsaklığından kurtarmayı amaçlayan ancak pek taraftar bulmayan edebiyat akımıdır Bunlara göre geçmişin bir değeri yoktur Daha doğrusu hiçbir şeyin anlamı yoktur İsmini bile bir sözlükten rastgele seçtikleri “dada” sözü ifade eder
Sanatı dil, ölçü, uyak, biçim, anlam kaygılarından kurtarmak, bilinen anlamlar ve alışılmış kurallar dışında bir düzen oluşturmak gerektiğini savunan Tristan Tzara tarafından kurulmuştur
SÜRREALİZM
İnsanın bilinçaltını açıklamaya çalışan edebiyat akımıdır İnsanların gerçek eğilimleri, istekleri, toplum yasalarının, geleneğin, ahlakın, dinin baskıları yüzünden, bilançaltında kapalı durmaktadır Rüyalar, sayıklamalar, sarhoşluk halleri, delilikler, aklın denetimi dışındaki hareketler olduğundan insanın gerçek kişiliğini açıklar Öyleyse gerçek insanı anlatmak durumunda olan sanat, insanın bu halleri üzerinde durmalıdır İnsan bir aysberg gibidir Bilinmeyen yönü, bilinenden daha fazladır
Sürrealizm Freud’un psikanaliz verilerinden oldukça yararlanmıştır Onun elde ettiği sonuçları bilimsel gerçek gibi kabul etmişlerdir
Sürrealizm’de otomatik yazı denen bir sistem uygulanır Bu yazı, önceden hiçbir konu düşünmeden, kalemin ucuna gelenleri hiç ara vermeden hızlı hızlı yazarak elde edilir Ya da bir kişi hipnoz edilir Ona değişik sorular sorulur ve cevaplar hiçbir değiştirme yapmadan yazıya geçirilir
Elbette böyle bir yöntemle elde edilen yazıda anlamsız sözler, birbiriyle ilgisiz saçma ifadeler olabilir Sürrealizm’e göre bu, gerçek bir sanat eseridir
Akımın akıl dışılığa verdiği bu değer zamanla azalmış, akla seslenen ancak bilinçaltını ihmal etmeyen bir anlayışa dönüşmüştür
Sürrealizm’i; Dadaizm’den ayrılan Breton, Aragon, Eluard kurmuştur Edebiyatımızda özellikle Garipçiler bu akımdan etkilenmiştir
EGZİSTANSİYALİZM
Aslında bir felsefe akımıdır Sartre’ın onu edebiyata uygulamasıyla edebiyat akımı haline gelmiştir
Bu akıma göre insan var olmadan önce hiçbir özelliği olmaz Yani bir bebek, beyaz bir kağıt gibi doğar Olaylar karşısında gösterdiği tepkiler onun kişiliğini oluşturur Bu nedenle Egzistansiyalist eserlerde karakter yok, durumlarla karşı karşıya kalmış insanlar vardır Bu insanlar karşılaştıkları durumlarda yaptıkları davranışlarla karakterini oluşturur
Bu akımın çıkış yeri Descartes’in “Düşünüyorum öyleyse varım ” düşüncesidir Davranışlarını kendisi seçmek zorunda olan insan en doğruyu, en iyiyi seçmek zorunda olduğunun bilinciyle büyük bir bunaltı, iç sıkıntısı çeker Ancak bu bunalma onun hareketlerine engel olmaz, tersine onların sorumluluk bilincini geliştirir
Bu özellikleri taşıyan kahramanların bulunduğu Egzistansiyalist romanda, kahramanların ne zaman ne yapacağı belli olmaz Biz onu ancak eser sonunda tam olarak kavrayabiliriz Böylece eser sürükleyiciliğini hiç kaybetmez ve okurun ilgisini canlı tutar
Akımın kurucusu Jean Paul Sartre’dır Diğer ünlü yazarı ise Albert Camus sayılır
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|