Şengül Şirin
|
Cevap : Büyük Patlalama Teorisi ‘Big-Bang’
Gericiler bu gülünç manzara karşısında ellerini ovuşturuyor ve bilimde hüküm süren obskürantizm akımlarını kendi amaçları için kullanıyorlar Büyük sermayenin akıl hocası William Rees-Mogg şöyle yazıyor:
Dünyanın her yerindeki birçok toplumda faaliyet yürüten dini hareketlerin, çok zor bir ekonomik dönemden geçersek çok büyük ihtimalle oldukça güçleneceğini düşünüyoruz Din güçlenecektir, çünkü bilimin bugünkü hamleleri gerçekliğin dini kavranılışını artık zayıflatmıyor Aslında, yüzyıllardır ilk kez bilim dini destekliyor [23]
Boşluktaki Düşünceler
“Neden, bazen, kahvaltıdan önce altı imkânsız şeye inandım ” (Lewis Carroll)
“İnsanlarla bu imkânsızdır; ama Tanrıyla her şey mümkündür ” (Matthew, 19:26)
“Hiçbir şey hiçlikten var edilemez ” (Lucretius)
Tam bu kitabı yazmayı bitirmeden önce, 25 Şubat 1995 tarihli New Scientist’de büyük patlama kozmolojisine yapılmış en son katkıya rastladık Robert Matthews tarafından kaleme alınan Boşluk Gibisi Yok başlıklı makalede şunları okuyoruz:
“Her tarafınızdadır ama yine de hissedemezsiniz Her şeyin kaynağıdır, ama yine de hiçbir şeydir ”
Neymiş bu şaşırtıcı şey? Boşluk (Vakum) Nedir boşluk? Bu sözcüğün kaynağı olan Latince vacuus tüm basitliğiyle boş demektir Sözlükler bu sözcüğü “boş mekân, ya da her türlü madde ve muhtevadan yoksun mekân; doldurulmamış ya da kaplanmamış mekân; boşluk” olarak tanımlıyor Bugüne kadar durum buydu Ama artık değil Mütevazı boşluk, Bay Matthews’in sözleriyle, “çağdaş fizikteki en sıcak başlıklardan biri” haline gelmiştir
O, sihirli etkilerden oluşan bir harikalar diyarı olduğunu kanıtlıyor: Hiçbir yerden kaynaklanmayan kuvvet alanları, ansızın ortaya çıkan ve yok olan parçacıklar ve görünür bir güç kaynağı bulunmayan enerjik titreşimler
Heisenberg ve Einstein sayesinde (zavallı Einstein!), “şaşırsak da, her tarafımızda, sürekli olarak «zımni» atomaltı parçacıkların ansızın hiçlikten ortaya çıktığını ve 10–23 saniye içerisinde tekrar ortadan kaybolduğunu kavrıyoruz «Boş uzay» böylelikle gerçekte hiç de boş değildir, tersine tüm Evreni istila eden fokurdayan bir aktivite denizidir ” Bu hem doğru hem de yanlıştır Şurası doğru ki, tüm evren madde ve enerji tarafından istila edilmiştir ve şu “boş uzay” gerçekte boş değildir, parçacıklarla, radyasyonla ve kuvvet-alanlarıyla doludur Parçacıkların sürekli olarak değiştikleri ve bazılarının “zımni” parçacıklar olarak adlandırılacak kadar geçici ve kısa bir ömürleri olduğu da doğrudur Onyıllar önce de bilinen bu fikirlerde “şaşırtıcı” olan hiçbir şey yoktur Ama bunların “hiçlikten” ansızın ortaya çıktıkları tümüyle yanlıştır Bu yanlış anlayışa yukarıda değinmiştik ve bu nedenle söylenenleri tekrar etmek gereksiz Fiziğe idealizmi sokmak isteyenler, sürekli tekrarlayan bir plak gibi hiçlikten bir şeyler elde edilebileceği düşüncesini yineliyorlar Bu düşünce kuantum fiziği de dahil tüm bilinen fizik yasalarıyla çelişir Ama yine de karşımızda, enerjinin kelimesi kelimesine hiçlikten elde edilebileceği şeklindeki akıl almaz fikri buluyoruz! Geçmişte haklı olarak alay edilen daimi hareketi keşfetme çabası gibi bir şeydir bu
Modern fizik, tüm evreni kaplayan ve ışık dalgalarının ilerlemesini sağladığı düşünülen eski eter fikrinin reddiyle yola çıktı Einstein’ın özel görelilik teorisi, ışığın bir boşlukta ilerleyebileceğini ve herhangi bir özel ortama ihtiyaç duymadığını kanıtladı Bay Matthews, akıl almaz bir biçimde, bir otorite olarak Einstein’dan bir pasaj aktardıktan sonra el altından eteri tekrar fiziğe sokuşturmaya girişiyor:
Bu evrensel bir sıvının varolamayacağı anlamına gelmez, tersine böyle bir sıvının özel göreliliğin talimatlarına uyması gerektiğine işaret eder Boşluğun, ortalama bir gerçek hiçlik durumu etrafındaki salt kuantum dalgalanmaları olma mecburiyeti yoktur Boşluk, evrendeki sürekli ve sıfırdan farklı bir enerji kaynağı olabilir
Peki bundan ne anlamamız gerekiyor? Şimdiye kadar bize, fizikteki “şaşırtıcı” yeni gelişmelerden, parçacıkların “harikalar diyarı”ndan bahsedildi ve boşlukların tüm ihtiyaçlarımızı karşılayacak kadar yeterli enerjiye sahip oldukları garantisi verildi Ama makalenin sunduğu bilgiler yeni bir şey söylemiyor gibi gözüküyor İddialar üzerine bir dolu laf, ama gerçeklerden haber yok Belki de yazarın niyeti bu durumu muğlak ifadelerle telâfi etmektir “Sürekli ve sıfırdan farklı bir enerji kaynağı”yla ne kastedildiğini Allah bilir Peki ya şu “ortalama gerçek hiçlik durumu”na ne demeli? Eğer kastedilen gerçek boşluksa, bu dört muğlak kelime yerine iki net ve açık kelimeyi kullanmak tercih edilir olmalıydı Bu tür kasıtlı muğlaklıklar genellikle karmakarışık düşüncelerin üstünü örtmek için kullanılır, özellikle de bu alanda Neden açık ve sade biçimde konuşulmaz? Kuşkusuz ki, söz konusu olan şey içerik bakımından “gerçek bir hiçlik” olduğundan
Makalenin tüm iddiası, boşluğun hiçlikten sınırsız bir enerji miktarı türettiğini göstermektir Yegâne “kanıt” da, genellikle her türlü keyfi hipotezi asabileceğimiz bir askılık olarak iş gören özel ve genel görelilik teorilerine yapılan birkaç atıftan ibarettir
Özel görelilik, hangi hızla hareket ederlerse etsinler tüm gözlemciler için boşluğun niteliklerinin aynı görünmesi gerektiğini ileri sürer Bunun doğru olması için, boşluk “deniz”inin basıncının, enerji yoğunluğunu götürmesi gerekir Bu çok da zararlı görünmeyen bir koşuldur, ama yine de bazı şaşırtıcı sonuçları vardır Meselâ, boşluk enerjisinin verili bir bölgesinin, ne kadar genişlemiş olursa olsun, aynı enerji yoğunluğuna sahip olduğu anlamına gelir Bu en azından tuhaftır Bunu, hacmi arttıkça enerji yoğunluğu düşen sıradan bir gazın davranışıyla karşılaştırın Boşluk sanki daimi bir enerji deposuna yaslanmaktadır
İlkin, birkaç cümle önce yalnızca varsayımsal bir “evrensel sıvı” olan şey, artık, “su”yunun nereden geldiği kimse tarafından bilinmeyen gerçek bir boşluk “deniz”ine dönüşmüş bulunmaktadır Bunun en azından tuhaf olduğu söylenebilir Ama yine de bunu bırakalım Tıpkı yazar gibi, kanıtlanması gereken şeyin doğru olduğunu ve bu engin hiçlik okyanusunun varlığını kabul edelim Buradan, bu “hiçlik”in artık yalnızca bir şey olmakla kalmayıp, oldukça esaslı “bir şey” olduğu ortaya çıkar Sanki bir büyüyle, “daimi bir depodan” gelen enerjiyle doldurulmuştur Bu yaklaşım, Yunan ve İrlanda mitolojisindeki “bereket boynuzu”nun, cornucopia’nın kozmolojik eşanlamlısıdır Kendisinden ne kadar içilirse içilsin asla boşalmayan efsanevi bir boynuz ya da kazan Tanrıların bir armağanıydı bu Bugün Bay Matthews bizlere, bunun bir çocuk oyunu gibi görünmesini sağlayan bir şey yutturmak istiyor
Eğer enerji bir boşluğa giriyorsa, boşluğun dışından bir yerlerden gelmelidir Boşluk madde ve enerjiden yalıtık varolamayacağına göre bu yeterince açıktır Maddesiz bir boş uzay fikri, uzaysız bir madde fikri kadar saçmadır Dünyada kusursuz boşluk diye bir şey yoktur Kusursuz bir boşluğa en yakın olan şey uzaydır Ama aslına bakılırsa, uzay da boş değildir Onyıllar önce Hannes Alfvén, uzayın plazma filamanlarıyla dolu manyetik alanlarla ve elektrik akımları ağıyla sarmalanmış canlı bir şey olduğuna işaret etmişti Bu, spekülasyonun ya da görelilik teorisine yapılan atıfların sonucu değil, Jüpiter, Satürn ve Uranüs gezegenlerinin etrafında bu akımları ve filamanları saptayan Voyager ve Pioneer uzay araçlarınınkiler de dahil birtakım gözlemlerden doğmuş bir sonuçtur
Demek ki uzayda gerçekten de bol miktarda enerji vardır Ama Bay Matthews’un bahsettiği türden bir enerji değil Onun bir zerresi bile değil “Boşluk denizi”ni ileri sürmekle onun kastettiği, enerjinin doğrudan boşluktan elde edildiğidir Maddeye gerek yoktur! Bu yaklaşım, şapkadan tavşan çıkaran bir sihirbazınkinden hiç de daha iyi bir yaklaşım değildir Her şeyden önce, hepimiz biliriz ki, tavşan bir yerlerden gelir Ama Bay Mathews’in enerjisi hiç de bir yerlerden gelmez Genel görelilik teorisinin nezaketi sayesinde boşluktan gelir:
Einstein’ın genel görelilik teorisinin kilit özelliklerinden biri, kütlenin, kütleçekimin yegâne kaynağı olmayışıdır Özellikle hem pozitif hem de negatif basınç kütleçekim etkisi yaratabilir
Böylelikle, okuyucu baştan aşağı bir gizemle karşı karşıya bırakılır Ama şimdi her şey (hemen hemen) açıklığa kavuşuyor:
Boşluğun bu özelliği, kozmolojinin son onyıldaki belki de en önemli yeni kavramının bağrında yer alır: kozmik şişme İlkesel olarak MIT’deki Alan Guth ve Andrei Linde (şu anda Stanford’da) tarafından geliştirilen kozmik şişme fikri, çok erken dönemlerinde Evrenin kararsız bir boşluk enerjisiyle (ki bu enerjinin “kütleçekim karşıtı” etkisi Evreni 10–32 saniye içerisinde belki de 1050 kat genişletmiştir) tıka basa dolu olduğu varsayımından hareket eder Boşluk enerjisi, geride, enerjisi ısıya dönüşen gelişigüzel dalgalanmalar bırakarak ölüp gitti Enerji ve madde birbirlerine dönüşebilir olduğundan, sonuç, bugün büyük patlama olarak adlandırdığımız maddenin yaratılışıydı
İşte böyle! Tüm bu keyfi yapı, büyük patlamaya ilişkin şişme teorisini desteklemek içindir Her zamanki gibi, hipotezleri ne pahasına olursa olsun desteklemek adına kale direklerinin yerini değiştirip duruyorlar Tıpkı, eski Aristoteles-Ptolemaios kristal küreler teorisi savunucularının, bu teoriyi olgularla denk düşmesi için her seferinde daha da karmaşık hale getirerek sürekli gözden geçirmeleri gibi Görmüş olduğumuz gibi, söz konusu teori, kayıp olan “soğuk karanlık madde” ve Hubble sabiti hakkındaki muazzam karışıklık nedeniyle son zamanlarda kötü günler geçiriyordu Küçücük de olsa bir desteğe fena halde ihtiyaç duyan bu teorinin savunucuları besbelli ki, teorinin merkezi sorunlarından birine bir açıklama getirme arayışı içine girdiler; şişen bir büyük patlamaya yol açacak tüm bu enerji nereden gelmişti? “Tüm zamanların en büyük bedava öğle yemeği” diyordu Alan Guth Şimdilerde hesabı birilerine ya da bir şeylere ödetmek istiyorlar ve karşımıza boşlukla çıkıyorlar Bu hesabın ödenip ödenmeyeceğinden kuşkuluyuz Ama gerçek dünyada, hesabı ödemeyen insanlar genellikle hiç de kibar olmayan bir biçimde kapı önüne konulurlar, nakit para yerine genel görelilik teorisini üretmeyi vaat etseler bile
“Hiçlikten, hiçlik yoluyla, hiçliğe” demişti Hegel Bu şişme teorisinin mezar kitabesi için gayet uygundur Hiçlikten bir şeyler elde etmenin gerçekten de tek bir yolu vardır; bir Yaratılış eylemi Ve bu da ancak bir Yaratıcının müdahalesiyle mümkündür Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, büyük patlama savunucuları ayak izlerinin kendilerini hep aynı yöne götürdüğünü göreceklerdir Bir kısmı bu yola sevinçle girecektir, diğerleri ise kendilerinin “geleneksel anlamda” dindar olmadığını iddia edecektir Ama mistisizme geri dönüş bu modern Yaratılış efsanesinin kaçınılmaz sonucudur Bereket versin ki, gittikçe artan sayıda insan bu gidişattan honutsuzluk duymaya başlamaktadır Er ya da geç gözlem düzeyinde büyük bir buluş gerçekleşecek ve bu, büyük patlamayı ebediyete intikal ettirecek yeni bir teorinin ortaya çıkmasını sağlayacaktır Bu ne kadar erken olursa o kadar iyi
Güneş Sisteminin Kökenleri
Uzay gerçekte boş değildir Doğada kusursuz bir boşluk varolamaz Uzay ince bir gazla doludur; “yıldızlararası gaz” ilk kez 1904’te Hartmann tarafından saptandı Gaz ve toz yoğunluğu, bir “sis” tabakasıyla çevrili olan galaksilerin etraflarında artmakta ve yoğunlaşmaktadır, bu “sis” tabakası genellikle, yıldızlardan yayılan radyasyon nedeniyle iyonlaşmış hidrojen atomlarından oluşur Bu madde bile eylemsiz ve cansız değildir, tersine elektrik yüklü atomaltı parçacıklara ayrışmış, her türlü harekete, sürece ve değişime tâbi durumdadır Bu atomlar ara sıra çarpışırlar ve enerji durumlarını değiştirebilirler Tek bir atom ancak her 11 milyon yılda bir kez bir çarpışma yapabilecek olmasına rağmen, söz konusu olan muazzam atom sayısı, sürekli ve saptanabilir bir emisyonun (ilk olarak 1951’de saptanan “hidrojenin şarkısı”) ortaya çıkışı için yeterlidir
Bunun neredeyse tamamı hidrojendir, ama bunun yanı sıra hidrojenin daha karmaşık bir biçimi olan döteryum, oksijen ve helyum da vardır Bu elementlerin uzaydaki son derece seyrek dağılımı dikkate alındığında bir bileşiğin oluşması imkânsız gibi görünür Ama gerçekte bu olmaktadır, ve üstelik dikkate değer bir karmaşıklık düzeyinde Uzayda su molekülü (H2O) bulunmuştur, ve ardından da amonyak (NH3) ve formaldehit (H2CO) ve çok daha karmaşık moleküller, öyle ki tüm bunlar yeni bir bilimi ortaya çıkarmıştır: Astrokimya Son olarak, bizzat canlı hayatın temel moleküllerinin –aminoasitler– uzayda varolduğu kanıtlanmış bulunmaktadır
Güneş sisteminin oluşumuna dair bulutsu hipotezini ilk olarak Kant (1755’te) ve Laplace (1796’da) ileri sürdüler Buna göre, güneş ve gezegenler uçsuz bucaksız bir madde bulutunun yoğunlaşmasından oluşmuştu Bu, olgularla denk düşüyor görünüyordu ve Engels’in Doğanın Diyalektiği’ni yazdığı sıralarda, genel kabul gören bir görüştü Ne var ki 1905’te Chamberlain ve Moulton alternatif bir teori ortaya koydular; planetesimal* hipotezi Bu hipotez, 1918’de gelgit hipotezini ileri süren Jeans ve Jeffreys tarafından daha da geliştirildi Bu sonuncu hipotez, güneş sisteminin iki yıldızın çarpışmasının bir sonucu olarak ortaya çıktığı düşüncesini içerir Bu teorinin sorunu şudur ki, eğer bu teori doğruysa, gezegensel sistemler son derece nadir olgular olmalıdırlar Yıldızları birbirinden ayıran muazzam uzaklıklar, böylesi çarpışmaların, zaten çok nadir olan süpernovalardan 10 000 kez daha az gerçekleştikleri anlamına gelir Bir kez daha görmekteyiz ki, bir sorunu, yolunu şaşırmış bir yıldız gibi tesadüfi bir dış kaynağa başvurarak çözme girişimiyle, çözdüklerimizden daha büyük sorunlar yaratmış oluruz
Sonunda, Kant-Laplace modelinin yerine geçtiği varsayılan teorinin matematiksel olarak çürük olduğu görülmüş oldu “Üç yıldız çarpışması” (Littleton) ve Hoyle’nin süpernova teorisi gibi diğer çabalar da, bu yolla güneşten kopan maddelerin gezegenler şeklinde yoğunlaşmak için haddinden fazla sıcak olduğunun kanıtlandığı 1939 yılında bir tarafa bırakıldı Böylesi maddeler aslında ince bir gaz olarak genleşmeliydiler Böylelikle, planetesimal-afet teorileri yıkıldı Bulutsu hipotezi yeniden öne çıktı, ama öncekinden daha üst bir düzeyde Kant ve Laplace’ın düşüncelerinin yinelenmesinden ibaret değildi artık Meselâ artık, modelde tasavvur edilen toz ve gaz bulutlarının, onların düşündüklerinden çok daha büyük olması gerektiği anlaşılmıştır Böylesi devasa ölçeklerde, bulut muazzam girdaplar oluşturan bir türbülans yaşamalı ve ardından ayrı sistemler şeklinde yoğunlaşmalıydı Bu kusursuz diyalektik model 1944’te Alman astronomu Carl F von Weizsäcker tarafından geliştirilmiş ve İsveçli astrofizikçi Hannes Alfvén tarafından kusursuzlaştırılmıştı
Weizsäcker, en büyük girdaplarda, alt girdaplar doğuran türbülanslı bir büzüşme süreciyle galaksileri oluşturmaya yetecek kadar madde olması gerektiğini hesaplamıştı Bu alt girdapların her biri güneş sistemlerini ve gezegenleri oluşturabilirdi Hannes Alfvén özellikle güneşin manyetik alanını inceledi İlk başlarda, güneş büyük bir hızla kendi ekseni etrafında dönmekteydi, ama sonunda kendi manyetik alanı tarafından bu dönüş yavaşlatılmıştı Bu, açısal momentumu gezegenlere aktardı Kant-Laplace teorisinin Alfvén ve Weizsäcker tarafından geliştirilen bu yeni versiyonu bugün artık genellikle, güneş sisteminin kökenlerinin en yaygın kabul gören versiyonu olarak ele alınmaktadır
Yıldızların doğumu ve ölümü, doğanın diyalektik incelenişinin de bir başka örneğini oluşturur Kendi nükleer yakıtlarını tüketmeden önce yıldızlar milyonlarca yıl süren uzun vadeli barışçıl bir evrim döneminden geçerler Ancak kritik bir noktaya geldiklerinde şiddetli bir sona uğrarlar, kendi ağırlıkları altında bir saniyeden de kısa bir süre içerisinde çökerler Zamanla, güneşin bir milyar yıl içerisinde yaydığından daha fazlasını birkaç ay içerisinde yayarak ışık biçiminde devasa bir enerji ortaya çıkarırlar Yine de bu ışık miktarı bir süpernovanın toplam enerjisinin yalnızca küçük bir bölümünü temsil eder Patlamanın kinetik enerjisi on kat daha fazladır Bunun da belki on kat fazlası nötrinolar tarafından alınıp götürülür Yıldızın kütlesinin büyük bir bölümü uzaya saçılır Samanyolu civarında böylesi bir süpernova patlaması kendi kütlesini dışarı savurmuş ve çok çeşitli elementler içeren bir nükleer küle dönüşmüştür Dünya ve onun içindeki her şey, bizler de dahil, bütünüyle bu geri dönüşümlü yıldız tozlarından oluştuk, kanımızdaki demir bu geri dönüşümlü kozmik enkazın tipik bir örneğidir
__________________
Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır
|