Şengül Şirin
|
Cevap : Türkiye'nin Jeopolitik Konumu Ve Önemi
19 yüzyıl sınırlı bir romantizmin yanında harika bir şekilde geliştiği kadar da kendini kabul ettiren ilmin neticeleri, hemen hemen bütün sahalara hakim olmaya başlamıştır Bu devir endüstriyel kalkınmanın hem maddi hem de insani yönden dünyayı sarsmaya başladığı devirdir Coğrafya yeni bir değer ve daha önemli bir mevki kazanırken metotları, doğrudan doğruya, yeni fikir cereyanlarının tesiri altında kalırlar Politika, ekonomi ve sosyal organizasyon, en azından başlangıçlarını ve temayüllerini coğrafyaya sorarlar ve kendi hareket doktrinlerini kurmak için diğer unsurlarla tamamlamak üzere coğrafyada yeni unsurlar ararlar
Modern coğrafya bu şekilde doğdu Dallarından bir tanesi fevkalade bir önemle ortaya çıktı Çünkü etüt ettiği problemler, aynı zamanda insanlığa yön veren yolları telkin eden; muğlak, hareketli ve insanlığı ilgilendiren problemlerdir Bu “Politik Coğrafya”dır, yahut, ihtisas biraz daha genişletilirse “Jeopolitik”tir
Çağdaş jeopolitiğin başlangıcı olarak Alman Coğrafyacı ve antropolog Friedrich Ratzel (1844-1904)’in 1897’de yayınlanan “Politische Geograhie-Siyasi Cografya” adlı eserindeki fikir ve yorumları gösterilir
Ratzel’e göre siyasi coğrafya mükemmel haritalar yapmakta ve ülkeleri tanımak için yeni bilgiler getirmekte, havanın, nüfusun, iklimin etkilerini yeterli bir şekilde açıklamakta ise de, siyasi ilimler üzerinde tatmin edici bir duruma ulaşamadığından cansız ve sade kalmaktadır O halde coğrafya, siyasi ilimleri de yine kendi sahasında işleyerek ancak Siyasi Coğrafyayı statik olmaktan kurtaracak ve ona bir hayat ve canlılık kazandıracaktır 
Ratzel, kitabını 1903’de, “Siyasi Coğrafya veya Devletler, Ulaştırma ve Savaş Coğrafyası” adıyla genişleterek yayınladı Mekân fikrinin tarihte kaybolmadığına işaret ederek, “vaktiyle bir birlik ifade eden mekân, parçalanmış olsa dahi, o mekân fikri yahut mekân duygusu asırlarca yaşar ve günün birinde siyasi bir fikir olarak tekrar hayat bulabilir” diyordu
Ratzel, siyasi güç olarak teşkilatlanmış bir toplumun bulunduğu fiziki ortamla münasebeti hakkında genel bir teoriye varmak istiyordu Teorisini önce coğrafyanın politikaya sunduğu iki temel unsura dayandırıyordu Genişlik, fiziki özellikler, iklim vb ile tayin edilmiş “mekan-raum”; mekânın yeryüzündeki vaziyetini tayin eden ve münasebetlerinin bir kısmını yöneten “konum” İnsanın müdahalesi, tabiata bir dinamizm vermek ve onu organize etmekteki tabii istidadı demek olan “mekân duygusu-raumsinn” tarafından yönetilir düşüncesi ve bir milletin işgal ettiği saha miktarı ve haritadaki uygun konumu, o milletin siyasetini tespite yeter olmadığını takdir ederek, felsefesine bu üçüncü unsuru ilave etmişti
Topluluklar az çok istidatlıdırlar, öyleyse komuta ve organize etmeye, yani idare etmeye ve diğerleri üzerinde hakkı olmaya az veya çok tayin edilmişlerdir Bu kabiliyetler zayıflayabilirler ve hatta kaybolabilirler, fakat yetiştirilip kuvvetlendirilebilirler de  Görülüyor ki Ratzel ırkçılık anlayışından uzak değildir 
Ratzel, devletin coğrafi ve politik yapılarını biyolojik organizmalara benzeten fikirleriyle kendisinden sonra “Hayat Alanı – Rebensraum” adıyla gelişecek Alman Jeopolitik Ekolü’nün temellerini atmıştır
Ratzel, devletler arasındaki sınırlara geçici işaretler gözüyle bakıyordu Sonunda dünya hakimiyeti için muazzam bir mücadeleye girecek olan bir kaç güçlü devletin ortaya çıkmasına sebep olacak şekilde, küçük politik bölgeler, daha büyükleri tarafından eritilecektir 1930’larda Ratzel’in fikirleri Nazi Almanyası’nın “Lebensraum”u ele geçirmesini, ilerlemelerini ve tabii kanunlara uygun olarak mukavemet edilemez genişlemesinin ilham kaynağı olmuştu
Rudolf Kjellen (1864-1922), 1916 yılında yazdığı “Bir Hayat Şekli Olarak Devlet” adlı eserinde, yaşayan bir organizmaya benzettiği devletin beş aktif unsurunu “Sosyopolitik, Ekonopolitik, Kratopolitik, Demopolitik ve Geopolitik” olarak adlandırmış ve böylece JEOPOLİTİK terimi doğmuştur
Kjellen, Ratzel’in fikirlerini ifrat derecesine götürerek ve 19 yüzyıl Alman filozoflarına karşı aynı şekilde hareket ederek Birinci Dünya Harbi sıralarında Alman ekolüne yeni bir hareket vermiştir İlk defa “Jeopolitik” adı altında devleti bir şahısa benzeterek, her ikisinin de organlarını kıyaslamak suretiyle devletlere davranışlarında, insanlara benzer davranışlar vererek bir doktrin vazetmiştir Nihayet Alman ırkının üstünlük ve “Raumsinn”e olan kabiliyet tezini kuvvetlendirdi ve böyle bir ekolün başına geçecek Karl Haushoffer’i buldu General ve profesör, asker ve politikacı Haushoffer, milli çapta ve Nazi idareciler tarafından şevkle teyit edilen politik ve ilmi bir doktrin lanse etmek için gerekli niteliklere sahipti Ratzel ve Kjellen’den daha ileri giderek yabancı referanslarla tezini kuvvetlendirme hünerini gösterdi Mackinder’in “Kalpgâh”ını biraz daha batıya oynatarak onun fikirlerini Almanlar için kullandı
Fransız Vidal de La Blanche, Alman Jeopolitik Ekolü’nün aksine, olayların sadece müşahade ve sınıflandırılmasında kalmayarak daima coğrafi olayların izahını aramıştır Devleti bir canlı organizma değil, “Kültürel ve Ulusal Bir Varlık” olarak kabul eder Politikaya insan unsurunun hakim olduğu görüşündedir, bu nedenle coğrafi determinizme karşıdır Coğrafi olaylar bir akışkanlığa sahip olup değişirler Bu Vidal’in getirdiği önemli bir kavramdır
İngiliz Jeopolitik Ekolü’nün temsilcisi Sir Halford Mackinder (1861-1947) bir coğrafyacıdır Mackinder, dünya coğrafyasına politik ve özellikle dünya hakimiyeti açısından değerlendirme çalışmasına girmiş ve bu çalışmaları ile “Kara Hakimiyet Teorisi”ni geliştirmiştir
Mackinder’in coğrafyayı devlet idaresi için bir yardımcı olarak kullanmayı ileri sürmesine karşılık, Kjellen Coğrafyaya dayalı bir devlet idaresi sistemi formüle etmiştir
Mackinder, yeryüzünde bir tek büyük kara parçasının olduğunu kabul eder “Dünya Adası-World Island” adını verdiği Avrupa-Asya-Afrika kıtalarıdır Rusya’nın bulunduğu orta bölge “Heartland-Kalpgah”tır
Mackinder, üç aşamada hudutlarını geliştirdiği Heartland ile meşhur formülünü ifade eder
“Doğu Avrupa’yı elinde tutan Heartland’e egemen olur, Heartland’i elinde tutan Dünya Adasına egemen olur, dünyanın bu adasını elinde tutan dünyaya egemen olur ”
Böyle bir kara parçasına sahip tek devlet Rusya’dır ve dünya hegemanyasını elde etmesine mani olunmak isteniyorsa onun açık denizlere çıkmasına müsaade edilmemelidir Bu netice, Soğuk Savaş Dönemi boyunca aktüel kalmıştır Bugün ise, Rusya, Bağımsız Devletler Topluluğu’nda istediği ölçülerde entegrasyon sağlayabildiği takdirde formülün aktüel kalmasını devam ettirebilir
Amerika’da Amiral Alfred Thayer Mahan (1841-1914), 1890’da yayımlanan “Deniz Kuvvetlerinin Tarihe Etkisi” adlı eseriyle “Deniz Hakimiyet Teorisi”nin esaslarını ortaya koymuştur
19 Yüzyılda endüstri devrimi sonucu bir yandan yeni keşifler yapılmış, diğer yandan ekonomik ilişkiler büyümüştür Ham madde arayışı ve yeni ürünlerin pazarlanması ihtiyacı, deniz yollarının önemini artırmış, gelişen teknoloji ile mesafeler kısalmıştır Tarihi ipek yolu önemini kaybederken, Mahan’ın “Denizlere hakim olan dünyaya hakim olur” tezi tesadüfen ortaya çıkmamıştır
Amerikan Jeopolitik Ekolünün gelişmesi özellikle Prof Nicolas Spykman (1893-1943)’le başlar Spykman, 1942’de yayımlanan “Dünya Politikasında Amerikan Stratejisi” ve ölümünü müteakip 1944’de yayımlanan “Sulhün Coğrafyası” adlı iki önemli eseriyle jeopolitiği Amerikan milli güvenlik politika ve stratejisinin dayanacağı coğrafi esasları ve yaptığı dünya coğrafyası değerlendirmesi ile de “Kenar Kuşak Teorisi – Rimland”i ortaya koymuştur
Spykman bu teori ile aslında Mackinder’in Kara Hakimiyet Teorisine cevap vermekte ve Sovyetleri Asya’nın merkezi bölgesinde tutacak ve denizlere çıkışını çok büyük ölçüde engelliyecek politika ve stratejileri ön plana çıkarmaktadır
ABD’nin güvenlik stratejisinin oluşumunda benimsediği Kenar Kuşak ve Deniz Hakimiyet Teorileri günümüze kadar aktüelliğini devam ettirmişlerdir
__________________
|