Yalnız Mesajı Göster

Cevap : Türk Mitolojisi

Eski 05-08-2009   #2
ysnkrks
Varsayılan

Cevap : Türk Mitolojisi



Eski Türk inanışlarına göre ay ile güneş, insanlara daima iyilik getiren ve onları koruyan iki kutsal kudretti Ay ile güneş insanoğlunu her zaman göz altında bulundurur ve onları kötü yola sapmadan korurlardı Aşağıdaki, Altay Türklerinin anlattıkları masal da, bunun bir örneğidir:
Çok çok eski çağlarmış büyükçe bir dev varmış,
Nice çok canlar almış, insanoğlu az kalmış
İnsanlar toplanmışlar, ta Tanrıya varmışlar,
Kurtar bizi diyerek, Tanrıya yalvarmışlar
Bu çok güç vazifeyi, Tanrı güneşe vermiş,
"Yakarım ben dünyayı, ay yapsın işi dermiş"
Ay dünyaya inerken, hava da çok soğukmuş,
Dev böğürtlen yer iken, ağaçla göğe uçmuş
Ay gökte dolun iken dev ayda görünürmüş,
Böğürtlenini yerken, keçeye bürünürmüş
Bu efsanede de görülüyor ki, güneş sıcak, ay ise soğuktur Ay her girdiği yeri soğutur ve hatta soğuğu ile, güneşin bile yenemediği yenemediği kötü ruhları yenebilirdi Fakat ayın bu soğuğu insanlara zararlı değildi İnsanlar ona karşı kendilerini koruyabilirlerdi Bundan önceki efsaneler de ay, öksüz kızı götürürken ağacı da beraber almıştı Burada da ağaç, devle beraber götürülmüştür Soğuk bölge Türkleri tarafından anlatılan bu masallarda, aya ve soğuğa fazla önem verilmiştir Hatta güneşin sıcaklığı bile küçüksenmiştir Bu sebeple de güneş, aydan daha az güçlü olarak gösterilmiştir Güneşin, ışıklarını ve sıcaklığını esirgediği bu bölge halklarının böyle düşünmelerinde, elbette ki hakları vardır

Ay-Dede'yi yiyen kurtlar:

Ay bazan, tepsi gibi büyük ve parlak olur; bazan da küçülür ve donuklaşır Elbette ki insanlar, bunun sebebi nedir diye, akıllarını yormuş ve düşünmüşlerdi Ay niçin küçülür ve niçin büyürdü? Herhalde ay, her küçüldükçe onu bir şey yemekte ve bitirmekte idi Bunu yiyebilecek şey de, kutsal kurtlardan başka bir şey olamazdı:
Ay her dolunlaştıkça kurtlar ayılar yermiş,
Ay azıcık kaldıkça, kurt ayılar gidermiş
Ay gider bir ay yatar, yarasını sararmış,
İyileştikçe çıkar, yine gökte parlarmış
Ayı, kurtlar yakalar, iyice bir yolarmış,
Ayı yine gidip yatar, yarası kan dolarmış
Bu inanış, Ortaasya ve Sibirya'da çok yayılmıştır Fakat her kavim, bu ayın yeniş ve parçalanışını, kendi kutsal hayvanlarına yaptırıyordu Meselâ Moğollarla, Kuzey-Doğu Sibirya'daki Gilyak'lar Gökteki ayı, kendi köpeklerine; kuzey kutbuna yakın oturan halklar ise, ayılara yedirtiyorlardı Ama Türk halklarına göre köpek, kötü ve adî bir hayvandı Kurtların yanında da çok güçsüz kalıyordu Bu sebeple Yakut Türkleri, diğer komşularından ayrılarak ayı, kurtlara kovalatıp ve sonra da onlara yedirtiyorlardı

Altay Türklerinde de aynı efsaneyi görüyoruz Yalnız burada, Kurtların yerine "Yedi başlı dev" yani "Yelbegen" geçmiştir Bu Altay masalı, ana motifler bakımından, "Sırıkla iki kova su taşıyan ökzüs kız" efsanesine de benzer Öksüz kız efsanesindeki ağaç veya funda da ayda görülmektedir Ancak Altaylarda, kızın yerine, dev geçmiştir:
Yedi başlı Yelbegen, adlı büyük dev varmış,
Öç alır ay güneşten, onları yer yutarmış
Büyük Tanrı Bay-Ülgen, aya bakar sararmış,
Ayı bitirip yiyen, bu deve ok atarmış
Dev bazan yıldızları, kovalar götürürmüş,
Sonra da parçalarmış, ağzından tükürürmüş
Yıldızlar bu azgından, kaçarmış hep göklere,
Dev onları ağzından, saçarmış hep göklere
Yine Altay Türklerine göre, "Ayın tutulması" olayı da, yine bu "Yedi başlı dev" yüzünden meydana gelirdi Bunun için Altay Türkleri ay tutulduğu zaman şöyle derlerdi:

"Yine Yelbegen, (Yani yedi başlı dev) ayı yedi"

3 AYDAN TÜREYEN TÜRK SOYLARI

Uygurca Oğuz-nâme'de Oğuz-Han'ın babasının adının, "Ay-Han" olduğu söylenir Maalesef, bu Oğuznâme'nin başkısmı kaybolmuştur Bu sebeple, bu "Ay-Han"ın kim olduğunu anlayamıyoruz Bilindiği üzere, Oğuz Han'ın ikinci oğlunun adı da, Ây-Han" idi Burada "Ay-Han" yalnızca bir ünvandır Yoksa bazılarının dedikleri gibi, Ay-Han, "Ay'ın Han"ı, Kün-Han da "Güneş'in Han'ı değillerdi Elbetteki Ay-Han, Türk mitolojisinde ay'ı temsil eden sembolik bir ad idi Türklere göre ay, erkek idi "Ay-Ata" deyim ve adları, buradan geliyordu Türk-Moğol efsanelerinde "Ay'ı, çocuk doğurtan bir baba olarak" da görüyoruz Meselâ Çingiz-Han'ın atalarından Alan-Ko'a, ay ışığından gebe kalmıştı Bazı kaynaklar da, Ay'ın bizzat çadırdan içeri girerek kadını gebe bıraktıklarını söylerler "Türklerdeki Gök-Kurt (Kökböri) ise, gökteki Tanrı'nın, yerde şekillenmiş bir sembolü idi bunun için de Göğün rengini almıştı" Aydan gebe kalan kadınlara ay, sarışın bir adam şeklinde gelmiş ve köpek şeklinde gitmişti Çin'de "Altın" ve "Sarı renk", imparator'un bir sembolü idi Bu sebeple Moğol efsanelerinde, Çin tesirleri aranırsa, ihtiyatsızlık olmayacağı kanaatındayız

4 YILDIZLAR

"Kubbesini sert göğün, gezegenler delmişler,
"Soğuklar öğün öğün, Yeryüzüne gelmişler!"

Yakut Türklerinin Efsanesi

Yıldız bilgisi, "Zaman" ve "Yön" ler için önemli idi:

Yıldızlar Türk kavimlerinde daima önemli bir rol oynamışlardı Eskiden beri dünyanın tanınmış at yetiştirenleri ve savaşçıları olan Türkler, yıldızlardan bir yandan günlük hayatlarında istifade ederlerken, diğer yandan da onlar için efsaneler düzmüş ve şiirler yazmışlardı İyi bir yıldız bilgisi, atçı ve harpçı bir kavim için, hayati bir önem taşırdı Akınlar kervanların ve sürülerin yola çıkışı, meraya gidiş, yatış ve kalkış, hep yıldızlara göre yapılırdı Daha düne kadar Anadolu'daki durum da böyle idi Bilhassa yaz aylarında, şafakla birlikte şehirdeki pazarda bulunmak isteyen birçok köylülerimizin, yola çıkış saatlarini, Ülker yıldızının durumuna göre ayarladıklarını yakından biliyoruz Bu sebeple, Yıldız bilgisi, türkler arasında başlıca iki bakımdan önemli sayılmıştı

1 Vakti öğrenme bakımından, yıldız bilgisi çok faydalı idi Özellikle, yeni bir hayatın başlayacağı sabaha yakın saatlarda, bu konuda sağlam bir bilgiye sahip olma, Türk toplumuna büyük faydalar sağlıyordu

2 Yıldız bilgisi ile yönleri ve yolu bulma, atlı ve savaşçı kavimler için, ihmal edilemez bir bilgi idi

Gerek vakti ve gerekse yolu bulmak için, iyi kullanılan böyle bilgiler, bir topluma birçok faydalar sağlıyorlardı Yine aynı bilgiler, o toplumun gözlerini ve dikkatlerini de göğe çeviriyorlardı Bu ilgi, toplumda bir yandan sağlam ve şaşmaz yıldız bilgisi meydana getirirken; diğer yandan da göğün ve Tanrının, bu değişmez düzeni için, insanlarda hayranlık uyandırmaktan geri kalmıyordu

Eski Türk dini, gerçekçi bir "Gök dini" idi:

Efsaneler, birer sembol ile ifade edilmiş, his ve inanışların, aynalarından başka bir şey değildirler Bizce "Önemli olan efsaneler değil; onların köklerinde yatan ve onların doğuşlarına sebep olan dinler ve diğer inanışlardır" Bu inançları bilmeden, Türklerin gök ve yıldızlar hakkında söyledikleri efsanelerin sırlarını çözüp ve açıklamanın imkânı yoktur

Türklerin hayatında en önemli rol oynayan şey, "Çadır" idi Bütün hayatları burada geçer ve aile bağları da, bu yurt ile sembolleşirdi Onlar çadıra girdikleri zaman, dünyaları da gökleri de hep kendi çadırları olurdu Babil metinlerinde bile, gök bir çoban çadırına benzetilirken, Ortaasya'lı nasıl olurdu da, bu muhteşem göğü, çadırına ve yurduna benzetmezdi İşte bizim bu konuda, hareket edeceğimiz en önemli çıkış noktamız bu olacaktır Göğün bir çadıra nasıl benzetildiği ve bu fikrin nasıl geliştiğini, "Kutup Yıldızı" ile ilgili bölümümüzde inceleyeceğiz

Ortaasya Türk kavimleri tarafından umumiyetle "Göğün kapısı" kutup yıldızının bulunduğu yer olarak kabul edilmiştir Bunun da, başka türlü bir düşünceye dayandığı anlaşılıyordu Eski geleneklerini bırakmamış bazı, Ortaasya boylarında, bunun az çok açıklamalarını da bulabiliyoruz Birçok Türklere göre gökteki yıldızlar, Gök çadırının deliklerinden dünyamıza sızan ışıklar idiler Tabiî olarak bu, çok ilksel bir açıklamadır Herhalde Göktürk çağında böyle bir gelenek, itibarını çoktan kaybetmişti Fakat Göktürk halkları arasında bu inancın, bir halk inanışı olarak yaşamadığını da iddia edemeyiz Başlangıçtan beri söylediğimiz gibi, "Halk inanışları ile devlet dini, ayrı gelişme yolları takip etmişlerdi Türklerde, Devlet dini de, ana prensipler bakımından halk inanışlarına dayanmakla beraber, daha gerçekçi ve içtimai bir yola girmiş, ayrıca dünyanın yüksek dinleri arasında yer almıştır" Halk ise daima mistisizme meyletmiş ve günlük hastalık vs gibi işleri için de, dinlenen fevkalâde yardımlar ve çareler ummuştu Bunu söylemekle, Göktürk devletinde, halkın devlet dinine inanmadığını demek istemiyoruz Din, bir imam konusu olduğu kadar, büyü vs gibi pratiği de olan bir yoldur Şamanların yaptığı bu pratik işler, devletin büyük din merasimlerinde herhalde büyük bir önem taşımıyordu Bununla beraber devletin yüksek din anlayışını anlayabilmek için, yine halkın bu iptidaî geleneklerine bakmak icap etmektedir

"Mevsimlerin değişimi" de, yıldızlara göre öğrenilebilirdi:

"Göğün kapısı" olan kutup yıldızı, hem kutsal ve hem de, bütün gezegenlerin başladığı bir "Demir kazık" idi Uygurlar bu yıldıza daha büyük bir saygı göstererek, ona "Altın kazuk" demişlerdi Kutup yıldızı parlaklığın bir sembolü idi "Kutup yıldızının bulunduğu yerden veya gök kubbesinde meydana getirdiği kapıdan, Tanrı insanlara şefaat eder ve Kamlar (Şamanlar) da bu delikten Tanrı ile ilgi kurarlardı Bu kapı, insanlar dünyası ile, gökteki ruhlar dünyasının bir sınırı idi" Bu sebeple bu yerin, diğer yıldızların deliklerine nazaran, ayrı bir kutsallığı vardı Ortaasya kavimlerine göre, "Hava değişimleri"nin de, bu yıldızlarla büyük bir ilgisi vardı Meselâ Yakut Türklerine göre, "Soğuk havalar, diğer gezegenlerin deliklerinden yeryüzüne inerlerdi Bu bakımdan bilhassa Ülker yıldızı büyük bir önem taşırdı Gezegenlerin yükselip alçalması ile, soğuk veya sıcak havaların geleceği, çoğu zamanda isabetli olarak söylenirdi" Anlaşılıyor ki, "Yıldız bilgisi" ile "Efsane"nin de çok yakın ilgileri vardı Meselâ Kuzey-Doğu Asya'da "Büyükayı burcunun kuyruğunun döndüğü yöne göre, mevsim de değişirdi Büyükayı burcunun kuyruğu, kuzeyde ise kış; batıda ise, sonbahar; güneyde ise, yaz ve doğuda ise, ilkbahar gelirdi" Bundan da anlaşılıyor ki, Ortaasya kavimleri, bir yandan yıldızlar hakkında efsaneler düzerken, diğer yandan da yıldızların gezişleri ve yönleri hakkında, az çok bilgiye sahip idiler

Alıntı Yaparak Cevapla