Yalnız Mesajı Göster

Cevap : Kültür Nedir?

Eski 05-03-2009   #3
ysnkrks
Varsayılan

Cevap : Kültür Nedir?



III Vakıflar

Ortak bilinç ve ortak vicdan her kültür ve hatta her toplumda farklı olmakla birlikte bütün medeniyetlerde insanlara karşılıksız hizmet etmek düşüncesine yönelik kuruluşlar, kurumlar vardır

İslam toplumlarında sistemli “karşılıksız hizmet” “Vakıf’ müessesesi ile sağlanır İslam hukukuna göre vakıf, “Yararları insanlara ait olmak üzere Allah’a adanan ve zaman süresi ile tahdid edilmeksizin temlik ve temellükten habs ve men’ edilen mal”dır

Osmanlı Padişahları başta olmak üzere Sadrazamlar, devlet ricali ve ümera ile diğer varlıklı kişiler vakfetmişlerdir Çünkü bir Müslümanın “sevab defteri” devam eden bir hayır bıraktığı takdirde ölümünden sonra da kapanmaz Vakıf ise nassın koruması altına alınmış “ebedi” bir hayırdır

Diğer taraftan vakıfların Osmanlı şehirlerinin oluşumunda da önemli katkıları vardır Şehir merkezleri genellikle vakıf bir külliyenin çevresinde kurulmuşlardır Vakıflarının adıyla anılan mahalleler ise genellikle cami, mescid, hamam veya çeşmelerin etrafında oluşmuştur

Vakıflar yalnız ibadet, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi toplumsal temel ihtiyaçları konu almaz Genelden özele doğru insanların toplum hayatı içinde yolculara yardım etmek, esirleri azad etmek, mektep çocuklarının gezdirilmeleri, fakir kızlara çeyiz temini, zayıf hayvanların otlayıp beslenmeleri için çayırlar gibi akla gelebilen tüm ihtiyaçlarını gidermeyi, sıkıntılarını hafifletmeyi hedefler Bu tür sel, yangın, hastalık, fakirlik, vergi borçları gibi zarüretlenin giderilmesi, acizlerin doyurulup giydirilmesi, tedavi edilmeleri, iş yapacaklara sermaye bulunması, borçtan mahkum olanların borçlarının ödenmesi için “avarız vakıfları” olarak bilinen bir vakıf kategorisi vardır Yalnız İstanbul’daki imaretlerde günde 30000 kişiye parasız yemek veriliyordu

Vakıfların bu karşılıksız yardıma yönelik hizmetleri toplumun psikososyal yapısı üzerinde devletin lehine olumlu etkileri olmuştur XVIII yüzyılın sonlarında vakıf gelirlerinin tüm devlet gelirlerinin hemen hemen yarısı, tımar ve zeamet gelirlerinin ise vakıf gelirlerinin yarısından az olduğu göz önüne alınırsa, geleneksel kültürümüzde Osmanlı yönetiminin halka yaklaşışının neden “devlet baba” olarak yorumlandığı daha açık anlaşılacaktır


IV Eğitim kurumları

A-Herkese açık “düzensiz öğrenim”

a İlk öğrenim: Aile içinde veya mahalle mekteplerinde okuma, yazma, hıfz ve hüsn-i hat öğretilirdi Her ikisi de daha üst bir öğrenime başlamak için yeterli sayılırdı
Halk arasında genellikle kargir yapıldıkları için “Taş Mekteb” olarak anılan Sibyan mektebleri, Padişahlar, devlet erkanı ve hayır sahipleri tarafından cami, medrese, imaret ve çeşmelerin çevresinde yaptırılmışlardır Hayrat olduklarından fakir çocuklarının yiyecek ve giyeceklerini sağlamak için vakıfları da vardır

Sıbyan mekteplerinde çağdaş pedagojide daha henüz önerilen bazı yeni ilkelerin benzerleri yüzyıllarca uygulanmıştır Şöyle ki; mahalle mekteplerine başlamak için belirli bir yaş gerekli değildir Ana ve babalar kendi çocuklarının yeterli olgunluğa geldiklerine inandıklarında okula başlatırlardı Bu da çağımız pedagojisindeki her çocuğun psikolojik ve fizyolojik yaşlarının farklı oldukları görüşüyle uyuşmaktadır Ayrıca senenin herhangi bir ayında okula başlanabilirdi

Yine çağdaş görüşe göre ilk öğrenimde önemli olan verilen bilgiler değil, bu bilginin öğrenme yeteneğinin çocuklara kazandırılmasıdır Bunun iki önemli faktörü çocuğun hafıza ve taklit kabiliyetinin geliştirilmesidir Kur’an’ın kısa sureleri ve dini bilgiler ezberletilerek ve hat örneklerinden kopyalar yaptırılarak çocuğun bu iki yeteneği geliştirilmiştir Sıbyan mekteplerinde okuma ve ezberleme melodik diziler biçimine getirilmişti ve çocuklar sallanarak hep birlikte bu ritme katılıyorlardı Bu da çağdaş eğitim tekniklerine göre düşünülürse müzik ve hareketin yarattığı ritm duygusundan yararlanmaktır

b Cami dersleri: Bu dersler Sibyan mektebi tahsilinin bir devamı gibiydi Sabah namazından çarşı, pazar ve dairelerin açılacağı zamana kadar devam ederdi Ulemadan bir müderris tarafından ilmihal, risale-i ahlak, Arapça ve Farsça (sarf, nahiv ve lugat) öğretilirdi

c Din öğrenimi: Camilerde müderris, imam ve hatipler din ilmi, tekke ve zaviyelerde de şeyhler ve tarikat erbabı ile birlikte tasavvufi bilgiler öğretilirdi

d Meslek öğrenimi:

1 Sanat öğretimi: Esnaf babadan oğula veya esnaf loncalanında, gedikli esnaf arasında, acemi oğlan ve yeniçeri ocaklarında, tersanelerde, tophanelerde ustadan çırağa aktarma yöntemiyle yapılırdı Hatta bu nedenle mahalle mektepleri öğleye kadar öğretim yaparlar, öğleden sonra çocuklar babalarının ya da ustalarının yanında sanat öğrenirlerdi Sanatı öğrenmiş çıraklar ustası da dahil olmak üzere, o sanatın tanınmış adamları huzurunda sınava sokulur, başaranlara törenle “peştemal” kuşatılırdı Hat sanatında başarılı olanlara icazetname verilirdi

2 Devlet memuru adaylığı (kalem şakirdliği): Okuma-yazma Öğrenmiş ve adab bilen gençler devlet dairelerinin kalemlerine “şakirdan” kaydolunur, yaşlı mümeyyizlerce kendilerine yabancı dil ve edebiyat öğretilirdi Kalem bir anlamda günümüzdeki devlet dairesi karşılığına gelebilir Ama yalnız devlet işlerinin görüldüğü yer olmakla kalmamış, tarihçi, vak’anüvis, riyaziyyeci, şair, mütefennin, hattat, müzehhib, bestekar, minyatür ressamı gibi Osmanlı kültürünün banilerinin yetiştiği okullar olmuşlardır

Kaleme yeni girene “şakird, talebe, yamak, çırak” denilir ve yaşlı ve tecrübeli bir “mürebbi katib”in öğretiminde hüsn-i hat (güzel yazı) ve mesleki bilgilerle beraber devrin değerli eserlerini tanıması sağlanır, şiire yatkın ise teşvik ve yardım edilir, edebiyat kuralları gösterilirdi Şakirde (ya da talebeye) Arapça ve Farsça (son dönemlerde Fransızca da) öğretilirdi Bütün bu çalışmalarda yeterli sayılmadan önce kendisi aylığa geçirilmezdi Böylece şakird kişiliğini bulunca kendisine bir de “mahlas” (takma ad) verilirdi Devlet adamlarımızın ve divan şairlerimizin çoğunun bilinen isim ve mahlasları kalemlerde verilenlerdir “Kalem efendisi” asil devlet memurunun ünvanı idi


BTanzimat öncesinde düzenli öğrenim

Yüksek tahsil veren medreselerde, Saray ve Enderun mektepleninde yapılırdı“Hazırlık Sarayları” denilen orta dereceli mektepler “Galata Sarayı”, Eski Saray (Bayezid’de), Ibrahim Paşa Sarayı (Sultanahmet’te), İskender Çelebi Sarayı (Küçükçekmece’de) ve Edirne Sarayı’dır Bu kurumların öğrencilerine “içoğlanı” denilirdi Önceleri yalnız devşirmelerden alınırken sonraları Müslüman çocukları da kabul edildiler İçoğlanları daha mektepte memuriyete başlıyorlar, iş, öğrenim ve stajı birlikte yürütüyorlardı

Hazırlık saraylarındaki eğitim ve öğrenimde başarılı olanlar “çıkma” denilen yöntemle ihtiyaca göre devlet adamı veya sanatkar yetiştirmek için eğitim ve öğrenim görmek, hem de çeşitli hizmetlerde bulunmak üzere Enderun mektebine “gılaman-ı Enderun” veya “içoğlanı” olarak alınırlardı

Gerek Sıbyan mekteblerinde, gerekse kalemlerde ve gerekse medreseler ve Enderun mektebinde genç öğrencilerin eğitim ve öğrenimi yaşlı ve tecrübeli kişilerin ellerine bırakılmıştı Tanzimat sonrasında öğrenim Batı modeline uygun olarak “ibtidai, Rüşdiyye, idadi, Mekteb-i ali ve Darul-fünün” dizini içinde yapılmıştır


VHalk Sağlığı

Osmanlılar’da hastahane olarak hizmet eden kurumlar darü’ş-şifa, bimarhane, darü’t-tıb gibi isimlerle anılmışlardır Bunların en önemli iki özelliği vakıf kuruluşları olmaları ve hastahane hizmetleriyle birlikte buralarda usta-çırak eğitimiyle tabib yetiştirilmesiydi

Vakıf olmaları, Osmanlı toplumunda sağlık hizmetlerinin parasız yapıldığı anlamını da beraberinde getirir Günümüzdeki “parasız” kavramı dışında hastaların evlerine dönüş paraları da kendilerine verilirdi Bu nedenle darüşşifalar hastaların ve tabiblerin çeşitli ihtiyaçlarını karşılayacak mimari bir kompleks biçiminde yapılırdı Külliye denilen bu manzume içinde cami, medrese, imaret, hamam ve misafirhane bulunurdu Böylece hastaların yedirilmesi, giriş ve çıkışlarında misafir edilmeleri, dini ihtiyaçları ve asistan doktorların barınacakları ve ders görecekleri mahaller temin edilmiş olmaktaydı

Mesela Fatih külliyyesinde cami, imaret, bimarhane, darüşşifa, 16 adet medrese, misafirhane, imarethane, sıbyan mektebi, hamam ve muvakkithaneler vardır

Bu medreselerin her birinde bir mescid, bir dershane (darülhadis) ve 19 oda vardı Bunların 15 adedi her birinde 2 kişi kalmak üzere talebe, 2 adedi muid (asistan), diğer 2’si de hizmetliler içindir

Haftada 4 gün tıb öğrenimi yapılmakta ve müderrislere 50, muridlere 5 ve talebeye 2 akçe yevmiye verilmektedir

“Yabancı seyyahların notlarına göre XVI yüzyıl sonlarında İstanbul’da herbiri 150 ila 300 hasta alabilen 119 hastahane bulunmaktaydı

Diğer taraftan akıl ve ruh hastaları için müzikle tedavi yapılan bimarhaneler, cüzzam gibi o dönemlerdeki çaresiz bir hastalık için de cüzzamhaneler açılmıştır

Medrese mimarisinde olduğu gibi, hastalara kapı ve pencereleri iç bahçeye açılan ocaklı odalar verilmektedir Evli, bekar ve kadın hastalar ayrılmışlardır Mescidi, hamamı ve çamaşırhanesi vardır İmam ve diğer görevlilerin maaşları, hastaların giydirilip doyurulmaları kadı tarafından tayin olunan mütevelli vasıtasıyla vakıf gelirlerinden sağlanmaktadır

Parasız tedavi yapılan hastahanelerde hem hekimler, hem de hastalar arasında müslim, gayrimüslim ayırımı yapılmıyordu Ancak, yalnız kadınları kabul eden hastahaneler vardı

Diğer taraftan serbest hekimler eczacılık da yaparlardı Bunların muayenehanelerine “tıbbi dükkan” denilirdi Cerrah ve kehhallerin (göz hekimleri) de dükkanları vardı Bu dükkanlarda tedavi ve ilaç bileşimleri hakkında yazma tıb kitapları, ilaç yapımında kullanılan maddeler ve tıbbi aletler bulunmaktadır

Bir hekim dükkan açma izni almak için önce “hekimbaşı”ya başvururdu Hekimbaşı hekimin yetkili olup olmadığını inceledikten sonra bunlara bir senetle resmi ruhsat verilirdi

Alıntı Yaparak Cevapla