ysnkrks
|
Cevap : Kültür Nedir?
Osmanlı Kültürü ile Batı Kültürünün Karşılaştırılması
İnanç açısından İslamiyet ve Hıristiyanlık arasındaki karşıtlıkların sosyal projeksiyonları iki kültürün ana ilkelerdeki zıtlıklarını da doğurmuştur
Kilise sanatında antik çağın iki ve üç boyutlu realist resim ve heykel sanatlarını geliştirirken, İslam inancı da biçime bağlı olmayan yazı ve tezyini sanat1arı meydana getirmiştir Burada bir somut-soyut (müşahhas- mücerret) karşı1aşması vardır Yine Hıristiyanlığın ebedi günah inancının etkisinde kalmış kilise mimarisinin katedralleri karanlık kasvetli, dar ve derindir İs1am’ ın camileri ise aydınlık, yüksek geniş tutulmuştur Burada da her iki kültürün insan anlayışındaki farklılıklar mekan ve ışıklandırma zıtlıkları biçiminde simgesel olarak görülüyor
Taaddüd-ü zevcat (sınırlı çok eşlilik) ilkesi Osmanlı ve Batı toplumları arasındaki önemli zıtlaşmalardan biridir Bu ilke beraberinde bazı hukuki ve ah1aki prensipleri de getirmiştir
Diğer bir sorun olan mübarek günler, Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar için Cuma, Cumartesi ve Pazar olarak günümüze kadar gelmiştir
Bununla beraber ticaret hayatında “faiz”, ekonomide “israf” konuları iki kültür arasındaki önemli diğer karşıtlıklardandır Faiz ve israf, önce birbirlerinin etkilerini attırırlar İslam kültürü içinde yer alan Osmanlı kültüründe ise ne faize ne israfa, ne de sebeb oldukları risk faktörü ve acımasız rekabete ya da piyango, lotarya gibi haksız kazanç çeşitleriyle bağıntılı diğer kavramlara yer yoktur
Osmanlı mimarlığında “iç mekan ve dış mekan” ayrımı, ya da bir anlamda “aile içi dünya ile dış dünya” veya ben-biz ve başkaları” kavramları esastır Dış dünya ile iç mekanın ayrıldığı yer olan dış kapıda ayakkabı çıkarılmadan evlere girilmez Dışa açık pencerelerde içeriden dışarıya ve tersi yönde bakışlara göre özel düzenlemeler yapılmıştır Bahçe duvarları yüksek tutulmuş, selamlık bölümleri ayrılmıştır
Osmanlılar (ve tüm Müslümanlar) suyu vücutlarının üzerinden akıtarak yıkanırlar Batılılar ise banyo küvetlerinde, lavabolar ve leğenlerdeki durgun suyun içinde yıkanırlar Yıkanma kültüründeki bu karşıtlık gerek mesken, gerekse çarşı hamamlarının inşasında farklı mimari oluşturmuştur
Okuma ve yazma kültüründe Osmanlılar için okumak önceliklidir Çünkü ilk emir “oku”dur ve Kur’an’ ın okunması mecburiyeti vardır Çünkü Kur’an bütün hukuk ve ahlak sisteminin, toplum ilişkilerinin karşı çıkılamaz ve değiştirilemez tek düzenleyicisidir Kur’an okumanın yazılı metin üzerinden olması şart değildir Ezberden de okunabilir Ancak okunan metnin aynen ve hatasız tekrarlanması önemlidir Bu nedenle bilgili insana “okumuş adam , yani okumasını bilen adam” denir Yazı ise kanıtlamak için esastır Ama yazısı bulunmayan, fakat ezberden okunan bir metnin geçerliliğinin kanıtlanması, onu aynen tekrarlayan en az iki kişinin bulunmasıyla da mümkündür
Halbuki Batı kültüründe yazı önceliklidir Okuma sonra gelir Bilgili insana “yazı ile iletişim kurabilen, yazı yazabilen” anlamında “lettre”, cahile de tam karşıtı olan “illettre, illeterate” derler
Osmanlı yazısı sağdan sola, yani kağıdın boş ve görünen kısmına doğru kalemi çekerek, el titremeden yazılabildiği halde, Batılılar soldan sağa doğru ve görüşe kapalı bir alana doğru kalemi iterek yazarlar
Batı’da bir metindeki önemli kelimelerin altı, Osmanlılar‘da ise üstü çizilir Kitapları Batılılar kitaplık raflarına dikine Osmanlılar yatırarak dizmişler ve böylece sayfaların zamanla kendi ağırlıklarını taşıyamayarak buruşmalarını, aralarına toz, rutubet ve zararlıların girmesini önlemişlerdir Askeri birlikler Osmanlılar’da sağ, Batıda sol ayakla yürüyüşe başlarlar
İslam ve Hıristiyanlık arasındaki inanca bağlı olanlar dışında, toplumların günlük hayatını ve dünya görüşünü etkileyen uyuşmazlıklar kültürler arasındaki serbest değişimi etkilerler
Batılılar “Güneş” takvimi, Osmanlılar ise “Ay takvimi” kullanırlar Batı takvimlerinin başlangıcı Hz İsa’nın veladetini, Müslümanlarınki “Hicret”i esas alır Batı takvimlerindeki aylar yıl içinde sabit, Osmanlılar’da devingendir Osmanlılar’da her yeni gün güneşin batışı ile Batı’da gece yarısından itibaren başlar
Osmanlı kültürünün dönemleri
Osmanlılar uzun bir göç yolculuğundan sonra geldikleri yerleşim bölgesinde yerli halk üzerine kendi hakim kültürlerinin damgasını basmışlardır Ancak kültürler de tıpkı canlı organizmalar gibi, değişen şartlara göre yıpranan bölümlerini yenilerler Genel bir ilke olarak maddesel kültür değişiklikleri Osmanlı toplumunu zaman içinde kabul etmesine karşılık manevi kültür sahasında aynı şeyi yaptığı söylenemez Bu durumda Osmanlı tarihini kültür aktarmaları açısından ele alırsak serbest ve zorunlu kültür değişimleri dönemleri bulunduğu görülür
Şematik olarak:
1 “Klasik Dönem”,
2 “Serbest Kültür Değişmeleri Dönemi, (Lale Devri’ne kadarki dönem),
3 “Geçiş Dönemi”, (Lale Devri ile 111 Selim Dönemi arası),
4 “Zorunlu Kültür Değişmeleri Dönemi:
a Sultan II Mahmud Dönemi,
b Tanzimat Fermanı Dönemi,
c Islahat Fermanı Dönemi,
d 1 Meşrutiyet Dönemi,
e II Meşrutiyet Dönemi ve sonrası gibi bölümlemelere ayrılabilir
Bununla beraber kültür aktarmalarında en önemli etken, temasın sıklığı, uzun ve devamlı olmasından daha çok, Osmanlı toplumunun kültürünün kendisine verilmek istenen yabancı kültür unsurlarına karşı takındığı tavırlar olmuştur Zira güdümlü ya da zorunlu değişmelerde bile yabancı kültür bir bütün olarak empoze edilemeyeceğinden, II Mahmud ve sonrasındaki devrimci yöneticilerin temel sorunu, kabul ettirilmek istenen unsurları doğru seçememek ve unsurlar arasındaki ilişkileri dikkate alamamak olmuştur Osmanlı kültürünün yıpranması açısından ithal edilen yeni unsurların en önemli zararları, kendilerinin topluma ters gelen varlıklarından ziyade, işleyen unsurların fonksiyonunu engellemiş olmalarıdır
Osmanlı kültürünün geleneksel unsurları
I-Töre ve törenler:
1289’da Selçuklu Sultanı II Mesud Osman Bey’e tuğ, alem, kılıç ve gümüş takımlı at ve“berat” göndererek Söğüt ile Eskişehir’in bulunduğu bölgeyi Osmanlı Beyliği’ne verdi Osman Bey kendisine verilen bu beratı gereken törenle okuttu Artık bir uç beyliği kurulmuş oluyordu
Aradan geçen 10 yıl içinde Anadolu’yu yakıp yıkan ve ağır vergiler koyan Moğollar’ ın önünden kaçanlarla onlara bağlanmak istemeyen Türkmen boy ve ulusları da beyleriyle beraber Osman Bey’e bağlandılar Herkes Oğuz Han töresine göre yapılan bir törenle birer birer Osman Bey’in önünde diz çökerek onun verdiği kımızı içtiler ve sadakat yemini ettiler Kayı boyu bu yeni katılmalarla iyice büyüdü 1299 yılında Osman Bey bağımsızlığını ilan ederek fiilen ve hukuken Osmanlı Devleti’ni kurdu
6 yüzyıl sürecek olan Osmanlı kültürünün de mayası böylece bir yandan Şeriat, diğer yandan örfe uygun biçimdeki bu törenlerle atılmış oluyordu Daha sonra Şeriat’ın zarfı içindeki örfe dayanan bu anlayış devletin düzenini sağlayacak ve toplumun kültürünü yönlendirecek ve hukuk sisteminin de esasını meydana getirecekti
Bilindiği gibi “töre” toplumda yerleşmiş örf, adet, ahlak ve davranış biçimlerinin tümüdür Bu nedenle günümüzde bile hukukun tamamlayıcı kaynaklarındandır Uygulanmaların vazgeçilmez ve zorunlu olduğu inancından doğan töreler toplum düzeninin manevi bir unsuru olmuşlardır
Törenler ise toplum hayatında önemi olan olayları ve günleri anmak, kutlamak, bayram tebrikatı, cüluslar, kabuller için yapılan toplantılardır Katılanların ve görevlilerin yerlerini ve yapacakları işleri belirleyen kesin tören kuralları vardır Nitekim Türkmen beylerinin Osman Bey’e biat etmeleri sırasında hem töreler, hem de tören kurallarının gerektiği gibi uygulandığı anlaşılıyor
“Biat”, kabul ve tasdik muamelesine verilen addır “Biat etmek” ise birinin hakimiyetini kabul etmektir Osmanlılar’da her Padişahın cülusunda bu maksatla “biat törenleri” yapılması gelenek olmuştur Törenler devletin kudreti ile orantılı biçimde görkemli yapılmıştır
Gerek Divan-ı hümayün’da ve gerekse Bab-ı asafi’de (Paşakapısı’nda) yapılan törenlerin kesin kuralları vardı Nitekim Kanüni Sultan Süleyman zamanında saray merasimini, bütün törenlerin kurallarını bilen, yöneten ve uygulayan “teşrifatçılık” mesleği kurulmuş ve bu makam Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar önemini korumuştur Osmanlı Devleti’ndeki törenleri asil olanlar, dönüşümlü tekrarlananlar ve zuhuruna bağlı yapılanlar biçiminde sınıflandırmak mümkündür
1 Asli törenler
a Cülüs (ya da Biat) Merasimi
b Hil’at-ı umümi
II Mu’tad (Periyodik) törenler
a Mevlid-i Şerif Okunması
b Hırka-i şerif ziyareti
c Surre-i hümayun alayı
d Hacıların dönüş haberinin gelmesi
e Padişah ve Sadrazamla muayede törenleri (ramazan ayı törenleri)
f Divan-ı hümayun toplantı törenleri
g Ulufe dağıtım törenleri
h Donanmanın sefere çıkış törenleri
III Gerektiğinde yapılan törenler
a Donanmanın dönüşü törenleri
b Hanedan-ı ali Osman’ın cenaze törenleri
c Elçilerim kabulü törenleri
II Osmanlı Hukuku
Osmanlı hukuk sisteminin tek yöneticisi ve denetleyicisi Şer’i hukuktur “Padişahi hukuk” ya da örfi hukuk kamu düzenini ve yönetimi sağlar, ancak hükümleri Şer’i hukukun dışına çıkamaz ve kurallarına karşı olamaz Kısaca söylenirse örfi Osmanlı hukuku Şer’i hukukun vesayeti altındadır
Diğer taraftan Şer’i ve örfi hukukların dışında, ama onlara karşı olmamak üzere geçerli ve her biri birer küçük sistem olan hukuk düzenleri vardır Gayrimüslim cemaatlerin kendi dini ve şahsi hukukları, yeni fethedilen ülkelerin (geçerliliğine izin verilen) eski hukukları böyledir Bir ayrıcalık olarak kapitülasyonlar hukuku da örfi hukukun kurallarına ve denetimine tabi olarak oluşmuş özel bir hukuktur
İlke olarak Padişahın herhangi bir konudaki emirleri, istekleri kanun sayılır Ancak bu kanunlar eğer ferman biçiminde değillerse, Sadrazamın telhislerine yazılmış bir kelime, bir cümle ya da çok kısa “Hatt-ı şerif”ler den ibarettirler Çağdaş terminoloji ile “özel yasalar”, “kanun kuvvetinde kararnameler” hükmündedirler
Ancak genel kanunlar devletin araştırma ve istihbaratına dayanan ve teknik bilgilere göre “Divan-ı Hümayun”da tartışmalı olarak hazırlanır, nişancılar tarafından usulüne uygun olarak kaleme alınır Divan kaleminde son şeklini aldıktan sonra Sadrazam başkanlığında vezirler, kazaskerler ve diğer divan üyeleri tarafından Padişaha arz edilir Padişah tarafından işaretlenen bazı bölümleri üzerinde çalışılıp yeniden arza çıkılır Son biçimiyle onaylandıktan sonra “mühimme” defterlerine kaydolunup yürürlüğe girer ve bir “ferman, hüküm, buyruldu, kanunname, adaletname olarak uygulanmak üzere ait olduğu beylerbeyi, sancakbeyi veya kadılara gönderilir
Bütün Ortaçağ ve Yeniçağ boyunca Osmanlı Devleti’nin belki de yegane “hukuk devleti” olduğu noktasında yabancı araştırmacılar bile birleşmişlerdir Osmanlı Devleti’nde “Kanun-i Esasi” yalnız dini meseleler için değil, bireysel ve toplumsal insan davranışlarının düzenlenmesinde mutlak kudret olan “Kur’an”dır Padişahın bugünkü anlamıyla “özel olarak çıkarılan kanunlar” hükmündekj istekleri, emirleri, fermanları, iradeleri, buyrulduları, hükümleri Şeriate aykırı olamazdı Genel ve sistematik kanunlar ise «Divan-i Hümayun”da Padişahın vekili olan Sadrazam, özellikle kazaskerler ve diğer divan erkanı tarafından şeriate uygunluğu tartışılarak hazırlanıyordu
Osmanlı devlet teşkilatında Şer’i işler “kaza” ve “ifta” olarak ikiye ayrılmıştır İfta (fetva vermek) Şer’i sorunların çözümlenmesi, “kaza” da uygulanması anlamında kullanılmıştır Şeyhülislam devletin ifta müessesesinin ve ilmiyye teşkilatının başıdır Kazanın başı ise ilmiyye ricalinden olan Anadolu ve Rumeli kazaskerleridir
Kadı’nın yetkisi tayin olduğu kaza içinde geçerlidir Kadılar doğrudan kazaskerlere bağlıdırlar ve memuriyetleri süresince kazalar arasında dolaşırlar
Kadıların hukukla ilgili asli görevleri tayin oldukları kazalarda (çağdaş terminolojiyle) hukuk, asliye ve ceza davalarına bakmak, kamu hukukunu korumaktır
Önemli bir görevleri de (günümüzdeki anlamında) noterlik hizmetleridir Kefa1et, vekalet, mukavele, borçlanma, vasiyet, senet gibi her tür akitleri kadı (veya naibler) yapar ve bunlar tutanak biçiminde sicil defterlerine yazılırdı
Diğer taraftan kadı (ve naiblerin) en önemli görevlerinden biri de bulundukları şehir ve kasabaların belediye işlerine bakmaktır Kadıların bu hizmetleri 1855 yılına kadar sürmüştür
Narhların tanzimi ve sık sık denetlenmesi, esnafın teftiş edilmesi, ihtikar ve istifçiliğin önlenmesi, yolların gidip gelenlere açık ve salim tutulması, kaldırımların onarılmaları, “mail-i inhidam” binaların yıktırılması, talebelere zulmeden mubassır ve hocaların takib edilmeleri, hamalların ve yük hayvanlarının fazla yükletilmemeleri gibi beledi hizmetleri “ayak-naibleri, pazarbaşılar ve muhtesibler” aracılığıyla yürütürler, esnaf loncalarının kethüdalarını esnafın istekleri doğrultusunda tayin ve azlederler, lonca teşkilatının sağlıklı yaşamasına çalışırlardı
Çok sorumluluk gerektiren yükümlülüklerinden biri de sefer sırasında ordunun iaşe, barut ve diğer mühimmatının hazırlatılması, bunlara ait bedellerin, sonradan hesap görülmek üzere mültezimlere ödettirilmesi, ordunun menzil işlerinin düzenlenmesi, seferden kaçanların cezalandırılmasıdır
Bütün bu hizmetlerin aksatılmadan yürütülmesi için merkezde oturan kadılar kendilerine bağlı kasabalara naibler tayin etmeğe yetkili idiler
|