ysnkrks
|
Kültür Nedir?
Kültür Nedir?
Kültür kelimesi aslında Latincede “toprağı işlemek, ziraat” demektir Sonradan bu tabir, Batı Avrupa’da “yüksek umumi bilgi” manası kazanmış ve Türkçeye de bu anlamda girmiştir Kültür tarihçileri, sosyologlar ve sosyal psikologlar kültürün ıstılahi (belirli bir sahadaki ilmi) manasını değişik ifadelerle belirtmişlerdir
C Wisler, kültür; “Bir halkın yaşama tarzıdır ” derken, E Sapir onu; “Atalardan gelen maddi, manevi değerlerin tamamı” şeklinde tarif etmiş, F A Wolf ise; “Bir milletin fertlerinin iştirak halinde bulundukları manevi hayat”ın kültür olduğunu ifade etmiştir
A Yong, kültürün, “İnsanın tabiatı ve kendisini idare etme yolu ile bizzat meydana getirdiği eser” olduğunu belirtirken, A K Kohen, “Umumi olarak inançlar, değer hükümleri, örf ve atdetler, zevkler kısaca insan tarafından yapılmış ve meydana getirilmiş her şey”in kültür olduğunu ifade etmiştir
R Thurnawald, “Kültür, tavırlardan, davranış tarzlarından, örf ve adetlerden, düşüncelerden, ifade şekillerinden, kıymet biçimlerinden, tesislerden ve teşkilattan meydana gelmiş ahenkli bir sistemdin” ‘demiş, fakat E B Taylor onu; “bilgiyi, imanı, sanatı, ahlaki, örf ve adetleri, ferdin mensubu olduğu cemiyetin bir üyesi olması itibariyle kazandığı alışkanlıkları ve diğer bütün maharetleri içine alan gayet karışık bir bütündür ” şeklinde tarif etmiştir
Ziya ‘Gökalp ise; “Hars (kültür), yalnız bir milletin dini, ahlaki, hukuki, adli, estetik, lisani, iktisadi ve fenni hayatlarının ahenkli bir bütünüdür ” demiştir
Kültürün Doğuşu
Kültürün doğuşu, insanın yaratılışı ile eş zamanlıdır Şüphesiz kültürün meydana gelmesinde bütün insanların payı ve yeri vardır Osmanlı İmparatorluğu üç kıt’ada 600 yıl boyunca gerek kendi uyruğu, gerekse sınır komşusu olarak ticaret yolları, savaşlar, göçler nedeniyle Hıristiyan dininin çeşitli mezheplerine mensup toplumlarla ekonomik, ticari ve kültürel ilişkiler kurmuştur Bununla beraber Sultan II Mahmud devrimleriyle başlayan zorunlu Batılılaşma dönemine gelinceye kadar hem özde ve hem de ayrıntılarda Batıyla farklılaşma kararında olan bir kültürün temsilcisi olmuştur
Bir insan grubu, diğer insan grupları ile hiçbir temasta bulunmayıp ilkel bile olsa, yine kendisine mahsus bir dile, basit de olsa bir dünya görüşüne ve estetiğe ulaşabilmektedir Nitekim on beşinci asırdan beri yeni kıtalar, topraklar ve diğer insanlarla temas halinde olmayan birçok ada keşfedildi Buralarda yaşayan insan gruplarının hepsinin seviyelerine uygun bir kültüre sahib oldukları görüldü Fakat dış dünyaya kapalı olan bu kültürler, başka kültürlerle temas edemedikleri için gelişememişlerdir Kültür ve medeniyetlerin ileri ve güçlü olduğu ülkeler sosyal ve kültürel temaslara açık ülkelerdir
Kültür ve Medeniyet
Ekseriya kültür ile yanyana kullanılan, bazan da kültürün eş anlamlısı zannedilen “medeniyet” kelimesinin tarifi ise şu şekilde yapılmaktadır: Medeniyet, “milletler arası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama vasıtalarının bütünüdür Veya aynı medeniyet dairesine giren birçok milletlerin sosyal hayatlarının müşterek bir yekunudur Batı medeniyeti denildiği zaman, din bakımından Hıristiyan olan toplulukların, sosyal değerleri ile müsbet ilme dayalı teknik anlaşılmaktadır Halbuki batı medeniyetine bağlı milletlerden her biri ayrı bir kültür topluluğudur Fen bilimlerinde benzer bir anlayış içerisinde olmalarına, tekniği bulma ve kullanmada birbirlerine yakın yollar takib etmelerine ra,~men, bu milletler başka başka diller konuşurlar Adetleri, gelenekleri, ahlak anlayışları, güzel~sanatları, mahalli müzikleri ve giyinişleri bir değildir Hatta hepsi Hıristiyan inancına sahip bulunmakla beraber, din konusundaki tutumları da farklıdır
İşte bu ayrı ayrı inanış, meyil (eğilim), düşünce, kullanış ve davranış tarzları her milletin milli kültür’ unsurlarını ‘teşkil etmektedir ’ Yani kültürlerden doğan medeniyet karakter yönünden umumi, kültür ise hususidir Medeniyet bilme ve yapabilme, kültür takınılmış bir tavır olmaktadır Her topluluk bir kültür sahibi olduğundan, her kültür ayrı bir topluluğu temsil ettiğinden, bir kültürün varlığı, bir milletin mevcudiyetini göstermekte bir topluluğun varlığı ise bir kültürün varlığına işaret sayılmaktadır Yalnız milli kültürü olan bir kavim kültür bakımından yükseldikçe, medeniyet doğmaya başlar Bunun açık örneği İslam medeniyetidir
Kültürü Oluşturan Unsurlar
Bir milletin manevi kültür değerlerinin yekununu din, dil, sanat, edebiyat, örf ve adetler ile, düşünüş ve yaşayış tarzları meydana getirmektedir Bu kültür değerleri milletlerin hayatında önemli bir yer tutarlar Milletler bu tip kültür değerleri üzerinde hassasiyetle dururlar, bunları mümkün mertebe zedelemeden ve hatta geliştirerek kendinden sonraki nesillere devrederler Çünkü millilik, orijinallik, tabiilik, canlılık gibi vasıfları olan kültürde müştereklik yani sadece yaşayan cemiyetin değil, geçmişteki ve gelecekteki cemiyetlerin de müşterek malı olma keyfiyeti ile devamlılık özelliği çok önemlidir Eğer bir kültür toptan terk edilecek olursa veya özü bırakılacak olursa o cemiyetten, milletten eser kalmaz Nitekim 10 asra kadar Türk kavmi olan Bulgarların, kültürleri değişince, o tarihten itibaren slavlaşmış oldukları buna açık bir misaldir Kültürde bütün cemiyete şamil olma ve nesilden nesile intikal etme durumu da çok mühimdir Kültür unsurlarının bozulduğu bir cemiyette çeşitli tehlikeler meydana gelir ve bunlara mukavemet çok zorlaşır Kültürün fertler ve cemiyetler üzerin de icra ettiği hizmet hiçbir zaman inkar edilemez ‘Zira kültür milli duyguların gelişmesini sağlayıp ferdi vatansever yapar Bu yolla milli bütünlüğü sağlar Böy1ece fertleri ve cemiyeti korur Yine ‘kültür, kişinin insani meziyetlerini takviye edip fazilet ve fedakarlık aşılar Onu namuslu ve ahlaklı yaptığı gibi şahsiyet sahibi’ kılar Netice olarak fert ve cemiyet büyür ve sükuna kavuşur Kültür aynı zamanda millet fertlerine uyanıklık temin eder ve bu sayede ‘millet muhtelif tehlikelerden korunmuş olur Şu bir vakıadır ki, kültür unsurlarının terk edilmesi, ihmali veya yozlaştırılması cemiyetlerin başlarına sayısız tehlikeler açmaktadır
Kültür, istiklal isteyen bir yapıya sahiptir Cemiyetler, kendi topluluklarında başka bir kültürün boy gösterip gelişmesine izin vermezler ve mücadele içine girerler Cemiyet olduğu müddetçe milli kültür mücadelesi devam eder
Bir milletin kendine has iman (inanış) ve amelini (yaşayışını) meydana getiren din, asırlardan beri kültürün en önde gelen unsuru olmuştur Aslında bu unsurlar bir cemiyetteki bütün ferdi hareketleri, örf ve adetleri, sanatı vs yi tesir altına alır
Türk kültürünün din ve imandan sonra gelen en mühim unsuru “dili”dir Dil, gerek fert olarak insanları, gerek cemiyet ve millet olarak toplumların ses dünyaları, ifade şekilleri, konuşmaları olup, fertleri birbirine bağlayan ilk sosyal bağlardan ve ortaklıklardan sayılır Bir milletin dili, onu diğer milletlerden ayıran en önemli unsurlardandır ve milli yapıyı meydana getiren sağlamlaştıran ve destekleyen en büyük faktör ve dayanaktır;
Bir milletin mazisini, çağlar içinde kendine has yürüyüşünü, hareketini, hayat tarzı ve tavrı teşkil eden tarih, bugünün ve geleceğin ferdlerini de birbirine bağlayan, onlar arasında kader birliğini temsil eden, milletlerin nereden gelip nereye gittiğini gösteren en önemli kültür unsurlarındandır Millet ferdleri zaferlerle iftihar ve sevinç duyar, hezimet ve yenilgilerle de keder, üzüntü hissederler O bakımdan tarih bir milletin sosyal akrabalık bağı sayılır
Dünyada Türkler kadar eski bir tarihe sahip pek, az millet gösterilebilir Bütün tarihi boyunca, Türk kültüründe devlet ve hanedan milli varlığın temel direği olarak muhafaza edildi Türk milleti, sonunda tarihi boyunca kazandığı gücünü ve tecrübesini birleştirerek Osmanlı İmparatorluğunu kurdu Tarihimizin bütün evvelki safhaları bu büyük eserin meydana getirilmesi için yapılmış birer prova mahiyetindedir Teşkilatçılık, idarecilik, hakimiyet duygusu, adalet ve şefkat, vakar, yiğitlik, fedakarlık ve feragat gibi kültürümüzün bütün üstün vasıfları hiçbir zaman bu devirdeki kadar işlenmiş ve geliştirilmiş değildir Osmanlılar kendisini, Allah’ın kullarına hizmet etmek ve Allah’ın adını yüceltmek için kurulmuş bir devletin temsilcisi olarak görüyordu Onun hizmetinin takdiri ve mükafatı ancak insanların hakiki sahibinden gelebilirdi Hükümdar kanun karşısında halkının en basit fertleriyle aynı muameleye tabi tutuluyordu İnsanlar devlet için yaşıyor, devlet için ölüyorlardı Çünkü onlar dinle devleti aynı şey olarak görüyor, biri yıkılırsa diğerinin de mahvolacağını biliyorlardı Ayrıca devlet onların inandıkları kültür kıymetlerini korumakla görevliydi
Osmanlı’nın diğer toplumlarla kültür ilişkileri
Türklerin fethettikleri ülkelerde hakimiyet kurarken mevcut kültür konusundaki anlayış ve hoşgörüsünü, tarih içinde hiçbir millet göstermemiştir Türkler, diğer milletlerin din, dil, örf ve adetlerine büyük bir müsamaha göstermişler ve onların yok olmaması için çalışmışlardır
Osmanlı Devleti’nde hiçbir zaman “zorlama” yapılmamak kaydıyla kültür akışı daima gayrimüslim azınlık toplumlarına yöneliktir Nitekim ortak yaşam süresince gayrimüslim azınlıklar Türk isimlerini kullanmışlar, kadınları Müslümanlar gibi örtünmüşler, çocuklarını devşirme vermek için heves etmişler, Osmanlı musikisinde üstadlar çıkarmışlar, yazı sanatında hattatlar yetiştirmişlerdir Edebiyatları Türk edebiyatının etkisinde kalarak “Aşık” tarzının mani, koşma, türkü, destan gibi şekillerini ve “bi’l-bedahe” doğaçlama atışmalarını taklit eden halk şairleri yetiştirmişlerdir Kültür terminolojisi ile kısaca söylenirse, hakim toplum azınlık toplumları üzerinde kendisiyle ortak davranışlar oluşturabilmiş, çeşitli etnik gruplar arasında “ortak bir kültür” kurulmuş demektir Nitekim Tanzimat Fermanı Gülhane’de okunduktan sonra hahambaşı’nın Mustafa Reşid Paşa’ya, “Biz Osmanlılar’dan sonra ikinci önemde idik, şimdi bütün gayrimüslimleri Müslümanlarla eşit yaptınız!” diyerek serzenişte bulunduğu rivayet olunur Azınlıkların tüm davranışlarında hakim Osmanlı kültürüne benzeme isteği her vesileyle açıkça görülmektedir
Diğer taraftan İslam kültürünün ve Batı toplumlarına karşı yüzyıllarca aralıksız yürütülmüş savaşların etkisiyle Müslüman toplum Hıristiyan kökenli yabancı kültüre özünde karşıdır Bu bağlamda ele alınırsa Osmanlı kültürünün bir an önce Batılılaşması Avrupa devletlerinin yararınadır O halde XIX yüzyıldan önce başlayan Batılılaşma’nın “zorunlu bir kültür değişmesi”ne dönüşüvermesinde pek fazla şaşırtıcı bir taraf yoktur
Üç kıtaya yayılmış koskoca bir imparatorluğun ordusuyla, memuruyla, halkıyla girişeceği giyim, kuşam, devrimlerinin, yeme, içme, eğlence gelenek ve alışkanlıklarının batılaşması Batı’ nın (özellikle giyim, kuşam, tekstil endüstrisi olmak üzere) pek çok iş kolunda yeni pazarlar oluşturması gibi dolaylı çıkarları da vardı
Bizans’ın fethine kadar olan dönem Osmanlı Devleti’nde kendi özgün kültürü imal etmekle geçmiştir Bu kültür esas itibariyle İslam prensiplerinin çerçevesi içinde Orta Asya’dan getirilen ve Anadolu’daki yerleşme sırasındaki törenler, pazarlar, evlenmeler gibi ilişkilerle edinilen yeni ayrıntılardan oluşur Bu bağlamda Osmanlı toplumunun, Anadolu’da Bizans imparatorluğu ve Rumeli’ye geçişten sonra Avrupa ortalarına kadar olan sahalarda Batı kültürü karşısındaki genel davranışı, tavrı özgün bir kültür bileşiği olarak anılabilir
İstanbul’un ve Rumeli’nin fethiyle beraber Avrupa içlerine doğru ilerlenildikçe Lale Devri’ne kadar sürecek bir “Serbest Kültür Değişmeleri” dönemi başlar Yeni kazanılan ülkelerde bu değişmeler, ayrıntılar dışında hakim Osmanlı kültüründen yerli ahaliye yönelik olmuştur Viyana bozgununa kadar olan tarihinde Avrupa’da yenilgi görmemiş, üç kıtada ve denizlerde yüzyıllarca rakipsiz kalmış olan, kralları tahtından indirip yerlerine hükümdarlar koyan İmparatorluğun işgal ettiği yerlerdeki davranışı elbetteki ancak hakimiyet ve üstünlük olabilirdi
|