Şengül Şirin
|
Cevap : Kırık Aynalar
Unutmaktan korkar gibi söylemekten usanmadığı hasret türkülerinde, dönüp dönüp okuduğu mektuplarda, kopamadığı geçmiş zamanda ne buluyordu annem? Hep dokunaklı hatıralar oluyordu annemi kendine bağlayan; neyin nesiydi bu bağ� Bir gün geldi o sözlerin hikâyesi benim de kalbime hünkâr oldu
Hâla ben de kalan o hikâye yüreğimi tahtının dibine taşıdı ve ben o hikâyenin tahtı önünde bükülen boynumu kaldıramadım daha
Annem ve ben �tayininiz falancayadır� tebliğlerinin peşinden savrulduk durduk babacığımın ardı sıra Savrulduk diyorum, çünkü her tayin tebliği kalbimizi altüst eden bir karayel olurdu Annem, �Kendimi bir ada gibi hissediyorum� derdi, � yaz gelince güzelliği fark edilen ve insanların bu güzelliğin içine girip, zevk edip sonra hatıralarının silüetlerini bırakarak terk ettikleri bir yaz adası�� İlk zamanlar annem derdim ki, � Hem böyle sitem ediyorsun hem de o hatıralardan sıyrılıp kendi güzelliğinle ıssızlığında yaşamayı denemiyorsun, istemiyorsun bunu � Solgun bir gülümseme belirirdi dudaklarında, �Sen denersin� derdi bana, � sen istersin��
Annemin, hüzünlerinden, hasretlerinden kopmak istemediği hatıralarını, anneannemden ona yadigâr kalan sandıkta sakladığı birkaç parça eşyaya benzetirdim Bayramlık saf ipek çuha renkli bir yeldirme, siyah kadife bir fistan, pembe işlemeli bir mendil, ahşap bir tespih� Anneannem bu eşyaların yaşamasını istermiş; annem de öyle, hasretlerinin yaşamasını isterdi Hep ona hüzün veren insanlar ve mekânlar olurdu kalbinde Usanmadan anardı birkaç dostu ve mekânı; arardı� Taşınırken bırakmak zorunda kaldığı çiçeği bile özlerdi annem! �Ne tuhaf � derdi, �o çiçekle aynı odada geçirdiğim vakitlere ihanet ediyormuşum gibi geliyor bana � �Ah anne� derdim, �senin kalbin bir çiçekten daha ayrılmaya dayanamaz, bırak bir dosttan bir şehirden ayrılmayı � Gülerdim �Kim bilir Beria, senden nasıl ayrılacak?� derdi Solardı gülümsemem
Ah zaman� acımasız hikâyeci, bilge muallim
Onun öğretmesi yaklaşanı ulaştırmak, kaynaştırmaktır yürekte Hasretleriyle kuruln hikâyeye taşıdı, buruk tebessümleriyle kaynaştırdı beni
Annem, geçtiği şehirlerin peçesini indirir benim hiç fark etmediğim güzelliklerinden müstesna hatıralar taşırdı yüreğine
Yeni mekânlar görmeye hem arzulu, hem de o mekânlara duyacağı bağlılığın vedalarla incineceğinden mustarip Hem yeni dostlar, yeni muhabbetlerle hemhal olmaya gönüllü, hem gönlünün ayrılıklarla yaralanmasından gamzede olurdu Ben vedalardan annem gibi incinmeyi, annem gibi hasretten inlemeyi bilmezdim
Derken dört yıl kaldığımız �Ağlasun�, ömrümün hüzünlerine hasretlerine açılan bir tünel; kalbimi annemin kalbiyle donatan bir el oldu O şehre girerken babama demiştim ki, �Ayrılırken dile gelse bize ne der bu şehir?� Annemi göstererek eklemiştim, �İlişmeyin �ağlasun� der herhalde Annem buruk bir gülümsemeyle katılmıştı babamla benim kaygısız gülüşümüze Sonra babam, �Bize öyle der de, annene ne der acaba?� diyerek annemin çok sevdiği bir türküyü mırıldanmıştı: �Mihrican mı değdi gülün mü soldu- Gel ağlama, garip bülbül ağlama�� Ağlasun�da liseyi bitirmiştim Bir dosta gönül bağlamanın, bir muhabbetten yara almanın, kanayıp da yaranın yerini bulamamanın, bir şehre ait olduğunu hissetmenin ne demek olduğunu Ağlasun�da öğrenmiştim
Ağlasun�dan Isparta�ya taşınırken ağlamaktan içimi alıp veremiyordum Babam biraz şaşırmıştı Annem, başımı omzuna yaslamış saçlarımı okşuyordu, kanayan bir yaraya pansuman yapar gibi Babam anneme, �İlişmeyelim ağlasun� diye hatırlatmıştı gülümseyerek Annem yolculuk gecelerinde sessizce ağlarken, babam kulağıma eğilir, �Annen bir melankoli meleği� derdi Beni göstermişti anneme, �ikinci melankoli meleği yetişiyor� diyerek
Üzüntülerini hiç belli etmezdi babam Hep neşeli, hep gamsız görünürdü Neşesiyle, bir an parlayıp sonra sönüverin ve silinen öfkesini tanırdım sadece Nükteli konuşmayı çok severdi, bazen öfkesinin doruklarındayken bile kendi kızgınlığına nükte uydurur öfkesini balonunu gülerek söndürürdü Pek nadir bir insan olduğunu düşünürdüm Sonra memleketi olan Artvin�e gittiğimizde, babamın doğduğu köyde ona benzeyen bir sürü adam tanıdım Artık babam Artvin�in dışında nadirdi sadece
Isparta benim için güllerin, Mevhibe teyzenin, Canan�ın, akşamüzeri güllere nazır bir balkonda anılan hatıraların, gizlice beliren sızıların, kanı hâla akan yaraların cümlelerinden kurulan bir roman oldu Kim demişti, �Roman dediğin bir uzun yol üzerinde dolaştırılan bir aynadır� diye Geçtiğim yollardan benim aynama hiç silinmeyen hasretlik aksetti�
Mevhibe teyze iki yıl kaldığımız Isparta�da annemin görüştüğü en has dostuydu Onunla beraber geçirdiği vakitlerden, ondan dinlediği menkıbelerden, mesnevilerden, manilerden doyumsuz bir zevk alırdı
Kaç şehir gezdi, her şehirde birkaç dostu oldu anılacak, bazen o kadar bile olmazdı İçe dönüktü annem Mahcup bir tabiatı vardı Gündelik konuşmaların içinde uzun uzadıya bulunmaktan hoşlanmazdı Az konuştuğu için kulağa şiir gibi gelirdi uzun cümleleri Bazen babam, �Beni bu şiir gibi sözleriniz mahvetti Lâle Hanım� derdi sesine içli bir yapmacıklık takıştırarak, �Böyle sözlerinizden sonra abayı yaktım size, böyle sözlerinizden sonra uykusuzluklarım başladı�� Bazı sabahlar evden çıkarken bu sözleri şen şakrak sıralardı anneme O gidince, annem bana döner, �Sen de olmasaydın ben ne yapardım şimdi?� derdi Evin tek çocuğuydum ben Benden sonra annem birkaç düşük yapmış Doktorlar her şey normal diyorlarmış ama gebeliğin üçüncü dördüncü aylarında bebek ölüyormuş annemin karnında Çok zor hallerdi diye anlatırdı annem �Peri karışmıştır sana, ilk çocuğun kız ise demek ki erkek çocuklarını boğuyor; kız çocuğuna gebe kalsan o yaşar� diyerek muska tarif edenler, ilaç levazımı yazdırmaya kalkışanlar, babama yeniden evlen diyen akrabalar�
|