Şengül Şirin
|
Cevap : » Anayasaların Tarihi
Yeni Anayasa Buraya kadar özetlediğimiz Türkiye'nin anayasal gelişmesinden ortaya çıkan sonuç şudur: 1808 yılından başlayarak günümüze kadar anayasal alanda hareketler hep, yönetimin yetkilerini sınırlamak amacına yönelmiştir Bunlardan 1808 de Anadolu ve Rumeli âyanı tarafından yapılan ilk girişimden Padişah çok rahatsız olmuş ve ilk fırsatta bu sınırlamadan kendisini kurtarmıştır
Daha sonraki 1839 Tanzimat Fermanı, 1845 Hattı Hümayunu, 1856 Islahat Fermanları da Padişahın tek taraflı iradesiyle tebnasına lûtuf olarak tanıdığı bir takım hakları ihtiva eder Tanınan bu haklar, dolayısıyle Padişahın yetkilerinin de tabii olarak, bazı kısıtlamalara uğraması bahis konusuydu Fakat bu fermanlar da hiç bir zaman Padişahın yetkilerini sınırlayamamıştır Çeşitli çevrelerin, kişiyi tebaalıktan kurtarma, vatandaş yapma yolundaki çabaları genelinde, başarılı olmamıştır
Osmanlı İmparatorluğu'nun çökmesi, Padişahlığın ortadan kaldırılması üzerine kurulan Türk devleti Anayasalarından ikinci olan 1921 Anayasası bütün güçleri Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde toplamak istemiştir Böylece Padişahın o zamana kadar gelen monokratik otoritesine, resmi olarak, son verilmek istenmiştir Bir kurula dağıtılan otoritenin belirli bir kişiden alınıp, yaygınlaştırılması amacı güdülmüştür
Cumhuriyetin 1924 tarihli Anayasası'nda görülen amaç da aynıdır Ana fikir, monokratik otoriteyi ortadan kaldırmak, otoriteyi yaygınlaştırarak, demokratik bir katılım süreci içine girmektir Yasama, yürütme güçleri arasında görev ayırımı, bunların ayrı organlara verilmesi 1924 Anayasası'nın esaslarıdır
Buraya kadar işaret ettiğimiz bütün bu çabalara rağmen, hukuken oluşturulan durum yani tek şahıs otoritesinin kırılması ve otoritenin belli organlara yayılması hiç bir zaman tam anlamıyla gerçekleştirilememiştir Beş yüz küsür yıllık Osmanlı geleneği ve alışkanlığı yıkılamamıştır 1921 ve 1924 Anayasalarının hükümlerine rağmen, 1938 e kadar büyük kurtarıcı Mustafa Kemal Atatürk'ün ve 1938 den 1950 ye kadar Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün, 1950 den 1960 a kadar da Başbakan Adnan Menderes'in kişisel otoritelesi, Meclislere rağmen, etkinliğini korumuştur Bu durum, 1961 yılına kadar devam etmiştir
1961 de yapılan yeni Anayasa ile yüz yıllardan beri süregelen çabalar, kesin bir sonuca ulaştırılmak istenmiştir Bugüne kadarki tarihimizde ilk kez 1961 de bu istem başarılı olmuş ve monakratik otorite ortadan kaldırılmıştır Otoritenin bir tek kişinin elinde toplanması önlendiği gibi, bir grubun elinde yoğunlaşması da istenmemiştir Otorite, çeşitli kurumlar arasında dağıtılmış, böylece on dokuzuncu yüzyıldan beri istenip, bir türlü ulaşılamayan yürütme gücünün yetkilerinin sınırlanması başarılmıştır
Bu varılan sonuç, özellikle aydınlar tarafından, çok uzun yıllardan beri istenen ve sürdürülen gelişme çizgisine uygun bir sonuçtur Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana, parlemanter sisteme giden bir çizgi izlendiği doğrudur Fakat bu gidişte başarıya ulaşıldığı söylenemez Atatürk ve İnönü gibi olağanüstü liderlerin yararlı olan etkinlikleri, onlar sonrası liderler döneminde zararlı olmaya başlamıştır
1808 den beri gelen gelişme ve arayış ilk kez 1961 Anayasasıyla gerçekleşmişti Fakat bu kez da aşırılığa kaçılmıştır Yetkileri, bir kurul lehine, sınırlandırılmak istenen yürütmenin gücü, adeta yok edilmiştir Anayasa'nın 4 maddesindeki ''millet egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır'' fıkrasına dayanarak, yürütmenin gücü bir çok güç odaklarıyla sınırlandırılmıştır Bunda o kadar ifrata kaçılmıştır ki sonuçta, güçleri sınırlı bir yürütme yerine, güçsüz bir yürütme organı ortaya çıkmıştır 1961 yılından 12 Eylül 1980 askerî müdahalesine kadar geçen süredeki olaylar göz önüne alınırsa, düzenlemenin başarısızlığının çıktığı kolayca anlaşılır Yıllarca süren yürütme gücü bunalımı, bilindiği gibi, devlet mekanizmasını işlemez hale getirmiş ve giderek vahimleşen durum, bir askerî müdahaleyle ancak sona erebilmiştir
Diğer bir önemli nokta, bugüne kadar sürdürülen, parlemanter sistem kurma, yürütmenin yetkilerini iyice sınırlayıp, hak ve hürriyetleri mümkün olduğu kadar artırma çabaları, bir elit tarafından yürütülmüştür Bazan çalışma, bazan mücadele şeklinde yürütülen bu çabalar, büyük halk kitlelerinin dışında cereyan etmiştir 1808 Senedi İttifakı, 1839 Tanzimat Fermani ve diğer fermanlarla 1876, 1921, 1924 ve 1961 Anayasaları halktan ve alttan gelen istem ve tepkinin değil aydın grupların eseridir Halk tarafından benimsenmeleri bahis konusuysa da halk tarafından başlatılmış olmaları söz konusu değildir
O halde bugüne kadar, aydınların öncülüğünde, sınırlandırılmış bir yürütme istikametinde yapılan denemelerden 1961 Anayasası hariç, hiç biri başarılı olamamıştır Bu en son deneme başarılı otmakta beraber, o da ifrata kaçması nedeniyle, uygulamada aksamıştır Uzun yıllar hedefine varamayan bir gelişme sonuçta, 1961 Anayasası'nda istenen noktaya ulaşmıştır Fakat belki de yüzyılların mücadelesinin verdiği birikimle, istenen değişikliğin dozunu kaçırmıştır Böylece yürütme, yüz elli yıldan beri beklenen ve istenenin ötesinde, ortadan kalkma gibi, bir noktaya getirilmiştir
Bu nedenle yeni hazırlanacak Anayasa'da toplumun tarihsel gelişme çizgisine uygun bir düzenleme yapılmasına dikkat edilmelidir Yapılacak olan, belirli yetkilere sahip etkin bir yürütmeyi parlemantoyla bağdaştırmaktır Bunun, başkanlık veya yarı başkanlık sistemleriyle gerçekleştirilmesi akla gelen ilk yoldur Yalnız, gerek başkanlık, gerekse yan başkanlık sistemleri, Türkiye'nin çok uzun yıllardan beri izlediği tarihsel çizgisine uymayan sistemlerdir
Sonra, başkanlık sistemi her ne kadar A B D de yüzyıllardan beri başarıyla uygulanıyorsa da Amerika dışarıda özellikle Lâtin Amerika ülkelerindeki uygulaması hiç başarılı değildir Nitekim bu yüzden aynı sistemi Âmerika Birleşik Devletleri dışındaki uygulamasına siyaset bilimciler, başkanlık (Presidential) sisteminden ayırmak için ayrı bir ad vermişler başkanlıksı (Presidentialiste) sistem demişlerdir Bu, başkanlık sisteminin dejenere olmuş ve bütün yetkilerin, fiilen başkanın elinde toplanmış olduğu şeklidir
Daha önce 1919 Weimar Anayasası'nın kabul ettiği günümüzde Fransa'nın uyguladığı yan başkanlık sistemi ise Weimar'da başarılı olamamış; Fransa'da durmadan eleştirilen bir sistemdir Sistem olarak henüz tamamen yerleşip, son değerlendirilmesi yapılmış değildir Fransa'da 1958 koşullarının ve General De Gaulle'ün kişiliğinin karışımıyla ortaya çıkan bu formülün, ayrı bir sistem olup olmadığı bile tartışılmaktadır (Bk Andre Hauriou: Droit Constitutionnel, Paris 1980, s 881)
O halde sorunun çözümü, yepyeni bir sistem tercihinde değil, fakat bugüne kadar uygulanmak istenen ama uygulanamayan sistemle ıslahındadır Bu sistem de baştan beri özlemi çekilen parlementer sistemdir Yalnız, parlementer sistem öyle tesis edilmelidir ki yürütme gücü ve onun başı olan cumhurbaşkanının yetkileri artırılmalı ve İngilizlerin çok öğdükleri ''denetim ve dengeler'' (cheks and balances) mekanizması sağlam bir şakilde tesis edilmelidir
Buraya kadar özetlediğimiz bütün bu hususları göz önünde tutarak, şimdi, Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu'na üniversiteler, yüksek yargı organları, valilikter, çeşitli kurum ve kuruluşlardan, yeni yapılan Anayasa ile ilgili olarak gelen görüş ve önerileri inceleyebiliriz
Danışma Meclisi Anayasa Komisyonu'na Sunulan Görüş ve Öneriler
Üniversite, Akademi, yüksek okul gibi yüksek öğrenim kurumlarıyla yüksek yargı organları, valilikler, çeşitli kurum ve kuruluşların, hazırlanan Anayasa ile ilgili olarak bildirdikleri görüşlerin hepsinde 1961 Anayasası esas alınmıştır Görüş ve önerilerde, 1961 Anayasası'nın muhafazası gereken hükûmleriyle değiştirilmesi gereken hükümleri gösterilmektedir Bu çok ilginç bir noktadır
Demek ki genel eğilim, yepyeni bir Anayasa hazırlanması şeklinde değildir 1961 Anayasası esas alınmalı, onda bir takım değişiklikler yapılmalıdır Aşağıda, Anayasa'nın Başlangıç kısmından itibaren, önemli konulardaki görüşlerde beliren genel eğilimleri saptarken; bu arada, benimsediğimiz özgürlükçü demokratik sisteme ters düşen görüşlere de dikkati çekeceğiz
Atatürk İlkeleri:
Anayasa'nın çeşitli bölümleriyle ilgili olarak yapılan önerilerde, Anayasa'da ''Atatürk ilkeleri''ne yer verilmesi istenmektedir Bu konuda daha da belirginlik isteyen Yargıtay, önerisinde, bu ilkelerin ''türlü yorumların neden olmayacak biçimde kesin tanımları yapılmalıdır'' demektedir
Bu çok önemli bir noktadır, Atatürk ilkelerinin belirlenmesi ve kesin tanımlar şeklinde Anayasa'da yer alması, onlara bağlayıcılık kazandıracaktır Anayasa'da Atatürk ilkelerinin veya Atatürkçülüğün başka bir deyişle Kemalizm'in esaslarının belirlenmesi çoğulcu bir demokrasi ile nasıl bağdaşacaktır? Zira, bu yapılacak belirleme, devletin resmi ideolojisinin tesbiti olacaktır
Oysa liberal demokrasi, devletin bir ideolojisinin olmadığı rejimdir Demokrotik devlet, ideoİojiler dışında, yansız bir devlettir Türkiye'nin büyük kaybı, değerli bilim adamı Prof Dr Turan Güneş'in çok güzel açıkladığı gibi ''demokratik düzen, yâhut demokratik yaşam biçimi bir ideolojisiz toplum biçimidir İdeolojisiz demek, bilfiil ideolojiler, devlet ve toplum için birbirinden farksız demektir Böyle olunca, Türkiye demokratik bir toplum halinde yaşayacak ise, herkesin hatta sınıfların, sosyal sınıfların ideolojisi olacağını kabul edeceksiniz, fakat devlet olarak, ayrı bir ideoloji sahibi olmayacaksınız Demokrasi bu demektir
Atatürk'le bağlantı kurarsak eğer, ''Efendim, kapitalist, sosyalist, bilmem ne bunlar hepsi ithal malıdır Bize Atatürkçülük yeter'' diyeceksiniz Yani, buna da bir ekonomik sistem, yahut bir ideoloji haline getirirseniz belki iyi bir şey yapmış olursunuz, ama demokratik bir rejim içinde yaşama arzusunu daha, baştan bırakmış olursunuz (Atatürk ve Basın, TGS, İstanbul Şubesinin düzentediği seminer, İstanbul, 1981, s 152, 153)
Kaldı ki Atatürk sağlığında, bir ideoloji ortaya koymamıştır, hiç bir zaman katı ideolojik bir tutum içerisine girmemiştir Bugün, O'nun doğumunun 100 yılını geride bıraktığımız bir zamanda kendisine izafe edeceğimiz bir doktrin, bir ideoloji yaratmaya çalışmak Atatürk'ün amacına ters düşecektir Eğer Atatürk, kendisinden sonra da sürüp gidecek bir ideoloji koymak isteseydi bunu, sağlığında yapar veya yaptırırdı '' ''Ben, çok içtimaiyat ile meşgul olmadım  Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz Bütün çalışmamız Türkiye'de asrî, binaenaleyh batılı bir hükûmet vücuda getirmektir Medeniyete girmek arzu edip de batıya yönelmemiş millet hangisidir?'' (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Cilt III, İkinci Baskı, 1961, s 68) diyen Atatürk'ün aldığı örnek, açıkça görüldüğü gibi, liberal batı demokrasileridir Liberal demokrasilerde is devletin ideolojisi olamaz
O halde Atatürkçülük veya yabancı dillerdeki söylenişiyle Kemalizm ne anlama gelmektedir? Atatürkçülük, adına ister yöntem deyin, ister görüş deyin, ister ideoloji deyin, bir olgudur Bu inkar edilemez Yalnız, Atatürkçülük, bize göre, iki aşamalı bir olgudur Birinci aşaması tek parti dönemidir Bu dönemde bir Kemalist ideoloji vardır, onun uygulayıcısı bir parti vardır Bu partinin, 6 okla simgelenen, 6 ilkesi vardır Cumhuriyetçilik, lâiklik, milliyetçilik, halkçılık, devrimcilik ve devletçilik şeklinde belirlenen bu ilkeler, o zamanın tek partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi'nin ilkeleridir Ülkede tek parti rejimi uygulandığı sürece, yani 1946'ya kadar aynı zamanda bunlar Türkiye devletinin de ilkeleridir Yani, o zamanın Türkiye Cumhuriyeti, resmi ideolojisi olan bir devlettir Bu dönem, ulusal birliğin sağlanması, ekonominin yayına oturtulması, tam bağımsızlığın gerçekleştirilmesi için çaba harcanması dönemidir
Atatürk, bu tek partili dönemi, hep bir geçici dönem olarak düşünmüştür Hedef, batının çok partili, özgürlükçü demokratik rejimine geçmektir Nitekim, Atatürk daha sağlığında, iki kez, bu hedefi gerçekleştirmek için denemeye girişmiştir Terakkiperver Cumhuriyet Partisi ve Serbest Cumhuriyet Partisi deneyimlerinin amacı, Türkiye'de çok partili rejime geçiş yolunda, ilk adımları olmaktı Fakat, cumhuriyetin körpe bünyesinin, siyasi parti şemsiyesi altında, ona karşı cephe alan gerici güçlerin baskısından zarar göreceğini anlayan Atatürk, bu denemelerden vazgeçmiştir Bu vazgeçme, henüz koşulların olgunlaşmamış olması nedeniyle yapılan bir ertelemeden başka bir şey değildir Fethi Okyar'a yazdığı mektupta, ''gençliğimden beri, sayılı kişilerin ve partilerin, ülkenin yararına olan düşüncelerini parlamento veya ulus önünde serbestçe söyleyebilecekleri, tartışabilecekleri bir sistemin taraftarıyım'' diyen Atatürk'ün değişmeyen hedefinin, çoğulcu demokratik rejim olduğu âçıktır
İşte, 1946'da İsmet İnönü'nün, Atatürk'ün koymuş olduğu hedefe uygun olarak, Türkiye'yi geçirdiği çok parti dönemi Kemalist rejimin sonudur Bu geçiş erken miydi, geç miydi tartışılabilir, fakat demokratik rejime geçen Türkiye'nin artık Kemalizmi bıraktığı, daha doğrusu, onun ikinci aşamasına geçtiği tartışılamaz, O halde, Atatürkçülük ilkelerinin araştırılması geriye doğru yapılabilir Yani, 1946 öncesi tek parti döneminde, Atatürkçülük nedir, Kemalizmin ilkeleri nelerdir araştırılabilir Bu tarihî bir araştırmadır
Türkiye 1946'da, Atatürk'ün son hedef olarak gösterdiği Kemalizmin ikinci aşaması sayacağımız, çoğulcu demokratik rejime geçmiştir Artık burada geçerli ilkeler, liberal demokratik batı ülkelerinin demokrasi ilkeleridir Yani özgürlüktür, eşitliktir, çoğulculuktur, girişim özgürlüğüdür, ticaret özgürlüğüdür v s dir Anayasaya eğer bu ilkeleri koyacaksak bunlar liberal demokrasi ilkeleridir Yola bunlarla çelişen başka ilkeler koyacaksak ve bunlara Atatürk ilkeleri diyeceksek, o zaman rejimimizin adını da değiştirmemiz gerekecektir Bu rejim artık demokrasi değil fakat Kemalizm olacaktır Bu da Atatürkçülüğün birinci aşamasına geri dönmek anlamına gelecektir ki onun da gerçek Kemalizm olması için, altı ok ilkelerine dayalı, tek parti rejimi olması gerekir
Aslında Atatürk'ün, ortaya bir ideoloji koymak istememesi siyasal alandaki dehasını gösterir Şöyle ki kurduğu tek parti dönemini, bir geçiş dönemi olarak düşünmüştür Amacı, ülkenin içinde bulunduğu zor problemleri, tek parti sistemi içerisinde, hızla çözerek çoğulcu demokratik rejime geçmektir Bir kez çoğulcu liberal demokratik rejime geçildi mi, Atatürkçülük artık bu sistemle bütünleşmiş olacaktır Böylece Kemalizm, her ideolojiyi bekleyen donma, kalıplaşma, dogmatikleşerek zamana uyamama tehlikesini bertaraf etmiş oluyordu
Totaliter olmayan, Kemalist tek parti deneyimi, Duverger'nin söylediği gibi, ''Üçüncü Dünya ülkeleri için komünizm ve faşizmin dışında, bir üçüncü yol'' olmuştur Özellikle, emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmuş, yeni bağımsızlığa kavuşmuş ülkeler, o dönemlerin, karşılasına çıkan sorunlarına, Kemalizm içerisinde, hızlı çözümler aramışlardır Örneğin, bugünkü Cezayir'in tek parti rejimi Kemalizmin, o ülke koşullarına uydurulmuş uygulamasından başka bir şey değildir Bunun, Cezayir'in kalkınmasında sağladığı yararlı sonuçlar ortadadır Rejimin kurucusu Huari Bumedyen'in konuşmalarında, Atatürk gibi açık ve seçik, çok parti rejimine geçme istekleri bulamazsınız da tek parti rejiminin, bir ideolojinin icabı olarak değil, Cezayir'in koşullarının sonucu olarak kabul edildiğini açıkça görürsünüz Sosyalist olarak adlandırılan ekonomi içerisinde özel sektöre geniş yer verilmesi benzerliği daha da artırmaktadır
Demek ki Atatürkçülük iki aşamalıdır Bunun birinci aşaması ideolojili bir aşamadır Bu, Kemalizm veya Atatürkçülük dönemidir ikinci aşaması, batıdaki gibi, çoğulcu liberal demokrasi dönemidir Bu dönemin, mahiyeti icabı, ideolojisi olamaz Daha doğrusu, bu döneme geçildikten sonra devletin resmî ideolojisi olamaz, Birinci aşamanın geçici olmasına karşılık, ikinci aşama süreklidir
Atatürkçülüğün, bunun dışında, akla, bilime uygun teleolojlk bir yorumu yapılamaz Bu yorum çerçevesinde, çoğulcu demokratik rejime geçildikten sonra yapılan askerî müdahaleler de sağlıklı bir biçimde değerlendirilip açıklanabilir
İlk müdahale olan 27 Mayıs 1960 hareketi, 1946 seçimteriyle çoğulcu demokrasiye geçmiş Türkiye'de, Atatürk'ün gösterdiği hedefe ters düşen bir iktidara karşı yapılmıştır Çoğulcu ve özgürlükçü bir rejime tahammül gösteremeyen otoriter bir yönetim, askerî müdahaleyle sona erdirilmiştir Yüzde yüz Atatürkçü doğrultuda yapılan bu müdahale sonucunda Atatürkçülüğün, 1946'da geçilen, ikinci aşamasının işlemesini önleyen engeller kaldırılmış, yeni bir Anayasa ile güvencelere sahip bir demokratik rejim kurulmuştur
12 Mart 1971'in örtülü rnüdahalesi ise Anayasa'da öngörülen bir takım reformların, on yılı aşkın bir süre içerisinde gerçekleştirilememiş olması gerekçesiyle başlatılmıştır Her ne kadar, başlangıçta belirtilen amaca varılamamışsa da girişim, Atatürkçü öğretilere uygun olarak başlatılmıştır
12 Eylül 1980 müdahalesi de yine işlemez hale getirilen liberal demokratik rejimin, işlemesini sağlayacak ortamı yaratmak için yapılan Atatürkçü bir girişimdir Atatürk'ün hedefi olan çoğulcu demokrasi, 12 Eylül öncesinde şekil olarak durmakta, fakat işlememekteydi Yasama organı çatışmamakta, yürütme organı, şüpheli kombinezonlarla ancak ayakta durabilmekteydi Sistemin bu duruklamasından yararlanan bir takım yasa dışı güçler, devleti çökertmek için birbirleriyle yarış halindeydiler Anarşi adeta bir iç savaş boyutlarına varmıştı Her hakkın temeli olan yaşama hakkı, artık devletin güvencesi, altında olmaktan çıkmıştı Zira bizzat devletin var olup olmadığı belirsizleşiyordu
Bu koşullar altında, yıkılmak tehlikesiyle karşı karşıya gelmiş devleti ayağa kaldırmak, bütün kurumlarıyla, sağlıklı bir şekilde işler hale getirmek üzere yapılan bir askeri müdahale, Atatürk'ün gösterdiği hedefe uygun bir müdahaledir Nitekim, daha ilk gününden başlayarak, askeri yönetim, yapılan müdahalenin ülkede demokrasiyi işler hale getirmek amacına yönelik olduğunu vurgulamıştır
Türkiye'deki askerî müdahaleler, dünyanın hiç bir yerindeki askeri müdahalelere benzemeyen, kendine özgü müdahalelerdir Bu özellikleri de Türk Ordusu'nun, Atatürk'ün gösterdiği hedeflere sıkı sıkıya bağlılığından ileri gelmektedir
Son bir nokta olarak, şuna da işaret edelim ki Atatürk ilkelerinin Anayasa'da belirlenmesi onları donduracak, zamanın akışına uygun yeni bir takım düzenlemelerin yapılmasını engelleyecektir Örneğin: Devletçiliği, Atatürk ilkelerinden biri olarak, Anayasa'ya geçirirsek 24 Ocak kararlarıyla başlayıp, liberalizme doğru giden bir ekonomi politikasını nasıl uygulayabiliriz? Yine Anayasaya geçen ilkeleri hepsi aynen benimsemek zorunda olacak siyasal partilerle, demokrasinin temel ilkelerinden biri olan çoğulculuğu nasıl bağdaştırabiliriz?
Bütün bu nedenlerle yeni Anayasa'da tutulacak en sağlıklı yol Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Kemal Atatürk'e minnet ve şükranlarımızı dile getirdikten sonra, onun gösterdiği yol olan çoğulcu liberal demokratik rejime bağlı kalınılacağının belirtilmesidir
Başlangıç Genel eğilim, Anayasa'nın başında, eskisinde olduğu gibi, bir Başlangıç kısmı bulunması yönündedir Burada, Atatürk ilkelerine yer verilmelidir Anayasa'nın faşizme, komünizme ve teokrosiye kpaalı olduğu belirtilmelidir Üzerinde birleşilen en ilginç nokta, bu kısımda 12 Eylül 1980 öncesi döneme yönelik eleştirilere yer verilmemesi istemidir
Genel Esaslar (Madde: 1-9): Anayasa'nın bu bölümü ile ilgili olarak verilen görüşler içerisinde bir genelleme yapmak olanaksız Bayrak ve milli maarşın burada yer alması şeklindeki somut bir öneri dışında diğerleri, daha ziyade, şekille ilgili istemleri dile getirmekteler
Burada işaret edilmesi gereken en öremli nokta, siyasal rejim olarak, parlementer sistemi önerenlerin, güçler ayrılığını (başkanlık sistemi) önerenlere kıyasla büyük çoğunluğu oluşturmalarıdır
Temel Maklar ve Ödevler Genel Hükümler (Madde: 10-13) Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ankara Hukuk Fakültesi, Bürolar Birliği, Danıştay, Türk Hukuk Kurumu, İstanbul Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu, Mimar ve Mühendis Odaları Birliği ile Anayasa Mahkemesi, temel haklarla ilgili sınırlamaların 1961 Anayasası'ndaki şekliyle aynen korunmasını önermektedirler
Bunların dışında, çeşitli kurum ve kuruluşlar, değişik sınırlama ölçütleri ileri sürmüşlerdir Bir genelleme yapmak gerekirse, hakların sınırlanmasında, kişiler kadar devletin de gözetilmesi görüşü yaygındır Fakat bundan daha yaygın olan görüş, hakların ancak olağanüstü durumlarda, istisnaî olarak sınarlanması görüşüdür
Kişinin Hakları ve Ödevleri (Madde: 14-34): Bu bölümdeki önrilerde en fazla üzerinde durulan madde vicdan ve din hürriyeti ile ilgili 19 maddedir Bu madde ile ilgili olarak belirtilen 14 ayrı görüşün hepsi, dinin politika aracı haline getirilmemesi; laikliğin Anayasa'da kesin olarak vurgulanması üzerinde birleşmektedir
Yine üzerinde durulan bir diğer madde de basın hürriyeti ile ilgili 22 maddedir Bu konudaki görüşler, genel olarak, basın hürriyetinin daha fazla güvence altına alınması yönündedir
Yalnız bu arada, bu genel eğilime ters düşen ve basılı eserlerin kamu yararı, kamu düzeni, genel ahlâk  gibi, sınırları belirsiz ölçütlere dayanılarak, önceden idarece toplatılabilmesini öneren görüşe değinmek gerekir Basılı eserlerin, mahkeme kararı olmaksızın, idarenin takdirine göre toplatılabilmesi, basın hürriyetiyle kesinlikle bağdaşamaz Böyle bir istek, yeni Anayasada basın hüriyetine yer verilmemesini istemekle eşanlamlıdır Özgürlükçü demokratik ülkeler bir yana, günümüzün totaliter diktatörlükleri dahi Anayasalarında, bu denli açık bir şekilde, basın hürriyetine karşı durum almaya cesaret edememektedirler
Bir diğer ilgi çeken madde, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile ilgili 28 maddedir Her halde, 12 Eylül 1980 öncesi olayların bıraktığı kötü izlenimler nedeniyle genel eğilim, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kutlanılmasının, bazı hallerde, ertelenebilmesi yönündedir Bunun yanı sıra, bu hakkın kullanılmasının, peşin izne bağlı olmasını isteyen görüşler de vardır Böyle siyasal bir hakkın kullanılmasırıın, idarenin iznine tabi tutulması, o hakkın ortadan kalkması sonucunu doğurur Zira izne tabi tutulan bu hak, teorik olarak varolacak fakat kullanılması, tamamen idarenin istemine bağlı kalacaktır
Dernek kurma hakkı ile ilgili görüşler çok ceşitlidir Bununla beraber, eski Anayasa'nın 29 maddesinin düzenlediği bu konuda bazı görüşlerin birleştiği nokta, derneklerin politikayla uğraşmamalarının sağlanmasıdır
Kişinin Hakları ve Ödevleri bölümünün geri kalan 30, 31, 32 ve 33 maddeleriyle ilgili görüşlerin hepsi, kişi güvenliği, hak arama hürriyeti, tabiî yargı yolu cezaların yasallığı ve kişiselliği konularında, hak ve hürriyetlerin sınırlarını daha genişletmek amacı gütmektedir
Sosyal İktisadi Haklar ve Ödevler (Madde: 35-53): Bu bölümün, üzerinde en çok durulan maddeleri, sendika kurma hakkıyla ilgili 46 ve toplu sözleşme ve grev hakkıyla ilgili 47 maddeleridir Bunlardan, sendika kurma hakkı ile ilgili olarak belirtilen görüşlerin çoğunluğu, sendikaların siyasetle uğraşmamalarını önermektedir Yeni Anayasa'da, sendikaların siyasetle uğraşmasını önleyici düzenlemeler yapılması istenmektedir
İlgi çeken diğer madde, toplu sözleşme ve grev hakkı konusunda ise üzerinde durulan nokta, siyasal amaçlı grev yapılmasını önlemenin yollarının aranmasıdır Grevlerin, amacından saptırılıp, bir politik baskı ögesi olarak kullanılması arzu edilmemektedir
Eski Anayasa'nın Sosyal ve İktisadî Haklar ve Ödevler başlıklı bu bölümüyle ilgili olarak getiriten diğer görüş ve öneriler şöyle özetlenebilir: Toprak reformu (madde: 37) yapılırken arazinin fazla parçalanmamasına dikkat edilmelidir Reform yapalım derken, üretimde verimliliği düşürecek böyle bir yola girilmemelidir Kamulaştırma (madde: 38) konusuncla, en fazla üzerinde durulan nokta, kamulaştırılan taşınmaz malların sahiplerine, taşınmaz malın ''gerçek değeri''nin ödenmesidir Sosyal güvenlik'in (madde: 48) bütün çalışanları kapsaması, işsizlik sigortasının ihdas edilmesi yine öneriler arasındadır Bu bölümde yer alan diğer görüş ve öneriler şunlardır: Türkiye'nin çok yüksek olan nüfus artış hızını frenlemek üzere, nüfus planlaması yapılması Anayasa'da (madde: 35) yer almalıdır Kalkınma planı, liberal bir ekonomiye yaraşır şekilde, yol gösterici olmalı (madde: 40) ve devletleştirmeler hiç bir zaman, ekonomik ve sosyal düzenin niteliğini bozacak boyuttara varmamalıdır Sağlık hakkı (madde: 49) konusunda, çevre sağlığının korunmasına da yer ve önem verilmelidir
Siyasî Haklar ve Ödevler (Madde: 54-62): Bu bölümdeki haklar ilk üzerinde durulan, vatandaşlık hakkı'na (madde: 54) ilişkin tasarrufların yargı denetimine tabi tutulmasıdır
Seçme ve seçilme hakkı (madde: 55) ile ilgili görüşlerde, seçmen yaşının 18 olarak kabulünü önerenler çoğunluğu oluşturmaktadır Bu, demokratik ülkelerin istedikleri, gençlerin yönetime katılmalarını sağlamak amacına uygun bir öneridir Bizde rüşt yaşı 18 olduğuna göre, seçme yaşı da 18 olabilir Böylece, nüfusun çoğunluğunu oluşturan gençlik kesiminin, ülke yönetimine katılması da sağlanmış olur
Yine bu bölümde, çoğulcu demokratik rejime taban, tabana zıt bir görüşe de siyasal partiler (madde: 56) konusunda rastlıyoruz Bu görüşe göre, siyasal partilerin sayısı sınırlandırılmalıdır Anayasa'da siyasal parti sayısı, bir şekilde sınırlandırılır, o da tek parti rejiminin kabulüyle olur Eğer benimsenen rejim, tek parti rejimi değilse, Anayasa'da parti sayısını sınırlamak imkânsızdır Şayet parti enflasyonunun önüne geçmek amaçlanıyorsa bu, Anayasa'ya hüküm koyarak değil, seçim sistemini ona göre düzenleyerek sağlanabilir
Yasama Yasama organının kuruluşu (madde: 63) ile ilgili olarak gönderilen önerilerin ezici bir çoğunluğu, bu organın tek meclisli olmasını istemektedir
Yine çok yandaş toplayan bir görüş, partilerle ilgili olarak adayların saptanmasında ''ön seçim'' denen yöntemin uygulanmasının kaldırılmasıdır
Yapılan önerilerden, seçim sisteminin Anayasa'da belirtilmesi gereğini savunanların sayısının bir hayli yüksek olduğu görülmektedir Önerilen sistemler arasında ''dar bölge'' en çok yandaş bulanıdır Öneriler her ne kadar, ''dar bölge ve ekseriyet sistemi'' şeklinde yapılmışsa da burada ekseriyet sistemi sözcükleri tamamen gereksizdir Zira, her partinin bir tek adayla katıldığı, dar bölge esasına dayalı seçimler zaten çoğunluk sistemiyle yapılır Başka türlü olması imkânsızdır Ancak, salt çoğunluk veya basit çoğunlukla yapılması öngörülebilir ki o vakit, birinci halde seçimler ''iki turlu'' adını alır
Bu bölümle ilgili olarak, üzerinde durulan başka bir nokta Meclis'in yetkileri (madde: 64) arasında bulunan af ilânı yetkisinin sınırlandırılması, sık sık af çıkarılmasının önlenmesidir Son yıllarda, politik nedenlere çok suistimat edilen bu yetkinin şöyle bir tepki uyandırmış olması doğaldır
Tek mecliste bulunacak milletvekili sayısı (madde: 67) ile ilgili olarak ileri sürülen 250 ve 300 sayılarından 300 ün daha büyük kabul gördüğü anlaşılmaktadır
Yasama bölümünün çok ilgi çeken diğer bir konusu, yasama dokunulmazlığı'dır (Madde: 79) Bu konuda çok çeşitli görüş ve öneriler vardır Fakat tümünün ortak yanı, yasama dokunulmazlığının, eski Anayasa'daki şekliyle kalmaması, ona bir takım sınırlar getirilmesi istemidir Bu da geçmişteki yasama dokunulmazlığının kötüye kullanılmasının uyandırdığı bir tepkidir
Üyeliğin düşmesi (madde: 80) konusunda ortak görüş, başka nedenlerin yanında, partisinden ayrılan bir Meclis üyesinin de üyeliğinin düşmesi yolundadır 1967 Portekiz Anayasası'nın 163 maddesindeki partisinden ayrılıp, başka partiye giren milletvekilinin meclis üyeliğinin düşmesini öngören hükme benzer bir hükmün yeni Anayasamızda da yer alması önerilmektedir
Ayrıca, yeni Anayasa'da milletvekillerinin Meclise devamlarının ciddî bir şekilde denetlenmesi ve devamsızlara, çeşitli yaptırımlar uygulanması önerilmektedir
Yasanın organının toplanması ve tatili (madde: 83) konusundaki öneriler, Meclis'in kolay toplanabilmesini sağlamak üzere, toplantı nisabının düşük tutulması yönündedir
Ayrıca, tatil süresinin kısaltılması da önerilmektedir Meclis çalışmalarının engellenme- mesi, Meclis'in çalışır hale gelmesi (madde: 85) de yine genel öneriler sırasındadır
Yürütme Yürütmeyle ilgili olarak, üzerinde durulan en önemli konu, Cumhurbaşkanının seçimi (madde: 95) şeklidir Bu konuda, görüş ve öneriler, Cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan doğruya seçilmesi ile Meclis tarafından seçilmesi şeklinde ikiye ayrılmaktadır Cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçilmesini önerenler, diğerlerine oranla, çok daha fazladır İkinci nokta, Cumhurbaşkanlığının süresi'dir Beş kurum ve kuruluşun bu sürenin, eski Anayasa'da olduğu gibi, 7 yıl olarak kabul edilmesini önermesine karşılık yedi kurum ve kuruluş, yedi yılın altında bir süre önermişterdir Yani, sürenin biraz daha kısa olmasını (6 veya 5 yıl) önerenler çoğunluktadır
Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri (madde: 97) konusunda görüşler ikiye ayrılmaktadır 9 kurum ve kuruluş tam başkanlık rejimi önerirken 36 kurum ve kuruluş buna gerek görmemekte, Cumhurbaşkanının sadece yetkilerinin artırılmasıyla yetinilmesini istemektedir Cumhurbaşkanının seçim şekliyle ilgili öneri ile buradaki öneri birleştirildiğinde, genel eğilim ve isteğin, başkanlık rejimine geçilmesi yönünde olmadığı görülür
Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri konusunda, iki görüşe özellikle dikkati çekmek gerekir Bunlardan birine göre, gensoru ve sözlü soruların Meclis'te görüşülebilmesi, Cumhurbaşkanı'nın iznine bağlı olmalıdır Cumhurbaşkanı, hükûmetten, icraatını yeniden gözden geçirmesini isteyebilmelidir Gerektiğinde, hükûmete, olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan etmesi için emir verebilmelidir
Bilindiği gibi, liberal demokratik sistem içerisinde, başkanlık, yarı başkanlık ve parlementer rejimlerin belirli özellikleri ve kuralları vardır Bir da bunların dışındaki diktatörlükler vardır ki onların da kuralları aynıdır Türkiye'de çoğulcu demokratik sistem içerisinde işleyecek bir rejim kurmayı amaçladığımıza göre, onun kurallarına uymak zorunluğundayız Yasama organının, yürütmeyi denetleme yolları olan soru ve gensoruyu, Cumhurbaşkanının iznine bağlamak ne başkanlık, ne yarı başkanlık, ne de parlementer rejimle bağdâşabilir Çoğunluğun istemi olduğu görülen, parlementer rejim içerisinde, Cumhurbaşkanına Meclisin en önemli yetkisini onun elinden alma hakkı tanımanın veya hükûmete şu veya bu konuda emredebilme yetkisi vermenin olanağı yoktur
Dikkat çekilmesi gereken diğer görüş de Cumhurbaşkanına, yasama meclisinin güvenine sahip bir hükûmeti dağıtabilme yetkisi tanımak isteyen görüştür Böyle yetkiye sahip bir Cumhurbaşkanlı rejimin, demokratik sayılması mümkün değildir Belirli bir sistemin, belirli çalışma mekanizma ve dengelerini alt üst edecek bu tür görüşlerin yaratacağı tehlikeler ortadadır Ondan öte, bu görüşlerin Atatürk'ün hedef gösterdiği batılı demokratik sistemle bağdaştırılması da imkânsızdır
Bakanlar Kurulu Bakanlar Kurulu konusunda, güvenoyu verilmesi (madde: 103, 104) ile güvensizlik önergesinin kabulünün (madde: 89) ayrı oy çoğunluklarına bağlı tutulması, yaygın görüşü oluşturmaktadır Güvenoyu için Meclis'te oylamaya katılan milletvekillerinin çoğunluğu yeterli görülmektedir Güvensizlik önergesinin kabulü içinse, sağlanması daha güç çoğunluklar aranmaktadır Ayrıca gensoru hakkının kullanılmasına bir takım sınırlar getirilmesi de öneriler arasındadır Anlaşıldığı gibi, bütün bunların amacı; kurulmasını kolaylaştırıp, düşmesini zorlaştırarak, hükûmetlere mümkün olduğu kadar devamlılık sağlamaktır
İdare İdare ile ilgili olarak, merkeziyetçi görüş ve önerilerin ağır bastığı gözlenmektedir Bu, bazı önerilerde, belediye ve mahallî idarelerin kaldınlmasını istemek kadar aşırı boyutlara varmaktadır Bundan başka, üzerinde en çok durulan konu, valilerin siyasal iktidarların baskısından kurtarılması, güvenceye kavuşturulması hususudur Özeliikle valilikler bu nokta üzerinde titizlikle durmaktadırlar Bu konudaki haklı duyarlılık, yine yıllar süren partizan uygulamanın yarattığı doğal bir sonuçtur Memurların, politik baskılardan arındırılması, politikanın dışına çekilmesi istemleri de çoğunluğun önerileri arasında yer almaktadır
Bu arada, üniversite özerkliği'ne (madde: 120) Anayasa'da yer verilmesini isteyen kurum ve kuruluşlar büyük bir çoğunluk teşkil etmektedirler Sadece dört kuruluşun bu konuda öneri getirmemesine karşılık, ondört kuruluş özerkliğin, şu veya bu şekil altında, Anayasa'da tanınmasından yana durum almışlardır
Dikkati çekmek istediğimiz ilginç bir öneri de olağanüstü haller (madde: 123) ile ilgilidir Bu öneri, olağanüstü hallerin düzenlenmesinde çalışma ve ücretle ilgili hükümlere de yer verilmesini istemektedir Olağanüstü hal, sıkıyönetim gibi, olağanüstü yönetim yöntemlerinden biridir Olağanüstü hal, doğal âfetler, karışıklık gibi olağanüstü koşullarla ilân edilecek bir durumdur Böyle bir durumda, örneğin, âfetle mücadele için bazı çalışma yükümlülükleri getirilebilir Fakat bu durumdan yararlanıp, ücretlerle ilgili tedbirler almaya düzenlemeler yapmaya kalkışmak amaca tamamen ters düşer Ücret bir emeğin karşılığı olduğuna göre, olağanüstü halden yararlanıp, ücretlere el atmayı düşünmenin savunulabilecek yanı yoktur
Yargı Yargı bölümünde en fazla ilgi toplayan konu, Anayasa Mahkemesi'dir (Madde: 145-152) Buradaki temel soru, Anayasa Mahkemesi kalmalımıdır yoksa kaldırılmalı mıdır sorusudur Anayasa Mahkemesi'nin göreve devam etmesi şeklindeki görüş, büyük çoğunluğun görüşüdür Yalnızca istenen, Mahkeme'nin çalışma yöntemiyle ilgili olarak, bir takım düzenlemelerin yapılmasıdır Bu konuda çeşitli öneriler olmakta beraber, Anayasa Mahkemesi'nin muhafaza edilmesi, büyük çoğunluk tarafından istenmektedir
Yargı bölümünün, diğer önemli bir konusu da Devlet Güvenlik Mahkemeleri'dir Bu konudaki görüş ve önerilerin hemen tümü, bu mahkemelerin kurulmasında birleşmektedir 12 Eylül 1980 öncesinin geçirilen acı deneyimleri, hemen bütün kurum ve kuruluşları, devlet güvenliğiyle ilgili konularda yetkili, böyle özel bir yargı organı kurulmasını istemeğe itmiştir
Bunların dışında, yeni Anayasa'da yer almak üzere bir takım yeni kurum ve organlar önerilmektedir Burada, genel olarak, gözetilen amaç, yetkileri artırılan Cumhurbaşkanı'na, üst düzeyde, bir danışma organı sağlamaktır Bir çok önemli konuda, karar vermeden önce, Cumhurbaşkanı, adına olursa olsun, bu yüksek danışma organının fikrini alacaktır Organın görevi danışma niteliğinde olacağı için üye sayısının asgarî düzeyde tutulmasında, pratik yararlar bulunacağı şüphesizdir
Buraya kadar özetlediğimiz, genel bir değerlendirmesini yaptığımız görüş ve önerilerin hepsine, normal boyuttaki bir kitap içerisinde yer vermenin imkânsızlığı nedeniyle burada, bunlardan bazı örnekler bulacaksınız
Sonuç
Türkiye'nin 1808 den başlayıp, 1961 e kadar gelen, 153 yıllık bir siyasal gelişme süreci vardır Bu gelişme, 1961 Anayasası ile o zamana kadar özlenen hedefine varmıştır Özlenen hedef, Atatürk'ün de özlemi olan: çoğulcu, özgürlükçü, demokratik rejimdir Bununla beraber, Anayasa'nın kabulünden kısa bir süre sonra bir kesimin yeni Anayasa'ya karşı durum aldığı görülmüştür Bu kesim 27 Mayıs 1960 hareketiyle iktidardan devrilen Demokrat Parti'nin temsil ettiği kesimdir Ülkenin iki ana partisinden biri olan Demokrat Parti'nin yandaşlarının, 1961 Anayasası'nın yapımında dışlanmış olmalarının, bu tutumda payı bulunduğu inkar edilemez Çoğulcu, özgürlükçü, demokratik rejimlerin işleyebilmesi, Anayasa'dan çok konsensüse dayanır Ülkenin belli başlı siyasal güçlerinin, temel ilkelerinde birleşmedikleri bir sistem, nasıl Anayasa yapılırsa yapılsın işletilemez
Daha yukarıda da değindiğimiz gibi, 1961 Anayasası'nın ifrata kaçan düzenlemeleri, aksayan yönleri vardır Bu noktalar düzeltilerek Anayasa'ya işlerlik kazandırılabilir Türkiye'nin 12 Eylül 1980 arefesindeki perişan duruma gelmesinin tek sorumlusu Anayasası değildir O halde, yeni sistemler, yeni formüllerle sorunların çözümleneceğini sanmak, bunları çok basite indirgemek olur En önemli nokta, ülkenin belli başlı sosyo-politik güçlerinin üzerinde anlaşacakları bir metni ortaya koyabilmektir Bu grupları dışlayarak, konsensüs aramadan, hazırlanacak bir Anayasa ne denli mükemmel olursa olsun, uzun ömürlü olamaz
|