Yalnız Mesajı Göster

Cevap : Risale-i Nur Külliyatı

Eski 03-29-2009   #23
meLankoLik_asaLet
Varsayılan

Cevap : Risale-i Nur Külliyatı



Yirminci Söz Sözler 20 Söz -A-

Yirminci Söz



[İki Makamdır]

Birinci Makam





وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلآَئِكَةِ اسْجُدُوا ِلاَدَمَ فَسَجَدُوآ اِلآَّ اِبْلِيسَ

اِنَّ اللَّهَ يَاْمُرُكُمْ اَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً

(ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذَلِكَ فَهِىَ كَاْلحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً)



Bir gün şu âyetleri okurken İblis'in ilkaatına karşı Kur'an-ı Hakîm'in feyzinden üç nükte ilham edildi Vesvesenin Sûreti şudur:

Dedi ki: "Dersiniz: Kur'an mu'cizedir Hem nihayetsiz belâgattadır Hem, umuma her vakitte hidâyettir Halbuki, şöyle bâzı hâdisat-ı cüz'iyeyi tarihvârî bir Sûrette musırrane tekrar etmekte ne mânâ var? Bir ineği kesmek gibi bir vâkıa-i cüz'iyeyi, o kadar mühim tavsifât ile böyle zikretmek, hattâ o Sûre-i azîmeye de «El-Bakara» tesmiye etmekte ne münasebet var? Hem de « Âdem'e secde' olan hâdise, sırf bir emr-i gaybîdir Akıl ona yol bulamaz Kavî bir

sh: » (S: 255)

îmandan sonra teslim ve iz'an edilebilir Halbuki Kur'an, umum ehl-i akla ders veriyor Çok yerlerde اَفَلاَ يَعْقِلُونَ der, akla havale eder Hem taşların tesadüfî olan Bâzı hâlât-ı tabiiyesini ehemmiyetle Beyân etmekte ne hidâyet var?»

İlham olunan nüktelerin Sûreti şudur:

Birinci Nükte: Kur'an-ı Hakîm'de çok hâdisat-ı cüz'iye vardır ki, herbirisinin arkasında bir düstur-u küllî saklanmış ve bir kanun-u umumînin ucu olarak gösteriliyor Nasılki, عَلَّمَ اَدَمَ اْلاَسْمَآءَ كُلَّهَا Hazret-i Âdem'in melâikelere karşı kabiliyet-i hilâfet için bir mu'cizesi olan tâlim-i esmâdır ki, bir hâdise-i cüz'iyedir Şöyle bir düstur-u küllînin ucudur ki: Nev-i beşere câmiiyet-i istidad cihetiyle tâlim olunan hadsiz ulûm ve kâinatın enva'ına muhit pek çok fünun ve Hâlıkın şuunat ve evsafına şamil kesretli mâarifin tâlimidir ki; nev'-i beşere değil yalnız melâikelere, belki Semâvat ve Arz ve dağlara karşı Emanet-i kübrâyı haml dâvasında bir rüchâniyet vermiş ve heyet-i mecmuasıyla arzın bir halife-i mânevîsi olduğunu Kur'an ifham ettiği misillü; «Melâikelerin Âdem'e secdesiyle beraber, Şeytan'ın secde etmemesi olan'» hâdise-i cüz'iye-i gaybiye, pek geniş bir düstur-u külliye-i meşhudenin ucu olduğu gibi, pek büyük bir hakikatı ihsas ediyor Şöyle ki: Kur'an, şahs-ı Âdem'e Melâikelerin itaat ve inkıyâdını ve Şeytan'ın tekebbür ve imtinâını zikretmesiyle; nev'-i beşere kâinatın ekser maddî enva'ları ve enva'ın mânevî mümessilleri ve müekkelleri müsahhar olduklarını ve nev'-i beşerin hassalarının bütün istifadelerine müheyya ve münkad olduklarını ifham etmekle beraber, o nev'in istidadatını bozan ve yanlış yollara sevkeden mevadd-ı şerîre ile onların mümessilleri ve sekene-i habiseleri, o nev'-i beşerin tarîk-i kemâlâtında ne büyük bir engel, ne müdhiş bir düşman teşkil ettiğini ihtar ederek, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyân, bir tek Âdem'le (AS) cüz'î hâdiseyi konuşurken bütün kâinatla ve bütün nev'-i beşerle bir mükâleme-i ulviye ediyor

İkinci Nükte: Mısır Kıt'ası, kumistan olan Sahra-yı Kebîr'in bir parçası olduğundan Nil-i Mübarek'in feyziyle gâyet mahsuldâr

sh: » (S: 256)

bir tarla hükmüne geçtiğinden, o cehennem-nümun sahra komşuluğunda şöyle cennet-misâl bir mevki-i mübarekin bulunması, felâhat ve zirâatı ahalisinde pek mergub bir Sûrete getirmiş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki, ziraatı kudsiye ve vasıta-i ziraat olan «bakar»ı ve «sevri» mukaddes, belki Mâbud derecesine çıkarmış Hattâ o zamandaki Mısır milleti sevre, bakara ibâdet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler İşte o zamanda benî-İsrail dahi, o kıt'ada neş'et ediyordu ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, «İc» mes'elesinden anlaşılıyor

İşte Kur'an-ı Hakîm, Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm'ın Risâletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidadlarına işlemiş olan o bakarperestlik mefkuresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhi ile ifham ediyor

İşte şu hâdise-i cüz'iye ile bir düstur-u küllîyi, her vakit, hem herkese gâyet lüzumlu bir ders-i hikmet olduğunu ulvî bir i'câz ile Beyân eder

Buna kıyasen bil ki: Kur'an-ı Hakîm'de Bâzı hâdisat-ı tarihiyye Sûretinde zikredilen cüz'î hâdiseler, küllî düsturların uçlarıdır Hattâ çok Sûrelerde zikr ve tekrar edilen Kıssa-i Mûsa'nın yedi cümlelerine misâl olarak lemaât'ta İ'caz-ı Kur'an Risalesinde o cüz'î cümlelerin herbir cüz'ünün nasıl mühim bir düstur-u küllîyi tâzammun ettiğini Beyân etmişiz İstersen o risaleye müracaat et

Üçünü Nükte:



Şu âyeti okurken, müvesvis dedi ki: "Herkese mâlûm ve âdi olan taşların şu fıtrî Bâzı hâlât-ı tabiiyesini, en mühim ve büyük mes'eleler Sûretinde bahis ve Beyânda ne mânâ var, ne münasebet var, ne ihtiyaç var?"

Şu vesveseye karşı feyz-i Kur'andan şöyle bir nükte ilham edildi:

Evet, münasebet var ve ihtiyaç var Hem o derece büyük bir

sh: » (S: 257)

münasebet ve ehemmiyetli bir mânâ ve o derece muazzam ve lüzumlu bir hakikat var ki, ancak Kur'anın îcaz-ı mu'cizi ve lütf-u irşadıyla bir derece basitleştirilmiş ve ihtisar edilmiş Evet i’câz-ı Kur'anın bir esâsı olan îcaz, hem hidâyet-i Kur'anın bir nuru olan lütf-u irşad ve hüsn-ü ifham, iktiza ediyorlar ki: Kur'anın muhatâbları içinde ekseriyeti teşkil eden avâma karşı küllî hakikatları ve derin ve umumî düsturları, me'luf ve cüz'î Sûretler ile gösterilsin ve fikirleri basit olan umumî avâma karşı, muazzam hakikatların yalnız uçları ve basit bir Sûreti gösterilsin Hem âdet perdesi tahtında ve zeminin altında hârikulâde olan tasarrufat-ı İlahiye, icmâlen gösterilsin İşte bu sırra binaendir ki, Kur'an-ı Hakîm şu âyetle diyor:

Ey Benî-İsrail ve ey Benî-Âdem! Sizlere ne olmuş ki: Kalbleriniz taştan daha câmid ve daha ziyade katılaşmıştır Zira görmüyor musunuz ki, o pek sert ve pek câmid ve toprak altında bir tabaka-i azîme teşkil eden o koca taşlar, o kadar evâmir-i İlahiyeye karşı muti' ve müsahhar ve icraat-ı Rabbâniye altında o kadar yumuşak ve emirberdir ki, havada ağaçların teşkilinde tasarrufat-ı İlahiye ne derece sühuletle cereyan ediyor Öyle de; taht-ez zemin ve o sert, sağır taşlarda o derece sühulet ve intizâm ile, hattâ damarlara karşı kanın cevelanı gibi muntâzam su cedvelleri (Haşiye) ve su damarları, kemâl-i hikmetle o taşlarda mukavemet görmeyerek cereyan ediyor Hem havada nebâtat ve ağaçların dallarının sühuletle Sûret-i intişarı gibi; o derece sühuletle köklerin nazik damarları, yer altındaki taşlarda mümânâat görmeyerek evâmir-i İlahî ile muntâzam intişar ettiğini Kur'an işaret ediyor ve geniş bir hakikatı, şu âyetle ders veriyor ve o ders ile, o kasavetli kalblere bu mânâyı veriyor ve remzen diyor:

____________________

(Haşiye): Evet, zemin denilen muhteşem ve seyyar sarayın temel taşı olan taş tabakasının Fâtır-ı Zülcelâl tarafından tavzif edilen en mühim üç vazifeyi Beyân etmek, ancak Kur'an'a yakışır

İşte birinci vazifesi: Toprağın, kudret-i Rabbâniye ile nebâtata analık edip yetiştirdiği gibi, Kudret-i İlahiye ile taş dahi toprağa dâyelik edip yetiştiriyor

İkinci vazifesi: Zeminin bedeninde deveran-ı dem hükmünde olan suların muntâzam cevelânına hizmetidir

Üçüncü Vazife-i Fıtriyesi: Çeşmelerin ve ırmakların, uyûn ve enharın muntâzam bir mizan ile zuhur ve devamlarına hazinedârlık etmektir Evet taşlar, bütün kuvvetiyle ve ağızlarının dolusuyla akıttıkları âb-ı hayat Sûretinde, Delâil-i Vahdâniyeti zemin yüzüne yazıp serpiyor

sh: » (S: 258)

Ey Benî-İsrail ve ey benî-Âdem! Zaaf ve acziniz içinde nasıl bir kalb taşıyorsunuz ki, öyle bir Zâtın evâmirine karşı o kalb kasavetle mukavemet ediyor Halbuki o koca sert taşların tabaka-i muazzaması, o Zâtın evâmiri önünde Kemâl-i inkıyadla karanlıkta nazik vazifelerini mükemmel îfâ ediyorlar İtaatsizlik göstermiyorlar Belki o taşlar, toprak üstünde bulunan bütün zevilhayata, âb-ı hayatla beraber sâir medâr-ı hayatlarına öyle bir hazinedârlık ediyor ve öyle bir adâlet le taksimata vesiledir ve öyle bir hikmetle tevziata vasıta oluyor ki, Hakîm-i Zülcelâl'in dest-i kudretinde, balmumu gibi ve belki hava gibi yumuşaktır, mukavemetsizdir ve âzamet-i kudretine karşı secdededir Zira toprak üstünde müşahede ettiğimiz şu masnuat-ı muntâzama ve şu hikmetli ve inâyetli tasarrufat-ı İlâhiye misillü, zemin altında aynen cereyan ediyor Belki hikmeten daha acib ve intizâmca daha garib bir Sûrette hikmet ve inâyet-i İlâhiye tecelli ediyor Bakınız! En sert ve hissiz o koca taşlar, nasıl balmumu gibi evâmir-i tekviniyeye karşı yumuşaklık gösteriyorlar ve me'mur-u İlâhî olan o lâtif sulara, o nazik köklere, o ipek gibi damarlara o derece mukavemetsiz ve kasavetsizdir Güya bir âşık gibi, o lâtif ve güzellerin temasıyla kalbini parçalıyor, yollarında toprak oluyor

Hem وَاِنَّ مِنْهَا لمَاَ يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ ile şöyle bir hakikat-ı muazzamanın ucunu gösteriyor ki: «Taleb-i Rü'yet» hâdisesinde, meşhur dağın tecelli ile parçalanması ve taşlarının dağılması gibi; umum rûy-i zeminde aslı sudan incimad etmiş âdeta yekpare taşlardan ibaret olan ekser dağların zelzele veya Bâzı hâdisat-ı arziye Sûretinde tecelliyat-ı Celaliyye ile o dağların yüksek zirvelerinden o haşyet verici tecelliyat-ı Celaliyyenin zuhuruyla taşlar parçalanarak, bir kısmı ufalanıp toprağa kalbolup, nebâtata menşe' olur Diğer bir kısmı taş kalarak, yuvarlanıp derelere, ovalara dağılıp, sekene-i zeminin meskeni gibi birçok işlerinde hizmetkârlık ederek ve mahfî Bâzı hikem ve menafi' için kudret ve hikmet-i İlahiyeye secde-i itaat ederek, desâtir-i Hikmet-i Sübhaniyeye emirber şeklini alıyor-

sh: » (S: 259)

lar Elbette o haşyetten, o yüksek mevkii terkedip mütevâziâne aşağı yerleri ihtiyar etmek ve o mühim menfaatlere sebeb olmak beyhude olmayıp, başıboş değil ve tesadüfî dahi olmadığını, belki bir Hakîm-i Kadîr'in tasarrufat-ı Hakîmânesiyle, o intizâmsızlık içinde zâhir nazara görünmeyen bir intizâm-ı hakîmane bulunduğuna delil ise; o taşlara müteallik faideler, menfaatler ve onlar üstünde yuvarlandıkları dağın cesedine giydirilen ve çiçek ve meyvelerin murassaatıyla münakkaş ve müzeyyen olan gömleklerin Kemâl-i intizâmı ve hüsn-ü san'atı; kat'î, şübhesiz şehadet eder

İşte şu üç âyetin, hikmet nokta-i nazarında ne kadar kıymettar olduğunu gördünüz Şimdi bakınız Kur'anın letafet-i Beyânına ve i'câz-ı belâgatına; nasıl şu zikrolunan büyük ve geniş ve ehemmiyetli hakikatların uçlarını üç fıkra içinde üç vakıâ-yı meşhure ve meşhude ile gösteriyor ve medâr-ı ibret üç hâdise-i uhrâyı hatırlatmakla lâtif bir irşad yapar, mukavemetsûz bir zecreder

Meselâ: İkinci fıkrada der: وَاِنَّ مِنْهَا لمَاَ يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ اْلمَآءُ

Şu fıkra ile Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm'ın asâsına karşı Kemâl-i şevk ile inşikak edip oniki gözünden oniki çeşme akıtan taşa işaret etmekle, şþþþþöyle bir mânâyı ifham ediyor ve mânen diyor: Ey Benî-İsrail! Bir tek mu'cize-i Musâ'ya (AS) karşı koca taşlar yumuşar, parçalanır Ya haşyetinden veya sürurundan ağlayarak sel gibi yaş akıttığı halde, hangi insafla bütün mu'cizât-ı Museviyeye (AS) karşı temerrüd ederek ağlamayıp, gözünüz cümûd ve kalbiniz katılık ediyor

Hem üçüncü fıkrada der: وَاِنَّ مِنْهَا لمَاَ يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ

Şu fıkra ile Tûr-i Sîna'daki münacat-ı Museviyede (AS) vuku bulan tecelliye-i Celâliyye heybetinden koca dağ parçalanıp dağılması ve o haşyetten taşların etrafa yuvarlanması olan vâkıa-yı meşhûreyi ihtar ile şöyle bir mânâyı ders veriyor ki: Ey Kavm-i Mûsa (AS)! Nasıl, Allah'tan korkmuyorsunuz? Halbuki taşlardan ibaret

sh: » (S: 260)

olan dağlar, onun haşyetinden ezilip dağılıyor ve sizden ahz-ı misak için üstünüzde Cebel-i Tûr'u tuttuğunu, hem taleb-i rü'yet hâdisesinde dağın parçalanmasını bilip ve gördüğünüz halde, ne cesaretle onun haşyetinden titremeyip, kalbinizi katılık ve kasavette bulunduruyorsunuz?

Hem birinci fıkrada diyor: وَاِنَّ مِنَ اْلحِجَارَةِ لمَاَ يَتَفَجَّرُ مِنْهُ اْلاَنْهَارُ

Bu fıkra ile dağlardan nebean eden Nil-i Mübarek, Dicle ve Fırat gibi ırmakları hatırlatmakla, taşların evâmir-i tekviniyeye karşı ne kadar hârika-nümâ ve mu'cizevari bir Sûrette mazhar ve müsahhar olduğunu ifham eder ve onunla böyle bir mânâyı müteyakkız kalblere veriyor ki: Şöyle azîm ırmakların elbette mümkün değil, şu dağlar hakikî menbaları olsun Çünki: Faraza o dağlar tamamen su kesilse ve mahrutî birer havuz olsalar, o büyük nehirlerin şöyle sür'atli ve kesretli cereyanlarına müvazeneyi kaybetmeden, birkaç ay ancak dayanabilirler ve o kesretli masarife karşı galiben bir metre kadar toprakta nüfuz eden yağmur, kâfi varidat olamaz Demek ki, şu enhârın nebeanları, âdi ve tabiî ve tesadüfî bir iş değildir Belki pek hârika bir Sûrette Fâtır-ı Zülcelâl, onları sırf hazine-i gaybdan akıttırıyor

İşte bu sırra işareten bu mânâyı ifade için hadîste rivayet ediliyor ki: «O üç nehrin herbirine Cennet'ten birer katre her vakit damlıyor ve ondan bereketlidirler» Hem bir rivayette denilmiş ki: «Şu üç nehrin menbaları Cennet'tendirG Şu rivayetin hakikatı şudur ki: Mâdem esbab-ı maddiyye, şunların bu derece kesretli nebeanına kabil değildir Elbette menbaları, bir âlem-i gaybdadır ve gizli bir hazine-i Rahmetten gelir ki, masarif ile varidatın müvazenesi devam eder

İşte Kur'an-ı Hakîm, şu mânâyı ihtar ile şöyle bir ders veriyor ki, der: Ey Benî-İsrail ve ey Benî-Âdem! Kalb katılığı ve kasavetinizle öyle bir Zât-ı Zülcelâl'in evâmirine karşı itaatsizlik ediyorsunuz ve öyle bir Şems-i Sermedî'nin ziya-yı mârifetine gafletle gözlerinizi yumuyorsunuz ki, Mısır'ınızı Cennet Sûretine çeviren Nil-i Mübarek gibi koca nehirleri, âdi câmid taşların ağızlarından akıtıp mu'cizât-ı kudretini, şevâhid-i vahdâniyetini o koca nehirlerin kuvvet ve zuhur ve ifazeleri derecesinde kâinatın kalbine ve zeminin dima-

sh: » (S: 261)

ğına vererek, cin ve insin kulûb ve ukûlüne isale ediyor Hem hissiz, câmid Bâzı taşları böyle acib bir tarzda (Haşiye) mu'cizât-ı kudretine mazhar etmesi; Güneşin ziyası Güneşi gösterdiği gibi, o Fâtır-ı Zülcelâl'i gösterdiği halde, nasıl Onun o nur-u mârifetine karşı kör olup görmüyorsunuz?

İşte şu üç hakikate nasıl bir belâgat giydirilmiş gör Ve belâgat-ı irşadiyeye dikkat et Acaba hangi kasavet ve katılık vardır ki, böyle hararetli şu belâgat-ı irşada karşı dayanabilsin, ezilmesin!

İşte baştan buraya kadar anladınsa, Kur'an-ı Hakîm'in irşadî bir lem'a-i i'câzını gör, Allah'a şükret



اَللَّهُمَّ فَهِّمْنَا اَسْرَارَ الْقُرْاَنِكَمَاتُحِبُّ وَتَرْضَىوَ وَفِّقْنَا لِحِزِْمَتِهِ آمِينْ بِرَحْمَتِكَ يَآ اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَاَللَّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى مَنْ اُنْزِلَ عَلَيْهِ الْقُرْاَنُ االْحَكِيمُ وَ عَلَى اَلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينْ



* * *



________________________

(Haşiye): Nil-i Mübarek, Cebel-i Kamer'den çıktığı gibi, Dicle'nin en mühim bir şubesi, Van Vilayetinden Müküs nahiyesinde bir kayanın mağarasından çıkıyor Fırat'ın da mühim bir şubesi, Diyadin taraflarında bir dağın eteğinden çıkıyor Dağların aslı, hilkaten bir madde-i mayiâdan incimad etmiş taşlar olduğu fennen sabittir Tesbihat-ı Nebeviyeden olan سُبْحَانَ مَنْ بَسَطَ اْلاَرْضَ عَلَىَ مَآءٍ جَمَدْ kat'î delâlet ediyor ki: Asl-ı hilkat-ı arz şöyledir ki: Su gibi bir madde, Emr-i İlahî ile incimad eder, taş olur Taş, izn-i İlahî ile toprak olur Tesbihteki Arz lafzı, toprak demektir Demek o su, çok yumuşaktır; üstünde durulmaz Taş çok serttir, ondan istifade edilmez Onun için Hakîm-i Rahîm, toprağı taş üstünde serer, zevilhayata makarr eder

sh: » (S: 262 )

Yirminci Söz'ün İkinci Makamı

[Mu'cizât-ı Enbiyâ yüzünde parlayan bir lem'a-i i’câz-ı Kur'an]

Âhirdeki iki sual ve iki cevaba dikkat et





وَلاَ وَلاَرَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍٍ

Ondört sene evvel, (şimdi otuz seneden geçti) şu âyetin bir sırrına dair İşarat-ül İ'caz namındaki tefsirimde arabiyy-ül ibâre bir bahis yazmıştım Şimdi arzuları bence ehemmiyetli olan iki kardaşım, o bahse dair Türkçe olarak bir parça izah istediler Ben de Cenâb-ı Hakk'ın tevfikine itimaden ve Kur'anın feyzine istinâden diyorum ki:

Bir kavle göre Kitab-ı Mübin, Kur'andan ibarettir Yaş ve kuru, herşey içinde bulunduğunu, şu âyet-i kerime Beyân ediyor Öyle mi? Evet, herşey içinde bulunur Fakat herkes herşeyi içinde göremez Zira muhtelif derecelerde bulunur Bâzân çekirdekleri, bâzân nüveleri, bâzân icmâlleri, bâzân düsturları, bâzân alâmetleri; ya sârâhaten, ya işareten, ya remzen, ya ibhamen, ya ihtar tarzında bulunurlar Fakat ihtiyaca göre ve maksad-ı Kur'ana münasib bir tarzda ve iktiza-yı makam münasebetinde şu tarzların birisiyle ifade ediliyor Ezcümle:

sh: » (S: 263)

Beşerin san'at ve fen cihetindeki terakkiyatlarının neticesi olan havarik-ı san'at ve garâib-i fen olarak tayyare, elektrik, şimendifer, telgraf gibi şeyler vücuda gelmiş ve beşerin hayat-ı maddiyesinde en büyük mevki almışlar Elbette umum nev'-i beşere hitab eden Kur'an-ı

Hakîm, şunları mühmel bırakmaz Evet bırakmamış ''İki Cihet'' ile onlara da işaret etmiştir:

Birinci cihet: Mu'cizât-ı Enbiyâ Sûretiyle

İkinci kısım şudur ki: Bâzı hâdisat-ı târihiyye Sûretinde işaret eder Ezcümle:



(HAŞİYE-1)Keza: فِىا الْفُلْكِ اْلمَشْحُونِ وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِهِ مَا يَرْكَبُونَ gibi âyetlerle şimendifere işaret ettiği gibi,اَللَّهُ نُورُ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ اَلْمِصْبَاحُ فِى زُجَاجَةٍ اَلزُّجَاجَةُ كَاَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّىٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ

(Haþsiye-2)



âyeti, pek çok envara, esrara işaretle beraber elektriğe dahi remz ediyor

________________________

(Haşiye-1): Şu cümle işaret ediyor ki: Şimendiferdir Âlem-i İslâm'ı esaret altına almıştır Kâfirler onunla İslâm'ı mağlub etmiştir

(Haşiye-2):يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ َتمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلَى نُورٍ cümlesi, o remzi ışıklandırıyor

sh: » (S: 264)

ediyor Şu ikinci kısım, hem çok zâtlar onlarla uğraştığından, hem çok dikkat ve izaha muhtaç olduğundan ve hem çok olduğundan; şimdilik şimendifer ve elektriğe işaret eden şu âyetlerle iktifa edip o kapıyı açmayacağım

Birinci kısım ise, mu'cizât-ı Enbiyâ Sûretinde işaret ediyor Biz dahi o kısımdan bâzı nümuneleri misâl olarak zikredeceğiz

MUKADDEME: İşte Kur'an-ı Hakîm; enbiyaları, insanın Cemâatlerine terakkiyat-ı mâneviye cihetinde birer pişdâr ve imam gönderdiği gibi; yine insanların terakkiyat-ı maddiye sûretinde dahi o enbiyanın herbirisinin eline bâzı hârikalar verip yine o insanlara birer ustabaşı ve üstâd etmiştir Onlara mutlak olarak ittibaa emrediyor İşte enbiyaların mânevî Kemâlâtını bahsetmekle insanları onlardan istifadeye teşvik ettiği gibi, mu'cizâtlarından bahis dahi; onların nazîrelerine yetişmeye ve taklidlerini yapmaya bir teşviki işmam ediyor Hattâ denilebilir ki: Mânevî kemâlât gibi maddî kemâlâtı ve hârikaları dahi en evvel mu'cize eli nev'-i beşere hediye etmiştir İşte Hazret-i Nuh'un (Aleyhisselâm) bir mu'cizesi olan sefine ve Hazret-i Yusuf'un (Aleyhisselâm) bir mu'cizesi olan saatı; en evvel beşere hediye eden, dest-i mu'cizedir Bu hakikate lâtif bir işarettir ki: San'atkârların ekseri, herbir san'atta birer peygamberi pîr ittihaz ediyor Meselâ gemiciler Hazret-i Nuh'u (Aleyhisselâm), saatçılar Hazret-i Yusuf'u (Aleyhisselâm), terziler Hazret-i İdris'i (Aleyhisselâm)

Evet mâdem Kur'anın herbir âyeti, çok vücuh-u irşadî ve müteaddid cihat-ı hidâyeti olduğunu ehl-i tahkik ve ilm-i belâgat ittifak etmişler Öyle ise Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyân'ın en parlak âyetleri olan mu'cizât-ı Enbiyâ âyetleri; birer hikâye-i tarihiyye olarak değil, belki onlar çok maânî-i irşadiyeyi tâzammun ediyorlar Evet, mu'cizât-ı Enbiyâyı zikretmesiyle fen ve san'at-ı beşeriyenin nihayet hududunu çiziyor En ileri gâyatına parmak basıyor En nihayet hedeflerini tâyin ediyor Beşerin arkasına dest-i teşviki vurup o gayeye sevkediyor Zaman-ı mâzi, zaman-ı müstakbel tohumlarının mahzeni ve şuunatının âyinesi olduğu gibi; müstakbel dahi mâzinin tarlası ve ahvâlinin âyinesidir Şimdi misâl olarak o çok vâsi' menba'dan yalnız birkaç nümunelerini Beyân edeceğiz:

sh: » (S: 265)

Meselâ: Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'ın bir mu'cizesi olarak teshir-i havayı Beyân eden: وَلِسُلَيْمَانَ الرِّيحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌ âyeti; «Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran ile iki aylık bir mesâfeyi kat'etmiştir» der İşte bunda işaret ediyor ki: Beşere yol açıktır ki, havada böyle bir mesâfeyi kat'etsin Öyle ise ey beşer! Mâdem sana yol açıktır Bu mertebeye yetiş ve yanaş Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisanıyla mânen diyor: «Ey insan! Bir abdim, hevâ-i nefsini terk ettiği için havaya bindirdim Siz de nefsin tenbelliğini bırakıp bâzı kavânîn-i âdetimden güzelce istifade etseniz, siz de binebilirsiniz»

Hem Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm'ın bir mu'cizesini Beyân eden:



Hem meselâ: Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın bir mu'cizesine dair:



sh: » (S: 266)

dermanı mümkündür Arayınız, bulunuz Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür» Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle mânen diyor ki: «Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim Biri, mânevî dertlerin dermanı; biri de, maddî dertlerin ilâcı İşte ölmüş kalbler nûr-u hidâyetle diriliyor Ölmüş gibi hastalar dahi, onun nefesiyle ve ilâcıyla şifa buluyor Sen de benim eczahâne-i hikmetimde her derdine deva bulabilirsin Çalış, bul! Elbette ararsan bulursun»

İşte beşerin tıp cihetindeki şimdiki terakkiyatından çok ilerideki hududunu, şu âyet çiziyor ve ona işaret ediyor ve teşvik yapıyor

Hem meselâ Hazret-i Davud Aleyhisselâm hakkında:



Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm hakkında: وَاَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ االْقِطْرِ âyetleri işaret ediyorlar ki: Telyin-i hadid, en büyük bir nimet-i İlahiyedir ki; büyük bir peygamberinin fazlını, onunla gösteriyor Evet telyin-i hadid, yâni demiri hamur gibi yumuşatmak ve nühası eritmek ve mâdenleri bulmak, çıkarmak; bütün maddî sanayi-i beşeriyenin aslı ve anasıdır ve esâsı ve madenidir İşte şu âyet işaret ediyor ki: «Büyük bir resule, büyük bir halife-i zemine, büyük bir mu'cize Sûretinde, büyük bir nimet olarak; telyin-i hadiddir ve demiri hamur gibi yumuşatmak ve tel gibi inceltmek ve bakırı eritmekle ekser sanayi-i umumiyeye medâr olmaktır» Mâdem bir resule, hem halife yâni hem mânevî hem maddî bir hâkime, lisanına hikmet ve eline san'at vermiş Lisanındaki hikmete sarihan teşvik eder Elbette elindeki san'ata dahi tergib işareti var Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle mânen diyor:

«Ey benî-Âdem! Evâmir-i teklifiyeme itâat eden bir abdimin lisanına ve kalbine öyle bir hikmet verdim ki; Herşeyi kemâl-i vuzuh ile fasledip hakikatını gösteriyor ve eline de öyle bir san'at verdim ki; elinde balmumu gibi demiri her şekle çevirir Halifelik ve pâdişahlığına mühim kuvvet elde eder Mâdem bu mümkündür, veriliyor Hem ehemmiyetlidir Hem hayat-ı içtimâiyenizde ona çok muhtaçsınız Siz de evâmir-i tekviniyeme itâat etseniz, o hikmet ve o san'at size de verilebilir Mürur-u zamanla yetişir ve yanaşabilirsiniz» İşte beşerin san'at cihetinde en ileri gitmesi ve maddî

sh: » (S: 267)


Alıntı Yaparak Cevapla