Şengül Şirin
|
En Acıklı Hikaye
Ve İsmet , ve Kemal ve Osman Üç can arkadaş Üç has arkadaş Üç yaren kentin uzak bir yerinde soluk almaya çalışan, dar sokaklı , yonu ya da kara taşlardan yapılmış evlerden oluşan mahallenin , yaşlı kadınlarını ana , yaşlı erkeklerini baba bilen , kızlarını bacı bilen , ar bilen , namus bilen üç genci
Aynı sokaktan üç yağız delikanlı
Yoksul ama gönlü bol
Çaresiz ama umut dolu Belki kimsesiz , belki arkasız , tarafsız , etrafsız ama onurlu , itibarlı
Bir gün topladılar t ası tarağı , vurdular memleket hasretini sırtlarına ,düştüler gurbet ele Düştüler gurbetin tozlu yollarına  Bir anafor gibi , bir dipsiz kuyu gibi , bir sonsuz karanlık gibi yutan ağzına
Kalabalıkta kaybolmak Kavganın düşmek tam ortasına Her defasında da yenik çıkmak bu dövüşten
Ezilmek , sömürülmek , yutulmak Kara bir ekmeğin adına Yumruk gibi bir kuru soğanın adına
Ama adam gibi
Ama alın terine kan damlatarak
Helal yoldan Harama bel bağlamadan Harama el açmadan Haramın göz kamaştıran yüzüne , büyüleyen çağrısına , bülbül gibi şakıyan sesine olabildiğince aldanmadan
Gururla , Onurla Alnı açık , başı dik
İşin ucunda aç kalmak da olsa Susuzluktan cayır cayır tutuşmak , yanmak , kavrulmak da olsa Yirmidört katlı bu devasa büyüklükteki işhanının altında bir böcek gibi ezilmek de olsa İnim inim inleseler bile , sürüm sürüm sürünseler bile
Bir lokma kuru ekmek , bir dilim beyaz peynir , birkaç kara zeytin Tut ki Karun sofrası Tut ki cennet bahçelerinden derlenen anason kokusu yanında
Kısmet bu ya ! Bir gün iki başlı olabilmek için El’e güne karşı ar olmasın diye Dost düşman gülmesin diye Soy sop devam etsin diye
İsmet Bu yirmidört katlı lüks işhanının zemin katında , başkaları adına hizmet vermeye çalışan çay ocağının , çalışan , didinen , yorulan fedakar ayakçısı
Bana mısın demez altıncı kata kadar Yoruldum demez Bıktım , usandım , yıldım Serde gençlik var Var ya ! dizlerindeki derman izin vermez gayrı daha ötesine
Allah razı olsun şu asansörü icat edenden
İsmet , müthiş unutkan biri Geceleri kaldıkları çatı katındaki odalarından kapıyı kilitleyip en son o çıkar Odanın tek anahtarını , her sabah giyip , çay ocağında çıkarttığı , akşam iş bitiminde yeniden giydiği yeleğinin cebine koyar Anahtar aynı zamanda bir iple yeleğin düğmelerinden birine de bağlıdıdr Bazen tek çoraplı olduğunu bile fark edemez garibim Terlikle çay ocağına indiği bile görülmüştür Kime ne götüreceğini sık sık unutur Öyle ki üç yerine beş , beş yerine sekiz çay servis yaptığından bazı akşamlar açık verir
Patron hata kabul eder mi ? Bir oldu , iki oldu Hadi neyse Ama bu her zaman da affa uğrar mı ? Kes haftalığından İsmetin Yaşça en büyükleri bu üç kadim dostun O bir ağabey O , İsmet ağabey
Kemal , bu yirmidört katlı lüks işhanının girişinde karşılar geleni gideni İş hanının hatırlı sakinlerine asansör kapısı açar Çantalarını taşır Kimler gelir , kimler gider bilmek , sormak , yardımcı olmak onun görevleri arasında Sorumluluğu büyük
Ürkek bir adem oğlu Kemal Tam bir telaşe memuru Bakmayın onun her gün asansörle olan ilgisine Oda kapısı açar gibi asansör kapısı açıp milleti buyur ettiğine Eğer yirmidört kat kolay çıkılabilecek bir şey olsa , merdiven daha emniyetli onun için
Ayıp değil ya korkuyor Müthiş korkuyor asansöre binmekten Kadere bakın ki ekmeğini en büyük korkusundan kazanmak zorunda Sıkıysa yapamam desin Bu işe balıklama atlayacak binlerce insan var bu koca kentte Üstelik bayanlar bile Üstelik diplomalılar bile
Asansöre bindiğinde gözlerini açtığını çok az insan gördü Kemalin Belki bir elin parmakları kadar insan Adeta bir fobi Adeta çaresiz bir hastalık ya da durup dinlenmeden hareket eden bir tik
Böyle adam olur mu ?
Olur Yürüyen merdivenlerden ödü patlayan insanların varlığını düşünürseniz Kemal’in bu korkusunun o kadar da komik olmadığına karar verebilirsiniz
Osman’ın öyle asansör korkusu falan yok Askerliğini orduevinde yaptı Alışkın böyle aletlere Sessiz sakin biri Osman Becerikli de Elinden her iş gelir Belik de bu yüzden işhanı yöneticisinin yanında Getir götür işlerinde üstüne yok Cin gibi , çivi gibi , sırım gibi bir delikanlı
Gecenin bir yarısı İsmet , Kemal ve Osman , diğer günlerde olduğu gibi yine çay ocağında buluştular İşhanının kapısını içeriden kilitlediler
Asansöre bindiklerinde , Kemali yine o korkular bastı ve yine bir köşeye oturarak gözlerini kapadı
Bir kat yükseldiler Bir kat daha , arkasından bir kat daha
Haydaaa !
Durdu asansör Resmen durdu
Kemal birden gözlerini faltaşı gibi açtı ve korkuyla sordu arkadaşlarına ; “ Ne oldu ? “ dedi “ Niye durdu bu ? Bozuldu mu yoksa ? “ Osman büyük bir serinkanlılıkla cevap verdi Kemal’e ; “ Sakin ol Ne hemen telaşa kapılıyorsun ? Bozulursa bozulsun Hem zaten üçüncü kata geldik bile Kapıyı açabilirsek çıkarız “ dedi İsmet , korktuğunu belli etmek istemediyse de onda da şafak atmıştı Hemen çakmağını çıkardı ve alevin ışığında bir tornavida ile asansör kapısını açmaya çalışan Osmana yardım etti Kısa bir uğraştan sonra açılan kapıdan önce korkudan zangır zangır titreyen, bildiği bütün duaları tekrar tekrar okuyan ve ara sırada da kelime-i şehadet getiren Kemal çıktı
Dili damağı takır takır kurumuştu Kemal’in
- Ben merdivenden çıkacağım arkadaşlar geliyorsanız gelin
- Zaten başka şansımız var mı ki ?
İsmet , Kemal ve Osman merdivenlere doğru yöneldiler Çok yorgundular Adım atacak halleri
yoktu Yaşça en büyükleri olan İsmet , merdivenin ilk basamağında ; “ Arkadaşlar “ dedi “ Bu yirmidört kat kolay çıkılmaz Çabuk yorulup kesilmememiz için yavaş hareket etmeliyiz “ Osman arkadaşlarına baktı ; “ Benim bir fikrim var Herkes anasını , babasını nasıl kandırdığını anlatsın Böylelikle zamanın nasıl geçtiğinin farkında bile olmayız “ dedi Kemal bu fikri sevmişti “ Tamam “ dedi “ Önce ben anlatayım Daha sonra sırasıyla sizler anlatırsınız “
- Biliyorsunuz arkadaşlar benim anamın da gönlü yoktu buraya gelmeye Ama ana dedim ana Ak
perçemli anam Garip anam Yiğit anam, çilekeş anam Gün olur tükenir çöllerde kum Göklerde yıldız, denizlerde balık , dağ başlarında fırtına Bilmezsin her şafakta bir şey patlar yüreğimin tam ortasında Sanki bütün nehirler akar da bir türlü bitmez susuzluğum Sönmez her yanımda başlayan yangınlar Bütün dağlar , tepeler oturur omuzlarıma Bütün Dünya çıkar sırtıma Bir garip ateş , yakar kavurur beni Bana kal deme dedim be ana kal deme
Anam sustu Anamın bakışları daldı gitti uzaklara Gözleri doldu Sanki o an bütün yanardağlar patladı yüreciğinde ve bana dedi ki ;
“ Oğul oğul Gözümün nuru , ciğerparem oğul Yemeyip yedirdiğim, giymeyip giydirdiğim Kemalim Tükenir mi Dünyanın derdi tasası ? Biter mi hiç çilesi yüreğin ? Hele gece yarısı , hele el ayak çekildiğinde , hele karanlık bastığında oğul Söner mi ana yüreğinde yangın ? Söner mi sel olsa gözümün yaşı ? Bilmezsin kan damlar yüreğime Ciğerimde yareler açar oğul Laf dinler mi gönlüm ?Ne zaman düşünsem gurbetin tozlu yollarını , gözüm görmez olur Kulağım işitmez olur Tutmaz olur elim ayağım Kırılır kolum kanadım
Oğul , oğul Kemalim yavrum Bilirim ki hayra alamet değildir bu iş Duyarım ki uğursuz kuşlar öter gece yarıları Alıcı kuşlar gezer havalarda Kaygılanırım Tasalanırım
Gitme oğul Gitme Kemalim Etme eyleme
Ceylanı etme beni dağların
Meczubu etme beni yolların Gitme oğul gitme “ dedi anam arkadaşlar “
Kemal biraz soluklandı burada Üç arkadaş merdiven korkuluklarında tutanarak ağır ağır çıkıyorlardı Ara sıra duruyorlar , biraz soluk aldıktan sonra yine devam ediyorlardı İsmet ; “ İyi
gidiyoruz arkadaşlar “ dedi Bakın epeyce bir kat çıkmışız Aman kendinizi yormamaya dikkate edin Sonra yığılır kalırız bir yerde Üstelik kalorifer de yanmıyor Hava da buz gibi soğuk “
Osman döndü arkadaşına ; “ Eee ! Kemal daha sonra ? “ dedi Kemal yeniden anlatmaya başladı ;
“ Baktım anam razı olmayacaktı kolay kolay Ama ben de taktım bir kere kafaya Ucunda ölüm bile olsa hiç dert değil Ana dedim ana Aha ! şuramda bir şey durur taş gibi Kaya gibi Ne zaman yağmur yağsa duyarım deryanın kokusunu Duyarım dalgaların sesini Bu şehir kelepçe olur yüreğime Paslı zincir olur Olur da hep kırarım düşlerimde Hayra yorarım anacığım hayra yorarım
Alın yazım benim bu Ekmeğim benim bu Kaderim benim bu
Bana kal deme ana dedim Bana kal deme Anam ,yanağına süzülen gözyaşlarını sildi o öpülesi nasır tutmuş ellerinin tersiyle Ama başı dik, ama bağrına memleketin bütün taşlarını basmış bir halde haykırdı Bendini yıkmış bir sel gibi haykırdı anam
“ Aha oğul ! Aha yol ! ! Aha gubetlerin gubeti ! Aha ayrılıkların ayrılığı ! Aha şu sakladığım para ! Aha şu kara ekmek ! Bilirim ki bu sevda kapkaradır Bilirim ki yanarsın çıralar gibi Bilirim ki zaptedilmezsin azgın sular gibi Deli küheylanlar gibi Yatağını yıkmış ırmaklar gibi oğul , ırmaklar gibi Aha ne diyem sana gayrı  Kapıl bahtının rüzgarına
Var git düş yola
Oğul , oğul Kemalim Ciğerimin paresi , umudum oğul Ardına bakma git Ardını düşünme git  Bırak ölsün doğarken ala tay Bırak düşsün kara bağrımdan ateşlere huma kuşu Gülerek yolcu etmeyi bilirim elbet  Türküler çığırırım ardından oğul Ağıtlar yakarım tütün kağıtlarına oğul Kilimler dokurum da adını yazarım nakış nakış Seni sorarım dağa , taşa , kurda , kuşa
Madem ki gün doğmaz gözyaşım olmadan Madem ki kara taşlar ister ana bağrı durmadan Aha şu soluk resmine bakar ağlarım oğul Aha şu dermansız dizlere vurunur yanarım oğul
Bebem derim Yiğidim derim Aslanım derim Var git be gurbanım , git gayrı “ dedi anam
İşte o an öyle bir tuhaf oldum ki arkadaşlar , hani tutmasalar bebeler gibi ağlayacağım
Ana dedim Ak sütünü helal et gayrı Helal et dedim beni doğururken sana tattırdığım acıların acısını Demem o ki ana dedim, beni düşünmeyesin Garipler garibi anam sat gitsin gayrı şu kocamış sarı kızı Yorulmayasın isterim Sayrılanmayasın isterim
Türkülerini duyarım diyar-ı gurbetlerden Türkülerini duyarım yanık sesinden Duyarım da kara bulutlar çöker içime Gün olur devran döner Bahar gelir , yaz gelir Kokun gelir bir memleket rüzgarında Dayanamam Döner gelirim kucağına dedim “
- Sonra ?
- Sonrasını biliyorsunuz Üçümüz düştük sonu belirsiz bir yola
Osman , arkadaşı Kemalin duygulandığını farketti Çünkü gözleri buğulanmıştı ” Biraz oturup dinlenelim “ dedi “ Zaten yaklaştık sayılır Onbeş kat geldik “
Bir süre oturup dinlendiler Kemal usulca Osmanın omuzuna dokundu; “ Sıra sende “ dedi ” Nasıl kandırdın o zavallı kadını ? “ Osman ağır ağır kalkarken gülümsedi ; “ Terimiz soğumasın Hem çıkalım , hem de konuşalım Kolay mı oldu sanıyorsun ? “ dedi Sonra da başladı anlatmaya ;
“ Dil döktüm Yalvardım El aman diledim anamdan Kulun kurbanın olayım anam dedim Ayağının tozu , ellerinin nasırı olayım Bırak dedim ele güne karşı Dosta düşmana karşı Demesinler işi gücü yok Demesinler parası pulu yok Demesinler yiyecek aşı , giyecek urbası yok
De köpeğim ol şuracıkta olayım
De taş kesil şuracıkta kesileyim
De yan şuracıkta alev alev yanayım
De ağla , de sızla , de yalvar , de yakar , de inle , de sızla , de bağır , de çağır
Tarayım ak düşmüş saçlarını Yıkayım ayaklarını
Ana be ! Etme eyleme Ko gideyim Ko gideyim Ko gideyim kimseler duymadan Ko gideyim kimseler görmeden Rezil rüsvay olmadan
Kesme önümü çağlayan sular gibi Kesme kısmetimi , silme alın yazımı
Kulun kurbanın olayım Çekme dedim kolumdan Etme dedim yolumdan Sende kalsın cömertliğin hası Sende kalsın yiğitliğin hası Kadınlığın hası
Ko gideyim be anaların anası Ko gideyim be Ko gideyim gayrı
Bilirim elbet atılmayı aslanın üstüne Bilirim elbet almayı ekmeği ağzından Mangal gibi yürek gerekse buna , bükülmez bilek gerekse buna İşte yürek, işte bilek Er meydanına er gerek Alın terine kan gerek Kor ateş gerek be anam kor ateş gerek
Dur durak bilmeden çalışıp kazanmak boynumun borcu ola Haram yemeden yorulmak alnımın akı ola Ak sütün gibi bahtım da alnım da açık ola, pak ola
Gönlüm kanat vurur uzak dağlar arkasına Gökyüzünün dolar içime maviliği Kar düşer sımsıcak göynüme yüce doruklardan Başımda eser bir kara yel ki sorma 
Ko gideyim be anam karanlık çökünce Ko gideyim el ayak çekilince Ko gideyim
Gözlerindeki nehirler durgun akınca , yüreğindeki fırtınalar sakin esince
Kara gecelerde ağıtlar söyleme bana kulun kurbanın olayım Bitmez , tükenmez yağmurlar gönderme bana Ko gideyim anam , ko gideyim hayır duaların altında dedim Ana yüreği bu Kemal Ana yüreği bu İsmet abi Vay ! garibim Vay ! bahtsızım Nasıl da ağladı öyle siyim siyim Nasıl da baktı öyle kurbanlık kuzular gibi Nasıl da meledi nasıl da ;
“ Osmanım, gözbebeğim , yağız pehlivanım Düştü nah şuracığıma kan gülünün tohumları Düştü ateşten bir cemre gönül bağıma Yakar , kavurur be oğlum
Ben ne taşlar basarım bu nasır tutmuş bağıra amma , bu bir başka ağır gelir be oğlum Dayanamam , kaldıramam , katlanamam , çekemem
Ben ne türküler söylerim rüzgarlara seher vakti Ne dertler anlatırım , ne sırlar veririm kuytu yerlere Osmanım duy beni Kolay is değil gurbet adamı olmak Kolay iş değil kahır çekmek gurbet ellerde Kolay iş değil ufukları seyretmek , yolları gözlemek gurbet akşamlarında
Nice koçyiğitler yuttu bu karayılan gibi yollar Nice koç yiğitler dal gibi serildi yerlere kimsesiz otel odalarında İsterem ki , kök salasın oğlum İsterem ki çoluk çocuğa karışasın İsterem ki gözler görmedik , kulaklar işitmedik örgülü saçlı bir kızın kınalı parmakları okşaya saçlarını
Ne diyem Osmanım , oğlum Bahtın açık , yolun kısa ola Sana ak sütüm hele ola Ölümlüdür bu yalan ki ne yalan Dünya Sanki çağırır beni kara toprak Sanki el verir , dil verir konuşur benimle Bir solgun gül gibi beklerim rüzgarı
Osmanım Kurban olayım kara kaşına , kara gözüne
Demem o ki yavrum , Allaha emanet ol , düş yola “ dedi anam ve kalktı rüzgara karşı bir güzel ağladı , ağlattı Sonrası bir baktım ki gurbet ellerde aslanlarla , çakallarla boğuşuyorum “
- Arkadaşlar tam yirminci kattayız Bitti bu iş çok şükür
- Bizde bittik
- Sıra sende İsmet abi Zaten geldik sayılır
İsmet abi yaşça en büyükleri Bir ara elini cebine attı Sonra o esmer yüzü sapsarı kesildi ve dudaklarında acı bir gülümsemeyle konuştu ;
- Arkadaşlar benim hikayem hepinizinkinden çok acıklı
- Olsun farketmez Ana yüreği değil mi ? Farkı mı var sanki birbirinden
- Ama çok üzüleceksiniz Söylemedi demeyin bana
İsmet abi durdu Diğerleri de onunla birlikte durdular Bu arada soluklandılar İsmet abi arkadaşlarının yüzlerine tek tek baktı ve üzgün bir şekilde konuştu ;
“ Yeleğimi çay ocağında unuttum “
|