hayko26
|
***Mehmeh Akif Ersoy****

Mehmed Akif, 1873 yılında İstanbul’da, sade ve geleneksel bir hayatın yaşandığı Fatih’in Sarıgüzel semtinin Nasuh mahallesinde 12 numaralı evde (Büyük bir yangında harap olan bu semtin ortasından bugün Vatan Caddesi geçmektedir) dünyaya geldi Asıl adı Mehmet Ragif’tir Ragif, ebced hesabıyla hicri 1290 rakamına karşılık gelmektedir ve bu rakam Akif’in doğum tarihidir
Akif, Osmanlı devletinin hasta adam ilan edildiği ve bu görüşün dönemin devlet adamlarına ve aydınlarına uğursuz bir hastalık gibi bulaştığı, çöküş şartlarının hemen herkeste çözülme, umutsuzluk, panik yarattığı, buna rağmen hemen herkesin bir şeyler yapma çabasında olduğu bir dönemdir
2 Mahmut’un, 3 Selim’in başlattığı yenileşme hareketleri, Tanzimat doruk noktasına varıyor ve bugüne kadar devam eden aydın- halk yabancılaşmasını, milletle devlet arasındaki problemli doğuruyor, toplumsal yarılmalara yol açıyordu Yenileşme ile başkalaşma arasındaki farklar sık sık belirsizleşiyor atılan her adım ciddi sosyal ve siyasi maliyetler getiriyor, kendinden ve kendi köklerinden beslenen bir yenilenme gerçekleştirilemiyordu
Korkuyla umut, ataletle hamle çabası, teslimiyetle yiğitçe direniş, çözülüşle yeniden toparlanış aynı anda ve çok zaman kolkola denecek kadar birbirine yakın duruyordu
Avrupa ülkelerinin Osmanlıyı tasfiyesi politikası bütün hızıyla ve kararlılığı ile devam ediyordu
Daha Akif 6 yaşında iken Ruslar İstanbul’a kadar ilerliyor Ayestefanos Abidesini dikiyordu Yine 5 yaşında iken Abdulhamid, Meclis-i Mebusan’ı kapatıyor, devletin ve milletin varlığını korumak için politik dehasına ve çoküş endişesinin yarattığı bir haleti ruhiyeyle baskıcı bir politikaya yöneliyordu
Babası Fatih Medresesi müderris ve mücizlerinden (icazet veren) İpek’li Temiz lakabıyla anılan Tahir Efendi’dir Annesi ise Buharalı Mehmed Efendi’nin kızı H Emine Şerife hanımdır Babası Rumelili (Arnavut) annesi ise Buhara’dan hacca giderken Amasya’da vefat eden Buharalı Şirvani Rüştü Efendi’nin kızıdır Tahir efendi, ilk kocası vefat eden Emine Şerife Hanım’ın ikinci eşidir
Akif’in ailesi sade ve orta halli ama bir inanç ikliminin bütün olgunluğu ve güzelliği ile yaşadığı bir aile idi
Akif babasını,
“Beyaz sarıklı, temiz, yaşça ellibeş ancak
Vücudu zinde fakat saç sakal ziyadece ak ”
diye tasvir eder
Hoca Tahir Efendi erkenden kalkar, çocuklarını (Akif ve kızkardeşi Nuriye) kendi eliyle yıkar, kızının saçlarını tarar, pişirdiği salepleri içirerek onları mekteplerine gönderirdi  Çocuklarını bir kere bile dövmemişti (Kuntay, s 157)
Akif, Annesini ise şöyle anlatır:
“Annem çok âbid (ibadetine düşkün) bir hanımdı Babam da öyle Her ikisinin de dinî selabetleri vardı İbadetin verdiği zevkleri heyecanla tadmışlardı ”
Ünlü düşünür ve şair Sezai Karakoç, Akif’in ailesi ve kökeni ile ilgili şu nefis yorumu ile yapar:
“Baba soyu Rumelili, ana soyu Buharalı, doğuş yeri Fatih:
Yani tam bir Doğu İslâmlığının, Batı İslâmlığının ve Merkez İslamlığının bir sentezi bir çocuk”
Anne çizgisi, duyarlığı, sağduyuyu, kendini bir ülküye adayışı, şairliği getirecek; baba çizgisi, ataklığı, savaşkanlığı, yılmaz ve her vuruşmada daha da çelikleşen bir savaş adamını, gözüpekliği, korkmazlığı, ürkmezliği, umutsuzluğa sürekli olarak düşülmemeyi getirecektir Doğuş yeri ise, ümüslü ve verimli bir topraktır ki, tabiatta nice saçılıp da kaybolan iyi tohumların bir gramını bile ihmal etmez, değerlendirir, yemişlendirir ”
Akif’in doğduğu Fatih semtini Sezai Karakoç şöyle tasvir ediyor”
“Fatih semti, İstanbul’un içinde ikinci bir İstanbul’dur Yüzdeyüz Fatih şehridir Fatih camii, İslâm-Türk kültürünün bu ölmez abidesinin çevresinde halka halka fatih medreseleri ve semti, en saf müslüman Türk heyacanının ördüğü bir toplumdur ”
Akif, İstanbul’un bu en Türk, en yerli ve en yoksul mahallelerinden birin de doğdu ve yaşadı Hayatı burada tanıdı ve keşfetti, toplumsal dokuyu burada ve onun bir parçası olarak tanıdı Bir inanç ikliminin güzelliği ile birlikte toplumun yazılı olmayan mutabakatlarını, modern hayatın yerli ve geleneksel olana nasıl nüfuz ettiğini, hangi çelişkilere, trajedilere yol açtığını, neleri çürüttüğünü, nelerin eskidiğini ve nelerin yenilenmesi gerektiğini bu mahalle hayatında gözlemledi Yenilenmekle, yerli kalmak, kendi olmak arasındaki tercihlerinin ilk çizgilerini burada idrak etti
Ve Akif burada bir şey daha öğrendi Her türlü kirlenmeye açık bir yoksulluğun, sade ve onurlu bir hayata nasıl dönüştürülebileceğini Erdemli yoksulluk helal kazanç ve emek demektir, fedekarlık demektir, dayanışma demektir, karşılıksız sevmek demektir, hırs ve rekabeti ayaklar altına almak demektir Erdemli yoksulluuğun tek sigortası vardır Çalışmak, ölene kadar çalışmak, onurunu kaybetmeden çalışmak
Akif kendi mahallesinin yoksulluğunu, kendi haline terkedilmişliğini şöyle anlatır
Bizim mahalleye poyraz kışın da uğrayamaz
Erir erir akarız semtimize geldi mi yaz!
Bahârı görmeyiz ala lâtif olur, derler  
Çiçeklenirmiş ağaçlar, yeşillenirmiş yer
Demek şu arsada ot bitse nevbahâr olacak?
Ne var gidip Yakacık’larda demgüzâr olacak
Fusulü dörde çıkarmaz bizim sokaklarımız;
Kurak, çamur İki mevsim tanır ayaklarımız!
Akif bu mahallede bu inaç ve gelenek ikliminin ortasında mahalle hayatını bütün renk ve çizgileriyle yaşadı
Babası O’nu sekiz yaşından itibaren Fatih camiine götürdü Bunu bir şiirinde şöyle anlatır
Sekiz yaşında kadardım Babam gelir: “Bu gece,
Sizinle camîe gitsek çocuklar erkence
Giderseniz gelin amma namazda uslu durun;
Merâmınız yaramazlıksa işte ev, oturun!”
Deyip alırdı beraber benimle kardeşimi
Namaza durdu mu, naliyle koyverir peşimi
Dalar giderdi, ben atık kalınca âzade
Ne âşıkane koşardım hasırlar üstünde ”
Cami, masal, oyun ve yaramazlık Cami içinde baba ve çocuklar Camii içinde inanç ve coşku Camii içinde ciddiyet ve oyun Cami içinde inanç ve çocuksuluğun sınırsızlığı Cami içinde yetişkin ve çocuk samimiliği
Ve cami ile içiçe bir ev Camii ile içiçe bir mahalle hayatı Camii ile içiçe düşünce, duyarlık ve yaşama iklimi
İşte yetişkin Akif’in portresinin temel çizgilerini belirginleştiren çocuk Akif’in dünyası ya da Âkif’in içinde kendini bulduğu dünya 
Ve Akif’in mizacı ele avuca sığmayan bir çocuk Çalışkan ama haşarı Okuldan döner dönmez sokağa fırlayan, ağaçlara tırmanan, kabına sımayan bir mizaç Masal dinlemeden uyumayan bir ruh Uyuması için kendisine masal anlatırken anlatırken uyuyakalan Saime Hanım’ın eline mangalda kızdırdığı cevizi bırakarak yakan bir yarım kalmışlığı kabullenememezlik
Akif böyle bir ortam içinde o günün geleneğine uyularak 4 5 yaşlarında iken Emir Buhari Mahalle Mektebine başladı Yaklaşık iki sene sonra Fatih İptidaisi’ne (ilkokul) girdi Üç yıllık bu okulu bitirdikten sonra girdiği Fatih Merkez Rüştiyesi’ni (ortaokulunu) 1895 yılında bitirdi
Bu mezunuyet aile içinde görüş ayrılığına yol açtı Emine Şerife Hanım, Hocazade’sinin (Annesi Âkif’e Hocazadem diye hitabederdi) sarıklı olmasını, medresede tahsiline devam etmesini istiyordu Babası Tahir Efendi ise medresede okuyacağı şeyleri, oğluna kendisinin de öğretebileceğini ileri sürüyor, yeni açılan ve revaçta olan mekteplerden birine gitmesini istiyordu Akif’in anne ve babası arasındaki bu görüş ayrılığı Dönemin toplumsal tercihlerindeki farklılaşmayı da ortaya koyuyordu Bir tarafta geleneğin bütün çizgileriyle yaşadığı Fatih’te, evladını bir inanç ve ilim adamının saygınlığı içinde görmek isteyen anne diğer yanda değişen dünyanın gereklerini farkeden kendisi de bir inanç ve ilim adamı olan baba Ne inanç ihmal edilebilirdi ne yeni gelen ve kendi şartlarını dayatan dünya Bu açıdan bakıldığında Akif annesiyle babasının özlemini kendi şahsında bütünlemiş ve uygun bir senteze kavuşturmuş gibidir
Sonunda Tahir Efendi’nin dediği olur Ancak Tahir Efendi mektep ve meslek tercihini oğluna bırakır Akif dönemin en gözde okullarından biri olan Mülkiye’yi tercih ettiği için ve babasıyla birlikte kaydını yaptırır Kayıt tamamlandıktan sonra kâtip kayıt harcı ister, Tahir efendi, Âkif’i bir köşeye çeker, kesesini çıkarır ama istenen miktarda para yoktur Tahir efendi rehin bırakmak üzere gümüş saatini çıkarınca kâtip almaz ve kayıt harcını ertesi gün getirebileceklerini söyler
İlk gençlik yılları da çocukluğu gibi Taşkın, ele avuca sığmaz, güçlü, sıhhatli ve enerjik Pehlivanlarla güreşen, boğazda karşıdan karşıyla yüzen, taş yarıştıran bir ilk gençlik Ama hep çalışkan, hep erdemli
Mülkiye’nin İ’dâdî bölümünde üç sene okuduktan sonra şehadet-nâme (diploma) aldı ve yüksek kısmına kaydoldu Bir sene süre sonra (H 1305/1887-88) babası vefat etti Aynı yıl evleri yanınca Mülkiye’ye nehari (gündüzlü öğrenci) olarak devam etmesi imkansız hale geldi Mezunlarına hemen iş verileceği için o yıl açılan ve ilk sivil veteriner yüksek okulu olan Mülkiye’nin Baytar Mektebi’ne (Halkalı Baytar ve Ziraat Mektebi) leyl-i (yatılı) öğrenci olarak geçti
Âkif bu okulda kendisini derinden etkileyecek bir öğretmenle karşılaştı İnançlı bir Türk Hekimi olan, Türkiye’ye mikrop bilimini getiren Rifat Hüsamettin Hoca Pasteur’un öğrencisi olan bu öğretmeninden Pasteur sevgisini aldı Mithat Cemal, Akif’in Pasteur’ün fotoğrafına bakıp hayranlıkla “Bu ne ilâhi yüzdür” dediğini, fotoğrafı öptüğünü ve ardından “Mu’tekid de! (İnançlı) eklediğini kaydeder
Çoğu kendisi gibi babasız ve yoksul öğrencilerden oluşan bu okul Âkif’e sağlam ve bir ömür boyu sürecek dostluklar kazandırdı
Yine bu okul, Akif’in sağlam bir dini bilgi ve sarsılmaz bir imanla, müspet bilimin harika bir uyumunu sağlayan zihini yapısını oluşturdu
Akif bu dönemde de Kıyıcı Osman Pehlivandan güreş öğreniyor, Çatalca köylerinde yağlı güreş tutuyor, taş yarıştırıyor, yüzüyor ve çok sevdiği mektebin “Doru” isimli atına biniyor, uzun yürüyüşlere çıkıyor
Şiire ilgisi de bu yıllarda başlıyor ve okulun son iki senesinde başladı Bunlar dönemin yaygın kanaatlerinin izlerini yansıtır ve divan şiirlerine nazireler şeklindedir
22 Aralık 1893’te okuldan birincilikle mezun olur ve 26 Aralık’ta “Orman ve NMa’adin ve Ziraat Nezare’Baytar Müfettiş Muavini” olarak tayin edilir
Görev yeri İstanbul olmasına rağmen Akif, 4 yıl Rumeli, Anadolu ve Arabistan’ın çeşitli bölgelerinde görev yapmıştır
Bu seyahatler Akif’in gözlem gücünü, toplumu daha yakından tanımasını sağlamış olmalıdır Akif bu dönemdeki gözlemlerini şiirlerinde son derece gerçekçi bir şekilde kullanır Yine bu ve bundan sonraki seyahatler Akif’in hem düşünce tarzını hem de şiir anlayışını temellendirir
Mezuniyetinden 6 gün sonra 28 Aralık 1893’te İlk eseri olan 7 beyitlik gazeli “Servet-i Fünun’da yayınlanır
Buarada çocuk yaşlarda başladığı Kur’an’ı Hıfzetme (Ezberleme) çabalarını yoğunlaştırır ve Hafız olur
1 Eylül 1898’de 25 yaşında iken Tophane-i Amire veznedarı Mehmed Emin Bey’in kızı İsmet Hanım ile evlendi
Akif’in bu yıllarda da Maarif mecmuasında, Resimli Gazete’de şiir yazıları ile Arapça, Farsça ve Fransızca’dan yaptığı çevrilerini yayınlamaya devam eder
17 Ekim 1906’da mevcut görevine ilâveten “Halkalı Ziraat Mektebi Mektebi’ne “Kitabet-i Resmiye Muallimi ve 25 Ağustos 1907’de Çiftlik Makinist Mektebi’ne Türkçe Muallimi olarak atanır
23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edilir Akif, bu sırada İstanbul’da Umur-i Baytariye Dairesi Müdür Muavin’dir
Akif’in hemen hiçbir dönemde siyasetle doğrudan ilişkisi olmamakla beraber toplumsal sorunlarla ciddi ve yoğun bir ilgisi olmuştur Dönemin bütün aydınları gibi çöküş şartlarının yol açtığı acıları derin bir şekilde yüreğinde hissediyor ve bir çıkış yolu arıyordu
Meşrutiyetin ilanından 10 gün sonra daha önceleri gizli bir cemiyet olarak faaliyet gösteren ve daha sonra partileşecek olan İttihat ve Terakki Cemiyetine üye olur Ancak Akif, cemiyete üyeliğe girişin gereklerinden biri olan “Cemiyetin bütün emirlerine, bilâ kayd ü şart (kayıtsız şartsız) ittaat edeceğim” şeklindeki yemindeki “kayıtsız şartsız itaat “itiraz eder ve sadece iyi ve doğru olanlarına şeklinde düzeltilmesi şartıyla yemin edebileceğini söyler Ve cemiyetin yemini Akif’le değişir
Akif’in karekterinin tipik bir yansıması olan bu tutum hayatı boyunca ve herkese karşı korunan bir ilkeli anlayışın tezahürüdür
OKUDUĞU KİTAPLAR
Mesnevi
Hafız Divanı
Gülistan
Leyla ve Mecnun (Fuzuli)
Victor Hugd, Lamartine, Zola, Daudet
__________________
Hakan Guven®
|