gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami Sözlük
ÂCİR
Kiraya veren, kira akdinde kiran sahibi, iş akdinde işçi anlamına gelen bir terimdir Âcir, kira veya iş akdinde akdi yapan tarafı ifâde eder İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre icâre* akdinin rükünleri; icap,* kabul*, akdin tarafları ve akdin konusu yani menfaat ve ücret olmak üzere dört tanedir Hanefilere* göre ise, yalnız icap ve kabul rükün olup, diğerleri akdi * tamamlayan şartlardır Akdi yapanlar âcir (mûcir) ile müstecir (kiracı) dan ibarettir Akdi yapan tek kişi olabileceği gibi bir topluluk da olabilir Mesela, bir köy halkı bir öğretmen veya bir imam yahut bir müezzin tutsa, bunlar hizmet yapınca ücretlerini köy halkından isterler
Kira akdinin meydana gelmesi için akdi yapanların akıllı* olması gerekir Bu yüzden akıl hastasının veya temyiz kudretine sahip olmayan küçüğün yapacağı kira akdi geçerli olmaz Hanefîlere göre, velisi izinli olan mümeyyiz* küçüğün, aldanma (gabn*) olmayan bir ücret karşılığında yapacağı kira akdi geçerlidir Şâfiîler* ise böyle bir kira akdini mutlak olarak geçersiz sayarlar Ancak böyle bir akit yapılmışsa kiraya veren kira bedeline hak kazanır Eğer mümeyyiz küçük, kiraya vermeye izinli değilse, akit velisinin icâzetine* kadar askıda kalır Çocuğun şahsı veya malı üzerinde velî olan kimsenin yapacağı kira akdi geçerlidir Çocuk, kira süresi bitmeden önce büluğ* çağına girerse, akit, süre sonuna kadar devam eder Ancak velîsi, çocuk üzerinde iş akdi yapmışsa, bu akit büluğ ile sona erer
İcâre akdi taraflarının -eğer erkekse- mürted* olmaması gerekir Çünkü mürtedin mâlî tasarrufları askıdadır İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise mürtedin tasarrufları geçerlidir, (el-Kâsânî, Bedâyetu's-Sanâyi, IV, 176-179; el-Fetâvâ-i Hindiyye,IV, 410-411; el-Mevsûatü'l-Fıkhıyye, Kuveyt 1980, I, 258, 259; Muhammed Ebû Zehra, Usulü'l-Fıkh, s 331-332; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, IV, 400 vd ; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s 128-129 Geniş bilgi için bk İcâre)
ACZ
Bir nesneye gücü yetmemek, kudreti olmama durumu, güçsüzlük, kifâyetsizlik Bu sıfatları üzerinde bulunduran kimseye de âciz denir Acz, kudretin zıddıdır Bir şeyi yapmaya gücü yetmeyen kimse ondan âcizdir
İslâm'da mükellefiyet (yükümlülük)'ler kudrete bağlıdır Bir şeyi yapmaktan âciz olan onunla mükellef* değildir Allah hiç kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şeyle yükümlü tutmaz Allah kullarının âciz kaldığı konularda onlar için bazı kolaylıklar getirmiştir Meselâ su bulamayan ya da kullanmaktan âciz olan kimse teyemmüm eder Namazda ayakta durmaktan âciz olan kimse namazını oturarak kılar, oturmaktan da âciz ise işâretle kılar Ramazan orucunu tutamayacak kadar hasta ve âciz olan kimse yer, sonra iyileşince kaza eder Hacca gitmeye kudreti olmayana hac farz değildir
Acz, ehliyet* ârızalarındandır Bir işi yapmak için insanın ona ehil olması gerekir Buna edâ ehliyeti diyoruz ki iki kısma ayrılır:
1- Ehliyet-i Kâsıra: Kudreti noksan olanların ehliyetidir Çocukların ve delilerin akılları eksik olduğundan kudretleri de noksandır Bu gibi kimselerin fiilleri namaz ve oruç gibi Allah hukuku ile ilgili ise edâsı sahîh ve muteber olur, kul hakkıyla ilgili ise yapılan işin cinsine göre üç durum söz konusudur:
a- Hibe ve sadaka kabul etmek gibi kendileri için faydalı olan şeyler geçerlidir
b- Borç vermek ve bağışta bulunmak gibi, kendileri için zararlı olan hususlar sahih değildir, geçersizdir
c- Alışveriş gibi olan şeyler ise velisinin iznine bağlıdır
2- Ehliyet-i Kâmile: Aklı tam olanların ehliyetidir Ergenlik çağına gelmiş ve aklı yerinde olan kimselerin ehliyeti gibi (Ömer Nasuhi Bilmen Hukuki İslâmiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, I, 228)
ÂD KAVMİ
Kur'ân'da adı geçen eski bir Arap kavmi
Hz Âdem* (a s ) ile başlayan tevhîd mücadelesinin mâhiyeti, Kur'an-ı Kerim'de kıssalar yoluyla insanlara tebliğ edilmiştir Esasen kıssaların nakledilmesinin sebeblerinden birisi de onlardan ibret alınmasıdır Meydana gelen olayların sebeblerini iyi tesbit etmek ve aynı hataları tekrarlamamak esastır Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Andolsun onların kıssalarını açıklamada selîm akıl sahipleri için birer ibret vardır Bu (Kur'an) uydurulacak bir söz değildir Ancak kendinden evvel indirilen kitap'ların tasdîki, (Dine ait) her şeyin tafsilidir" (Yusuf, 12/111) hükmü beyan buyurulmuştur Dikkat edilirse selîm akıl sahiplerinin ibret alması ön plândadır
Âd kavminin yaşadığı beldenin ismi Ahkâf'tır Müfessirler Yemen ile Umman arasındaki geniş bir beldenin, bu isimle anıldığını kaydederler
Kur'an-ı Kerim'de: "Âd (kavmi)ne gelince: Onlar yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve "Kuvvetçe bizden daha güçlü kimmiş! " dediler Onlar kendilerini yaratan Allah'ı -ki o, bunlardan pek kuvvetlidir- hiç düşünmediler mi? Onlar bizim mu'cizelerimizi bilerek inkâr ediyorlardı" (el-Fussilet, 41/15) hükmü beyan buyurulmuştur Fizikî yapıları hakkında değişik rivâyetler vardır Fakat gerek boy, gerek fizikî güç olarak, gayet kuvvetli oldukları bilinmektedir Hz Âdem (a s )'in boyunun altmış zira (arşın) olduğu, Buhârî'de kaydedilen haberlerle sabittir Kendisinden sonra gelen nesillerin giderek kısaldığını iddia edenler, Âd kavminin boyunun altmış ziradan aşağı olduğunu ifade etmişlerdir Bazı müfessirler ise, Âd kavminin, boy itibariyle Hz Âdem'den de büyük olduğu üzerinde durmuşlardır (Kurtubî, XX, 48; Buharî, Enbiyâ, I; İbn Hanbel, II, 3 1 5-325)
Hz Hûd döneminde Âd kavminin lideri Şeddâd'tır Temel hedefi, yeryüzündeki bütün insanları kendisine boyun eğdirmektir Heykeller çevresinde geliştirdiği siyâsî yorumlarla, zorbalığı ve kan dökmeyi meşrû gösterme gayretinde olmuştur (eş-Şuarâ, 26/130; Hûd, 11/59) Bu lider Hz Hûd (a s )'un tebliğine muhatap olmuştur Fakat gerek kendisi, gerek kavmi, vahye karşı, heykellerine (putlarına) ön planda yer veren mevcut siyâsî yapıyı savunmuştur Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "İşte Âd kavmi! Onlar Allah'ın âyetlerini bilerek inkâr ettiler Peygamberlerine isyan ettiler Böylece başları (liderleri) olan her zorbanın emrine uyup gittiler Onlar bu dünyada da, kıyâmet gününde de lânet cezasına tâbi tutuldular" (Hûd, 11/59-60) hükmü beyan buyurulmuştur
İnsanlara kuvvetle ve silâhla gâlip gelen zorbalara boyun eğmek bir zillettir Nitekim Âd kavmi heykel'lere izâfe edilen siyâsî teorilere ve zorbalara boyun eğdiği için, lânetlenmiştir Esasen İslâm'ın dışındaki bütün sistemler temelde zulme* ve zorbalığa dayanırlar
Âd kavmi, gerek siyâsî, gerek ekonomik açıdan büyük bir güçtü! "Bağ-ı İrem" diye anılan; muhteşem sarayların süslediği büyük bir şehir, dillere destan olmuştu! Kur'an-ı Kerim'de: "Ey Muhammed, Rabbinin, ülkelerde benzeri yaratılmayan, sütunlara (büyük saraylara) sahip İrem şehrinde yaşayan Âd kavmine ne yaptığını görmedin mi?" (el-Fecr, 89/6-8) denilmek suretiyle, bu mahiyet meydana konulmuştur Fakat heykellere (putlara) tapan Âd kavmi, zorbalıkta ve zulümde de şöhret sahibiydi! Yeryüzünde kendilerinden daha güçlü hiçbir şeyin bulunmadığına inanmışlardı Kendi içlerinden Hz Hûd* (a s )'a peygamberlik görevi verildiğinde, büyük bir mücadele başladı Akılları ve bilimsel teorileri, zorbaların safında yer almak gerektiğini esas alıyordu Şimdi bu mücadeleyi Kur'an-ı Kerim'i esas alarak özetleyelim: "Hani kardeşleri Hûd onlara: "Allah'dan korkmaz mısınız?" demişti "Şüphesiz ben size gönderilmiş, emin bir peygamberim Artık Allah'tan korkun ve bana itaat* edin Sizden buna karşılık hiçbir ücret istemiyorum Benim mükâfatım âlemlerin Rabbinden başkasına aid değildir Siz her yüksek yerde bir âlâmet (saray, kule) bina edip, eğlenir misiniz? Tutup yakaladığınız vakit,zorbalar gibi yakalar mısınız? Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin Size bilip durduğunuz şeylerden (nimetlerde) yardım eden, size davarlar, oğullar, bağlar, ırmaklar ihsan eden Allah'tan sakının Ben cidden üstünüze gelecek büyük bir günün azâbından korkuyorum " (eş-Şuarâ, 26/124-135)
Bu tebliğ karşısında Âd kavminin ileri gelenleri, ulusal çıkarlarını bahane ederek, iftira kampanyasını başlatırlar
"(Âd) kavminin ileri gelenlerinden kâfir bir cemâat de: "Biz seni muhakkak bir beyinsizlik içinde görüyoruz Seni muhakkak yalancılardan sayıyoruz" dedi (Bunun üzerine Hûd) "Ey kavmim" dedi Bende hiç beyinsizlik yoktur Fakat ben âlemlerin Rabbi tarafından (gönderilmiş) bir peygamberim Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum Ben sizin emin bir hayırhahınızım Size o korkunç âkıbeti haber vermek için içinizden bir kimse (vasıtasıyla) Rabbinizden size bir ihtar gelmesi tuhafınıza mı gitti? Düşünün ki o, sizi Nûh kavminden sonra hükümdarlar yaptı, size yaratılışta onlardan ziyâde boy-pos (ve kuvvet) verdi O halde Allah'ın nimetlerini unutmayıp hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz " (el-A'raf, 7/66-69)
Şeddâd'ın çevresinde yer alan politik güçler, Hûd (a s )'un tebliğine engel olabilmek için, değişik yöntemlere başvuruyorlardı:
"Dediler ki: "Sen bize yalnız Allah'a kulluk* etmemiz, atalarımızın ibâdet etmekte olduklarını bırakmamız için mi geldin? O halde sıddıklardan (doğru sözlülerden) isen bizi tehdit etmekte olduğun şeyi (azâbı) getir bize! " (el-A'raf, 7/70)
" Bize, bizi ilâhlarımızdan (heykellerimizden, putlarımızdan) alıkoymak için mi geldin? Doğru sözlülerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir " (el-Ahkâf, 46/22)
"Dediler ki: "Ey Hûd! Sen bize açık bir mûcize* getirmedin Biz de senin sözünle tanrılarımızı (heykellerimizi, putlarımızı) bırakmayız Senin söylediklerine inanıcılar da değiliz Biz: "Tanrılarımızdan bazıları seni fenâ çarpmış " (demekten) başka bir şey söylemeyiz " (Hûd, 11/53-54)
Hûd (a s )'un tebliği* karşısında iyiden iyiye hırçınlaşan Âd kavmi, heykellerinin kendilerini koruyacaklarından oldukça emin görünüyordu Hâkimiyetin kayıtsız-şartsız kendilerine ait olduğu iddiasına iman etmişlerdi Bu hâkimiyetlerini, heykellerinin ifâde ettiği ideolojileri sayesinde sürdürdüklerini kabul ediyorlardı Sürekli olarak;
"Biz azâ  ba uğratılacak da değiliz" (eş-Şuara, 26/138) diyerek kendi kendilerini ikna etme yoluna gidiyorlardı Hûd (a s )'un tebliğini kabul eden müminlere, işkence etmekten asla çekinmeyen ve zindanlarda çürütmeyi hedef alan Âd kavmi alay ederek: "Haydi tehdit ettiğin azâbı getir" sloganına sarılmıştı! Kısa bir süre sonra azâbın belirtileri görüldü Akarsular kurumaya, yeşillikler sararmaya başladı Ünlü İrem bağları birer birer yok oluyordu Kuraklık etrafı kasıp kavuruyordu O yiğit yapılı, güçlü kuvvetli insanlar bir yudum suya, bir dilim ekmeğe muhtaç hale gelmişlerdi Bu noktada Hûd (a s ) yeniden tebliği denedi ve;
"Eğer şimdi yüz çevirirseniz (ne diyeyim) Ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim Rabbim sizin yerinize diğer bir kavmi getirir de, ona (Allahü Teâlâ 'ya) hiçbir şeyle zarar veremezsiniz Şüphesiz ki benim Rabbim her şeyi koruyandır" (Hûd, 11/57) dedi
Âd kavminin Şeddâd ve çevresinin geliştirdiği ideolojiyle beyni yıkanmıştı! Heykellerinin izinden ayrılmıyorlardı Belirli bir süre sonra her zaman yağmur getiren bulutların geldiği yönde bir bulut gördüler, sevindiler Çünkü kuraklığı "tabiat kanunlarıyla" açıklama âdetleri vardı Bunun "Allahü Teâlâ (c c )'nın bir ihtarı" olduğunu kabule yanaşmıyorlardı Şimdi hadisenin cereyan ediş şeklini Kur'an-ı Kerim'den öğrenelim:
"Artık onu (azâbı) vâdilerine doğru gelen bir bulut halinde görmüşlerdi Dediler ki: "Bu bize yağmur verici bir buluttur " (Hûd) "Hayır" (dedi) bu çarçabucak gelmesini talep ettiğiniz (bu hususa beni sıkıştırdığınız) şeydir Bir rüzgârdır ki, onda elem verici bir azâb vardır O (Rüzgâr) Rabbimin emriyle her şeyi helâk edecektir " (el-Ahkâf, 46/24-28)
İnkârcı Nûh kavmi tufan sonucu helâk edilmişti! Âd kavmi ise, korkunç bir rüzgârla, şirk'in ve zulmün cezasını bu dünyada gördü:
"Âd kavmi (Peygamberleri Hûd'u) yalanladı İşte benim azâbım (ve bundan evvel) tehditlerim nice imiş (düşünün) Çünkü biz (haklarında) uğursuz ve (uğursuzluğu) sürekli bir günde onların üstüne çok gürültülü bir fırtına gönderdik (Öyle bir fırtına) ki, insanları, sanki onlar köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imiş gibi tâ temelinden kopar(ıp, helâke) uğratıyordu" (el-Kamer, 54/18-20)
Bu azâb sırasında Hz Hûd (a s ) ve beraberinde bulunan müminlerin durumu ne olmuştu? Bunu da Kur'an-ı Kerim'den öğreniyoruz:
"Hûd'u ve beraberindeki iman edenleri rahmetimizle kurtardık " (el-Âraf, 7/22)
Âd kavminin durumu, bütün insanlara büyük bir ibrettir Politik ve ekonomik güçlerine güvenerek şirki ve zulmü yaymak için gayret sarfeden, bütün müstekbir'lerin zaferleri geçicidir! Elbette azâbın en şiddetlisine şahid olacaklardır Kısacık dünya hayatı için zorbalara boyun eğen ve şirkin hâkimiyetine râzı olanlar Âd kavmini asla unutmamalıdırlar
AD KOYMAK
İsim vermek Yeni doğan çocuğuna güzel bir isim koymak, öncelikle babanın sonra annenin görevlerindendir Konulan ismin, güzel bir mânâsının olması, İslâm inancına ve hükümlerine uygun olması gerekir İslâm'da çocuğa genellikle doğduğu gece isim verildiği gibi, doğumunun üçüncü veya yedinci gününde ad konulmaktadır Rasûlullah (s a s ), oğlu İbrâhim dünyaya gelince: "Bu gece bir oğlum doğdu; ona atam İbrâhim'in adını verdim " buyurmuşlardır Bu hadis, ismin ne zaman konacağı hususunda önemli bir delildir (Ebû Dâvud, Cenâiz, 24) Ayrıca bir kimseye birden fazla isim verilebileceği de yine Rasûlullah (s a s ) belirtilmiştir (Buharî, Menâkıb, 17; Müslim, Fezâil, 124)
Anlamı İslâmî akîdeye uygun olmayan, dinin yasakladığı bir anlam taşıyan isimlerin çocuklara verilmesi uygun değildir Hz Peygamber (s a s ) yeni Müslüman olanların şirk dönemindeki isimlerini değiştirmez, genellikle aynen bırakırdı Ancak bu isimler arasında, mânâsı çirkin veya Allah'tan başkasına kulluğu ifâde edenler varsa, meselâ müşriklerin taptığı putlardan biri olan Uzzâ'nın kulu anlamındaki Abdüluzzâ, Kâ'be'nin kulu anlamındaki Abdülka'be ve benzeri isimleri genellikle, Allah'ın kulu mânâsında Abdullah veya Rahman'ın kulu mânâsında Abdurrahman gibi isimlerle değiştirirdi Kesmek anlamına gelen Sarim ismindeki bir sahâbinin ismini de, mutlu anlamına gelen Saîd; Berrâ olan bir kadının adını Zeyneb olarak değiştirmiştir (Buhârî, Edeb, 108; Ebû Dâvud, Edeb, 62; İbn Mâce, Edeb, 32) Ayrıca, Firavun ve Kârun gibi zulüm ve küfür önder ve sembolleri olan isimlerin verilmesi de İslâm'da yasaktır
"Allah katında isimlerin en güzeli Abdullah ve Abdurrahman'dır " hadisi (Buhârî, Edeb, 105-106; Müslim, Âdab, 2; İbn Mâce, Edeb, 2; Tirmizî, Edeb, 64; İbn Hanbel, II, 24, 128) isim koyma hususunda İslâm'ın genel prensibini belirlemektedir Çocuklarımıza vereceğimiz isimler, Allah'a kulluk ifâde eden, İslâmî gayelere ve insan haysiyetine uygun, çevremizdeki insanların genellikle hoşlanacakları, kulağa hoş gelen, İslâm büyüklerinden hâtıra kalan mânâsı güzel olan isimlerden herhangi biri olabilir Daha önceden pek duyulmamış diye, yapmacık ifâdeler taşıyan, İslâm toplumunda hiç kullanılmayan uydurma ve müslüman olmayanlara ait isimlerin çocuklarımıza ad olarak verilmesi doğru değildir Çünkü, Rasûlullah (s a s ) "Kıyâmet gününde babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız Bu bakımdan çocuklarınızın isimlerini güzel koyunuz " (Ebû Dâvud, Edeb, 61; İbn Hanbel, V, 194) buyurmuştur
ÂDÂB
Ahlâk, terbiye ve nezâket kuralları Birini ziyafete davet etme mânâsını ifade eden edep, İslâm'ın güzel saydığı söz ve davranışlardır Bu itibarla edep, insanların kendisine davet olunan bilumum hayır, zarâfet, usluluk ve güzel ahlâk demektir Seyyid Şerîf, (et-Tarifât) adlı eserinde edebi, "bütün hatâ türlerinden kendisiyle korunulan şeyi bilmekten ibarettir" diye tarif etmektedir Edeb, insanı ayıplanma ve kötülenme sebeplerinden koruyan nefsin köklü bir kuvvetidir "Nefs edebi" ve "ders edebi" olmak üzere ikiye ayrılan edeb'in birincisi acelecilik ve sinirlilik gibi doğuştan olan edeb, ikincisi ise daha sonra elde edilen ve "mekârim-i ahlâk"* (güzel ahlâk) olarak da isimlendirilen edebtir
Ayrıca münazara-mübahase ilmini içine alan bir edeb türü daha vardır ki, âlimler bunu "edeb-i bahs" diye isimlendirirler Edeb'in bu türü ilmî münazaralarda tarafların birbirlerine karşı gösterecekleri ahlâkî kaideleri ihtiva etmektedir Yakın zamanlara kadar medreselerde bir ilim dalı olarak okutulagelmiştir
Fıkıh ıstılahına göre ise edeb, "Hz Peygamber (s a s )'in sünnetine uygun olarak yapılan hareketlerdir " Daha geniş ifadesiyle Allah'ın ve Peygamber'in emir ve yasaklarına uygun biçimde hareket etmektir
Âdâb fıkhî terim olarak ele alındığında 'sünnet-i gayr-i müekkede' hükmündedir Onun için bu davranışta bulunana sevap yazılır, yapmayana ise günah yoktur O yüzden âdâb bazen nafile, * bazen müstehap, bazen mendub, bazen de tatavvu' ve fazilet kavramlarıyla eş anlamda kullanılır Âdâb kaideleri Hz Peygamber (s a s ) tarafından tavsiye ve teşvik edildiği için yapılan bu davranışa müstehab adı verilir Yapıldığında bir sevap kazanmak söz konusu olduğundan buna mendub denir Yapılırken bir zorunluluk olmadan yapıldığı için buna tatavvu' adı verilmiştir Fıkhî bir terim olarak farz ve sünnetlerden sonra ibâdetlerin âdâbı anlamında bu anlamlarda kullanıldığı bilinmektedir Meselâ abdestin farz ve sünnetleri sayıldıktan sonra "Âdâbu'l vudû", namaz için "Âdâbu's-salât" terimleri kullanılmıştır
Edeb'in çoğulu âdâb'tır En güzel ve hiçbir zaman eskimeyecek olan edeb ve ahlâk, Kur'an'da öğretilen ve Hz Peygamber (s a s )'in sünneti ile tatbik edilip yaşanan âdâbtır
Kâinatı en mükemmel bir düzen ve intizam üzere yaratan Allah, yaratıkları içinde insanı en güzel bir kıvamda yaratmıştır (et-En, 95/4) Diğer yaratıkları da onun istifadesine vermiştir Böylece insanı âlem için hâkim duruma getirerek onu muhatab ve mükellef kılmıştır Peygamberleri vasıtasıyla saadet yollarını göstermiş, iyi ve güzeli, kötü ve çirkini öğretmiştir Her şeyi mükemmel olarak yaratan Allah, insanlara da kendileri için en doğru olan yaşayış ve hareket yollarını bildirmiştir Dolayısıyla Allah'ın bize öğrettiği edeb ve ahlâk, değişmeyen en güzel ve doğru ahlâktır Bu ahlâkı en güzel şekilde yaşayan da Hz Peygamberdir (s a s ): "Gerçekten sen, çok büyük bir ahlâk üzeresin " (Kalem, 68/5) âyeti ile Allah'ın iltifatına mazhar olan Hz Peygamber kendi hakkında "Ben, ahlâkın güzelliklerini tamamlamak için gönderildim " (Muvattâ, Hüsnü'l-Hulk, 8) buyurmuş ve Kur'an'dan ibaret olan güzel ahlâkını hayatında yaptığı tatbikatı ve tavsiyeleri ile ümmetine tebliğ etmiştir "Onun şahsında Allah'ı ve Âhiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça hatırlayanlar için güzel edeb ve ahlâk numuneleri vardır " (Ahzab, 33/21)
Her konuda olduğu gibi, güzel ahlâk konusunda da örneğimiz olan Hz Peygamber (s a s ) ahlâkça insanların en güzeli idi Peygamberimiz güzel ahlâkı tarif ederken şöyle buyurmuştur: "İyilik güzel ahlâktır; fenalık da, kalbin yatışmadığı ve halkın duymasını hoş görmediğin şeydir " buyurmuştur
"İnsanların en hayırlısı ahlâkça en güzel olanıdır " "Kıyâmet günü müminin mîzanında güzel ahlâktan daha ağır bir şey bulunmaz ve her halde Allah, çirkin ve kötü sözlü kimseyi sevmez " "İmânı en olgun kimseler, en güzel ahlâklılardır En hayırlılarınız, kadınlarına hayırlı olanlardır "
"Bir mümin güzel ahlâkıyla gece ibâdet eden, gündüz oruç tutan kimselerin derecelerine erişir ", "Güzel ahlâk güler yüz hayırlı işlerde el açıklığı, bir de kimseye eziyet etmemektir " buyuran Hz Peygamber (s a s ), Ebû Hureyre'nin (r a ) bir sorusu üzerine, Allah'tan korkmanın ve güzel ahlâklı olmanın Cennet'e girmeye sebep olacağını, güzel ahlâklı bir insana Cennet'in yukarı kısmında bir ev verileceğini, Peygamber'e en sevgili olan insanın ve Kıyâmet'te onun meclisine en yakın olacak insanın ahlâkı güzel olan kişi olacağını bildirmiştir (Riyazu's-Sâlihîn, 1/49-54)
Muhaddisler, Hz Peygamber'in bizzat yaşadığı ve ümmetine tavsiye ettiği edeb ve ahlâk kaidelerini ihtiva eden hadîsleri, tasnîf ettikleri hadîs kitaplarında "Kitâbu'l Edeb", "Bâbu'l Edeb" gibi başlıklar altında toplamışlardır (bk Buhârî Edeb; Müslim Edeb, Muvattâ Hulk  ) Buna ilâveten İmam Buhârî "El-Edebu'l Müfred" isimli kitabını, Hz Peygamber'in (s a s ) ahlâkî yaşayış ve emirleri ile ilgili hadîslerini derleyerek meydana getirmiştir
Edeb, insanlara karşı bütün davranış ve muamelelerinde terbiyeli ve ahlâklı olmaktır Selâm vermek, güler yüz göstermek, tırnak kesmek, sakal* bırakmak gibi nice İslâmî edebler vardır ki, bunlar Hz Peygamber'in birer sünneti olduğu gibi, daha önce geçen peygamberlerin de sünnetidir
Rivâyetlerle sabit olan edeb ve güzel ahlâk hakkındaki Peygamberî emirler bütün ümmeti ilgilendirdiği için edeb verme ve terbiye etme konumunda olan her kişinin bu emirleri önce şahsında tatbik etmesi, daha sonra da terbiyesi altında bulundurduğu kişileri bu güzel ahlâk ile ahlâklandırmaya çalışması gerekir "Ey inananlar, nefsinizi ve ehlinizi tutuşturucusu taşlar ve insanlar olan ve kâfirler için hazırlanmış bulunan Cehennem ateşinden koruyunuz " (Tahrim, 66/6) buyuran Cenâb-ı Allah hem nefsimizi hem de elimiz altında yetiştirmekle mükellef bulunduğumuz çoluk çocuğumuzu Allah ve Peygamberi'nin razı olduğu güzel ahlâk ile ahlâklandırarak bu suretle Cehennem'in azâbından korumamız gerektiğini ifâde etmiştir
Her insan, elinin altında bulundurduğu kimselerin her türlü hak ve hukukundan eğitim ve öğretiminden, terbiyesinden, sorumludur (Tecrîd-i Sarih trc , Hadis no: 487) Ebeveynin evlâd üzerindeki eğitiminin önemi hakkında Allah'ın Rasûlü: "Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzere doğar Bundan sonra anası, babası onu Yahudi yaparlar, Nasrânî yaparlar, Mecusî yaparlar Nitekim behîme, derli toplu bir behîme olarak doğurulur Siz kusursuz doğan bu hayvan yavrularının içinde kulağı, dudağı, burnu, ayağı, kesik olanını hiç görüyor musunuz? " buyurmuştur (Müslim, Kader, 25) Hadîsi rivâyet eden Ebû Hureyre devamla: "İsterseniz şu âyeti okuyunuz" dedi "O halde sen yüzünü bir muvahhîd* olarak dîne, Allah'ın o fıtratına çevir ki, insanları bunun üzerine yaratmıştır  " (er-Rûm, 30/30) Zikredilen âyet ve hadîsi şerif, insanın fıtraten temiz ve saf olduğunu, ahlâkın en güzeli olan İslâm'ı kabule kabiliyet ve istidatlı bulunduğunu ortaya koyar Ancak, insana verilen yanlış bir eğitim onu kötü ahlâk sahibi ve inançsız bir insan durumuna getirir Bu nedenle çevrenin ve ebeveynin çocuk üzerindeki te'dib terbiyesi tartışılmayacak kadar önemlidir (Müslim, Kader, 22) Allah insanı fıtraten temiz yarattığı halde onun fıtratına uygun edebi verme işini babaya havale etmiştir Babanın evlâda en güzel ve kalıcı hediyesi, onu iyi terbiye etmesidir Terbiye edilmiş sâlih bir evlâd ölümünden sonra da baba için hayırlı amellerin yazılmasına sebep olur
Ebû Hüreyre, Allah Rasûlü'nün şöyle dediğini nakletmiştir: "Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Ona rastladığın zaman kendisine selâm ver, seni yemeğe davet ederse icâbet et Senden öğüt isterse öğüt ver Aksırır da Allah'a hamd ederse "yerhamükellah" (Allah sana merhamet etsin) de Hastalanırsa kendisini ziyaret et Ölürse cenazesinde hazır bulun " (Buhârî, Cenâiz, 2; Müslim, Selâm, 4-6)
Hadiste yer alan edebler:
1) Rastladığı zaman din kardeşine selâm vermek İslâm âlimlerinin çoğuna göre selâm vermek sünnet, almak ise farzdır Başka hadislerde selâmın yaygınlaştırılması ve bunun toplumda karşılıklı sevgi ve muhabbetin artmasına sebep olacağı bildirilmiştir
2) Davete icâbet etmek Bu davet düğün, sünnet cemiyeti ve benzerlerini kapsamına alır Düğün davetine "velîme" * denir ki, buna icabet vacibtir Çünkü hadiste "Her kim velîme davetine icabet etmezse Allah'a ve Resûlü'ne isyan etmiş olur " (el-Askalâni, Buluğu'l-Meram Trc A Davudoğlu, IV, 315) buyurulmaktadır Diğer davetlere icabet menduptur Çünkü onlar hakkında velîmede olduğu gibi tahdîd yoktur
3) Öğüt isteyene öğüt vermek İstemeden nasihatta bulunmak menduptur Çünkü hayra ve iyiliğe delâlettir
4) Aksırır da "elhamdülillah" derse, bunu işiten "yerhamükellah" der Hadiste: "Biriniz aksıracağı zaman hemen iki avucunu yüzüne koysun ve bunlarla sesini kıssın " (Ebû Davûd, Edeb, 90) buyurulur Aksırık tekerrür ederse, üç defaya kadar "yerhamükellah" (teşmit) da tekrarlanır Aksırık insan için bir nimettir
5) Hasta ziyareti yapmak Hasta ziyaretini farz-ı kifâye sayanlar varsa da, İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre menduptur Bunda hastayı tanımakla tanımamak ve hısım olmakla olmamak aynıdır Hz Peygamber (s a s ) müslüman hastalar yanında gayr-ı müslim hizmetkârını ve amcası Ebû Tâlib'i ölüm döşeğinde ziyaret etmiştir Hizmetçi, bu ziyaret bereketiyle İslâm'a girmiştir
6) Cenazede bulunmak Cenaze tanıdık olsun veya olmasın hazır bulunmaya çalışmak gerekir
Ebu Hüreyre'den rivâyet edilen başka bir hadis şöyledir:
"Kendinizden aşağı olana bakın Sizden daha üstün olana bakmayın Çünkü bu türlü hareket Allah'ın size olan nimetini küçümsememeniz için daha uygundur "
İnsanoğlu genellikle kendisinden üstün bir kimse görünce onun gibi olmak ister ve Allah'ın kendisine verdiği nimetleri küçümser Ötekine yetişmek için bu nimetlerin artmasını diler Fakat dünya işlerinde kendisinden aşağı olanların durumuna bakarsa, elindeki nimetin kadrini bilir ve şükreder Başka bir hadiste "Biriniz mal ve yaratılış (hilkât)ça kendinden üstün birini gördü mü, kendinden aşağı olana bakıversin " (Buhârî, Rikâk, 30; Müslim, Zühd, 8; Tirmizî, Libas, 38)
Nevvâs b Sem'ân (r a ) Allah Rasûlü'ne birr ve ism'in anlamını sormuş, o, şu cevabı vermiştir: "Birr, ahlâk güzelliğidir İsm ise, kalbini rahatsız eden ve başkalarının bilmesini istemediğin şeylerdir "
Güzel ahlâk şu hadiste tarif edilir: "Güzel ahlâk, güler yüzlü olmak ve eziyet etmemektir " (el-Askalâni, a g e , IV, 321)
İbn Mes'ud (r a ) Allah Rasûlü'nün şöyle dediğini nakletmiştir: "Eğer bir yerde üç kişi iseniz, kalabalığa karışmadıkça, ikiniz ötekini bırakarak gizli bir şey konuşmasın Çünkü bu, onu üzer " (Müslim, Selâm, 26, 27, 28; İbn Mâce, Edeb, 50)
İbn Ömer, Rasûlullah'ın şöyle dediğini nakleder: "Bir kimse birini yerinden kaldırarak oraya kendisi oturamaz Lâkin açılın ve genişleyin ", "Bir kimse yerinden kalkar da sonra o yere dönerse, orası için başkasından daha fazla hak sahibidir " (Müslim Edeb, 21; Ebû Dâvûd, Edeb, 28-139)
İsraftan sakınma ve nimetin kadrini bilme ile ilgili bir hadis şöyledir: "Birinizin lokması yemekte yere düşerse, üzerindeki bulaşığı gidersin ve yesin, onu şeytana bırakmasın "
Selâmlaşmada âdâb: Ebû Hüreyre'den, Allah Rasûlü şöyle buyurmuştur: "Küçük büyüğe, yürüyen oturana ve sayıları az olanlar çok olanlara selâm versin " (Buhârî, İsti'zân, 4-7; Müslim, Selâm, 1, Edeb, 46; İbn Hanbel, III, 444) Hz Câbir (r a )'den: "Yaya giden iki kişi karşılaştıklarında hangisi önce selâm verirse o daha fazla ecir kazanır" hadisi rivâyet edilmektedir
Ahlâk, hulk kelimesinin çoğuludur ve Arapça bir kelimedir Huy, tabiat mânasında kullanılır İnsanın yaradılışından gelen ve cemiyet içinde yaşanarak kazanılan iyi ve güzel huylar, insanın yaradılışından gelen bu hususiyetler, Kur'an'ı Kerim ve Sünnet'te sınırları çizilen, insanların iyiliğini ve mutluluğunu hedef alan kaidelerin hayata geçirilmesiyle kazanılan iyi ve güzel davranışların bütünü Zıddı, ahlâksızlıktır
Her toplumun kendi sosyal yapısına göre ahlâk anlayışı vardır Bir topluma göre ahlâkî bir davranış kabul edilen bir fiil bir başka topluma göre ahlâksızlık olarak kabul edilebilir İslâm dışı toplumlarda flört ve zina gibi fiiller normal bir olay kabul edildiği halde, İslâmî toplumlarda bu durum, Allah'ın emri ile haram kılınmış, en büyük ahlâksızlıktır Öyleyse müslüman toplumumuza göre ahlâk ve ahlâksızlığın ölçüsünü Allah'ın yasakladığı ve yasaklamadığı fiiller olarak kabul ederiz
Şamil İA
Âyet ve Hadisler Işığında Âdâb-ı Muâşeretten Örnekler
-Herkese karşı tatlı dilli, güler yüzlü açık kalbli olmak Allah iyi huylu güler yüzlü kimseyi sever
-Herkes ile güzel görüşmek, halka eziyet vermekten sakınmak "Müslüman diğer müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu kişidir "
-Kötülüğe karşı iyilikte bulunmak ve halkın eziyetlerine karşı sabırlı olmak Allah katında sıddîkların mertebelerine erişmek için zulmedeni affetmek, irtibatı kesenle irtibat kurmak esirgeyene esirgemeden vermek gerekir
-Küskünlüğe, dargınlığa, düşmanlığa son vermek Müslümanın müslümanla üç günden fazla dargın durması helâl değildir
-Dargın iki müslümanın arasını bulmaya çalışmak Yalan söylemenin câiz olduğu yerlerden biri, dargınların barışmalarını sağlamak için söylenen yalandır Bu da sadaka vermek kadar hayırlı bir iştir
-İnsanların kusurlarını araştırmamak, bilakis bu kusurları örtmeye çalışmak Başkasının kusurunu arayan, önce kendi kusurunu görmelidir Başkasının kusurunu örten bir müslümanın kusurunu da Allah örter ve onu affeder
- Dostlar birbirlerini arkalarından müdafaa etmelidir, haklarındaki yanlış fikirleri düzeltmelidirler Kardeşine yardımda bulunana Allah da yardım eder
-İnsanlara karşı kötü zan ve töhmette bulunmamak, nefret uyandırmamak, dedikodu yapmamak Bu sözlerin konuşulduğu yerleri terketmek
-Her insanla, kapasite ve mevkilerine göre konuşmak Câhille ilmî konuşma yapılamayacağı gibi, âlimle de câhille konuşulduğu gibi konuşulmaz İnsanlara akıllarına göre hitap edilmelidir
-Büyüklere hürmet ve saygı; küçüklere, düşkünlere şefkat ve merhamet; özellikle aile arasındaki fertlere iyi muamele etmek İslâm'ın esaslarındandır Allah ana babaya saygısızlık bir tarafa "öf " demeyi dahi yasaklamıştır Başkasına merhamet etmeyene merhamet olunmaz
-Herkes hakkında hayır dilemek ve, yardımda bulunmak müslüman kardeşliğinin bir özelliğidir Ancak bu yardımlaşma kötülükte değil, iyilikte olmalıdır Mümin kendisi için arzu ettiği güzel şeyleri Müslüman kardeşi için de arzu etmelidir Kendini kötülüklerden koruduğu gibi etrafındakileri de korumaya çalışmalıdır
-Selâm, müslümanlar arasında sevgi bağlarının kurulmasında önemli bir araçtır Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır Peygamberimiz (s a s ) selâmı yaymamızı, tanısak da tanımasak da her müslümana selâm vermemiz gerektiğini bununla da imanımız olgunluğa erdiği için Cennet'e gireceğimizi müjdelemiştir Bu nedenle gençler ihtiyarlara, binek üzerinde olanlar yürüyenlere, yürüyenler oturanlara, arkadan gelenler önden gidenlere, bir kişi çok kişiye selâm vermelidir Selâma daha güzel bir şekil de karşılık vermek gerekir "es-Selâmu aleykum" diyene "ve aleykumu'sselâm ve rahmetullâhi ve berekatuhu" denmelidir Verilen selâmı alma durumunda olmayana selâm vermek mekruhtur Yemek yiyene, namaz kılana, Kur'an okuyana, hutbe dinleyene selâm verilmemelidir Kâfirlere selâm verilmez Açıktan açığa Allah'ın emrini çiğneyen ve bu hâlinde ısrarlı olana da selâm verilmez Topluma verilen selâma bir kişi karşılık verirse, diğerlerinin selâm alma sorumluluğu kalkar Selâm getiren birinden selâmı almak, mektupta yazılı selâma ya mektupla ya da o anda sözle karşılık vermek gerekir Eve girerken ev halkına selâm verildiği gibi ayrılırken de selâm vererek ayrılmak faziletli bir iştir Boş bir yere girilirken de "es selâmu aleyna ve alâ ibâdillahi's-Sâlihîn" diyerek selâm verilir Selâm, müminin mümine yaptığı hayırlı bir duadır "Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun " Mânasına gelen selâmlaşmanın yerini basit kelimeler tutmaz
-Karşılaşan iki müslüman birbirlerinin ellerini tutarak müsafaha* eder, Peygamber'e (s a s ) salavât okur, hal hatır sorarlar Bu durumda olan kişiler henüz birbirlerinden ayrılmadan Allah onlara mağfiret eder
-Aksırana karşı hayır dua etmek Aksıran kişi "elhamdülillah"der, yanındaki müslüman "yerhamükellah" yani "Allah sana merhamet etsin " diye dua eder, aksıran kişi de "yehdîna ve yehdîkumullah " yani Allah bizi de sizleri de hidâyete dâim kılsın" diye karşı duada bulunur Buna "teşmît" denir
Müddessir sûresi 4 âyetinde "Giydiklerini temizle Kötü şeylerden sakın" şeklinde temizlik emredilmektedir Giydiklerini temizlemek kalbi, ahlâkı ve ameli temizlemeden kinâye olarak kullanılmaktadır Elbiseyi giyen şahsın ve onun dokunduğu her şeyin temizliği Kur'an ahlâkına uymanın gerektirdiği bir temizliktir Her türlü nefsânî arzulara, şeytânî hileler ve alışkanlıklara mârûz kalan bir ortamda Kur'an'ın öngördüğü temizliğe dikkat etmek ve onu gerçekleştirmek insana büyük bir izzet kazandıracağından maddî ve manevî yönden temiz olmayan kimselerin kirlerine bulaşmadan ayrılmak mümin için önemli bir davranıştır Bâtıl inanışları, kötü âdet ve alışkanlıkları câhiliyyet halkının daldığı ve insanı lekeleyen ve âhirette sorumlu tutacak her türlü bâtılı terketmek Kur'an ahlâkının istediği muaşeret edeplerindendir
Gönlün temiz tutulması da Kur'an-ı Kerim'de emredilmiştir "Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu, kulak göz ve kalb bunların hepsi o şeyden sorumludur "(el-İsrâ, 17/36) buyrulması bunun açık delillerindendir
-Müslüman gittiği meclise temiz elbiseyle gitmelidir Yaşlı ve bilgili kimselerden üstte oturmamalı, kendine söz düşmedikçe konuşmamalı, söylenilen faydalı şeyleri dinlemelidir Sonradan gelenlere yer vermeli, birbirlerine karşı güler yüzlü, tatlı sözlü olmalıdır Meclisten ayrılırken arkadaşlarından izin alarak ve selâm vererek ayrılmalıdır
"Ey inananlar, toplantılarda size 'yer açın' denince yer açın ki Allah da size genişlik versin 'Kalkın' dendiği zaman da hemen kalkın ki Allah içinizde inanmış olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin Allah, işlediklerinizden haberdardır " (el-Mücadele, 59/11) buyrularak bir toplum kuralı belirtilmiş olmaktadır Bu kural cemiyet ve cemaat muaşeretindendir
- Müslümanlar uygun zamanlarda mümin kardeşlerini, büyüklerini ve yakın akrabalarını ziyaret etmeli, onların gönüllerini hoş etmeye çalışmalıdır Ancak ziyâretin, çok uzun ve usandırıcı olmamasına özen göstermelidir Ziyârete gelenlere imkân nisbetinde ikram etmelidir Allah'a ve âhirete inanan, misâfirine izzet ve ikramda bulunmalıdır
- Müslüman, din kardeşinin davetine icabet eder, ziyâretinde bulunur Böylece aralarında muhabbet artmış olur Peygamber (s a s ), "Sizden birinizi kardeşi düğün yemeğine veya benzer bir ziyâfete davet edince icabet etsin " buyurmuştur Ancak bu tür yerlerde Allah'ın yasakladığı içki ve benzeri şeyler bulunuyorsa oraya gitmemelidir Kötülükleri engelleyeceğine kanaat getirirse, gidebilir Merâsimler külfetten ve gösterişten uzak olmalıdır
- Müslümanlar, din kardeşleri yanlarına geldiklerinde, hürmet olsun diye ayağa kalkabilirler Âlim zatların ellerini öpmek câizdir Ancak dünyalık bir menfaat elde etmek için el öpmek, boyun bükmek, hele hele dalkavukluk yapmak asla doğru değildir Büyüklerin huzurunda yerlere kadar eğilmek ve yeri öpmek haramdır
-Müslümanlıkta komşuluğun büyük ehemmiyeti vardır Komşu haklarına son derece riayet etmeli, onlara zarar verecek her türlü hareketlerden kaçınmalıdır Kötülüklerinden, komşusu emin olmayan kimse gerçek mümin olamaz
- Hastaları ziyârette bulunmak, onların afiyetlerine dua etmek dinî bir görevdir Hz Peygamber (s a s ) bir hadisinde: "Beş şey vardır ki, kardeşine karşı müslümana vazife olur Bunlar da, verilen selâmı iâde, aksırana hayır dua, davete icâbet, hastayı ziyâret ve cenazeleri mezara kadar takip etmektir " buyurmuştur Müslümanlar, vefat eden din kardeşlerinin cenazelerini kabirlerine kadar üzüntülü ve düşünceli götürür kabre defnederler, haklarında rahmetle duada bulunurlar İmkân buldukça müslümanın cenaze namazını da kılmalıdır Kabirlerini ziyâret ederek haklarında hayır duada bulunmak bir vefa borcudur Ancak kabir ziyâretleri İslâmî ölçüler içerisinde olmalı, aşırı ta'zim hareketlerinden sakınmalıdır Kabir ziyâreti insana ölümü ve geleceğini hatırlatır, uyanmaya vesile olur
- Evlere ve odalara girerken usule riayet etmek gerekir Cahiliye devrinde evlere hücum edilircesine girilirdi Ziyâretçi eve girer ve girdikten sonra da 'girdim' diye seslenirdi Çok defa, ev sahibinin ailesiyle onları başkasının görmesi doğru olmayan hâlde, kadın veya erkeğin avret yerlerinin açık olduğu olurdu Bu hâl, üzüntü verip gönülleri yaraladığı gibi evleri emniyet ve huzurdan yoksun bırakırdı Ayrıca gözler tahrik edici yerlere takıldığı zaman nefisleri bu şekilde fitneye sürüklerdi İşte bu sebepten dolayı Allah müslümanları yüksek bir âdâb-ı muaşeretle terbiye etmiştir Evlere girmeden izin isteme âdâbı ve ev halkına güven verip onlardan kuşkuyu gidermek için girmezden evvel selâm verme âdâbını getirmiştir
"Ey inananlar, kendi evlerinizden başka evlere, izin alıp halkına selâm vermeden girmeyiniz Herhalde bunun, sizin için daha iyi olduğunu düşünüp anlarsınız " "Eğer orda kimseyi bulamazsanız size izin verilinceye kadar içeri girmeyin Bu sizin için daha iyidir  " (en-Nur, 24/27-28) Aynı şekilde erginlik çağına erişmemiş çocuklarla hizmetçilerin başkalarının odalarına girerken izin almaları yolunda eğitilmeleriyle bunların girmesinin ancak hangi vakitlerde olabileceği de belirtilmiştir:
"  Sizden henüz erginlik çağına erişmemiş çocuklar üç vakitte sizden izin istesinler Sabah namazından önce, öğlenden sonra elbisenizi çıkarıp yatacağınız vakit ve yatsı namazından sonra Bunlar, sizin üstünüzün açılabileceği üç vakittir Bunun dışında ne size ne de onlara bir günah yoktur " (en-Nur, 24/58)
İşte böylece İslâm, gerek başkaları için gerek ev halkı için çiğnenmesi asla doğru olmayan özel bir dokunulmazlık koymuştur İslâm'da devletin temeli aile olduğundan, insanlar evlerinde yabancı kimselerin anî baskınlarına maruz bırakılmaz Ancak ev sahiplerinden izin isteyip, onların müsâadesi alındıktan sonra girilebilir
-Müslümanın davranışları yumuşak ve yavaş olmalıdır Bu muaşeret kuralı için Kur'an-ı Kerim'de tavsiye ve emir buyrulan açık ve anlaşılır şu âyet ne güzeldir:
"İnsanları küçümseyip yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme Zira Allah, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez Yürüyüşünde mutedil ol, sesini de kıs Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir " (Lokman, 31/18-19)
-Müslüman doğru sözlü olmalıdır Kur'an-ı Kerim, Müminlerin doğru ve dikkatli konuşmasını, söyleyecekleri sözü ölçülü ve bu sözün nereye varacağını düşünerek söylemelerini emretmekte ve onları sâlih amele yol açan güzel söz söylemeye yönlendirmektedir Çünkü Allah, doğruların, doğru sözlülerin yardımcısıdır Doğru sözlülerin hareketlerini hatadan korumayı, işlerini düzeltip yoluna koymayı kendilerine bir mükâfat olarak vâdetmiştir Bu güzel davranışı yerine getiren müminin hatalarını Allah'u Teâlâ'nın bağışlaması ne engin bir rahmettir İnsanoğlunu da ancak Allah'ın bu bağış ve rahmeti kurtarabilir:
"Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin ki Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir başarıya erişmiş olur " (elAhzab, 33/71)
- Müslüman israf etmemelidir İsrâf, herhangi bir şeyi gereğinden fazla kullanmak demektir "  Yeyin, için fakat israf etmeyin, Allah israf edenleri sevmez " (el-A'raf, 7/31) buyurulmaktadır Yine "  Allah, israfçı ve yalancı kişiyi hidâyete erdirmez " (el-Mü'min, 40/28) düsturu yer almaktadır En'am Sûresi 141 âyeti de yine bu hükmü beyan etmektedir: " İsraf etmeyin, çünkü Allah israf edenleri sevmez "
İnsan iyilik yaparken de isrâf yapmamalıdır " onlar infak ettikleri zaman bile israf etmezler " (el-Furkan, 25/67)
Ayrıca kusurları bağışlamak her işi güzel bir niyetle ve saf bir kalb ile yapmak, işlerinde doğruluktan ayrılmayıp dirayet ve akıl dairesi içinde yürütmek, büyüklerin dine uygun emirlerine itaat etmek, halkın itimadını ve güvenini kazanmak, her işte aşırı gitmemek, münasip kişilerle güzel bir sûrette görüşüp konuşmak, kendisine emânet edilen sırlara ve eşyaya hainlik etmemek, zulümden uzaklaşarak insafla hareket etmek, insanlara karşı mütevâzî olmak, sözünde durarak ahdine vefa göstermek, ihtiyaç sahiplerine karşı cömertçe davranmak, insanlar hakkında daima iyi zan beslemek, lüzumsuz ve kalb kırıcı sözlerden sakınmak, her yaptığı işi hakkâniyet ölçüleri içinde yapmak, kızgınlık ve şiddetten sakınarak yumuşak huylu olmak, namusu, haysiyeti ve mukaddes değerleri korumak, daima hayır ve iyilik yolunu tutmak, dostluğa önem vermek, hakkına razı olmak, vaktini boşa geçirmeden çalışmak, korkaklığı terkederek yiğit ve cesur olmak, yapılan iyiliklere karşı teşekkür etmek, şehevî duygularına hakim olmak her türlü belâ ve musîbetlere sabretmek, bir işte azim ve sebat sahibi olmak, günahlardan kaçınmak, herkesin mertebesini bilip hakkında ona göre muamele etmek, kanaat sahibi olmak, şaka ve nüktelerinde bile ahlâk dışı olmamak, başkalarını kötülemekten kaçınmak, kendini yüksek görmemek, içi başka dışı başka olmamak, insanlığa ve inançlarına uygun olan her şeyi yapmak, bu işi yapmadan evvel o işin ehli ile istişâre'de bulunmak, yaptığı iyilikleri başa kakmamak, ağır başlı ve vakur olmak, koğuculuk yapmamak gibi güzel meziyetler insanlar arasında saygınlık ve muhabbet doğurur Bunlara riayet etmek İslâm'ın ortaya koyduğu muaşeret âdâbındandır
__________________
|