Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #310
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




AREFE
Zülhicce Kamerî ay'ının dokuzuncu günü Yani Kurban Bayramından bir önceki gün demektir Türkiye'de Ramazan Bayramı'ndan bir gün öncesine de Arefe günü denir Bu günde hacılar Arafat Dağı'na çıkarlar Hacıların buradaki duruşlarına Vakfe* adı verilir Resulullah'ın Arefe günü hakkında şöyle dediği kaydedilir:
"Arefe günü vakfe sırasında Cenâb-ı Hakk'ın Cehennem'den azat ettiği kulların sayısı diğer günlerde azat edilenlerle kıyaslanmayacak kadar çoktur Allah, Arefe günü vakfe yapanlara yaklaşır Sonra onlarla meleklere karşı iftihar ederek 'bunlar ne istiyorlar ki bütün işlerini bırakıp burada toplandılar' der" (Müslim, Hacc, 1348) Ayrıca şu hadis de o gün yapılacak amelin kazandıracağı sevabı bildirir: "Cenâbı Allah'ın Arefe günü oruç tutanların ikinci ve daha sonraki yıllarının günahlarını örteceğini ümid ederim" (Müslim, Sıyâm, 1162) Ancak Arefe günü vakfe yapacak hacıların oruç tutmamaları müstehaptır Fakat hacı olmayanların oruç tutmaları mübahtır
Arefe günü Arafat'ta vakfeye duran hacılar topluluğu mahşerin küçük bir örneğini gösterirler Bütün hacılar, siyahı, esmeri, beyazı ve kızılı tamamen eşit şartlarda, aynı tip elbiseye bürünmüş, emîri-me'muru, zengini-fakiri, hep bir arada ihramlar içinde başları açık, yalınayak vakfeye durmuş Allah'a yalvararak günahlarının bağışlanmasını isterler Sosyal yönden büyük bir eşitlik arzeden bu manzara İslâm'ın insana bakış açısını göstermektedir

ÂRİYET
Geçici olarak, vadesiz alınan yahut verilen şey, ödünç
Âriyet veya âriyyet, emanet verilen şeye veya âriyet akdine ait bir isimdir "Âre" fiilinden alınmış olup, mastarı gidip-gelmek demektir Teâvür' den geldiği de söylenmektedir Emanet bir şey istemek âr ve ayıp olduğu için "âr" kelimesine nisbet edilmiştir Ancak Hz Peygamber de âriyet aldığı için, bu akdin ayıp bir iş olmadığı söylenmiştir (el-Mu'cemü'l- Vasît, I-II, s 642; es-Serahsî, el-Mebsût, XI, 133; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VII, 99 vd; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, IV, 524)
Es-Serahsî ve Malikiler âriyet vermeyi şöyle tarif ederler: "Âriyet akdi, yararlanmayı bir bedel olmaksızın temlîk etmektir" Şafiî ve Hanbelîlerin tarifi ise şöyledir: "Âriyet akdi, yararlanmayı bedelsiz olarak mübah kılmaktır" Yine âriyet, bir malın birine meccânen, yani herhangi bir bedel almaksızın ve geri alınmak üzere temlîk olunmasıdır (es-Serahsî, age, XI, 133; el-Mevsılî, el-İhtiyar, III, 55; Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, IV, 144, 145)
Buna göre, âriyet akdi, bir maldan meccânen yararlanmayı sağlayan bir akittir
Âriyet akdinin meşrû oluşu Kitap, Sünnet ve İcmâ delillerine dayanır
Kur'an-ı Kerim'de doğrudan âriyet akdinden söz eden bir ayet yoktur Ancak karşılıklı yardımlaşmayı teşvik eden, yardımlaşmayı engelleyenleri kötüleyen ayetler bu akdi de kapsamına alır
Ayetlerde: "İyilik ve takvâ üzerine yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın" (el-Mâide, 5/2); "Onlar zekâtı da menederler" (Mâûn, 107/7) buyurulur Zekât olarak ifade edilen "mâûn" çeşitli tefsirlerde kap-kacak, çanak-çömlek, iğne, balta, kova, su, ateş ve tuz gibi âriyet olarak verilmesi âdet olan şeylerdir (Hafîdu İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, Mısır (ty), II, 359) Bu iki ayet, insanların muhtaç oldukları şeyleri birbirine âriyet yoluyla vererek ihtiyaçlarını gidermelerini öngörmektedir Bu mendûb bir ameldir
Resulullah (sas), Ebû Talha'dan emanet olarak bir at aldı ve ona bindi (Buhârî, Müslim, Enes b Mâlik'ten, Ahmed b Hanbel, eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V, 299) Başka bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Hz Peygamber Huneyn gününde Safvân b Ümeyye'den bir zırhı emanet olarak aldı Bunun üzerine Safvân şöyle dedi: "Bunu gasp olarak mı aldınız ya Muhammed" "Resûlullah (sas): Hayır, tazmin edilecek bir âriyet olarak aldım " buyurdu " (Ebû Dâvud, Nesâî, Ahmed b Hanbel, Zeylaî, Nasbü'r-Râye, IV, 116; eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V, 299)
Hanefilere göre âriyet akdinin rüknü, malın sahibinin icab (teklif)ından ibarettir Âriyeti alanın kabûlü ise istihsâna göre bir rükün olmayıp, kıyasa göre rükün sayılır (el-Kâsânî, age, VI, 214)
Âriyet akdinin şartları: a) Âriyet verenin âkil (akıllı) olması gerekir Hanefilere göre bülûğ şartı yoktur Diğer fakihlere göre ise, âriyet verenin teberrua ehil olması gerekir b) Âriyet isteyenin kabzı Çünkü bu, bir teberrû akdidir Âriyet hükmü, hibede olduğu gibi kabzsız sabit olmaz c) Âriyet verilen şeyden istihlâk edilmeksizin yararlanmanın mümkün olması (el-Kâsânî, age, VI, 214; Vehb ez-Zühaylî, el-Fıkhu 'I-İslâmî ve Edilletühu, V, 56-57)
İslâm âlimleri ev, arazi, elbise, hayvan, nakil aracı gibi devam etmesiyle birlikte kendisinden yararlanmak mümkün olan her şeyde âriyet akdinin geçerli olduğunu kabul ederler
Harbîye silâh ve atı; mümin olmayana mushafı ve bu nitelikteki kitabı âriyet olarak vermek haramdır (es-Şirâzî, el-Mühezzeb, I, 363)
Âriyet akdi mutlak ve mukayyed olmak üzere iki kısma ayrılır: 1) Mutlak âriyet: Bir kimsenin bir şeyi, bizzat kendisinin mi yoksa başkasının mı kullanacağı ve nasıl kullanılacağı gibi hususları belirtmeden âriyet olarak almasıdır Bir hayvanı binmek veya yük yüklemek için aldığını belirtmeden âriyet almak gibi Bu durumda örfe göre sahibi imiş gibi hareket edebilir (es-Serahsî, age, XI, 144; el Kâsânî, age, VI, 215; İbnü'l-Hümâm, VII, 107; İbn Âbidîn, age, VI, 527) 2) Mukayyed âriyet: Bu, süre ve yararlanma veya bunlardan birisi hakkında kayıt konulmuş âriyettir Burada mümkün olduğu kadar kayda uyulur (el-Kâsânî, age, VI, 215-216; İbnü'l-Hümâm, age, VII, 107 vd; es-Serahsî, age, XI, 137 vd)
Âriyet verenin borçları: Âriyet verilen şeyi teslim etmek Âriyet alanın aldığı şeyden yararlanabilmesi için, malın kendisine teslim edilmiş olması gerekir Çünkü âriyet malı kullanmak ona sahip olmayı gerektirir
Faydalanmaya elverişli malı vermek Bazı mallardan yararlanma ancak istihlâkla mümkün olur Bunlar ölçü, tartı veya sayıyla satılan misli şeylerdir Nakit para, buğday, şeker gibi Bazı mallar tüketilmeksizin yararlanmaya elverişlidir Bu tür kullanım şekline "âriyet" denir
Yararlanmanın karşılıksız olması Âriyet veren kimse malı kullanandan ücret isteyemez (Mecelle, mad: 812) Eğer maldan yararlanma karşılığında bir bedel sözkonusu olursa bu akde "kira akdi" denir (es-Serahsî, age, XI, 133; İbn Rüşd, age, II, 359; el-Mevsılî, el-İhtiyâr, III, 55; Bilmen, age, IV, 144)
Âriyet verenin hakları: Âriyet verilen şeyi geri isteme İmam Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî'ye göre âriyet akdi her zaman feshi mümkün olan bir akittir Âriyet veren dilediği zaman verdiği şeyi geri isteyebilir (el-Kâsânî, age, VI, 216; Mecelle, madde: 807)
Âriyet verilen şeyin akde veya şeyin niteliğine yahut tahsis maksadına uygun olarak kullanılmasını istemek
Âriyet alanın aldığı şeyi, mülk sahibinin istemesi veya sürenin sona ermesi üzerine geri vermesi gerekir Âriyet malı belirlenen şartlara veya örfe göre kullanmak; bu konuda sınırı aşmamak gereklidir Âriyet verilen şeyin koruma ve bakım masraflarını âriyet alanın karşılaması asıldır Bu malı kendi mülkü gibi koruması gerekir
Âriyet alanın, emanet malı aşırı bir şekilde kullanması ve bu yüzden telef olması hâlinde, bedelini ödemesi gerekir (Mecelle, madde: 814) Mal sahibi emaneti geri istediği hâlde, âriyet alan vermez ve bu arada telef olursa yine bedelini öder (es-Serahsî, age, XI, 143; el-Kâsânî, age, VI, 216; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, VI, 215) Hadiste: "El, aldığı şeyden onu geri verinceye kadar sorumludur " (Ebû Dâvud, Büyû, 88; İbn Mâce, Sadakât, 5; Ab Hanbel, V, 8, 13)
Âriyet şeyin izinsiz olarak üçüncü kişiye verilip zayi olması da bedelin ödenmesini gerektirir (es-Serahsî, age, XI, 144)
Şu durumlarda âriyeti tazmin gerekmez: Normal olarak kullanılırken zayi olan âriyet Âriyet, âriyet alanın elinde emanet hükümlerine tabidir Emanet, kasıt veya ihmal olmadıkça tazmin edilmez (Mecelle, madde: 813) Kullanma şekli sınırlandırılmış âriyette sınırı aşmaksızın kullanmaktan dolayı mal zayi olsa bedelin ödenmesi gerekmez Kullanma için şart konulmamışsa bu konuda örfe uyulur (İbn Rüşd, age, II, 360)
Âriyet akdi, âriyet verenin malı geri istemesi veya taraflardan birisinin vefat etmesi yahut da kullanma süresinin bitmesiyle sona erer (es-Serahsî, age, XI, 143; el-Kâsânî, VI, 215; Bilmen, age, IV, 198, 201)

ARZ-I MEV'UD

Va'dedilmiş yer Hz İbrahim ve onun soyundan gelenlere verileceği va'dedilen arazî Bu tabir Kur'an-ı Kerîm'de "Bereketli arz" olarak kaydedilmektedir (el-Enbiyâ, 21/71) Hz Yusuf (as)'ın Mısır'a götürdüğü İsrailoğulları zamanla Firavunların yönetimi altında zulme uğramış, mustaz'af* bir kitle haline gelmişti Kur'an'da Hz Musa (as)'ın onlara şöyle dediğini biliyoruz "Ey Kavmim, Allah'ın size takdir ettiği Arz-ı Mukaddes'e girin arkanıza dönmeyin Yoksa hepiniz nice zararlara uğrayanlardan olursunuz " (el-Mâide, 5/12) Hz Musa'nın sözleriyle Allah'ın İsrailoğullarına mukaddes kıldığı belde bildirilmiş ise de bunun neresi olduğu kesin olarak bilinmemektedir Ken'an ili olarak bilinen yer Filistin, Şam, Ürdün'deki Ken'an bölgesi yahut Kudüs şehri midir, bu hususta kesin bir bilgiye sahip değiliz Ancak o dönemlerde bu bölgede büyük bir devlet hüküm sürdüğünden, israiloğulları buraya gelmek istememişler, bunun için de Hz Musa'ya: "Git sen ve Rabbin, savaşınız; biz buracıkta oturacağız" demişlerdi (el-Mâide, 5/24) Bundan sonra İsrailoğulları'nın buraya gidemeyeceği, ancak bu bölgeye salih kulların mirasçı olacakları Hz Dâvud'a vahyedilen Zebur'da belirtilmiştir: "Andolsun ki biz zikir (Tevrat)'dan sonra (Davud'a indirilen) Zebûr'da yazdık ki "Arz'a (arz-ı Mev'ud 'a) benim salih kullarım varis olur"(el-Enbiyâ, 21/105) Arz-ı Mev'ud'un değerini takdir edemeyen İsrailoğulları yeryüzünün salihleri olamamış fakat daima bunun özlemini duymuş ve bu toprakları ele geçirmek için her türlü hileye başvurarak her şeyi mübah görmüşlerdir Arz-ı Mev'ud Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahûdiler tarafından kutsal kabul edildiği için her üç ümmet de buraları ele geçirme gayreti içine girmiş ve bu bölgede tarih boyunca mücadeleler sürmüştür Yahudiler Allah'ın Peygamberlerini öldürüp onun dinine ve emirlerine sırt çevirdiklerinden Allah onların bu kutsal yerlere mirasçı olamayacaklarım belirtmiştir Yukarıda ifade edildiği gibi yeryüzüne Allah'ın salih kulları varis olacaktır Bu ilâhi hüküm bütün kutsal kitaplarda mevcuttur (bk el-Enbiyâ, 21/105; Mezmurlar, 37/29, 69/32-36) İslâm'dan önceki dinler ve Hz Peygamber'den önceki kutsal kitap ve şerîatler, Kur'an ile neshedildiği için, bütün insanların İslâm'a ve Kur'an'a tabi olması halinde Allah'ın salih kulları olmaları mümkündür Arz-ı Mev'ud'a ancak Allah'ın son şerîatı olan İslâm'a iman etmekle vâris olunabilir


__________________
Alıntı Yaparak Cevapla