Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #300
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



BEDENE

Kurbanlık deve veya sığır Hac'da kurban edilmek üzere Harem'e hediye edilen beş yaşını tamamlamış deve ile iki yaşını tamamlamış sığırlara bedene adı verilmektedir Bedene kurbanlıkları Harem'e hedy* edildikten sonra sahibi tarafından sütü sağılmaz Sağıldığı takdirde de bu süt fakirlerin hakkıdır, onlara dağıtılır Şayet bedene'den sahibi istifade etmişse, istifade miktarınca tasaddukta bulunması gerekir Bedene kurbanlıklara binmek caizdir Ancak zaruret olmadığı müddetçe binilmemesi daha uygun görülmüştür Bu görüş İmam-ı A'zam Ebu Hanife, İmam Şafii ve İmam Mâlik b Enes'in görüşüdür Fakat İmam Ahmed b Hanbel'e göre ise bedene kurbanlıklara zaruret hali olsun olmasın binilebilir Bunun da delili şu hadistir Resulullah (sas), ashabtan birinin Kâbe'ye götürmekte olduğu devesinin yanında yaya olarak yürüdüğünü görür Bunun üzerine Hz Peygamber o sahabiye devesine binmesini söyler Sahabi bu devenin kurbanlık olduğunu söylemesi üzerine Resulullah sözünü tekrar eder Sahabi de devesine biner (Buhârî, Hacc,112; Ebû Hac'da, Harem'e hediye edilen beş yaşını aşmamış; kurbanlık develere 'bedene' denir
"Biz kurban edilen büyükbaş hayvanları sizin için Allah'ın nişaneleri kıldık Onlarda sizler için hayırlar vardır Kurbanlık hayvanlar sıra sıra dizilip boğazlanacakları zaman mutlaka Allah'ın adını zikrederek kesin " (el-Hacc, 22/36/Davûd, Menâsik, 17; Tirmizî, Harc, 72; Nesâî, Hacc, 73; Muvatla', Hacc, 144; İbn Hanbel, III, 99)
Bedene kurbanlıklarıyla ilgili olarak Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
"(Mekke'ye sevk olunan) kurbanlık develeri de size Allah'ın Şeâir (nişanlar)ından kıldık Onlar(ın kurban edilmesin)de sizler için (dünyevî ve uhrevî) hayırlar vardır Onlar ayakları üzere iken Allah'ın adını zikrederek kesin Artık o (kurban) yanı üzere düşüp can verince etinden yeyin ve ondan dilenen ve dilenmeyen fakir(ler)e yedirin (Bu kurbanlıkları ayakta size boğazladığımız gibi) onlar/böylece (bu büyüklük, ve kuvvetleriyle) size musahhar kıldık ki, (size vermiş olduğumuz nimetlere) şükredesiniz " (el-Hacc, 22/36)

el-BEDÎ'

Allah'ın güzel isimlerinden biri Bütün varlıkları yoktan var eden ve bunun için bir örneğe ihtiyaç duymayan, örneksiz, misalsiz, acib ve hayret verici âlemler icat eden anlamına gelmektedir
Bedî, hiç birinin örneği yokken sayısız şeyler icat eden; düşünmeye, araştırmaya muhtaç olmadan kolaylıkla ve daima misilsiz şeyler yaratan, icat eden, Allah'u Teâlâ'dır Örneği yokken, Allah'ın kudreti ile meydana gelen fevkalâde güzel ve insana hayret verici şeylere ibda' olunmuş manasına bedî' denilir Her tür, yoktan ve benzersiz olarak yaratılmıştır Bir türün bütün fertleri de tamamiyle birbirinin aynı değildir
Bedî' sıfati, "daha önce bir misali olmaksızın ve misale uymaksızın bir şey yapmak" demek olan ibdâ' masdarından ism-i fâil olan mubdi' yerine kaimdir "İcat eden" manasına gelir Bu sıfat Kur'an-ı Kerîm'de
"Göklerin ve yerin yaratıcısıdır O O, bir şeye hükmetti mi ona ancak "ol" der, o da oluverir " (el-Bakara, 2/117) ayetiyle; "O, gökleri ve yeri yoktan varedendir O'nun nasıl çocuğu olabilir? O'nun bir eşi de yoktur Her şeyi O yaratmıştır ve O, her şeyi hakkıyla bilendir " (el-En'am, 6/101 ) ayetinde açıklanmıştır Allah'u Teâlâ kâinatı hiç bir örneği olmaksızın, ilksizlikte ol diye eşsiz ve benzersiz yarattı


BEDÎ'


Cenâb-ı Allah'ın esma-i hüsnasından biri Kendinden türediği Be de' fiilî "icat etmek, örneksiz yapmak, yokken eşsiz biçimde ortaya koymak" demektir Allah'la ilgili olarak kullanıldığında, "aletsiz, zamansız ve mekânsız icat etmek" anlamı da verilmiştir (Rağıp el-Isfahanî, el-Müfredat fi Garîbi 'l-Kur'an, 38)
Kelime, Kur'an'da çok az yerde geçer Bir ayette, hristiyanlar'ın ruhbaniyyeti ibtidâ', yani Allah kendilerine emretmediği halde, sonradan icat ettikleri ifade olunurken (el-Hadîd, 57/27); bir başka ayette, Hz Muhammed'in (sas) "bid'an mine'r-rusul" yani, kendinden önce hiç resul gelmemiş de, kendisinin ilk defa resulluk iddiasında bulunan biri olmadığı ve Risâlet'i icat etmediği anlatılır (el-Ahkâf, 46/9)
Kur'an'da yaratılışla ilgili olarak, onu tabiî, biyolojik, müşahhas, mücerred, maddî-manevî her yönden ve bütün safhalarıyla açıklayan ' halk, fatr, ber, inşa, tasvir, tesviye, istiva, ca'l, vaz', medd, inbat, ihrâc, ta'dîl, binâ, raf', bast, ferş, mehd' gibi çeşitli kelimeler kullanılır Yaratılış, bir yandan böyle yeri yayma, üzerine dağları mıhlama, dağlar üzerinde yollar yapma, duman halindeki göğü yedi gök halinde tesviye etme, dünya semasını süsleme, ay'ı ışıklı, güneşi lamba kılma ve cinleri alevli ateşten, insanı ise derece derece kuru toprak, kara balçık, nutfe, rahim cidarına asılan aşılanmış yumurta, kan pıhtısı, bir çiğnem et, sonra kemikler ve etten yaratma gibi ifadelerle anlatılırken, bir yandan da daha mücerred tarzda yaratılışın sadece bir kelime' olduğu ifade edilir Esmâ-i Hüsnâ'dan olan bedî' ismi, tabiî ve tedricî yaratılışı ve aynı zamanda bu yaratılışın bütünüyle örneksiz ve eşsiz yapıldığını ifade etmektedir Bu manayı, Kur'an'da "o (gökleri ve yeri eşsiz, örneksiz ve önünde hiç bir model olmadan yaratan" (el-Bakara 2/117) ifadesinde görürüz
Allah; evvel, âhir*, zahîr* ve batın*dır ve Kâinat'ı yoktan, hiçbir varlık hiçbir model ve örnek ortada yokken yaratmıştır Hüccetü'l-İslâm İmam-ı Gazâli bu eşsiz yaratış için "yaratılışta daha güzeli olamaz" demiştir Bu bakımdan, O'nun yaratmasında hiçbir eşi, ortağı olmadığı gibi; O'nun faydalandığı, -hâşâ- kendisinden istifade ettiği bir başka ilâh, bir başka yaratıcı da yoktur Oysa, Allah'a şirk koşmak gibi, gökleri ve yeri titretecek bir zulmü işleyen insanın herhangi bir şeyi örneksiz, yardımcısız ve tek başına yoktan varlık alanına çıkarması mümkün değildir İnsan, temelde var olan ve dolayısıyle zihnine kavram halinde Allah tarafından çabasının karşılığında ilham edilen ve gerek kendinden önce, gerekse kendi zamanında yaşayanların fikirleriyle olgunlaşan şeyleri ortaya koyabilir İnsanın bu özelliği de Bedî' olanın varlığını ortaya koymaya yeterlidir


BEKÂ

Sonsuz, ebedî kalmak; durmak, sürmek, devam etmek ve özellikle eski hâli üzere sabit olmak
Istılahta; Yüce Allah'ın sıfatlarından birisidir Allah'ın varlığının bir sonunun olmaması demektir Bütün sonradan yaratılan varlıklar için bir son düşünüldüğü halde, O'nun için bir son düşünülemez O hem ebedî hem de ezelîdir Başlangıcı ve sonu yoktur
İki türlü bâkî varlık vardır: 1- Sonsuza kadar kendi kendine bâki olan varlık Bu varlık için bir fena, yani son bulmak, zevâl bulmak düşünülemez İşte bu varlık Yüce Allah'tır
2- Belli bir süreye kadar, bir başkası sebebiyle,bir başkasına muhtaç olarak bâki olan varlık Bu, Allah'ın dışında, Allah'ın belli bir süreye kadar bâki kıldığı varlıklardır Bunlar için son ve zevâl bulmak mümkündür
Allah'ın bâki kılmasına bağlı olan varlıkların bâkiliği de iki şekilde olur:
a- Bizzat kendisi, özel varlığı bâki olanlar ki; bunların bâkiliği tek tek her varlık içindir Buna örnek olarak gök cisimleri, ay, dünya, yıldızlar ve diğer gezeğenler verilebilir Her birinin bâkiliği kendisine mahsustur Bütün bunların son ve zeval bulması Allah'a bağlıdır O istediği anda bunlara bir son verebilir
b- Cins ve türleri itibariyle bâki olanlar Bunların bâkiliği her varlığın bizzat kendisi için değildir Bu tür bâkî varlıklara da insan ve hayvan türleri örnek verilebilir İnsan cins ve tür olarak Allah'ın istediği ve dilediği vakte kadar bâkidir Bir insan ölür ama insan türü bâkidir Diğeri yaşar ve insan nesli devam eder Özel varlığı bâki olan varlıklar ise böyle değildir Ay, zâti olarak kendisi için, herhangi bir yıldız kendisi için bâkidir, süreklidir (Râğıb el-Isfahâni, Müfredât, İstanbul 1986, s 74)
Dünya fâni, ahiret ise bâkidir Cennet, Cehennem bâkidir Oradaki mükâfat ve azap da bâkidir Yüce Allah Cennet ehli için "Onlar Cennetliktirler İşlediklerine karşılık olarak ebediyen Cennet'te kalacaklardır " (Ahkâf, 46/14) buyurmakta, Cehennem ehli için de, "Kim Allah'a ve Peygamberi'ne karşı gelirse ona, içinde sonsuz olarak kalacakları Cehennem ateşi vardır "(Cin, 72/23) buyurarak, her iki grubun mükâfât ve azabının daimî olacağını açıkça ifade etmektedir
Allah'ın dışındaki her şey O'nun dilemesi ve isteğine göre, O'nun istediği zamana kadar, O'na muhtaç olacak şekilde bizâtihî olmayıp, biğayrihî bâkidir O nasıl isterse o şekilde olur ve geçici bâkilik son bulur
Yüce Allah ise bizâtihî olarak bâkidir Başlangıcı olmadığı gibi bir sonu da yoktur Zira O Vâcibu'l-Vücûd'dur, varlığı zorunlu olandır Kıdemi sabit olanın bekâsı da vaciptir O'nun bâki olması Vâcibu'l-Vücûd olmasının bir gereğidir Bekâ, Allah'ın zâtî sıfatlarındandır Bunun zıddı olan "fenâ" yani "bir sonu olmak" Yüce Allah için muhaldir Böyle bir şeyin düşünülmesi tenâkuzdur


BEDİR GAZVESİ

İslâm devletinin Medine'de kurulmasından sonra müslümanlarla müşrikler arasında meydana gelen ilk savaş Bu savaşa, yapıldığı kasabanın adıyla anılarak, Bedir Gazvesi denilmiştir
Bedir kasabası Medine'nin 120 km kadar güneybatısında ve Kızıl Deniz sahiline 20 km uzaklıktadır Bedir, Mekke'den gelip Medine'den geçerek Suriye'ye kadar uzanan yol üzerinde olup, Mekke-Medine arasındaki konak yerlerinden biri idi Bedir halkı kasabalarına uğrayan ticaret kervanlarına verdikleri hizmetler karşılığında elde ettikleri kazançlarla geçinirlerdi Ayrıca her yıl Zilkade ayında burada kurulan bir panayır kasaba halkına önemli gelir sağlardı Bedir kasabasının İslâm savaş tarihinde önemli bir mevkii vardır Hz Peygamber (sas) müşriklerle çarpışmak üzere buraya üç defa gelmişti Birincisine ilk Bedir Gazvesi adı verilir Savaşa henüz izin verilmediği dönemlerde Mekkeli müşrikler müslümanlara saldırılarına devam ediyorlardı Fakat hicretin altıncı ayından sonra cihat izni verilince artık müslümanlar kendilerini ve İslâm devletini koruma imkânı bulmuşlardı Bir ara müşrikler o sırada henüz müslüman olmamış olan Kürz b Câbir'in kumandası altında bir askerî birlik gönderip Medine'nin çevresine saldırtmışlardı Kürz ve yanındaki müşrikler Medine'nin güneyinde Cemmâ denilen yere gelip müslümanların sürülerine saldırmış ve yağmalamışlardı Bunun üzerine Resulullah (sas) Medine'de Zeyd b Hârise'yi devlet başkanlığına vekil tayin edip bir grup müslümanla Sefevan vadisine kadar ilerledi Kürz ve adamlarını takip eden Hz Peygamber, müşriklerin izlerine rastlamayıp Medine'ye geri döndü Bu gazveye ilk Bedir Gazvesi adı verilir Peygamber, hicretin ikinci yılında Rabîü'l-evvel (623 Eylül) ay'ı başlarında bu sefere çıkmıştı
Müslümanların her şeylerini Mekke'de bırakıp Medine'ye hicret etmeleri müşriklerin İslâm'a ve müslümanlara olan kinlerini dindirmemişti Hatta müslümanların Medine'de devletlerini kurup yerleşmeleri Mekkeliler'e çok ağır gelmişti Müşrikler İslâm'ın bu başarısını hazmedemeyip mutlaka durdurmak için yollar aramağa başladılar Hicretten önce Abdullah b Übey b Selül adındaki kabîle reisi Medine'de taç giyip kral olmak üzere idi Fakat akrabalarının ve destekçilerinin büyük bir kısmı müslüman olup Hz Peygamber (sas)'i şehirlerine davet edince, artık burada bir Arap devleti değil İslâm devleti kurulmuştu Bunu bir türlü içine sindiremeyen Abdullah b Übey, etrafındaki bazı adamlarıyla birlikte İslâm'a girdiklerini söylemişlerse de asla içten iman etmemiş, münafıklıklarını sürdürmüşlerdi Bunu fırsat bilen Mekkeli müşrikler eski dostları olan İbn Übey'e bir mektup yazarak şöyle demişlerdi: "Siz bizimkileri barındırdınız Ya siz Muhammed'i öldürür veya yurdunuzdan çıkarırsınız; yahut biz hepimiz toptan gelip üzerinize saldırır erkeklerinizi öldürür kadınlarınızı esir alırız"
Hz Peygamber ve arkadaşlarının Medine'ye gelmeleriyle krallığı engellenen Abdullah b Übey, etrafındaki münafıklarla İslâm'ı içten yıkmağa çalışıyordu Onun gayesi gayet açık idi Krallık isteyen bir adam İslâm devletinde ve Peygamber'in başkanlığında barınamazdı Münafıklar, dünya ve dünya çıkarlarının peşine takılmış müşriklerle işbirliği yaparak, İslâm'ın Medine'deki hâkimiyet ve devletini yıkmağa çalışıyordu
Müslümanlar, müşriklerle münafıkların kurdukları bu işbirliğini haber aldılar Mekkelilerin gönderdiği bu mektup onların ve Medine'deki münafıkların gayelerini gayet açık bir şekilde ortaya koyuyordu
O bakımdan, müslümanlar çok dikkatli idiler Bu düşmanlardan gelebilecek saldırıya hazırdılar Resulullah ilk tedbir olarak, Medine-i Münevvere çevresine küçük müfrezeler gönderdi Bu müfrezeler, Kureyş'in ticaret kervanına engel oluyor ve Medine çevresindeki kabîlelerle barış anlaşmaları yapıp, Medine-i Münevvere'nin güvenliğini sağlıyordu
Hamza b Abdülmuttalib, Ubeyde b Hâris ve Sa'ad İbn Ebi Vakkas (r an) gibi ileri gelen sahabiler, bu müfrezelerin başında görev yapmışlardı Bunlar kan dökmemeğe dikkat ediyorlardı Yalnız Abdullah b Cahş (ra) müfrezesi Bedir'den önce düşmanla çarpışan ilk İslâm seriyyesidir Bu hadisenin savaşılması haram aylardan Recep ayının son gecesinde olması, müşriklerin dedikodusuna sebep oldu Bu olay üzerine, haram aylarda savaşmak hakkında aâyetler nazil oldu Bu ayetlerde, müslümanlara, cihat izninin verileceğine dair müjdeler vardı Ve hemen ardından da savaşa izin veren ayetler geldi
"Kendileriyle savaşılan (mü'min)lere izin verildi Çünkü onlara zulmedilmiştir Ve Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeğe kadirdir " (el-Hacc, 22/39)
"Ey inananlar, korunma tedbirleri alın; bölük bölük veya hep birlikte savaşa gidin" (en-Nisâ, 4/71)
"(Yeryüzünde) hiçbir kötülük kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın Eğer vazgeçerlerse muhakkak Allah, ne yaptıklarını görmektedir " (el-Enfâl, 8/39)
Bu ayetler, müslümanları, müşriklerden yıllarca gördükleri işkencelere karşı intikam almaya teşvik ediyor; zalimlerden, Allah'ın hâkimiyetini gasba yeltenmiş müstekbirlerden bu hâkimiyetin alınarak Allah'a iade edilmesini ve hükmün Allah'a ait olduğunun onlara gösterilmesini istiyordu Bunun için de müslümanların gerekli tedbirler alarak ve korunarak savaşmalarını istiyordu Bu ayetlerdeki istek elbette Cenâb-ı Hakk'a aitti Eğer insanlara ve Resule ait olsaydı zaten onlar yıllarca önce savaşmak ve zulme isyan etmek istemişlerdi Ancak, zulme isyan Allah'ın ölçülerine ve rızasına uygun yapılmalı ve bir zulüm kaldırılırken yerine başka bir zulüm ikame edilmemeliydi İşte Medine'deki İslâm toplumu bunu anlıyordu Müslümanlar işte bunun için müşriklerle savaşmayı göze almışlardı
Mekkeli müşrikler defalarca müslümanları tehdit edip, onlara Medine-i Münevvere yakınlarına kadar gönderdikleri çapulcu birlikleri eliyle zararlar veriyorlardı Son zamanlarda Ebû Süfyân'ın da ortaklığıyla oluşturulan bir kervan Suriye'den mallar getirecek ve bununla müslümanlara son ve kesin darbe indirilecekti Bunu haber alan Resulullah (sas), durumu ashabıyla istişare etti Bu kervanın Mekke'ye ulaşmasına engel olunması kararı alındı Bu kararın uygulanması aşamasına gelindiğinde Ebu Süfyan durumdan haberdar oldu ve Damdam b Amr el-Gifârî'yi Mekke'ye göndererek Kureyş'ten yardım istedi
Ebu Cehil bu fırsatı kaçırmak istemediğinden Kâbe'ye koştu Müşrikleri müslümanlara karşı savaşa teşvik etti Tellâllar çıkararak Mekke sokaklarında bağırttı Eli silâh tutan herkes bu müşrik ve putperest orduya katıldı Hatta Resulullah'ın müşrik olan amcası Ebu Leheb, kendisi gidemeyecek kadar hasta olduğu için yerine ücretle bir kiralık asker gönderdi
Resulullah hicretin ikinci yılı Ramazan ayının sekizinci günü Abdullah İbn Ümmü Mektum'u Medine'de kalan yaşlı ve hastalara namaz kıldırmak üzere görevlendirdi Yahudilerin karışıklık çıkarmasından şüphelendikleri için Ebu Lübabe'yi de Medine'de yönetimin başında vekil bıraktı
Müslüman ordusunun sayısı üçyüzbeş kişi idi Bunların seksenüçü Muhacirlerden, altmışbiri Evs'den, geri kalanları da Hazrec kabilesinden idiler Muhacirlerden yalnızca Osman b Affân (ra), hanımı Resulullah'ın kızı Rukiye ağır hasta olduğu için Medine'de kalmıştı Kendisi de ayrıca rahatsızdı
Müslümanların yalnız üç atları ve yetmiş develeri vardı Bineklerine sırayla binmek zorundaydılar Zefiran denilen yere geldiklerinde, Mekkeli müşriklerin büyük bir ordu ile üzerlerine gelmekte olduklarını öğrendiler Biraz duraklayıp tereddüt ettiler Çünkü onların büyük hazırlıklarla gelen Mekke ordusuna karşı koyacak kadar askerleri yoktu Buna hazırlıklı da değillerdi Resulullah ashabıyla yeniden istişare etti Kervanın peşine mi düşülmeliydi; yoksa müşrik ordusuna karşı mı durulmalıydı Allah Resulu ve Muhâcirler ordunun karşısına çıkılması taraftarıydılar Ensâr ise, Akabe beyatında verdikleri sözle Medine' de Rasûlullah'ı koruyacaklardı Şimdi ise Medine dışında idiler Rasûlullah (sas) onlara reylerini sordu Ensardan Sa'd b Muaz şöyle dedi:
"Ya Resulullah, biz sana inandık Allah tarafından getirdiklerinin hak olduğunu tasdik ettik Artık siz ne dilerseniz emrediniz Seni gönderen Allah hakkı için artık denize girersen, seninle beraber biz de gireriz Hiç birimiz geri kalmayız Biz düşmana karşı durmaktan çekinmeyiz Muharebeden geri dönmeyiz Sabrederiz ve sadakatten ayrılmayız Bizden memnun kalacağın işler nasip etmesini Allah' tan dilerim Hemen Allah'ın bereketini dileyerek istediğiniz tarafa yürüyünüz"
Resulullah (sas), ashabının bu birlik ve beraberliğine çok sevindi Allah'a hamd ile, müşriklerle karşılaşmak üzere Bedir kuyuları mevkiine doğru yola koyuldu
Ebu Süfyan, müslümanların Bedir'e gelmekte olduğunu öğrenince kervanın yönünü değiştirdi Deniz tarafından Mekke'ye yollandı Müslümanlar Bedir'e gelince, kervan çoktan uzaklaşmıştı
İslâm ordusu, kumluk bir araziye konakladı Müşrikler ise Bedir kuyularını tutmuşlardı Gece yağan yağmur, hem araziyi pekiştirdi, hem de müslümanların su ihtiyacını giderdi Bu Allah Teâlâ'nın onlara bir yardımıydı
Daha sonra, buraları çok iyi tanıyan Habbâb b Munzir'in teklifiyle ordunun karargâhı değiştirilip Bedir köyünün en sonundaki kuyunun yararına geçildi Resulullah (sas) elini kana bulamak istemediğinden kendisine ordunun gerisinde bir çadır kuruldu Çadırının kapısında Sad b Muaz nöbet tutuyordu
Mekkeli müşrikler zırhlar içinde idi Sayıları bin kişiye yakındı Bunun yüz kadarı süvari yedi yüzü develi ve geri kalanı piyade idi Bu sayı İslâm ordusunun üç katı idi
Ordular ibret alınacak bir dağılım sergiliyordu Tarih hiç bir zaman bu derece anlamlı bir savaşa tanık olmamıştı Bir tarafta Müminlerin dostu Ebu Bekr (ra), diğer tarafta müşrik saflarında yer alan oğlu Abdurrahman; bir tarafta müşrik ordusu komutanı, Utbe b Rabia, karşısında oğlu Huzeyfe bulunuyordu Resulullah'ın amcası Abbas ile Hazreti Zeyneb'in eşi ve Resulullah'ın damadı Ebu'l As, müşriklerin arasındaydı Akîl ise kardeşi Hz Ali'ye karşı müşrik ordusunda yer almaktaydı
Bu sırada Ebû Süfyan'ın kervanının Mekke'ye ulaştığı haberi geldi Ebu Süfyan müşriklere bir haber göndererek, "Siz kervanınızı korumak için harekete geçtiniz Artık savaşmadan geri dönünüz" dedi Ancak geri dönmek için arzulu olanlar olduysa da savaşma kararı alanlar çoğunluktaydı Ebû Cehil, "Müslümanları öldürmeye bile lüzum yoktur Ellerini bağlayıp onları tekrar Mekke'ye götüreceğiz ve böylece İslâm da bitecek" diyordu
Bu ordu, İslâm'ın tek ordusuydu Eğer bu ordu ezilecek ve silinecek olursa Allah'ın hükmünü hâkim kılacak bir başka topluluk kalmayacaktı Hz Peygamber (sas): "Allah'ın, vadettiğin yardımını bugün lutfet Ya Rab, bu bir avuç mücahid yok olursa, bir muvahhidler bu gün telef olursa, yeryüzünde sana ibadet eden kalmayacak!" diye dua ve niyazlarına devam etti Bu sırada da şu mealdeki vahiy gelmişti:
"Bütün bu toplananlar (müşrikler) hezimete uğrayacak ve arkalarına dönüp kaçacaklardır " (el-Kalem, 68/45)
Resulullah (sas) kan dökülmesini istemediğinden Ömer b el-Hattab'ı elçi olarak müşriklere gönderdi Onlar savaş konusunda kararlı olduklarından Resulullah'ın bu şerefli elçisinin tekliflerini dinlemediler Kur'an bir başka ayetiyle müminleri desteklemekte ve Mekkeli müşriklerin cezalandırılmasını talep etmektedir:
"Onlar, (insanları, Rasülü ve mü'minleri) Mescid-i Haram'dan geri çevirdikleri ve onun velisi, bakıcısı ve koruyucusu olmadıkları halde Allah onlara neden azap etmesin? Onun velileri sadece muttakîlerdir Fakat çokları bunu bilmez " (el-Enfal, 8/34)
Bu harpten itibaren, Kur'an-ı Kerîm'de, girişilen bütün savaşlarda müslümanların yanıbaşında çok sayıda meleğin savaşa katıldığından bahsedilir Ancak Bedir savaşı ötekilerden bir farklılık gösterir
"O zaman sen müminlere' Rabbinizin size indirilmiş üç bin meleği ile yardım etmesi, size yetmez mi?' diyordun , "Evet, sabreder, (Allah' dan) korkarsanız, onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler, Rabbiniz, size nişanlı beş bin melek ile yardım eder", Allah, bunu size sırf müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye yaptı
Yardım, daima galip ve hikmet sahibi Allah katındadır " (Âli İmrân, 3/124-126)
17 Ramazan (13 Mart 624) Cuma günü sabahleyin her iki ordu Bedir kuyularına doğru ilerledi Müslümanlar bu kuyuların başına kâfirlerden önce ulaşmışlardı Müşriklerin tarafındaki kuyular tamamen kapatılıp tutulduysa da Hz Peygamber (sas) düşmanın kendi tarafındaki bir kuyudan su almalarına müsaade etmiştir Cahiliye adetlerine göre savaşı iyice kızıştırıp heyecan doğurmak için gruplar öne adam çıkararak birbirlerine meydan okurlardı Müşrikler tarafından Esved adındaki şahıs ortaya çıkıp er istemiş, buna karşı Hz Hamza çıkarak onu derhal öldürüvermişti Bunun üzerine Kureyş'in ileri gelenlerinden Utbe b Rabîa, kardeşi Şeybe ve oğlu Velid ortaya atıldılar Bunların karşısına Medineli gençlerden üç kişi çıkınca, kim olduklarını sormuş ve onlara: "Siz bizim dengimiz ve muhatabımız değilsiniz, bizim kavmimiz ve kabilemizden adamlar çıksın" demişlerdi
Kureyş kâfirlerinin bu istekleri üzerine Hz Hamza, Hz Ali ve Ubeyde b Hâris çıktılar Hz Hamza ile Hz Ali hasımlarını derhal öldürdüler Ubeyde ise hasmını yaralamış kendisi de yaralanmıştı Onun yardımına koşan Hz Hamza ve Hz Ali (ra) derhal Utbe'yi öldürüp yaralı arkadaşlarını müslümanların karargâhına taşımışlardı Bu mubarezelerin sonunda taraflar birbirlerine saldırıya geçtiler İkindiye doğru müslümanlar tarihin kaydettiği büyük zaferlerden birini gerçekleştirmişlerdi Savaş sona ermişti Müslümanların, İslâm'ın ve özellikle Hz Peygamber'in en büyük düşmanı Ebu Cehil başta olmak üzere müşriklerin ileri gelenlerinden çok kimse hayatını kaybetmişti Müşriklerden tam yetmiş kişi öldürülmüştü Müslümanlar ise on dört şehid vermişlerdi Hz Peygamber (sas) namazlarını kıldırdıktan sonra Allah yolunda canlarını veren bu ilk şehitleri toprağa verdi Müslümanlar Kureyş'in ölülerini de yerde bırakmayıp açtıkları bir çukura gömdüler
Mekkeli müşriklerden bir miktar esir alındı Ama henüz Cenâb-ı Allah esirler hakkında hükmünü bildirmemişti Peygamberimiz bu esirlerle ilgili olarak ashabıyla istişarede bulundu Ashabtan bazıları bunların derhal öldürülmesini teklif ederken, en yakın müslüman akrabalarının bunu infaz etmelerini tavsiye etmişlerdi Buna karşılık başta Hz Ebu Bekir olmak üzere bazı sahabeler de bu esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmalarını teklif ettiler Rasûlullah bu ikinci teklifi uygun buldu Fidye ödeyemeyenlerden okuma yazma bilenlerin müslümanların çocuklarından onar kişiye okuma-yazma öğretmeleri istendi Esirler müslümanlar arasında dağıtıldı
Hz Peygamber onlara iyi muamele edilmesini istedi Esirlerden elbisesiz kalmış olanlara giyecekler verildi Bu esirler müslümanlarla birlikte ve onlarla eşit şartlar altında yemeğe oturuyorlardı Esir alınanlardan sadece ikisi idama mahkûm edilmiştir Çünkü bunlar Mekke'de inananlara yapmış oldukları zulümden dolayı idamı haketmişlerdi Rasûlullah'ın, bu ilk askerî karşılaşmada gösterdiği bu insânî tutum ve davranış daha sonraki olaylarda da değişmemiştir
Mekke müşriklerinin ileri gelenleri ve başkanları, Bedir'de öldürülmüştü Ebû Süfyan ise büyük ticaret kervanının başında olduğu halde kaçıp kurtulmuş ve bundan böyle Mekke' nin başkanı olmuştu Oğlu, kayınpederi ve kayınbiraderi Bedir savaşında öldürülen Ebu Süfyan, bunların intikamını alıncaya kadar hanımına yaklaşmayacağına, saç ve sakalını kestirmeyeceğine yemin etti Bunun yanında karısı Hind de kendi akrabalarını öldürenleri bulup onların ciğerlerini yiyeceğine and içmişti
Bedir zaferi, siyasi-dini yapıdaki İslâm devlet ve camiasının daha da sağlam temeller üzerine oturmasını sağladı Hz Muhammed (sas) Bedir' de savaş başlayacağı sırada, secdeye kapanıp Allah'a yönelerek O'na, yardımını esirgememesi için dua ettiğinde o günkü durumu en güzel bir şekilde dile getiriyordu:
"Ey Allah'ım! Şayet şu küçücük ordu eriyip giderse sana (yeryüzünde) artık ibadet edecek kimse kalmayacaktır


__________________
Alıntı Yaparak Cevapla