Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #299
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




BÂTINİYYE

Kur'an ve hadislerdeki her zâhirin, açık hükmün bir de bâtını, iç yüzü, herkesin anlayamayacağı gizli tarafı olduğunu ve Kur'an ile hadislerin ancak tevil (yorumlama) ile anlaşılabileceğini iddia eden fırkalara XII asırdan itibaren toptan verilen isim Bunlar kendilerinin Şiâ'ya mensup olduklarını iddia ederlerse de, İslâm bilginleri tarafından İslâm dışı kabul edilmiştir Bâtınîlere, muhtelif vesileler ile verilmiş isimler şunlardır: Karâmıta, Sâibiye, İsmâiliye, Mübarekiye, Bâbekiye
Bunlar ayet ve hadîslerdeki zâhir (ilk bakışta anlaşılan) manaların kabuk teşkil ettiğini; asıl maksadın, bunların özü olan bâtınî manaların olduğunu söylerler Onlara göre zâhirî manaları halk tabakası anlar: Bâtınî manaları ise ancak kendilerince kabul edilen masum imamlar bilir Ayet ve hadislerin zâhirine tutunup kalan; kayıtlar ve sorumluluklar altında kalmış olur Fakat bunların bâtınî manalarını anlayabilenler, bu kayıt ve sorumluluklardan kurtulmuş olurlar Bunlara göre namazın manası imama dua etmek; zekâtın manası kabiliyetli olanları ilme teşvik etmek; orucun manası, zâhir ehlinden ilmi saklamak; haccın manası, ilmi talep etmek guslûn manası ahdi yenilemektir
Tohumu İbn Sebe tarafından atılmış olup Abbasîler'den Mu'tasım zamanında yaşayan Ahvazlı Meymun tarafından filizlendirilen Bâtıniyye mezhebine ilk defa Muhammed Ali Berkâî, H 255 yılında takiyyeyi terk ederek alenen davet etti:
Bâtınîliğe, hakikatlerin sadece masum imamın öğretmesi ve telkiniyle öğrenileceğine inandıkları için, "Ta'lîmiyye"; haram olan şeylerden kaçınmadıkları ve farzları yerine getirmedikleri için "İbâhiyye"; içlerinde Allah ve Peygamberi inkâr edenlere "Melâhide"; Cafer-i Sadık'ın oğlu İsmail'i babasından sonra imam tanıdıkları için "İsmâiliyye"; kurucularından Hamdan Karâmıt'a uydukları için
"Karâmita"* uyuşturucu olarak haşhaş kullandıkları için "Haşşâşûn" da denilmiştir Bâtınîliğin isimlerinden biri de "Seb'iyye"dir Seb'iyye, yedi sistemini benimseyenler demektir Onlara göre, Adem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa, Muhammed ve Muhammed Mehdi yedi natık (konuşan) dır Bunların ikisi arasında yedi imam bulunur Bunlar ilk peygamberlerin şeriatını tamamlarlar Madde alemini yedi gezegen idare eder
Davet usûlleri: Bâtınîler'in gayesi islâm dinini yıkmaktır Ama inançtarını rastgele herkese açıklamazlar Gizli bir örgüt gibi çalışırlar Faaliyetlerini imamları ve dâî* (misyoner)leri vasıtasıyle yaparlar Onlar arasında yedi derece vardır:
1- İmam: Bilgileri doğrudan doğruya Allah'tan alır
2- Huccet: İmamın ilmini yüklenmiş olan kimsedir
3- Zû Masse: Çocuğun anasının sütünü emdiği gibi, ilmini Hüccet'ten emen kimsedir
4- Ebvâb: Bunlar daî (misyoner) lerdir Bu rütbeye ulaşanlara Dâî-i Ekber de denir
5- Dâî-i Me'zun: Zâhir ehlinden bu mezhebe girmek isteyenleri kabul eder, bu hususta gereken şeyleri yapar
6- Mükelleb: Av köpeğinin çalılıklar arasında avını araştırması gibi, zâhir ehli arasına sokulup daveti kabul etmeye müsait olanları bir takım sözlerle kandırıp Dâî-i Me'zun'a götüren kimsedir
7- Mü'min: Bâtınîliğe inanan kimsedir
Bâtınîliğin hileleri: Bâtınîliğe mensup olan dâîler insanları kendi mezheplerine davet ederken, onları kandırmak için dokuz basamaklı bir taktik uygularlar Bunlara Bâtınîliğin hileleri denir Kısaca şöyledir:
1-Dâî, mezhebine davet edeceği kimseleri çok iyi teşhis etmeli, bu işe müsait olmayanlarla uğraşmamalıdır Bunun için insanları tanıma kabiliyeti olmalıdır
2- Dâî kendisini, mezhebine davet ettiği kimselere sevdirmeli, onların dostluk ve itimatlarını kazanmalıdır Onları dindarlığına inandırmalıdır
3- Dâî, telkinde bulunduğu kimselere, kendilerini şüpheye düşürmek için cevap veremeyecekleri bazı sorular sorar Meselâ, kadınlar adet günlerindeki namazlarını kaza ederler de oruçları niçin kaza etmezler? İnsandan meni gelince yıkanılır da idrar gelince niçin yıkanılmaz? Sabah namazı iki rekat olduğu halde akşam namazı niçin üç rekattır? vb
4- Dâî, yukarıdakine benzer sorularla telkinde bulunduğu kimsede şüphe ve merak uyandırdıktan sonra, onun sorularına hemen cevap vermez İstek ve merakının derecesini ölçmek için onu bir müddet oyalar Durumunu uygun görürse, sırları kimseye açıklamayacağına dair söz alır, bu işin yeminsiz olmayacağını söyler
5- Kendisine söylenecek sırları zâhir ehlinden hiç kimseye söylemeyeceğine dair çok ağır yemin alır
6- Yeminden sonra bile sırları birden söylemez Gerçeklerin çok ince ve gizli olduğunu bildirir Bunların akıl ile değil Ehl-i Beyti* seven gerçek ilim adamlarından öğrenileceğini bildirir
7- Dâî, muhatabına ilk bakışta yadırgamayacağı bazı fikirler telkin eder "Zâhir kabuk, bâtın özdür"
"Zâhir sembol, bâtın maksut olan manadır" gibi
8- Dini mükellefiyetleri kaldırma Dini hükümlerden maksat onların bâtınî manalarını anlamaktır Bâtını öğrendikten sonra dinin hiç bir kıymeti yoktur, gibi sözlerle bazı dini mükellefiyetler kaldırılır
9-İtikattan sıyrılma Yukarıdaki dereceleri atlayan kişi bütün dini yükümlülüklerden kurtulmuş olur Artık kendisine bütün haramlar helâl kılınmış olur
Bâtınîlik fikirleri eski Yunan, İran ve Hind düşüncesinden kaynaklanmış, en azından bunların tesirinde kalmıştır
İslâm'a bağlı oldukları iddiasında bulunmakla beraber müslümanlar arasında imansızlığı ve her türlü kötülüğü yayan bu bâtıl mezhep bağlılarının gayesi insanları saptırmaktır
Allahü Teâlâ'yı, İslâmî hükümleri inkâr edip Allah'a iman edenleri, Şerîata ve İslâm'a bağlı olanları ataya ve hafife almak onların prensiplerindendir Gayeleri halkı İslâm kisvesi altında Mecûsiliğe davet etmektir (İzmirli İsmail Hakkı, Yeni Îlm-i Kelâm, Evkaf-ı İslâmiyye Matbaası 1339-1341, 161)


BEDDUA

Bir sebepten dolayı herhangi bir kimse hakkında kötümser istek ve temennîde bulunmak, hayır duanın zıddı
Farsça fena, çirkin, kötü, yaramaz anlamına olan "bed" kelimesiyle, Arapça "duâ" kelimelerinden meydana gelmiş bir terkiptir İnsanın, kendisi veya başkaları aleyhinde "Allah kahretsin, Allah belâsını versin" gibi ifadelerle yaptığı dualara denir
İslâm, müslümanların kendileri ve diğer müslümanlar aleyhinde beddua etmelerini yasaklamıştır Peygamber Efendimiz (sas): "Kendi aleyhinize, evlâtlarınızın ve mallarınızın aleyhine sakın beddua etmeyiniz ki; duaların kabul olacağı bir saate rastlarsınız da bedduanız kabul olmuş olur" (Riyazü's-Sâlihin Tercümesi, III, 82) buyurmuştur Peygamber Efendimiz (sas) beddua etmekten kaçınırdı Kendisinin lânet eden değil, aksine rahmet peygamberi olduğunu söylerdi Mekke döneminde İslâmî tebliğ etmek üzere Tâif'e gittiğinde, orada kötü bir davranışla karşı karşıya kalmış; dönüşte taş yağmuruna tutulmuş, mübarek ayakları kanlar içerisinde kalmıştı O sırada Allah tarafından kendisine "onlar aleyhinde yapacağı bedduanın kabul edileceği, dilerse onları helâk edeceği" bildirilmiş, fakat Peygamber Efendimiz "Hayır, belki bunların sulbünden sana ibadet edecek çocuklar doğar, yâ Rabb " demişti Uhud'da dişini kıran, yüzünü yaralayan düşmanları için: "Allah'ım! Kavmimi hidayete erdir, çünkü onlar yaptıklarını bilmiyorlar" (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, IV, 314) diye dua etmiştir Bütün çalışmalara rağmen İslâmiyeti kabul etmeyen Devs kabilesine beddua etmesi istenince: "Yâ Rabbi! Devs kabilesine hidayet eyle de onları bizim saflarımıza kat" diye dua etmişti (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VIII, 344)
Bununla beraber, Peygamber Efendimiz (sas)'in zaman zaman Allah düşmanlarına beddua ettiği de olmuştur Bi'r-i Mâûne'*de yetmiş İslâm davetçisini şehît eden Kilab kabîlesine Resulullah (sas) bir ay süre ile beddua ve lânet etmişti Kâbe'de namaz kılarken kendisiyle alay eden müşriklere de beddua etmiş, Bedir muharebesinde yere serildiklerini gözleriyle görmüştü (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, X; 43-45) Hendek muharebesinde Medine önlerinde toplanan düşmanın perişan olup dağılmaları için dua etmiş, bunun üzerine geceleyin ansızın doğudan kopan fırtına düşmanın altını üstüne çevirmişti (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VIII, 342-343)
Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki müslüman, günahkâr da olsalar, müslümanlara beddua etmekten sakınmalı, fakat gerektiğinde açıkça din düşmanlığı yapanlara beddua ve lânet etmeyi dini bir görev bilmelidir


BEDEL HAC

Kendisine hac farz olmuş ancak edâ etmesine vücut sağlığı elverişli olmayan bir kimsenin, yerine başkasını göndermekle edâ edilen hac Nafile hac için hiç bir şarta bağlı olmaksızın; farz olan hac için ise, sağlığının elverişli olmaması şartıyla, bir kimse kendi yerine bir başkasını gönderir ve haccın sevabını alır Çünkü böyle bir durumda insan malını Allah yolunda hac için harcamış demektir Böyle bir harcamayı kendisi yapabileceği gibi, başkasına da kendi adına yaptırabilir
İslâmî kaynaklarda hac için bedel (nâib) tutmaya "ihcac", bedel tutan kimseye "âmir", menûb veya "mahcûcun anh" denir: Ayrıca bedel gönderilen kimseye "me'mûr", yol masrafı olarak verilen mal veya paraya "nafaka" ve haccı ifsad etmesi halinde nafakayı geri ödemesine "tazmin" adı verilmektedir
İslâm'da ibadet; mal, beden ve hem beden hem de malın birleştirilmesiyle yapılan ibadet olmak üzere üçe ayrılır Bunlardan mal ile yapılan zekât, kurban, sadaka, keffaret vb ibadetlerde vekâlet kayıtsız şartsız caizdir Abdest, namaz, oruç gibi beden ile yapılan ibadetlerde ise hiç bir halde mümkün değildir Hem beden hem de mal ile yapılan hac veya umre gibi ibadetlerde ise acizlik (sağlığın yeterli olmaması) halinde caiz, yapmaya kadir olması halinde ise farz olan hac için caiz değil, nafile hac için caizdir Burada söz konusu edilen acizlik, ölüm veya ölüme kadar süren daimî bir acizliktir
Aslında bir kimse bütün ibadetlerinde, işlediği amelin sevabını başkasına bağışlayabilir İbadeti yaparken, görünüşte kendisi için niyet etmiş olsa bile sevabını başkasına hibe edebilir Allah'u Teâlâ'nın "İnsan için ancak kendi emeğiyle kazandığı vardır" (en-Necm, 53/39) buyurduğu ayet, "ancak sevabını kendine bağışladığı ameli vardır" diye tefsir edilmektedir (İbn Âbidîn, Haşiyetü Reddi'l-Muhtar, Mısır 1966, II, 596, 597)
Dolayısıyla müslümanların birbirlerinin yerine sadaka vermeleri Allah için kurban kesmeleri hacca gitmeleri veya bedel göndermeleri ve sevabını bağışlamaları caizdir Mükâfatı görülür ve onların hayırla anılmalarına vesîle olur
Bedel haccın sahîh olması bazı şartlara bağlıdır Bu şartlar şöyle sıralanabilir:
1- Hac, âmir üzerine farz olmuş bulunmalıdır Farz olmadan haccettirecek olursa nafile olarak kabul olur Daha sonra farz olursa tekrar edâ etmesi gerekir
2- Âmir, haccını edâdan önce sağlık açısından aciz olmalıdır Sağlam bir kimse, önce hacca bedel gönderip sonradan âciz duruma düşse haccı makbul sayılmaz
3- Âmir, bedel gönderdiği adamı, isteyerek ve bunu ona bildirerek göndermelidir İzinsiz ve gıyabında yapılan bedel hac caiz olmaz
4- Bedel giden me'mûr müslüman, akıllı ve hac menasikini gereğince yapabilecek temyiz kudretine sahip olmalıdır Daha önce hacca gitmemiş kişiyi veya kadını hac için bedel göndermek caiz ise de, daha önce haccetmiş hür bir erkeği göndermek daha iyidir
5- Âmir normal olarak yol masrafını (nafaka) vermelidir Yetmemesi halinde, bedel kendi parasından harcar ve dönüşünde âmirden isteyebilir, artmışsa iade eder
6- Âmir ile me'mûr arasında nafakadan başka bir ücret belirlenemez Çünkü ibadete -bedel olarak da olsa sadece ibadet maksadıyla gidilecektir
7- Âmir, hac türlerinden (ifrad,* temettu'* ve kıran*) hangisini emrederse, me'mûr onu edâ eder Âmirin emrettiği hac veya umreyi edâ ettikten sonra, kendi namına da hac veya umreden birini yapsa caiz olur
8- Âmirin verdiği nafaka hangi bineğe (vasıtaya) uygunsa me'mûr onunla gider Binek için nafaka alır da, ucuz olur diye yaya veya daha ucuz vasıta ile giderse caiz olmaz
9- Âmirin verdiği nafaka yeterli ise kendi ikamet ettiği yerden; değilse yeterli görülen bir yerden yola çıkılır
10- Bedel hac için niyet edilirken,
"vekâleten haccedileceğine" niyet edilmesi şarttır Âmirin adını unutursa, kalbî niyet yeterli olur Fakat kendi adına da veya iki kişinin birden bedel haccına niyet ederse hiçbiri kabul edilmez
11- Âmir "Benim yerime filân kimse haccetsin, başkası değil" derse belirttiği kimseden başkası bedel gidemez; "başkası değil" kaydını koymazsa üçüncü bir kimsenin bedel gitmesi caiz olur
12- Temettu ve kıran hac türlerinden gereken kurban, vekile vacip olur Cinayet kurbanı da vekîle vacip olur Hac veya umre erkânından, bir hatasından dolayı vekil "muhsar: manen engellenmiş" olursa ve âmir sağ ise kurban âmire aittir İmam Ebû Yusuf'a göre bunu da vekil üstlenir
13- Müteveffa bir âmirin vasiyyeti üzere gönderilen bedel yolda ölürse, ikinci bir vekîl tayin edildiğinde, İmam-ı Âzam'a göre, ölü olan âmirin malının üçte birinden geri kalan ile ve âmirin ikamet ettiği yerden başlayarak hacceder İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise önceki vekilin öldüğü yerden haccı tamamlar
14- Me'mur eğer, Arafat'ta vakfeden önce cinsî yakınlıkta bulunursa haccı fâsit olur, üzerine kurban gerekir ve nafakayı âmire veya mirasçılarına geri öder
I5- Bedel hac, âmirin belirlediği senede yapılmalıdır Hastalık vb elde olmayan bir sebeple vekil tarafından tehir edilirse nafakayı iade etmez, imkân bulduğu bir senede edâ edebilir

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla