Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #297
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




BEY'ATU'R-RIDVÂN

Ashabın Allah'ın razı olacağı şekilde, Kur'an'ın hükümlerine uyacaklarına ve Resulullah'ı koruyup onun yanında düşmanlarına karşı sonuna kadar savaşacaklarına dair Hz Peygamber (sas) ile âhidleşmeleri olayı
Resul-u Ekrem Hz Muhammed (sas) Kâbe'yi ziyaret ve Umre yapmak gayesiyle Hicret'in altıncı yılı Zülkade ayında ashâbıyla Medîne-i Münevvere'den çıkıp Mekke'ye doğru yola koyuldu (İbn Hîşam, Sîre, III, 321) Hudeybiye'ye indiğinde Hudâalılardan Hıraş b Umeyye'yi elçi olarak müşriklere gönderdi O, müşriklere, savaşmak niyetinde olmayıp yalnızca Kâbe'yi ziyaret için geldiklerini ve Umre yapıp döneceklerini bildiriyordu Elçi İbn Umeyye, Mekke'ye varıp bunu söyleyince müşrikler devesine vurup onu yere düşürerek öldürmek istediler Mekkeli olmayan çoğu Habeşli bazı kimseler araya girip bu elçiyi kurtardılar, geri dönerek durumu Resulullah (sas)'e anlattı Bunun üzerine Resul-u Ekrem Hz Ömer (ra)'i göndermek için yanına çağırdı Hz Ömer (ra): "Ya Resulullah, onlar benim kendilerine olan kin ve düşmanlığımı bilirler Ben onlara güvenemem, şayet onlar tarafından bir işkenceye uğrarsam Mekke'de bana yardımcı olacak akrabalarnn Adiyyoğulları'ndan kimse yoktur Binaenaleyh, Osman b Affân'ı gönderirseniz, orada onun akraba ve yakınları çoktur Hem onu severler İrade ve arzunuzu daha rahat tebliğ edebilir" dedi
Bunun üzerine Resulullah (sas) Hz Osman b Affân (ra'ı çağırıp, onu Kureyş'e gönderdi Osman b Affân (ra) Mekke-i Mükerreme'ye varınca önce Resulullah'ın emrini tebliğ etti ve: "Biz Hudeybiye'ye muharebeye gelmedik Yalnız ziyaret ve Umre yapmak için geldik" dedi Bu arada Osman b Affân (ra) Mekke' de iman edip İslâm'a girmiş olanlara fethi müjdelemek istiyordu Bu da Hz Osman'ın görevleri arasındaydı Bu arada Kureyş Hz Osman'a, "İstersen sen Beytullah'ı tavaf et; ancak hepinizin, üzerimize gelip tavaf etmenize izin veremeyiz" dediler Hz Osman b Affân'ın verdiği cevap bir elçiye yakışır nitelikte ve gayet vakurdu: "Allah'a yemin ederim ki Resulullah ve ashabı tavaf etmedikçe ben de Beytullah'ı tavaf edemem" (Vakidî, Kitâbu'l-Meğâzî, II, 602)
Hz Osman b Affân'ın bu cevabı üzerine müşrikler onu göz hapsinde tutup Mekke'de alıkoydular Diğer taraftan Hudeybiye'ye "Osman öldürüldü" diye yanlış bir haber ulaştı (İbn Hişam, Sîre, III, 329) Bu haber, müminleri ziyadesiyle üzdü ve Resulullah (sas): "O kavim ile çarpışmadan gidemeyiz" dedi (Taberi, Tarih, III, 77; İbnü'l-Esir, el-Kâmil, II, 203)
Bir çağırıcıyı görevlendiren Resulullah (sas), ashaba şunu ilân ettirdi:
"Haberiniz olsun ki Resulullah'a Ruhu'l-Kudüs indi Ona bey'atı emretti" Ashabı Resulullah'a Bey'at'a davet etti Bütün ashab Allah adına ona bey'at ettiler Bey'atleşme, semûre ağacı altında olmuştu Resulullah, ağacın altında oturmuş, ashabından bey'at alıyordu Ashab, Hz Peygamber'e, "Ölmek pahasına da olsa savaştan kaçmamak ve asla çekinmemek üzere söz verdiler" Resulullah onlara şöyle dedi: "Siz bugün yeryüzündekilerin en hayırlısısınız "
Ashabından herbirini bir söz, bir ahd ve bir birlik üzere olmaya bey'at'e çağıran Hz Muhammed (sas) en sonunda sağ elini öbür eli üzerine koyup, "Bu da Osman'ın bey'atı" demesi Hudeybiye'deki müminleri çok heyecanlandırdı (Ahmed İbn Hanbel, Müsned, II, 120) Onun bu ifadelerini işiten Mekkeli müşrikler, Osman b Affân (ra) ve bir kısım Mekke'deki müslümanları serbest bıraktılar Arkasından, Suheyl b Amr'ın başkanlığında bir heyeti anlaşma yapmak üzere Resulullah'a gönderdiler Burada İslâm tarihinde meşhur olan Hudeybiye Andlaşması* yapıldı
Resulullah (sas), Hudeybiye'de yapılan ve adına Bey'atu'r-Rıdvân denen bu olay ve bey'atleşme için şöyle buyurmuşlardır: "Bey'atu'r-Rıdvân'da bulunan kimse ateşe girmez" (Buhârî, Meğâzî, 19, 35; Fadâilü's-Sahabe, 7; Müslim, Cihâd 52; Tirmizî, Menâkıb, 18; Nesâî, İhbas, 4; İbn Hanbel, I, 59, V, 423)
Bey'atu'r-Rıdvân, müslümanların, devlet şuurunda oldukları ve İslâm'ı sonuna kadar savunup koruyacaklarını gösteren bir olaydır Burada yalnız Selemoğulları'ndan Cedd b Kays adındaki münafık devesinin karnı altına saklanarak (İbn Hişam, Sîre, III, 330) devlet başkanı Resulullah (sas)'e bey'at etmemiştir Osman b Affân (ra) ise tek başına Kabe-i Muazzama'yı tavaf etmemişti Çünkü kâfirler müslümanlara ve onların devlet başkanına tavafı yasaklamışlardı Böyle olunca, müslümanın tek başına, kâfirler ve tağutî güçlerin müsaadesi ile ve onlar istediği için Kâbe'yi ziyareti söz konusu olamazdı


BEY' Bİ'L-İSTİĞLÂL

Bey', satmak ve satın almak; istiğlâl ise, gelirini istemek, kâr ve gelirini almak, sömürmek gibi anlamlara gelir İstiğlâl yoluyle satış, bey bi'lvefâ*, yani vefâ yoluyle satış sonunda ortaya çıkabilir Bu iki çeşit satış şekli de ödünç para bulabilmek için başvurulan yollardandır Şöyle ki;
Paraya ihtiyacı olan bir kimse sermaye sahibine gidip "Bana yüz altın ver, buna karşılık sana falan dükkânımı borcumu ödeyinceye kadar geçici olarak satayım Borcumu ödeyince dükkânı geri alırım Bu arada dükkânın kira gelirinden yararlanabilirsin" der Sermaye sahibi bu teklifi kabul edip parayı verince "bey' bi'l-vefa" akdi yapılmış olur Burada dükkânı teslim alan sermayedar, onu bizzat kullanabilir, ya da kiraya verebilir Çünkü bu, temelde rehin (ipotekli mal) niteliğindedir (Ali Haydar, Dürerü'l-Hukkâm Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, İstanbul 1912, I, 664-666; Mecelle; madde 397) Hanefilere göre rehin alan kimse, mal sahibinin izni olunca ondan yararlanabilir İşte alacaklı böyle bir dükkânı mal sahibine kiraya verirse, bu muameleye "bey'bi'l-istiğlâl" adı verilir (Mecelle, madde, 119)
Osmanlılar devrinde faize düşmeden bu şekilde satım, hibe veya kira akdi gibi muamelelere borçlunun fazla bir meblağ ödemesi işlemlerine "muâmele-i şer'iyye"; fazla olarak alınan meblağa "ribh-i şer'î" denilmiştir Bu muameleleri sermaye sahipleri yanında para vakıfları da uygulamıştır Çünkü hanefilerden İmam Züfer, para, yiyecek, ölçü veya tartı ile alınıp satılan menkûl malların da vakfedilmesini caiz görmüştür Hanefi ve Şâfiî mezhepleri genel olarak muamele-i şer'iyye'ye cevaz verirken, Mâlikî ve Hanbelîler bunu temelde reddederler (İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, Mısır (ty) II, 123, 124; Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, İstanbul 1969, 5, 47, 48) Bey'bi'l-İstiğlâl da Malikî ve Hanbeliler'in reddettiği satışlardan biridir
İstiğlâl yoluyle satışta, mal sahibinin ipotekli mülkünü müşterinin bu yeri kabzetmesinden sonra kiralaması gerekir Böylece, başlangıçta kiralama şartıyle satış ihtimali kalkmış olur Bu durumda mal sahibinin kiracı sıfatiyle, kira süresince kira bedelini, süre bittikten sonra ise ecr-i misili* ödemesi gerekir (İbn Âbidîn, Reddü'l- Muhtar, Beyrut (ty) 4, 248)
İslâm hukukuna göre, mislî malların ödünç verilmesi âriyat* akdi kabul edilmiştir Karzda verilenden fazlasını almanın faiz sayılması ödünç para temininde güçlükler meydana getirince, bu mûâmeleler uygulamaya girmiştir Çünkü ödünç sırasında kararlaştırılan veya örfleşmiş bulunan menfaat faiz olur (es-Serahsî, el-Mebsut, 14, 31, 35; İbn Âbidin, age, 4,179,182,195) Kimi zaman da borçlunun borcunu vadesinde ödememesi veya geciktirmesi mağduriyete sebep olur Bu durumlar karz-ı hasenin işleyişi önündeki engellerdir
İşte, sermaye sahibi verdiği ödünç parayı zamanında alabilmek için borçludan teminat isteme hakkına sahibtir Rehin borç ödenmediği takdirde satılmış sayılması onun teminat yönünü güçlendirir İpotekli malı kiracı sıfatıyla da olsa borçlunun kullanması, ona ödeme gücü kazandırır Malı istiğlâl yoluyla elinde tutan mâlik kiracı, onu alacaklının izni olmadan başkasına satamaz Borçlunun durumu da böyledir Bu hak, tarafların mirasçılarına intikal eder (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', 6, 135, 138; el-Cassâs, Ahkâmü'l-Kur'an, 2, 20) Borçlu, alacaklı ile kira sözleşmesi yapmakla, bu maldan onun yararlanmasına izin vermiş sayılır
Sonuç olarak; başkasına borç para veren kimse menkûl veya gayri menkûl bir malı teminat olarak isteyebilir Ayrıca, bu malı vefâ yoluyle satın alarak borç ödeninceye kadar mâlikine kiraya verebilir Bu mal temelde rehin niteliğinde olduğu için, mal sahibinin izniyle alacaklarının bundan yararlanması mümkündür Kira gelirini almak da yararlanma kapsamına girer (Ali Efendi, Fetâvâ, İstanbul, 1311, I, 300-302)

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla