Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #281
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




CEMEL VAK'ASI

36/656 tarihinde dördüncü halife emirü'l-Müminin Hz Ali ile Hz Âişe taraftarları arasında Basra dolaylarında meydana gelen çatışma
Üçüncü Raşid halife Hz Osman (ra)'ın şehit edilmesinden sonra üç-beş gün anarşi hüküm sürdü Hz Osman'ı şehit eden âsiler ortama hâkimdiler Bunlar bir an önce, Hz Osman'ın yerine birini hilâfete getirmek istiyorlardı Fakat kime müracaat ettilerse hep red cevabı aldılar Hz Ali de, kendisine geldikleri zaman onları huzurundan uzaklaştırmıştı: Âsiler hayrete düşmüşler, ne yapacaklarını şaşırmışlardı Devlet başkanı tayin olunmadan dönecek olurlarsa ihtilafın çok daha fazla alevleneceğini biliyorlardı Bunun üzerine Medine ahalisini toplayarak, onlara bir halife seçmelerini, aksi takdirde Hz Ali, Talha, Zübeyr ve daha başka kimseleri de öldüreceklerini söyleyerek, onlara bir gün mühlet verdiler Bunun üzerine Medine halkı Hz Ali'ye müracaat edip, ona bey'at etmek istediklerini bildirdiler Hz Ali, Muhâcirler'le Ensâr'ın bu teklifini reddetmek istediyse de devamlı ısrarlar karşısında bunu kabul etmek zorunda kaldı Neticede Hz Ali'ye bey'at edildi ve âsiler Hz Talha ile Hz Zübeyr'i de getirterek onların da Hz Ali'ye bey'at etmelerini sağladılar Bu sûretle, hicretin otuzbeşinci yılı yirmibir Zilhicce Pazartesi günü Hz Ali'ye bey'at edildi
Hz Ali'ye bey'at edildikten sonra yapılacak ilk iş; Hz Osman'ın katillerini bulmak ve bunların cezalarını vermekti Bu hususta tahkikata başlanmıştı Fakat katiller kesin olarak belirlenemediği için, Şer'an cürüm sabit olamamıştı Bu durum karşısında bir şey yapılamazdı Hz Talha ile Hz Zübeyr, Hz Ali'yi ziyaret ederek ondan katillerin yakalanmasını istemişlerdi Hz Ali, onlara durumu izah etmiş, fakat ikisi de ikna olmamışlardı Ortam son derece karışıktı Bu arada Numan b Beşir, Hz Osman'ın şehadeti esnasında giydiği gömlek ile o sırada zevcesi Nâile'nin doğranan parmaklarını alıp Şam'a götürdü Muaviye, bu kanlı gömleği ve kesik parmakları teşhir ederek, herkesin galeyanını kat kat artırmak maksadıyla mescide astı Diğer taraftan Hz Osman'ın katline sebep olanlar hâlâ Medine'de bulunuyorlardı Bunların bir an evvel oradan uzaklaştırılması gerekiyordu
Hz Ali'nin karşı karşıya kaldığı zorluklar gerçekten çok büyüktü Diğer taraftan Medine'de toplanan âsilerin mühim bir kısmı "Sebeiyye" fırkasına mensuptu Bu İslâm düşmanı grubun reisi olan Abdullah b Sebe, İslâm'ı içinden yıkmayı hedef alan bir Yahudi dönmesi idi Bunun maksadı; İslâmiyet'in saf, berrak, akıl ve kalbi tatmin eden akidelerini ifsat edip müslümanlığı çığırından çıkarmak müslümanları türlü türlü gruplara ayırarak birbirleriyle didişmeye ve boğuşmaya sevketmekti Hz Osman (ra) devrindeki karışıklık, bu müfsidin ifsatları için uygun bir zemin teşkil etmişti Hz Ali'nin âsileri dağıtmak istemesi İbn Sebe taraftarlarının hoşuna gitmediği için bunlar Hz Ali'nin emrine muhalefet etmişler; diğer Araplar da onlara uymuşlardı
Bu karışık durum karşısında problemleri artıran ve buhranın vehâmetini doruğuna vardıran bir hareket daha başladı Hz Âişe, hac farizasını ifâ etmek üzere Medine'den Mekke'ye gitmiş, hac ibadetini ifâ ederek Medine'ye dönerken, Hz Osman'ın şehit edildiği haberini almıştı Bunun üzerine Medine'ye gideceği yerde Mekke'ye geri döndü Çünkü Medine'de facianın doğurduğu karışıklıklar, bocalamalar devam ediyordu Mekkeliler, Hz Âişe'ye durumu sordukları zaman, Hz Âişe, Hz Osman'ın mazlum olarak öldürüldüğünü, Medine'de fesat ocağının bütün ufku karartacak şekilde tüttüğünü, mazlum ve şehit Osman'ın kanının heder olmaması gerektiğini, katillerin mutlaka cezaya çarptırılmaları ve şer'i hüküm ve kısas emirlerinin uygulanmasının icap ettiğini söylemişti
Hz Talha ile Hz Zübeyr de Mekke'ye gelmişler, Medine'deki durumu Hz Âişe'ye anlatmışlardı Bu olaylar Hz Âişe'nin fikir ve kanaatini kuvvetlendirmiş, o da mazlum ve şehid Hz Osman'ın intikamını almak için herkesi toplanmaya ve bir araya gelmeye çağırmıştı
Hz Ali, muhaliflerinin Mekke'deki hazırlıklarından haberdar olunca, onlardan evvel Irak'a varmak, Irak'a hâkim olmak, Beytû'l-Mal'in muhalifler eline düşmesini engellemek istedi Ensâr, Hz Ali'nin Medine'den ayrılmasını uygun görmüyordu Hz Ali, muhâlifler kendisinden önce Irak'a girecek olurlarsa yeni yeni problemlerin ortaya çıkmasından endişe ettiğini, Irak'ın nüfuzca kesif ve beytü'l-mâl'inin zengin olmasından ötürü bir müddet orada bulunmanın daha iyi olacağını söylemişti
Bundan sonra Hz Ali yola çıkmış, Zukar mevkiine geldiği zaman, Hz Talha ile Hz Zübeyr'in Basra'ya yaklaştıklarını, Benu Saad kabilesi ile hemen hemen bütün Basra'nın onlara iltihak ettiğini haber almıştı Hz Ali, Zukar'da kalarak oğlu Hasan'ı Ammâr b Yâsir ile birlikte Kûfe'ye gönderdi Hz Hasan, Kûfe'ye varınca, vali Ebû Musa el-Eş'arî onu iyi karşıladı Hz Hasan, mescidde minbere çıkarak Hz Ali'nin dâvâsını müdafaa etti ve Talha ile Zübeyr'in ona bey'at ettiklerini söyledi Bu konuşmasının sonunda kendisinin Basra'dan gideceğini, katılmak isteyenlerin onunla birlikte gelebileceğini ilân etti Hz Hasan, kendisine iltihak eden dokuz bin kişilik bir kuvvetle geri döndü Bu dönüş ve hareket esnasında karşılıklı mücadeleler, şiddetli tartışmalar meydana gelmişti
Hz Ali, ordusunu bu şekilde takviye ettikten sonra Zukar mevkiinden Basra'ya doğru hareket etti Hz Ali, maiyetinde olan el-Ka'ka' b Amr'ı çağırarak Basra'ya gönderdi Ona iki taraf arasında mücadele ve çatışmanın meydana gelmesine engel olacak çareyi bulmasını tavsiye etti el-Ka'ka' b Amr, Hz Âişe, Talha ve Zübeyr ile görüşmüş, onları ümmetin birliğini bozmama konusunda ikna etmişti Hz Âişe ile Hz Talha ve Hz Zübeyr, el-Ka'ka'ın önerilerini kabul ettiler Hz Ali de bu fikirdeyse, bu işin barış ile neticeleneceğini söylediler Hz Ali, el-Ka'ka'ın bu başarılarından son derece memnun oldu Diğer taraftan bu sırada Basralılar Kûfelilerle temas etmiş, iki tarafta da barış ve fitneyi yok etme düşüncesi hakim olmuştu
Ertesi gün, Hz Ali hareket ederek Abdülkaysoğulları kabilesine uğradı Bu kabile de ona ittihak etti Oradan Zaviye'ye vardı Zaviye'den de Basra'ya hareket etti Esasen herkes barışı gayet tabii bir durum olarak görüyordu Onun için Hz Ali'nin Basra'ya gelişi, barışın tahakkukuna yönelik bir hareket olarak telakki olunmuş, herkes son derece huzurlu bir şekilde uyumuştu İbn Sebe ile yandaşları, herkes uyuduktan sonra Hz Âişe'nin tarafına hücum etti İki taraf ta kendilerini karşı hücumuna uğramış gibi görmüşlerdi Hz Ali, her tarafa memurlar gönderdi Ne olduğunu anlamak istiyordu Diğer taraftan Kâab b Sûr Hz Âişe'yi uyandırmış, Hz Âişe, devesine binerek çarpışmaların başladığı yere gelmişti Hz Ali kendi tarafını savaşmaktan alıkoyuyor, Hz Âişe kendi tarafını teskin etmeye çalışıyordu Fakat bir kere ok yaydan fırlamış bulunuyordu Vuruşmanın en hararetli anında Hz Ali atını sürerek savaş meydanının ortasına geldi Hz Zübeyr'i çağırıp, ona Rasûl-i Ekrem (sas)'in: Bir gün Ali ile Zübeyr arasında bir ihtilafın meydana geleceğini ve bu ihtilafta Zübeyr'in haksız olacağını" söylediğini hatırlatmıştı Bunun üzerine Hz Zübeyr geri çekildi Hz Talha da Zübeyr'in bu davranışı üzerine çatışma meydanından çekilmek istemişti Onun savaş alanından uzaklaşması üzerine kendisine zehirli bir ok atılmış ve bu ok Hz Talha'nın ölümüne neden olmuştu
Nihayet ortalıkta yalnız Hz Âişe ile etrafında bulunan bir grup kimse kalmıştı Çatışmalar şiddetle devam ediyordu Bütün bu kanların dökülmesine neden olan münafıkların hedefi; bizzat Hz Âişe idi Bunlar Hz Âişe' ye kadar ilerleyerek onu tevkif etmek, ona hakarette bulunmak istiyorlardı Sebeîlerin bu maksadını anlayan Dâbbeoğulları Hz Âişe'yi son derece büyük fedakârlıklarla korumuşlardı Bekr b Vâil, Ezd ve Dâbbeoğulları kabîleleri Hz Âişe ile beraberdiler Bunların onu korumada gösterdikleri cesaret herkesi hayrete düşürmüştü Hz Âişe'nin devesini koruyanlardan biri yere düştükçe bir başkası onun yerini alıyor, o da aynı fedakârlık ve aynı kahramanlık ile dövüşüyordu Hz Âişe'nin önünde şehit düşenlerin sayısı yetmişe varmıştı
Bu çatışmalara bir son vermek için birisi deveye arkasından saldırarak onu yere yıkmış, bu arada da, Hz Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, Hz Ali tarafından koşarak Hz Âişe'nin korunmasına hizmet etmişti Hz Ali de Hz Âişe'nin yanına gelerek hatırını sormuş, birkaç günlük istirahatten sonra onu, kardeşi Muhammed b Ebu Bekir ile birlikte Medine'ye göndermişti Hz Âişe ile beraber Basra'nın ileri gelen ailelerine mensup kırk kadar kadın refakat etmişti Hz Âişe Basra'dan ayrılırken, kendisi ile Hz Ali arasındaki mücadelenin yanlış anlaşılmadan ileri geldiğini söyledi Hz Ali de Rasûl-i Ekrem'in muhterem haremine her türlü tazim ve hürmeti göstermenin bir görev olduğunu belirtti Hz Âişe, hicretin otuzaltıncı yılı Recep ayında Medine'ye doğru hareket etti
Nihayet Hz Ali 4 Aralık 656 tarihinde bu problemi de atlattı Bu olaydan sonra hilâfet merkezini Kûfe'ye taşıyarak, şehadetine kadar orada kaldı (Bu konuda geniş bilgi için bk İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut 1965, III, 205-263)


CEM'İ TAKDÎM VE CEM'İ TE'HÎR

Namazın geciktirilmesi veya öne alınması ile ilgili bir fıkıh terimi
Cem'; sözlükte birleştirmek, toplamak, biraraya getirmek demektir Takdîm; öne almak, öne geçirmek, tehîr ise; geri bırakmak, geciktirmek anlamına gelir Bir fıkıh terimi olarak cem'-i takdîm, hacc yapanların vakfe için Arafat'a çıktıklarında güneşin zevalinden sonra, yani öğle namazının vakti içinde, önce öğle namazını; hemen arkasından da ikindi namazını birleştirerek kılmalarıdır Cem'i tehîr ise, yine hacıların güneş battıktan sonra Arafat'tan Müzdelife'ye geldiklerinde; önce, vakti geciken akşam namazını kılmaları, hemen arkasından da yatsı namazını edâ etmeleridir Burada öğle ile ikindi ve akşamla yatsı namazları, aynı vakitte birleştirilerek kılındıkları için buna "camii's-salâteyn" yani "iki namazı birleştirme" terimi de kullanılmıştır Ebû Hanîfe ile bazı Şâfiîlere göre, bu iki namazı birlikte kılmanın sebebi hacc; Şâfiîlerin çoğunluğuna göre ise yolculuktur (Ahmet Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, VI, 438-439)
Her namazı kendi vaktinde kılmak farzdır Zira vakit, namazın şartlarındandır Ayetlerde şöyle buyurulur:
"Namaz müminlere vakitli olarak farz kılındı" (en-Nisa, 4/103) "Namazlara ve orta namaza (ikindiye) devam ediniz" (el-Bakara, 2/238)
"Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl " (Hûd,11/1 14) Yine, Hz Peygamber'e, güneşin eğilmesinden gecenin karanlığına kadar ve bir de, tan yeri ağarırken namaz kılması emredilir (el-İsrâ,17/78-79) Hz Peygamber (sas) namaz vakitlerini genel olarak bildiren bu ayetlerin uygulamasını ve beş vakit namazın vakitlerini bizzat açıklamış, ümmete göstermiş ve böyle kılmıştır (Müslim, Mesâcid, 31, 174; Ebû Dâvud, Tahare, 60; Nesâî, Ezân, 12; Tirmizî, Mevâkît, 4)
Her namazın kendi vakti içinde kılınması prensibinin istisnası, hacc yapanların Arafat'ta öğle ile ikindi namazını, öğle vaktinde; Müzdelife'de de akşamla yatsı namazını yatsı vaktinde birleştirerek kılmalarıdır Bu konuda fakîhler arasında görüş birliği vardır Çünkü Veda Haccı sırasında Hz Peygamber'in uygulaması ve sözleri, namazın vakitleriyle ilgili ayet ve hadisleri tahsis edecek kuvvettedir Abdullah b Mesud (ra)'den, şöyle dediği nakledilmiştir: "Ben Rasûlullah (sas)'ın bir namazı kendi vaktinden başka bir vakitte kıldığını görmedim Ancak iki namaz müstesna: Arafat'ta öğle ile ikindiyi, Müzdelife'de ise akşamla yatsıyı birlikte kılmıştır" (Buhârî, Hacc, 99; Müslim, Hacc, 288; Tecrid-i Sarîh Tercümesi, II, 487, 488, VIII, 374; A Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercemesi, İstanbul 1977, IV, 136) Yine Abdullah b Mesud, Hz Peygamber'in vefatından sonra yaptığı bir hacc sırasında, Müzdelife'de akşamla yatsı namazlarını birleştirerek kılmış, sabah namazını da erkence kıldırdıktan sonra, Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir: "Akşamla yatsıdan ibaret olan Şu iki namazın, Şu Müzdelife mevkiinde mutat olan vakitleri değiştirilmiştir Sakın insanlar yatsı vakti girmeden Müzdelife ye gelip de bu iki namazı erkenden birleştirmesin " (Buhârî, Hacc, 97; Ahmed b Hanbel, V, 202; Asım Köksal, İslâm Tarihi, İstanbul (ty), XVII, 273, 274)
Hz Peygamber'in Arafat ve Müzdelife dışında bazı yolculuk ve meşakkatli zamanlarda da öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı birleştirerek kıldığı olmuştur Sâlim b Abdillah, babasından şöyle nakletmiştir: "Rasûlullah (sas) sefere acele ettiği zaman akşam namazını geciktirerek, yatsı ile birlikte kılmıştır" (Müslim, Salâtü'l Müsâfirîn, 45) Yine Muaz b Cebel'den rivayete göre,o şöyle demiştir: "Hz Peygamber ile beraber Tebük savaşına çıktık Hz Peygamber, öğle ile ikindiyi birlikte, akşam ile yatsıyı da birlikte kılardı" (Müslim, II, 10; Ebu Davud, I, 285; İbn Mâce, I, 340) Bu ve benzeri hadîsler Hanefî mezhebince, Rasûlullah'ın bunlarda birinci namazı vaktinin sonunda kılmış olduğu, ikinci namazı da vaktinin evveline aldığı; ancak her iki namazı bir vakitte kıldığı şeklinde anlaşılmıştır İbn Abbas'ın naklettiği hadîs de bu manayı destekler: "Rasûlullah (sas) Medine'de korku veya yağmur yokken, öğle ile ikindiyi, akşamla yatsıyı da birlikte kıldı" İbn Abbas'a Rasûlullah'ın bununla ne yapmak istediği sorulmuş, o şu cevabi vermiştir: "Ümmetine meşakkat vermemeyi kastetti" (Sahîh-i Müslim Trc, IV,136,137) İslâm âlimlerinden hiçbirisi, hazarda, iki namazı birleştirmenin caiz olduğunu söylememiştir Bu yüzden yukarıdaki İbn Abbas hadîsi birinci namazın vaktinin sonunda, ikinci namazın da ilk vaktinde kılınması anlamına gelir Buradan anlaşılan şudur: Arafat ve Müzdelife dışında iki namazın birleştirilmesi sadece şeklen olmuştur Aslında iki namaz ayrı ayrı kendi vakitleri içinde kılınmış; ancak birinci namaz vaktinin sonuna geciktirilmiş, ikinci namaz ise ilk vaktinde edâ edilmiştir Bu konudaki hadisler, Hanefilerce namazın şartlarından olan vakti tahsis edecek güçte kabul edilmemiştir Yolculukta namazın vaktinden önce cem'i takdîm (öne alınarak birleştirme) şeklinde kılınacağına delâlet eden, Hz Muaz'dan naklen Ebû't-Tufeyl'in rivayet ettiği hadisten başka açık hadis yoktur Bu hadîste şöyle denilmektedir: "Hz Peygamber, Tebük savaşında, güneş battıktan sonra yola çıkarsa, yatsıyı öne alır ve onu akşamla birlikte kılardı" (Ebû Dâvud, II, 18)
Tirmizî bu hadîsin "garîb" olduğunu söylemiş, Hâkim ise, "Bu hadîs uydurmadır" demiştir Ebû Dâvud namazın vaktinden önce kılınacağını bildiren sabit bir hadîs olmadığını belirtir (Şevkânî, Evtâr, III, 262; Sahîhi Müslîm Tercemesi, IV,136 vd; İbn Âbidin, Reddü'l Muhtar, (çev A Davudoğlu) İstanbul 1982, II, 62-63)
İmam Mâlik de, Arafat ve Müzdelife dışında iki namazı birleştirmeyi şekil bakımından mümkün görür O şöyle der: "Yolculuk zorlamadıkça, kişinin seferde iki namazı birleştirerek kılmaması caiz değildir Öğle ile ikindi arasında kişiyi yolculuk zorlarsa, öğleyi vaktin sonuna kadar geciktirerek öyle kılar, sonra ikindiyi vaktin ilk cüzünde kılar Akşam namazını da vaktin sonuna şafak batmadan öncesine kadar geciktirerek bu vakitte kılar Sonra yatsıyı ilk vaktinde kılar" (Mâlik, el-Müdevvenetü'l Kübrâ, I, 116-117)
Abdullah b Abbas'tan, Rasûlullah (sas)'in Medine'de öğle ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı yedi ve sekiz rekat olarak bir arada kıldığı rivayet edilmiştir Ebû Eyyûb, "Sanırım bu yağmurlu bir gecede olmuştur" demiş, İbn Abbas da "Olabilir" karşılığını vermiştir Amr da der ki: "Ben, ey Ebu'ş Şa'sa sanırım Hazret-i Peygamber öğleyi ertelemiş ikindiyi vaktin başında kılmış, akşamı ertelemiş yatsıyı vaktin başında kılmıştır dedim O da ben de öyle sanıyorum dedi" Müslim şöyle der: "Rasûlullah, korku ve yolculuk olmaksızın öğle ve ikindi ile akşam ve yatsıyı bir arada kıldı" Müslim'in bir diğer rivayetinde: "Korku ve yağmur olmaksızın" denilmiştir (Buhari, Mevâkît,12; Müslim, Müsâfîrîn, 54; Ebû Dâvud, Sefer, 5; Nesâî, Mevâkit, 47; Malik Muvatta; Sefer, 5)
Sonuç olarak hacc farizası dışında normal yolculuk, hastalık ve benzeri darlık zamanlarında öğle ve akşam namazlarını son vakitlerinde, hemen arkasından da ikindi ve yatsı namazlarını ilk vakitlerinde kılmak mümkündür Böylece iki namaz birlikte fakat kendi vakitlerinde kılınmış olur Bu uygulama, İslâm'ın müslümanlara getirdiği bir kolaylıktır


__________________
Alıntı Yaparak Cevapla