Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #280
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




CELSE

Oturum, oturuş, aralıksız yapılan toplantı; bir konuyu görüşmeye yetkili kişilerin bir araya gelerek yaptıkları müzakere Mahkemelerde, ilgili kimselerin katılmasıyla davaların görüşüldüğü her toplantı
Fıkıh terimi olarak; Cuma günü hatibin iki hutbe arasında kısa bir müddet oturması Namazda, birinci secdeden doğrulduktan sonra ikinci secdeye varıncaya kadar geçen süre içinde bir müddet oturmaktır
Hz Âişe (ra); "Rasûlullah (sas), namaza Tekbirle, kıraata da Fatiha'yı okumakla başlardı Rukû ettiği zaman başını ne yukarı diker, ne aşağıya büker, ikisinin arasında tutardı Başını rukûdan kaldırdığı vakit iyice doğrulmadan secdeye gitmezdi Başını secdeden kaldırdığı zaman da iyice doğrulup oturmadıkça ikinci secdeye gitmezdi" (Müslim, Salat, 240)
Rasûlullah (sas), bir A'rabiye namazın kılınışını tarif ederken:
"Namaza kalktığın zaman tekbir getir Sonra Kur'an'dan sana kolay geleni oku, sonra vucûdun sâkinleşinceye kadar rukûda dur, sonra belin doğrulacak şekilde rukûdan kalkıp ayakta dur, sonra secdeye var, vucüdun sakinleşinceye kadar secdede kal ve sonra başını kaldırıp doğrulacak şekilde dur ve böylece namazın bütün rek'atlarında bunu yap"der (Buhârî, Eyman, 15)
Üç imam (Mâlik, Şafii, Ahmed), bu hadise dayanarak iki secde arasında oturmanın farz olduğuna hükmetmişlerdir Ebu Hanife'ye göre farz değil vaciptir
Berâ b Âzib; "Rasûlullah (sas)in rükû, secdesi ve iki secde arasındaki oturuşu ile rukûdan doğruluşu(ndaki bekleme süresi) yaklaşık müsâvi idi", diye rivayet eder (Buhârî, Ezan,121,126)
Bu duruma göre, iki secde arasını "celse" ile ayırmadan diğer rek'ata kalkılacak olursa vâcibin terkinden dolayı sehiv secdesi gerekir
Geçen hadislerden, Peygamber (sas)'in "celseyi" terketmediğini öğreniyoruz İki secde arasındaki oturuş şeklini, bu oturuş esnasında neler okuduğunu da şu rivâyetlerden öğrenmekteyiz
Ebû Zübeyr, Tâvus'un şöyle dediğini haber veriyor:
"Biz İbn Abbas'a, secdede iki ayak üzerinde oturmayı sorduk O, sünnettir, dedi Biz: "Onu insana cefa olarak görüyoruz," dedik İbn Abbas:
"O senin peygamberinin sünnetidir" dedi" (Ebû Davûd, Salât, 143)
Ka'de ile celse hallerinde, erkeklerin sol ayaklarını döşeyerek üzerine oturmaları ve sağ ayaklarını güçleri nisbetinde kıbleye doğru dikmeleri, kadın(arın da sol ayaklarını sağ taraflarına yatık bulundurarak yere oturmaları sünnettir (el-Merginânî, el-Hidâye, I, 51; es-Seyyid Sâbık, Fıkhü's-Sünne, I, 168)
İki secde arasında (celsede), şu iki duadan birini okumak müstahabdır:
"Rabbim bana mağfiret et!" veya:
"Allah'ım! beni bağışla, bana merhamet et, bana afiyet ver, beni hidâyete erdir" (Ebû Davûd, Salât, 119; es-Seyyid Sabık, age, I, 169)
İki secde arasındaki celseden başka "istirahat celsesi" diye bir celse vardır Birinci rekatın ikinci secdesinden doğrulduktan sonra ikinci rekata kalkmadan ve üçüncü rekatın son secdesinden sonra dördüncü rekata kalkmadan önce kısa bir müddet oturmaktır Şâfiîler, Mâlik b el-Huveyris'in;
"Rasûlullah (sas)'ı namaz kılarken gördüm Namazın tek rekatlarında olduğu zamanlarda bir müddet oturmadıkça yani celse yapmadıkça sonraki rekat için ayağa kalkmazdı" (Buhârî, Ezan, 142) sözüne dayanarak, bunun müstahab olduğu görüşündedirler Hanefilerce müstahab değildir (el-Mergînânî, age, I, 51)



CELVETİYYE

Bayramiyye tarikatının bir şûbesi Ünlü mutasavvıf Azîz Mahmud Hüdai'ye nisbet edilen bir tarikat
Arapça'da yerini, yurdunu, terk etmek mânâsına gelen celvet kelimesi, tasavvuf ıstılahı olarak, kulun, Allah sıfatları ile halvetten çıkışı ve Allah'ın varlığında fanî oluşu anlamını taşır
Celvetiyye, celvete mensup olanlara verilen isimdir Celvet, halvetten çıkmaktır Bu da itibarî olan her şeyi çıkarmak, hakikat libâsını giymek demektir Halvet ile celvet arasında anlam ve imlâ açısından alt ve üstteki noktadan başka bir fark yoktur
Celvet ve halvet kelimeleri, başlangıçta bir makam ve meşreb ifade ederken daha sonraları iki ayrı tarikatın adı olmuştur Celvetiyye tarikatının ilk kurucusu olarak değişik isimler ileri sürülür Bu değişik rivayetleri te'lif eden Bursalı İsmâil Hakkı der ki:
"Celvetiyye tarikatı İbrahim Zâhid Gilânî (ö 700/1300) devrinde hilâl; Üftâde (ö 988/1580) zamanında yarım ay; Hüdai (ö 1038/1628) asrında ise dolunay durumundadır"
Aziz Mahmud Hüdâî, 948/1552-1038/1628 tarihleri arasında yaşamış bir Türk mutasavvıfıdır İyi bir medrese tahsili gördükten sonra sûfiyye mesleğine sülûk ederek Bursalı M Muhyiddin Üftâde'ye mürid olmuş ve kısa zamanda onun yanında hilâfet alarak irşâda mezun olmuştu Şeyhinin vefatından sonra İstanbul'a gelerek irşâda başlayan Hüdâyî, ilmi ve mânevî nüfûzu sayesinde halkın her kesiminden binlerce insanın sempatisini kazanmış, özellikle devlet adamları ve sultanların hürmetine mazhar olmuştu Onun eserleri Celvetiyye tarikatının teşekkülünü ve sistemleşmesini sağlamıştır Hüdâyî'nin "Vakıât", "Tarîkatnâme," "et-Tarîkatü'l-Muhammediyye" ve "Câmiu'l-Fazâil" gibi eserleri, tarikatın temel kaynakları arasında sayılabilir
Aziz Mahmud Hüdâî, "Şakâyık zeyli"ne göre, Seferhisarlı'dır Gülşen Efendi, "Külliyât-ı Hüdâî" de Sivrihisarlı olduğunu kaydediyor Başkaları da onun Konya Koçhisar'ından olduğunu söylemektedirler İstanbul' da okuyan, Edirne'de Sultan Selim medresesinde muitlik, Şam ve Mısır' da nâiplik eden, Mısır'da Kerimü'ddin Halvetî adlı birisine intisap edip Halvetî olan Mahmud Hüdâî, nihâyet Bursa'da Ferhâdiye medresesine müderris ve Cami-i Atik mahkemesine nâip oluyor Bu sırada, bir gece, rüyasında, cennetlik olduklarını zannettiği birçok kimseyi Cehennem'de, Cehennem'lik zannettiklerini Cennet'te görüyor Bunun üzerine ertesi sabah derhal Uftâde'ye gidip teslim oluyor
Mahmud Hüdâî zamanında büyük bir hürmete mazhar olmuştur
"Silsilenâme-i Celvetiyyân", şeyhin bu teveccühe uğrayışına Sultan 1 Ahmed'in bir rüyasını kerâmetle tâbir etmesini, sebep olarak gösteriyor Peçevî, Rumeli Kazaskeri Sunullah'ın tesiri ile vezir Ferhat Paşa tarafından Fatih Camii'ne vaiz tayin edildiğini kaydetmekte ve şöhretinin bu suretle başladığına işaret etmektedir (İbrahim Peçevî, Tarih, II, 36)
Mahmud Hüdaî üç kere hac etmiştir Mihrimah Sultan'ın kızı Ayşe Sultan ile evli olduğu rivayet edilmektedir Şeyhin tatlı dilli ve güzel söz söyleyen, sakallı ve orta boylu olduğu kaydedilir
Mahmud Hüdâî, vahdet-i vücüdu, şerîat hudutlarını taşmamak üzere kabul eden ve her hususta zahitlik yolunu tutan tam sünnî bir şeyhtir Hatta o, tasavvufta taşkınlık gösteren, yahut biraı serbest fikri olan sofilere bile karşıdır Celvetiye'de sülûk, esmâ iledir Esmâ-i seb'a yani Allah'ın yedi adı "usûl-i esma" adını alır Celvetîlikte bunlardan başka beş ad daha kabul edilmiştir ki bunlara da "furû-i esmâ" denilir
Celvetiyye Tarikatı, Bayramiyye'nin; Bayramiyye de Safeviyye ve Halvetiyye'nin bir kolu sayılmaktadır Celvetiyye, Hz Ali kanalıyla gelen bir tarikat olması itibarıyla cehrî zikri esas olan, nefs tezkiyesine önem veren bir tarikattır Harîrîzâde M Kemâleddin, Tibyânu vesâili'l-hakâik adlı eserinde Celvetiyye'nin esaslarının tezkiye, tasfiye ve tecliye olduğunu belirtir
"Tezkiye" dünya sevgisini terkederek nefsi mâsivânın şerrinden korumak; "tasfiye", kalbi her türlü kirden temizleyerek ilâhî iradenin aksedeceği bir hâle getirmektir "Tecliye" ise, zât-ı İlâhî'nin yine kendisi için zuhûru demektir Sâlikin, bu âlemi, Hakk'ın zuhûr mahalli olarak görmesidir
Her çeşit ibadet ve zikirden gaye, insanı gerçek kulluğa erdirmek, kalp tasfiyesi ve nefs tezkiyesiyle kemâle ulaştırmaktır Celvetiyye tarikatının temel esasları, yine Celvetîler'in kabul ettiği usûle göre, "zikir" ile "manevî ve sürî mücâhede" sûretiyle gerçekleşebilir Kısaca "kelime-i tevhîd" zikri denilen tevhid zikri, bu tarikatın farklı bir özelliği olarak kabûl edilebilir
Celvetiyye'de sülûkün dört mertebesi vardır: Tabiat, nefs, rûh ve sırr Tabiat mertebesinde sâlik tabiatın gereği olan yeme, içme ve cinsî münâsebetten mücâhede yoluyla uzaklaşmaya çalışır Zaruret ölçüsünde yer, içer ve belli bir süre evlenmez Nefs mertebesinde nefsten kaynaklanan kötü huy ve sıfatlarını mücâhede yoluyla terketmeye çalışır Nefsin kötü fiilleri iki türlüdür Bir grubu kendi irâdesi ile işlediği günahlar; diğerleri iyice yerleşmiş kötü huy ve alışkanlıklardır Bunların her iki grubun da ancak riyâzat ve mücâhede ile ıslah edilebilir Nefs, belli şekillerde ıslah edilip kontrol altına alınınca rûh ve sırr mertebelerine yol açılmış olur Ruh mertebesinde sâlik, nefsin kötü huylarının tasallutundan kurtulup rûhu ile irtibata geçmiş sayılır Ruhun bozuk tarafı, marifet-i ilâhiyyeden mahrûmiyyettir Bu yüzden rûhun terbiyesi ancak marifet-i ilâhiyye ile olur Rûh mertebesinde ilm-i ledün sırları zâhir olmaya başladığında sâlike "keşf" vâki olmaya başlar Tabiat ve nefs mertebelerinde keşf yoktur Sâlik rûh mertebesinde mârifet ve ilâhî aşkı elde ettikten sonra, sırr mertebesine yükselir Bu mertebenin gereği mâsivâdan ilgiyi kesmek, Hakk'tan başkasına gönül vermemektir Bu makam, mahv fena ve tecellî nürlarının zuhûr ettiği vuslat makamıdır
Bu dört makamın her biri, ayrı ayrı renklerle temsil edilmiştir: Tabiatta renk "toprak" alâmeti olarak siyahtır Nefs kan rengindedir ve bu
"hevâ" alâmeti sayılır Rûhta renk sarıdır ve "ateş"in sembolüdür Sırr renksizdir ve "su"yu temsil eder Böylece anâsır-ı erbaa* tamamlanmış olur Bu dört makamın sonunda Celvetî sâliki hilâfete ehil hâle gelerek mürşidi tarafından halife tayin edilir
Celvetiyye'nin; Bursalı İsmâil Hakkı tarafından kurulmuş olan Hakkıyye, Selâmi Ali Efendi'ye nisbet edilen Selâmiyye, Kütahyalı Ali Fenâi Efendi'nin temsil ettiği Fenâiyye ve M Hâşim Baba tarafından kurulmuş olan Hâşimiyye olmak üzere dört kolu vardır İstanbul'da tarikat ve tekke faaliyetlerinin serbest olduğu dönemlerde, hemen hemen otuza yakın celveti tekkesi vardı
Celvetiyye tarikatında diğer tarikatlardan farklı olarak dizler üstüne kalkılıp yarı-kıyam hâlinde icra edilen bir zücir tarzı vardır ki buna "nısf-ı kıyâm" ya da "hızır kıyâmı" denilir
Celvetî mensuplarının giydiği Celvetî tacının tepesinde onüç; dilim ve bu dilimleri birleştiren bir düğme bulunur Tarikatın merkez tekkesi, İstanbul-Üsküdar'da Aziz Mahmud Hüdâî'nin medfûn bulunduğu âsitânedir Tarikat, İstanbul ve Bursa'nın dışında Balkanlar'da da yayılma istidadı göstermişti (Geniş bilgi için bk H Kamil Yılmaz, Aziz Mahmud Hudâî ve Celvetiyye Tarikatı, İstanbul 1982)



CEMÂAT

İnsan topluluğu, bir fikir ve inanç etrafında toplanmış kimseler İslâm cemâati
İslâm dini, müslümanların cemâat halinde yaşamalarına; her hususta birbirlerini destekleyen ve birbirlerine yardımcı olan bir toplum olmalarına önem vermiştir Peygamber (sas) müminleri, bir binayı oluşturan ve birbirleri ile kenetlenmiş tuğlalara benzetmektedir Kur'an-ı Kerîm de, onları "kardeşler" olarak niteler
İslâm cemâati kardeşlik, eşitlik, yardımlaşma ve karşılıklı fedakârlık üzerine kurulmuştur Aralarında sınıflaşma, ırk ve bölge ayırımı yoktur
Aralarındaki birlik ve beraberliğin temel dayanağı ise Kur'an ve Kur'an'ı açıklayan sünnettir Birlik, Kur'an ve sünnetin bildirdiği yol üzere olur "Ey inananlar, Allah'tan O'na yaraşır biçimde korkun ve ancak müslümanlar olarak ölün Ve topluca Allah'ın ipine (Kur'an'a) sarılın, ayrılmayın" (Âli İmrân, 3/102-103) "Sen yönünü Allah'ı birleyici olarak doğruca dine çevir Allah'ın yaratma kanununa (uygun olan dine dön) ki, O, insanları ona göre yaratmıştır Allah'ın yaratması değiştirilemez İşte doğru din odur Fakat insanların çoğu bilmezler Yalnız O'na yönelin ve O'ndan korkun; namazı kılın ve (Allah'a) ortak koşanlardan olmayın Onlar ki dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular Her grup kendi yanındakiyle sevin(ip övün)mektedir " (er-Rum, 30/30-32)
Ne yazık ki bugün müslümanlar genelde bu duruma düşmüşler, dinlerini parça parça edip gruplara ayrılmışlardır Övünmeleri de diğer gruptakilere karşıdır
Hz Peygamber (sas): "Cemâat rahmettir, tefrika ise azaptır" buyurmaktadır (İbn Hanbel, IV,145) Yine şöyle buyurur: "Allah'rn eli cemâatle beraberdir " (Tirmizî, Fiten, 7)
"Bereket cemâatle beraberdir " (İbn Mâce, At'ime, 17)
Allah'ın birliği ve toplumun bütünlüğü inancı etrafında toplanmayı en mühim gaye sayan İslâm dininde, "cemâat" denilince: inançta olduğu gibi, dünya işlerinde de bir araya gelip yardımlaşarak yaşayan samîmî ve ihlâslı müslümanların teşkil ettiği birlik akla gelir Çünkü insan daima cemâat ve daha geniş anlamıyla cemiyet halinde yaşayan "zoonpolitikon: Toplumcu bir canlı yaratık"tır
Vicdan ile birlikte, beraber yaşama isteği, cemâat rûhu insanda oluşmaya başlayınca, onu kibirden, bencillikten, dar görüşlülükten çıkarır ve o nisbette sosyalleştirir Kibirli ve dar bir vicdan yalnız kendini sever Ümidi kendisi için, korkusu yine kendisi içindir
Fakat yüce bir duyguyla bu sevgi ve korku biraz yükselip de bir başkasını da kendisi gibi ve kendisine eşit bir değerde görmeye, onun iyiliğine sevinip, zararına da kendisi zarar görüyormuş gibi üzüntü duymaya başlarsa, onda cemâat ruhu oluşmaya başlamış demektir
İnsanın bu "toplum halinde yaşama" ihtiyacını en doyurucu bir şekilde din giderebildiğinden, cemâatler din sâyesinde ortaya çıkmış ve dine özgü gruplar olarak kabul edilmişlerdir
Cemaat, bir peygamber etrafında ve ashabının kendisine tamamen şahsî bağlılıklarına dayanarak oluşur
Prensibi samîmiyet, sadakat ve ihlâs olan bu İslâm cemaatinin yegane başarı sırrı, kardeşlik ışığındaki birlik-beraberlik şuurudur' Allah (cc) onlar hakkında Kur'an-ı Kerîm'de:
"Allah yolunda hepsi birbirine kenetlenmiş, yekpare ve müstahkem bir bina gibi, saf bağlayarak mücadele edenleri sever " buyurmuştur (es-Saff, 61/4)
Dinimiz, toplumun huzuru, ahengi ve sosyal gelişmenin gerçekleşebilmesi; yalnız muayyen bazı fertlerin değil, bütün bir toplumun maddî refahı ve saadeti için müminlere, kişisel vazifeler yanında ictimaî ödevler de yükler Cemiyeti oluşturan kişileri inançta, yaşayışta, gâyede, ızdırap ve refahta birleşmesi gereken kardeşler ilân eder Bu hususta Hz Peygamber (sas) "Birbirini sevmede, birbirlerine acımada ve korumada müminler bir vücut gibidir Vücudun herhangi bir organı rahatsız olursa, diğer organlar toptan humma ve uyumsuzluğa tutulur" buyurmuştur Ayrıca ayırım yapmaksızın bütün insanların birbiriyle kenetlenmelerini birbirine yardım elini uzatmalarını, bir iman vazifesi olarak emretmiştir Cenâb-ı Hakk: " İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak konusunda birbirinizle yardımlaşın; günah işlemek ve haddi aşmak üzere Yardımlaşmayın " buyuruyor (el-Mâide 5/2) Bu tür sosyal vazifelerimizi yapmadıkça müslüman olarak yaşayabilmemize imkân yoktur Çünkü "Gerçek müminler kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler " (el-Haşr 59/9) Ayrıca yine "Sizden birini, kendi nefsi için sevdiğini mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek mümin olamaz" buyuran Hz Peygamber, cemiyetin temelini en sağlam bir tarzda şöyle ifadelendirmiştir:
"İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır " (el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafa, s 472)



CEMÂL

Yaratılıştan güzel olmak, kişinin huyu güzel olmak
Ayrıca kadınların güzelliğini dile getirmek için de kullanılır Nitekim Hz Peygamber bir hadislerinde şöyle buyurmaktadırlar: "Kadın dört şey için nikah edilir; malı için, soyu için, güzelliği (cemali) için ve dini için Ey mümin sen bunlardan dindar olanla evlenmeye çalış (Şayet bu tavsiyeye uymazsan) yoksulluğa düşersin " (Buharî, Nikah, 15; Ebû Davûd, Nikah, 2, 12; Neseî, Nikah, 10, 13; Muvatta', Nikah, 4)
Cemal kelimesi, insanın hoşuna giden, görünce içinde bir ferah ve mutluluk duyduğu şeylerin sıfatı için de kullanılır Şu ayet-i kerîmedeki cemal kelimesi de bu manayı ifade etmektedir: "(Allah) hayvanları da yarattı Onlarda sizin için ısınmanızı sağlayan ve daha bir çok yararlar vardır Ve onlardan bazılarını da yersiniz Akşamleyin meradan getirdiğiniz, sabahleyin meraya götürdüğünüz zaman onlarda sizin için güzellik de (cemal) vardır " (en-Nahl, 16/3-6) Yüce Allah burada, hayvanların sabah ve akşam insanlara nasıl güzel göründüğünü anlatarak, karınları tok, memeleri sütle dolu olarak meralardan dönüşleri ve yavruları ile karşılaşıp meleşmeleri; ertesi sabah yeniden yayılmaya giderken koşuşup oynaşmalarının ne kadar zevkli (Elmalılı M Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul,1979, V, 3087-3088) bir manzara olduğunu canlı bir tablo halinde gözlerde canlandırmaktadır Yemyeşil ovalardan, canlı, rengârenk, kır çiçeklerinin aralarından süzüle süzüle gelen hayvanlarını gören bir çiftçinin sevinç ve mutluluğunu en veciz ve canlı bir şekilde tasvir ederken, bu güzel tabloyu cemal kelimesi ile anlatmaktadır


CEMÂLULLAH

Allah'ın cemâli ve rahmeti Cemâl; lügatte güzel olmak, güzel şekil ve sûret demektir Ayrıca, herkesin bildiği renk güzelliği ve yumuşaklık anlamına geldiği gibi, her uzvun mizaç ve yaratılışına uygun olan hüküm üzerine olması manasına da gelir Cemâlullah; cemâl-i hakiki, cemâl-i mutlak, cemâli hak ve cemâl-i ahadiyet şeklinde de ifade edilir
Cemâl, iç ve dış güzelliğinin adıdır Allah hakkında kullanıldığında; O' nun rahmeti, lûtfu ve bereketi ile tecelli etmesi; merhameti, bağışlayıcı olması düşünülür Cemâl, Allah'ın hoşnutluğu ve lûtfu, yahut bunlarla ilgili sıfatlardır Bir bakımdan Cenâb-ı Allah'ın zatına, sıfatlarına ve güzel isimlerine; özellikle lûtuf, rıza, rahmet, nimet, ilim, afv ve ihsanla ilgili sıfatlarına cemâl adı verilir Allah'ın vahdaniyetine iman edip, güzelliğine gönlünü bağlayan müminler Cennet'te Allah'ın cemâlini doyasıya seyredeceklerdir
"Yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parıldayacaktır (Onlar) Rablerine bakacaklar (O'nu göreceklerdir)" (el-Kıyâme, 75/23-24) ayetleriyle, "Güzel amel edenlere daha güzel mükâfat (Cennet), bir de fazlası vardır" (Yunus, 10/26) ayeti, cemâlullah'ın doya doya seyredileceğine delildir
Ayrıca cemâlullah, iki ayrı şekilde ifade edilmiştir Birincisi, isim ve sıfatların manaları olmak üzere manevîdir Bu, Hakk'ın kendisini guhûd etmesine mahsustur İkincisi, Çeşitleri ve bölümleri ile beraber mahlûkât âlemi olan bu mutlak âlemdir (el-Tehânevî, Keşşâfü Istılâhâti'l-Fünûn, İstanbul 1984, 234-235)
Cemâlullah'a kavuşma; Allah'ın emir ve yasaklarına tam anlamıyla uyarak tevhîd akidesine sarılmakla mümkündür Allah'ın cemâli; celâlinden sonra gelir Onun için mümin kullar Allah'ın muhabbetini kalplerine yerleştirmekle nefislerini kötülüklerden arındırır ve Allah sevgisi dışında kalan her şeyi kalblerinden uzaklaştırırlar İşte o zaman cemâlullah'a kavuşmaları mümkün olur Allah cemâlini, sevenlerine ihsan eder Görüldüğü üzere cemâlullah'a kavuşma; tevhidi kavramak ve Allah dışında her şeye hayır diyebilenlerin hakkıdır Ehl-i Sünnet akidesine göre; müminler cemâlullah'ı Cennet'te göreceklerdir

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla