gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami Sözlük
EHL-İ HÂL
Tasavvufî halleri yaşayarak tadan, tanıyan mutasavvıf Tasavvufî hayata giren insanlar belli başlı dört dereceye ayrılırlar Bunlar tâlib, mürid, sâlik ve vâsil adını alırlar Tâlib, tasavvufi yola girmeye istekli olan kimsedir Mürid, iradesiyle tasavvufa girmeyi seçmiş, iradesini mürşide teslim etmiş tâliptir Sâlik, tasavvufî eğitim sürecine (seyr'ü sülûk) girmiş, nefsini arındırma, ahlâkını güzelleştirme çabası içindeki müriddir Vâsil ise, eğitim sürecini tamamlamış, olgunlaşmış sâliktir Müride sâhib-i vakt (vakit sahibi); sâlike sâhib-i hâl (hâl sahibi, ehl-i hâl); vasıla da sahib-i nefs (nefsin sahibi) denir
Müridi ehl-i hal haline getiren seyrü sülûk, amelleri ve bilgiyi geliştirme ve güzelleştirme çabasıdır Bu çabanın temelini zâhir (dış) ve bâtının (iç) kötülüklerden arındırılması, iyi hal ve niteliklerin kazanılması oluşturur Bu çabanın başlıca yöntemleri ise az yemek (kıllet-i taâm), az uyumak (kıllet-i menâm), az konuşmak (kıllet-i kelâm), sürekli zikir (zikr-i müdâm), insanlardan uzaklaşmak (uzlet-i enâm) ve sürekli düşünmektir (tefekkür-i tam)
Tasavvufî eğitim süreci (sülûk), esfâr-ı erbâa (dört sefer, dört yolculuk) adı verilen dört aşamada tamamlanır Bu aşamalar sevrilallah (Allah'a yolculuk), seyrî fillah (Allah'ta yolculuk), seyımaallah (Allah ile yolculuk), seyranillah (Allah'tan yolculuk) adlarını alır Seyrîlallah, Allah'a doğru yapılan yolculuktur Bu yolculukla Allah dışındaki varlıklarla bağlar kesilir, Hakk'a yönelinir Seyıfillah, çokluklar (kesret) dünyasının ötesindeki birliğe, vahdete ulaşmak çabasıdır Sûfî bu yolculukta Allah'ın vasıfları ile vasıflanır, ahlâkı ile ahlâklanır Seyımaallah, zâhir ve bâtın ikiliğinden kurtulmaya yönelik yolculuktur Bu yolculukla mutasavvıf bütün bağlardan kurtularak Cem' ve Ahadiyet makamına yükselir Seyr-anillah, Hakk'tan halka dönmektir Bekâ makamı da denilen bu son aşamada sûfı vahdet-i kesret, kesret-i vahdet şeklinde görür ve insanları irşâd etme yetkisi kazanır Mutasavvıf ilk iki yolculukla velilik makamına, son iki yolculukla da mürşidlik makamına ulaşır
Tasavvufi eğitim süreci içinde mutasavvıf nefsini arındırarak Kur'an'da anılan nefs makamlarına yükselir Buna göre başlangıç halindeki nefs Nefs-i Emmâre'dir (kötülüğe sürükleyen nefs, Yusuf, 12/53) Belli bir eğitim ve arınmadan sonra sûfi ikinci mertebe olan Nefs-i Levvâme (kendini kınayan nefs, Kıyamet, 75/2) makamına-yükselir Daha sonra sırasıyla Nefs-i Mülhime (ilham ve keşfe mazhar olan nefs, Şems, 91/7), Nefs-i Mutmainne (tatmine kavuşmuş, huzur bulmuş nefs, Fecr, 89/27), Nefs-i Raziye (razı olan nefs, Fecr, 89/28), Nefs-i Marziye (Allah'ın kendisinden razı olduğu nefs, Fecr, 89/28) makamlarına yükselir Bütün bu aşamalardan sonra sûfî son mertebeye, Nefs-i Kâmile (kemâle ermiş, bütünüyle arınmış nefs) mertebesine yükselir
Sülûkü boyunca, sâlik kendisine ehl-i hâl denilmesine sebeb olan çeşitli hallere maruz kalır Bu haller, kişinin irade ve kasdı olmaksızın kalbe gelen duygu ve anlamlardır Hallere, kendiliğinden gelen anlamında vârid (çoğulu vâridât) denilir Haller Allah vergisidir, sâlikin çabası, isteği ile bir ilgisi yoktur Fakat sâlik çalışmadıkça hallerin gelmesi de düşünülemez Salik iyi ve güzel ameller işledikçe, nefsini arındırdıkça Allah da bir bağış olarak halleri gönderir Haller sürekli ve kalıcı değil, değişken ve kısa sürelidir Fakat sûfî ibadet ve mücahedesiyle hallerin kendisinde yerleşmesini, kökleşmesini sağlayabilir Sâlikte yerlesen böylece süreklilik kazanan haller makam adını alır Bu nedenle hâlin vehbi olmasına karşılık makamın kesbî olduğu kabul edilir Sâlikin ruhsal yükselişinde önemli etkileri olan haller genellikle zıt anlamları dile getiren ikili gruplar halinde ifade edilir Bunların başlıcaları Havf (Korku) ve Uns (Neşe), Kurb (Yakınlık) ve Bu'd (Uzaklık), Gaybet (Kendinden geçme) ve Huzur (Kendine gelme), Mahv (Kötü niteliklerin yok olması) ve İsbat (İyi niteliklerin ortaya çıkması), Sahv (Uyanıklık) ve Sekr (Sarhoşluk), Setr (Perdelenme) ve Tecelli (Açılma, Keşf), Hayret (Şaşkınlık) ve Temkin'dir (Kararlılık)
Mutasavvıflara göre, dini hakikatler hakkındaki bilgiler hallere dayanır Bu bilgilerin kitap okumayla, metin ezberlemeyle elde edilen bilgilerle bir ilgisi olmadığı gibi, akıl yürütmelerle, mantık kurallarıyla elde edilen bilgilerle de karşılaştırılamaz Hallerin bilgisi, mutasavvıfın amel ve ibadetlerinin neticesi olârâk ortâyâ çıkan ve doğrudan tecrübeye dayanan bilgidir Bu nedenle bütün bir tasavvufî bilgi, hallere dayanır Dolayısıyla ehl-i hâl olan fukaha bilgilerini kitaplardan, ehl-i nazar olan kelâmcılar bilgilerini akıl yürütmelerden ve mantık kurallarından alırlarken mutasavvıflar keşf ve ilham yoluyla bilgilerini doğrudan Allah'tan alırlar Tasavvuftaki bütün bu anlayış, yorum yaklaşım, kavram ve tabirler İslâm'ın ilk dönemlerinde, özellikle Hz Peygamber, sahabe ve Tabiûn devirlerinde görülmeyen hususlardır Bu anlayışlara söz konusu dönemlerde hiç rastlanmadığı gibi bu kavramlar da asla kullanılmamaktaydı Genellikle bu kavram ve tabirler tasavvufun kurumlaştığı hicrî altıncı asırdan sonra İslâm literatürüne girmiştir
EHL-İ HAL VE'L-AKD
Sözlükte ehl sahip, hal azletmek, çözmek, akdi bağlamak, düğüm atmak ve seçmek anlamına gelir Ehlü'l Hal ve'l-Akd; bir İslâm âmme hukuku terimi olup, İslâm devlet başkanını seçme ve gerektiğinde onu azletme yetkisine sahip olan kimselerin oluşturduğu meclistir İslâm hukukunda, müslümanların devlet başkanına "halife, İmam, müminlerin emiri" isimleri verilmiştir Âyette: "Onların işleri aralarında şûra (danışma) iledir" (eş-Şûrâ, 42/38) buyurulur Bu âyet, İslâm idaresinin müslümanlar arasında sûrâ esasına dayandığını ifade etmektedir Ayrıca, müslüman toplumun, devlet başkanı kontrol edecek, devlet işlerini düzenleme ve yürütmede ona katılacak bir topluluğu seçip görevlendireceğine işaret etmektedir (Ebû Zehra, Usûlü'l-Fıkh, s 143)
Kimlerin devlet başkanı adayı ve kimlerin de seçmen olacağı âyet, hadis veya icmâ ile belirlenmemiş, ancak İslâm'ın genel prensiplerinden hareket edilerek ehlü'l-hal ve'l-akd meclisi üyelerinde şu vasıfların bulunması öngörülmüştür:
1) Adâlet: Bu üyeleri her yönü ile doğru bilinen, takvâ ve mürüvvet sahibi olması gerekir Bu vasıf, İslâm'ın emir ve yasaklarına uymakla gerçekleşir
2) Bilgi: Adayda, İslâm'ın aradığı şart ve vasıflan bilmeye yeterli ilim sahibi olmak
3) Görüş ve hikmet sahibi olmak: Adaylar arasından bu göreve en lâyık, maslahat bakımından daha uygun ve daha bilgili olanı seçmeye götürecek bir görüş ve insanları tanıma kabiliyetine sahip olmak gerekir
Buna göre bu kimseler, yalnız, âyet ve hadislerden hüküm çıkarabilen müctehidlerden ibâret olmayıp, yukarıdaki vasıfları taşıyanların da kapsama girdiği kabul edilir Başkan adayının beldesinden olan seçmenlerin, diğer belde seçmenlerine bir üstünlüğü yoktur Ancak dinî nitelikte olmamak üzere, başkan adayının beldesinden birisi seçim işlerini düzenlemek ve yürütmek için görevlendirilebilir Devlet başkanlığı makamının boş kalmaması için bu düzenlemeye ihtiyaç olabilir (Ebû Ya'lâ, el-Ahkâmü's-Sultaniyye, s 4, vd ; el-Mâverdî, el-Ahkâmü's-Sultâniyye, terc Ali Şafak, İstanbul 1976, s 6)
Devlet başkanını seçecek olanların sayısı ile ilgili bir miktar söylemek güçtür- el-Mâverdî, bu konudaki görüşleri iki maddede toplar:
1) Bir grup âlime göre, devlet başkanı, rızanın genel olması için her beldeden ehl-i hal ve'l-akd meclisine katılacakların çoğunluğu (cumhûru) ile seçilmiş olur Hz Ebû Bekir'in hilâfete gelişi bu şekilde olmuştur Benû Saîde Sakifesi'ndeki bey'at'ta hazır bulunmayanların gelmesi beklenmemiştir
2) Diğer bir grup âlimlere göre ise bu meclis en az beş kişi olmalıdır Bunlar bir aday üzerinde görüş birliği yaparlar veya diğer dördünün rızası ile, içlerinden birisini devlet başkanı seçerler Bu görüşte olanların ileri sürdükleri delilleri de sahâbe uygulamasıdır:
a) Hz Ebu Bekir'e bey'at, önce beş sahâbenin görüş birliğine varması ile gerçekleşmiş, sonra diğer sahâbeler de O'na tâbi olmuştur Bu beş sahâbe şunlardır: Ömer b el-Hattab, Ebû Ubeyde b el-Cerrah, Useyd b Hudayr, Bişr b Sa'd ve Ebû Huzeyfe'nin azadlısı Sâlim (r anhüm) Hz Ömer de kendisinden sonra halife seçimi için altı kişilik bir şûra belirlemiştir Bunlardan beş tanesinin rızası ile, içlerinden birisi halife seçilecekti Şûra, Hz Osman'ı seçti
b) Bazı Kûfe âlimlerine göre, halife üç kişi ile seçilebilir Bu görevi, birisi diğer ikisinin rızası ile üstlenmiş olur Böylece nikâh akdinin bir veli ve iki şâhitle meydana gelmesi gibi, devlet başkanı da bir yönetici (hâkim) ve iki şâhitle seçilmiş olur
c) Diğer bir grup bilginlere göre ise, devlet başkanı tek kişinin rızası ile de seçilmiş olur Abbâs b Abdülmuttalib, Hz Ali'ye "Elini uzat, sana bey'at edeyim" dedi İnsanlar "Rasûlullah'ı amcası, amcasının oğlu Ali'ye bey'at etti" dediler ve Hz Ali'ye onlar da bey'at ettiler" (Ebû Ya'lâ, a g e , s 4 vd )
Ancak yukarıda aktardığımız görüşler bir âyet, hadis veya icmâ deliline dayanmaz Bu prensipler mücerred içtihad niteliğindedir
Görüşlerin en uygunu olan ehl-i sünnet'e göre, halife adayına tâbi olma, ona bey'at etme asıldır Bu konuda, İslâm ümmetini temsil edebilen serbest irâde ve Şûrâ prensibini gözetmek gerekir Bir ülke halkının bütününü ilgilendiren devlet başkanlığı, sınırlı yetkileri bulunan hâkimlerin hükümlerine kıyas edilemez Bir adaya tek şahsın bey'at etmesiyle bu kimse diğer müslümanların muvâfakat ve rızaları tamamlanıncaya kadar halife seçilmiş olmaz el-Gazzâlî (ö 505/111 1) Hz Ebû Bekir'in halife seçilmesiyle ilgili olarak şöyle der: "Eğer Ebû Bekir'e Ömer (r a )'den başkası bey'at etmese, diğer müslümanlar muhâlif olarak kalsa veya oylar eşit çıksaydı, bu durumda kazanan-kaybeden belli olmaz ve imâmet akdi oluşmazdı (el-Gazzâli, er-Reddü ale'l-Batıniyye, s 64 vd ) Hadiste "İmamı olmaksızın ölen kimse câhiliye ölümü ile ölmüş bulunur" (Ahmed b Hanbel, Müsned, IV, 96) buyurulur
Burada İmam, müslümanların, üzerinde görüş birliği ettikleri başkandır
İbn Teymiyye (ö 728/1327) Hz Ebû Bekir'in halife seçilmesi ile ilgili olarak şöyle der: Eğer Hz Ömer ve onunla birlikte bir grup Ebû Bekir'e bey'at ettikleri halde, diğer sahabeler bey'at'ten kaçınsalardı, bununla halife seçimi gerçekleşmiş olmazdı Ancak Hz Ebû Bekir güç ve kuvvet sahibi sahâbelerin çoğunluğu (Cumhur)'nun bey'atıyla iş başına gelmiştir (İbn Teymiyye, Minhâcu's-Sünne, 1, 141-142)
Seçmenler heyeti, halifenin seçimi için toplandıklarında adaylarda aranacak şartları belirlerler Üstün ve faziletli olan, insanların hepsinin derhal itâat edebileceği adaya bey'at ederler; bu durumda olan adayı diğerlerine tercih ederler Kendi içlerinden birisi aday olursa, bu görev ona verilir Kurul ona bağlılığını bildirir ve onun hilâfeti kesinleşir Artık diğer müslümanların da ona bağlanmaları gerekir Eğer bu aday yapılan teklife olumsuz cevap verirse kabul için zorlanmaz İki adayın şart ve vasıfları eşitse, yaşça büyük olan tercih edilir Aksi de olabilir Adaylardan birisi daha bilgili, diğeri daha cesur olunca, dönem hangisini gerektiriyorsa o tercih edilebilir Meselâ, dönem anarşi ve isyanların önlenmesini gerektiriyorsa,cesaretçe, güç ve kuvvetçe üstün olan tercih edilir Bozuk düşünce bid'atlerin yayılması yüzünden dönem, ilim bakımından üstün olmayı gerektiriyorsa, bu vasıfta olan aday seçilir (el-Mâverdi, el-Ahkâmü's-Sultâniyye, Çev: Ali Şafak, İstanbul 1976, s 7-8) Devlet başkanının görevinin sona ermesi şu yollardan birisi ile olabilir:
I) Ölüm: Bu, başkanlık görevinin sona ermesi için tabii bir yoldur Çünkü hilâfet görevi ömürle sınırlıdır Bu hak, miras yoluyla da başkasına intikal etmez Ancak seçmenlerin yeni halife seçme hakkı doğar Yeni bazı İslâm hukukçuları hilâfetin belli bir süre ile sınırlanabileceği görüşündedir Çok yaslılığın meydana getirebileceği sakıncalar düşünülürse bu görüşe hak vermek gerekir (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, VI, 702)
2) Devlet başkanının kendi kendini azletmesi Bu, halife için şahsî bir haktır Bu taktirde göreve devama zorlanamaz el-Mâverdî'ye göre, bu durumda iş, ehlü'l-hal ve'l-akd'in seçimine intikal eder Çünkü seçmenlerin velâyeti süreklilik arzeder
3) Hâlinin değişmesi yüzünden azledilmesi: Bu, ya adâletten ayrılması ya da bedeninde bir sakatlık meydana gelmesi üzerine sözkonusu olur a) Adâletten ayrılması: Burada, adâletten maksat, halka karşı adâletsiz davranması değil, onun günlük yaşantısında fısk ve isyânın içine düşmesidir Haramları işlemesi, çirkin işler yapması, hevâ, heves ve şehvet düşkünü hallerinin görülmesi bunun belirtileridir İtikad bozukluğu da böyledir Ancak hilâfetten ayrılmazdan önce durumunu düzetirse bazı kelâmcılara göre, görevinde kalabilir
b) Bedeninde meydana gelen sakatlıklar: Bu da üç türlü olabilir: 1- Duyu organlarının sakatlanması: Akıl hastalığı, görme, işitme ve konuşma hassalarını kaybetmesi gibi 2- Vücut organlarının sakatlanması: İki elini veya iki ayağını kaybetmesi gibi 3- Hukukî tasarruflarının sakatlanması: Buda iki kısma ayrılır: a) Kısıtlı (mahcur) olması: Yardımcılarından birisinin yönetimi ele geçirmesi, mâsiyet (haram) sayılan işleri açıkça yapması veya şer'î hükümlere muhâlefet etmesi kısıtlık sebeplerindendir Bu durumda halife şer'i bir hükme muhâlefet etmemişse, ümmet veya halife kendisini kurtaracak kimselerden yardım ister
c) Devlet başkanının esir düşmesi: Halife esir düşer ve müslümanlar kendisini kurtarmaktan ümit keserse hilâfet görevi sona erer
İslâm âmme hukukuna göre, halifenin bazı durumlarda azledilmesi veya azledilmiş sayılması, onun iktidar yetkisini ümmet'ten aldığını gösterir Onun, ortaçağ Avrupa krallarının iddiâ ettiği gibi, yönetim üzerinde Cenâb-ı Hak tarafından verilmiş daha haklı olma iddiası yoktur Diğer yandan halife beşeri hatalardan korunmuş da değildir Teşri' hakkı yoktur, ancak şer'î hükümleri uygular ve bu alanda içtihad yapar Onun, yeryüzünde katolik kilisesinin başı Papa gibi, ruhani otorite olma iddiası da yoktur Bu yüzden, helâl ve haram koyamaz, günâhları bağışlayamaz ve günahkârı kovamaz (el-Mâverdî, a g e , s 9 vd ; ez-Zühaylî, a g e , IV, 702-703; Said İsmail, Hakikatü'l-Müslimîn, s 12)
__________________
|