Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #217
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




ENSÂR

Mekke'den Medine'ye hicret ettikleri zaman (M 622) Peygamber efendimiz (sas) ve muhâcirlere kucak açıp tüm imkânlarıyla yardım eden Medineli müslümanlar
Lûgat itibarıyla ensâr, yardımcılar demektir Hz Peygamber'e sağladıkları yardım dolayısıyla kendilerine ensâru'n-nebî (Peygamber'in yardımcıları) da denilir Medineli müslümanlar için kullanılan bu tabir, aslında onların durumunu belirten bir vasıf iken sonradan bu kavmin, bu zümrenin adı haline gelip ıstılahlaşmış, bu sebeple de kelimenin tekili olan nâsir (çok yardım eden) aynı mânâ için kullanılmamıştır Ensârdan tek bir şahsı ifade etmek üzere ensârı; ensâra mensup kişiler için de bunun çoğulu olarak ensârivvûn tabirleri kullanılır
Ensâr kelimesi Kur'an-ı Kerîm'de Medineli müslümanlara delâlet etmek üzere iki yerde geçmekte (et-Tövbe, 9/100, 117) ve kendilerinden övgüyle bahsedilmektedir: "İlk iman eden muhacirler ve ensâr ile, iyilik yaparak onlara tabi olanlardan, Allah razı oldu Onlar da Allah'tan razı oldular Allah, onlar için altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır Onlar, orada ebedî kalacaklardır İşte büyük kurtuluş budur" (et-Tövbe, 9/100)
Sahih hadis mecmuâlarında "Fadâilü's-Sahâbe", "Menâkibü'l-Ensâr" gibi baslıklar altında ensâr'ın faziletine dair birçok sahih hadis toplanmıştır
Ensâr, Evs ve Hazrec olmak üzere Medineli iki kardeş kabileden oluşur Bunlardan Hazrec kabîlesinden altı kişilik bir heyet aralarında yıllar boyunca süren ve son defasında kaybettikleri muhârebe ve düşmanlık dolayısıyla, Evs'e karşı Kureyşlilerin desteğini sağlamak maksadıyla Hz Peygamber'in nübüvvetinin 11 senesinde Mekke'ye gelmiş, burada Peygamber Efendimizle karşılaşarak O'nun tebliğ ve irşadları neticesinde İslâm'ı kabul etmiştir Aralarındaki düşmanlığın bu hak din sayesinde ortadan kalkıp eskisi gibi tekrar kardeş haline gelecekleri ümidi ile Medine'ye dönüşlerinde İslâm'ı Evs kabilesine de tebliğ eden Hazreçliler, kendilerine katılan Evs'lilerle birlikte nübüvvetin 12 ve 13 senelerinde Mekke'ye temsilciler gönderip Hz Peygamber'le görüşmüşler, I ve II Akabe Bey'atleri'nde bulunmuşlardır II Akabe Bey'ati'nde, kendi memleketlerine hicret ettikleri takdirde Mekkeli müslümanlar ve Hz Peygamber'i ve kendi canlarını, çoluk ve çocuklarını, mallarını korudukları gibi koruyup onlara yardım edeceklerine dair and içen Medineli müslümanlar, böylece hicrete ve İslâm tarihinde yeni bir dönemin açılmasına, İslâm Devleti'nin teşekkül etmesine vesile olmuşlardır
Hz Peygamber'in ve müslümanların Medine'ye hicret etmesi üzerine canlarını ve mallarını İslâm'a adayıp Mekkeli müslümanlara gönülden kucak açan ve tüm imkânlarıyla yardım eden Evs'liler ve Hazrec'liler, bu gayretlerinin karşılığı olarak ensâr veya ensâru'n-nebî ismine lâyık görüldüler Gerçekten onların İslâm'a ve müslümanlara yardımı her türlü takdirin, hatta tahminin üstünde idi: Dinleri uğruna mal ve mülklerini, ev ve barklarını, yurtlarını terkedip Medine'ye gelen muhâcirûn'a evlerini açmışlar, rızıklarına onları da ortak etmişlerdi Hicretin ilk senesinde Peygamber Efendimiz, muhâcirûndan bir şahsı ensârdan bir kişiyle birer birer kardeş ilân ettiği zaman ensâr, muhâcirûnu Medine'deki evlerine, bağ ve bahçelerine, işlerine ortak etmişler, kan bağının da üstünde eşsiz bir kardeşlik ve dayanışma örneği göstermişlerdi: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zarûret içerisinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar Nefsinin tamahkarlığından korunabilmîş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir" (el-Haşr, 59/9)
Hz Peygamber hicretten önce Mekke'de müslümanlar arasında "kardeşlik" tesis etmeye başlamış; iman birliği ve eşitlik üzerine kurulu bu kardeşlik, Medine'de muhâcirler ile ensâr arasında ilk İslâm toplumunun çekirdeğini oluşturmuştur Akabe Bey'atlarıyla temeli atılan bu toplumun kurulmasında ensârın büyük bir rolü vardır Mekke'den evlerini, eşyalarını bırakıp gelen muhâcirlere kucak açarak, onları iskân ettiren, yiyeceklerini paylaşan, ensardır Medine'de I yılda teşkil edilen ilk İslâm anayasasının 1 ve 2 maddelerinde; "Kureyşli ve Yesribli mü'minlerle bunlara tâbi olanlar, onlara, sonradan katılanlar ve onlarla birlikte cihad edenler İşte bunlar diğer insanlardan ayrı bir ümmet (toplum) teşkil ederler" ve 15 maddesinde "Mü'minler diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerinin kardeşi durumundadırlar" denilmiştir (İbn Hişâm, es-Sire, II, 147;M Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1, 131)
Enes b Mâlik'ten rivâyet edildiğine göre, Resulullah onun evinde Kureyş ile Ensâr'dan doksan kişi arasında muâhât* (kardeşlik) tesis etmiştir (Tecrid-i Sarih, VI I, 73, 1035) Meselâ Ebû Bekir, Harice b Zeyd ile; Ömer b Hattab, Utba b Mâlik ile; Ebû Ubeyde b Cerrah, Sa'd b Muâz ile ve Osman b Affân da, Evs b Sâbit ile kardeşlik kurmuşlardı Dikkat edilirse kardeşlikler arasında benzerlikler bulunduğu görülür Mizaç, his, yapı itibarıyla birbirine benzeyenler kardeş olmuşlardı Her türlü işte bu kardeşlik geçerliydi Kardeş olanlar birbirlerinin velileriydiler Hattâ birçok hanımı olan ensâr, bazı hanımlarını boşayıp bekâr muhâcirlerle evlendirmek istediler Bütün Medine hurmalıklarına muhâcirler ortak edilmişti
Üseyd b Hudayr'dân rivâyet olunduğuna göre, ensârdan birisi Resulullah'tan kendisini zekât âmili veya bir beldeye vali tayin etmesini istemiş, Resulullah ise şöyle buyurmuştur: "Ey ensâr cemâati, benden sonra yakında siz, (böyle dünya işlerinde) başkalarının size tercih edildiği zamana kavuşacaksınız Bununla beraber yine siz sabrediniz Nihâyet, (kıyâmet günü) kevser havuzunda bana mülâki olacaksınız" (Tecrid, X, 14-15 1526)
Allahu Teâlâ'nın; "Onlardan (muhâcirlerden) evvel (Medine 'yi yurt ve iman (evi) edinmiş olan kimseler (ensar) kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler Onlara (muhâcirlere) verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç (meyl, hased, hiddet) bulmazlar Kendilerinde fakr-u ihtiyaç olsa bile (onları) öz canlarından daha üstün tutarlar Kim nefsinin (mala olan) hırsından ve cimriliğinden korunursa işte muradlarına erenler onlardır" (el-Haşr, 59/9) Bu ayetin nüzûl sebebi hakkında Buhân'de Ebû Hureyre'den şu rivâyet vardır: "Resulullah'a açlıktan zayıf düşmüş birisi gelerek yardım istedi Resulullah 'Su açı kim yemeğine ortak eder yahut konuklar?' dedi Ensârdan birisi kalkarak o kişiyi evine götürdü Halbuki evinde çocukların yiyeceğinden başka bir şeyi yoktu Yine de aç kalmış sahâbîyi doyurdu ve karısıyla kendisi aç sabahladılar Resulullah ona; 'Bu gece Allah sana güldü; karı-koca sizin güzel hareketinize hayret etti' buyurdu ve 'Ensar, kendilerinin fakr-u ihtiyacı olsa bile misafir ve muhâcirleri nefslerine tercih ederler ' âyetini okudu" (Tecrid, X, 16-17 1527)
Enes b Mâlik rivâyet ediyor: "Resulullah; 'Ensar benim cemâatimdir, sırdaşımdır, eminlerimdir" (Tecrid, X, 19 1528) ve İbn Abbâs'tan rivâyetle; Resulullah şöyle buyurdu:
"Ey muhâcirler, sizden her kim bir iş basına geçerse ensar'ın iyilerinin hasenâtını alsın, kötülerinin seyyiâtını affetsin" (s 20) Hz Peygamber'i Medine'de misafir eden, evini, yiyeceğini, paylaşan, Ensardan Ebû Eyyub Hâlid b Zeyd el-Ensâri (ra)'dir (ö52) Onun rivâyetinden: Resulullah, "Ey Ensâr topluluğu, Allahu Teâlâ sizleri temizlik konusunda övmüştür Sizler nasıl temizlik yaparsınız?" diye sormuş; onlar da, "Biz su ile tahâretleniriz" demişler; Resulullah, "İşte temizlik budur Size buna devam etmenizi tavsiye ederim '' buyurmuştur (İbn Mâce, Tahâre, 28, Hâkim, Müstedrek, I, 155; Ahmed b Hanbel,VI, 6) Resulullah'ın bahsettiği ayette Allah, "Orada temizlenmeyi seven erkekler vardır Allah da temizlenenleri sever" (et-Tevbe, 9/108) buyurur Yine Ebû Eyyub Resulullah'ın "Lâ ilâhe illâllah " diyen hiçbir kimsenin cehenneme girmeyeceğini haber verdiğini söyler
Ensâr, Evs'iyle Hazrec'iyle İslâm'a yardımda bunun da üstüne çıkarak dinleri uğruna canlarını ortaya koydular Bedir gazvesi öncesinde düşmanla çarpışma konusunda Peygamber efendimiz (sas) ashâbıyla durum müzâkeresi yaparken ensârın hissiyatına tercüman olan Sa'd b Muâz "Allah'a yemin olsun ki ey Allah'ın Resulü, bize şu denizi göstersen ve sen kendin dalsan biz de seninle beraber dalar, asla tereddüt göstermeyiz, bizden tek bir fert dahi bundan geri kalmaz" diyordu (İbn Hişâm, es-Siretü'n-Nebeviyye, Kahire 1955, I-II, 615) Uhud harbinde müslümanların müşrikler tarafından arkadan vurulduğu hengâmede, Resulullah'ın etrafında pervane olarak O'nu korumaya çalışanların birçoğu ensârdan idi
Ensârın Resulullah'a olan sevgisi ve bağlılığı o derece büyüktü ki Peygamber efendimiz Mekke'yi fethettiği zaman ensâr, Hz Peygamberin eski yurdunda, kendi kavmi arasında kalmayı isteyebileceğini düşünerek O'ndan ayrılmanın üzüntü ve sıkıntısını kendi aralarında dile getirmişler; bundan haberdar olan Resul-i Ekrem, yaptığı bir konuşma ile ensârın endişelerini gidermiş, onların gönüllerine hem beraberce Medine'ye dönüş haberiyle, hem de taltifkâr sözleriyle su serpmişti
Huneyn ganimetlerinin dağıtımı sırasında Peygamber efendimizin, beytü'l-mâl hissesinden bazı Kureyş ileri gelenlerine ve diğer kabile reislerine kalplerini İslâm'a ısındırmak için bol ihsanlarda bulunurken kendilerine, ganimet hissesinden başka bir şey verilmemesi sebebiyle bazı ensâr gençleri, bu ihsanlardan kendilerine de verilmesi arzusu ile sızlanmışlarsa da, Hz Peygamber'in yaptığı bir konuşma, işin mâhiyetini ortaya koymuş ve tüm ensâr mensuplarının gözyaşı içinde Resulullah'tan özür dilemelerini sağlamıştı (bk Cirâne olayı)
Hz Peygamber'in vefâtından sonra, İslâm'a yardımları sebebiyle Allah'ın ve Resulü'nün övgüsüne mazhar olmalarını ölçü alarak, ensârın büyük kabilesi Hazrec, aralarından reisleri Sa'd b Ubâde'yi halifeliğe adây göstermişti Ancâk müzâkereler sonundâ Hazreçliler de Hz Ebû Bekir'in halifeliğe daha uygun olduğunu kabul ettiler ve gönül rızası ile ona bey'atta bulundular Bu müzâkereler sırasında orada bulunan muhacirûn şöyle demişti: "Şayet emir (başkan) bizden olursa vezirler (bakanlar) da ensârdan olacaktır Biz, ensâr hazır olmadıkça ve onlarla istişâre etmedikçe hiçbir karar almayacağız" (Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, Çev: Salih Tuğ, İstanbul 1980, II, 1178) Gerçekten ensâr, daha sonraki dönemlerde hilâfet makamına gelmemişse de devlet kademelerinde önemli görevler almış ve devlet idaresini yönlendirme vazifesini icrâ etmiştir
Önde gelen ensâr büyükleri arasında burada Es'âd b Zürâre, Sa'd b Muâz, Üseyd b Hudayr, Sa'd b Ubâde, Ebû Eyyub el-Ensârı, Ka'b b Mâlik, Enes b Mâlik isimlerini sayabiliriz
Ensârın içinde münâfıklar da vardı Bedir gazvesinde 86 Muhâcir, 61 Evsli, 170 Hazreçli hazır bulunmuştur (İbn Kayyım, Zadu'l-Meâd, Cihad bölümü) Bedir zaferinden sonra İslâmî hareket daha da güçlenmiş, müslümanların görevleri artmıştı Daha sonra görüldü ki Hazrec kabilesinden Abdullah b Ubeyy, eğer Resulullah gelmemiş olsaydı Medineliler tarafından seçilecekti Bu şahıs, müslüman görünüyor fakat kalben inanmıyordu Ona "münâfıkların reisi" deniyordu Nihâyet hicrî 6 yılda Benû Mustâlik gazvesinde, Abdullâh b Ubeyy'in bozgunculuğu ortaya çıktı Bu seferde bir tartışma bahanesiyle Muhacirlerle ensâr arasında kavga çıkmıştı İbn Ubeyy, ensârı kışkırtarak, "Bu muhâcirleri Mekke'den getirdiniz, mülkünüze ortak ettiniz, şimdi size rakip olup üzerinize egemen oluyorlar Medine'ye varınca bunları şehirden atalım" dedi Allahu Teâlâ bunu şöyle zikreder: "Onlar öyle kimselerdir ki, 'Allah'ın Peygamber'i nezdinde bulunan kimseleri beslemeyin, tâ ki dağılıp gitsinler!' diyorlardı Halbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır, fakat o münâfıklar anlamazlar Onlar, 'Eğer Medine'ye dönersek, andolsun en şerefli ve kuvvetli olan(ımız) oradan en hakir(ve zayıf) olanı muhakkak çıkaracaktır' diyorlardı Halbuki şeref ve kuvvet ve de gâlibiyet Allah'ındır, Peygamberinindir, mü'minlerindir, fakat münâfıklar (bunu) bilmezler" (el-Münafıkun, 63/7-8) Abdullah b Ubeyy, "Resulullah'a bir secde etmediğimiz kaldı" diye büyüklenerek özür dilemedi Bir süre sonra hastalanıp öldü Buhâri ile Müslim'de, Câbir'in rivâyetinde, bir sefer sırasında iki kişinin kavgaya tutuştuklarını, ikisinin de muhacir ve ensarı yardıma çağırdıklarını, ırkçılık (kabilecilik) yaptıklarını gören Resulullah'ın; "Nedir bu câhiliyet davası? Vazgeçin" dediği nakledilir Hz Ömer'in, İbn Ubeyy'in hemen boynunu vurmak istemesine de Rasûlullah, "Peygamber ashâbını öldürtüyor dedirtmem" diye engellediği kaynaklarda kaydedilir
En son vefat eden sahâbe Ensârdan Enes b Mâlik*tir (h 92 veya 94) Üç bin altıyüz civarında hadis rivâyet etmiştir


ERŞ

Anlaşmazlık, ihtilâf, düşmanlık, diyet; rüşvet, adam öldürme hariç yaralama diyeti Çoğulu "ürûş"tur Bir İslâm hukuku terimi olarak, yaralanan ve kesilen uzuvlardan dolayı verilmesi lâzım gelen diyettir Erş, mukadder ve gayr-i mukadder olmak üzere ikiye ayrılır Mukadder erş, organlara mahsus olup miktarı şer'an belli olan diyettir El ve gözün erşi gibi Gayr-i mukadder erş ise, organlara ait, miktarı şer'an belirlenmemiş olup, bilirkişinin takdir ve tayinine bırakılan diyettir Buna "hükümetü'l adl" de denir
Tam diyet gerektiren organ yaralamaları, bazı organların kasten veya hata yoluyla kesilmesi yahut fonksiyonlarını kaybetmesiyle sözkonusu olur Bunlar dört çeşittir Bedende tek, çift, dört tane veya on tane olan organlar bunlardandır
a) Bedende tek olan ve telefi halinde tam diyet gereken organlar; burun, dil, cinsiyet organını yahut haşefesi, meni kesilecek şekilde zürriyet, idrar yolu, büyük abdest yolu, deri, başın saçları, sakalın kılları (el-Kasânı, Bedâyiu's-Sanâyi, VII, 311; es-Şirâzî, el-Mühezzeb, II, 200; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, I vd)
b) Tam diyeti gerektiren çift organlar; iki el, iki ayak, iki göz, iki kulak, iki dudak, iki kaş, iki meme, meme uçları, husyeler gibi Bunlardan yalnız bir tanesi telef olursa yarım diyet gerekir (el-Kâsânı, age, VII, 311)
c) Tam diyet gerektiren dörtlü organlar Göz kapakları ve kirpikler gibi Bunlardan yalnız bir tanesi telef olsa dörtte bir diyet gerekir (el-Kâsânı, age, VII, 311, 324; eş-Şirâzî el-Mühezzeb, II, 201)
d) Bedende on organ, el ve ayak parmaklarıdır Bunlardan her bir parmak için onda bir diyet gerekir Amr b Hazm'ın naklettiği bir hadiste, "El ve ayak parmaklarından herbiri için on deve diyet vardır" buyurulur (Tirmizî, Diyât, 4; Ebû Dâvûd, Diyât, 18; Nesâî Kasâme, 45, 47; Dârimi, Diyât, 16) Parmak boğumuna kadar olan telefte, parmak diyeti üçte bire düşer Parmaklar birbirine eşit sayılır
Dişlerin tamamı telef edilirse tam diyet gerekir Her bir diş için beş deve veya diyet miktarına ulaşıncaya kadar her diş için beşyüz dirhem gümüş para (beş dirhem bir koyun bedelidir) gerekir Hadiste; "Her diş için beş deve vardır" buyurulur (Ebû Dâvûd, Diyât, 18; Nesâî-Kasame, 44; İbn Mâce Diyât, 17)
Bir organ müessir fiil sonucu telef olmamakla birlikte fonksiyonunu veya hassasını kaybetmişse, pratik bakımdan mümkünse kısas, değilse diyet veya şer'an miktarı belli olan erş gerekir Görme, işitme, tatma, koklama, dokunma, yürüme, konuşma veya akıl melekesinin yok olması veya el yahut ayakların felce uğraması, cinsi ilişki kurma gücünü kaybetmesi gibi Bazıları bunların sayısını yirmi ve daha fazla olarak tesbit ederler Bu uzuvların hassası tam olarak kaybolmuşsa tam diyet gerekir; iki gözden birisinin görmemesi gibi kısmî olursa, diyet buna göre hesaplanır Diyeti belirlemek mümkün olmazsa, miktarı bilirkişi (hükümetü'l-adl) belirler (el-Kâsânı, age, VII, 311; eş-Şîrâzî, age, II, 201 vd; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 37 vd)
Mezhep imamları göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edileceğinde ittifak etmişlerdir Kısas diyete dönüşürse, genel kâide olarak görme, işitme, düşünme, yürüme, çalışma, cinsel ilişki kurma fonksiyonları gibi temel fonksiyonlardan birinin izâlesi tam diyeti gerektirir Aynı fonksiyonu gören birden çok organın sözkonusu olması hâlinde diyet orgân sayısınâ bölünerek, her bir organ için ödenecek miktar belirlenir Meselâ; iki gözden birinin kör edilmesi halinde yarım diyet, bir parmak için onda bir diyet gerekir İşte organlar için şer'ân miktârı belirlenmiş olan bu tazminatlarâ "Mukâdder erş" denir (el-Kâsânı, age, VII, 314; Süleyman Akdemir, Ceza Hukukunda Mağdurun Korunması, İzmir 1988, s55-56)
Öldürme dışındaki müessir fiillerde kısas uygulamak mümkün olmayan durumlarda, miktarı bilirkişiye mahkemece tesbit ettirilen erş gerekir ki, buna "gayr-i mukadder erş" veya "hükûmetü'l-adl" adı verilir Kaburga kemiğini, burun kemiğini veya dişler dışında bedenden herhangi bir kemiği kırmak gibi Yine erkeğin memesi, onun meme uçları, dilsizin dili, iktidarsızın cinsiyet organı, görmeyen göz, çürük diş, felçli el ve ayak, baş kısmı kesik cinsiyet organı, parmakları kesik avuç kısmı dal böyledir (el-Kasânı, age, VII, 323; İbn Kudâme, age, VIIl, 56)
Hâkimin tâkdirine bırâkılan erş (hükûmetü'l-âdl), suçlu tarafından tâzmin edilir Bunu âkile yüklenmez
Şecce, (çoğulu şicâc) denilen baş ve yüzdeki, kemiğe kadar inen yaranın erş'i, bu yaranın büyüklüğüne göre belirlenir Bunun miktarı diyetin yirmide biri kadardır
Baş ve yüzdeki yaraların cezası ikiye ayrılır Aslı ceza ve bedel bakımından ceza Aslı ceza kısastır Kasten olan yaralamada, kısas mümkünse uygulânır, değilse erş cezası verilir Kemiğe kadar inen yarâlardâ kısasın uygulanabileceğinde ihtilâf yoktur Çünkü suçluda benzeri yarayı açmak mümkündür Ayette; "Yaralarda kısas vardır" (Mâide, 5/45) buyurulur
Bedel bakımından olan ceza erş'tir Baş ve yüzde kemiğe dayanmayan yaralarda hükümetü'l-adl uygulanır
Çünkü şer'an bunlara erş takdir edilmemiştir (ez-Zeylâî, Nasbu'r-Râye, IV, 374) Ancak müessir fiilin boşa gitmemesi için bunlara bilirkişinin belirleyeceği erş gerekir
Bedenin baş ve yüzden başka kısımlarında müessir fiil sonucu meydana gelecek yaraya "cürh" denir Çoğulu "cürûh" veya "cirâh" gelir Bu yaralar "câife ve gayri câife" olmak üzere ikiye ayrılır Câife; sırt, karın veya yanlardan karın boşluğuna kadar varan derin yaradır Bu, el, ayak veya boyunda olmaz Gayr-i câife ise; karın boşluğuna kadar ulaşmayan yara olup, boyun, el veya ayak gibi organlarda olur (el-Kâsânı, age, VII 296)
Baş ve yüz dışındaki yaraların cezası da aslî ve bedelî olarak ikiye ayrılır Aslı ceza kısastır Karın boşluğuna kadar inen yaralarda (câife) kısas uygulanmaz Çünkü suçlunun kısas sonucu ölümünden korkulur Bunlarda bedeli ceza olan erş uygulanır Bunun miktarı diyetin üçte biri kadardır (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII, 57) Ebû Hanife'ye gõre yaralı ölmediği zaman, karın boşluğuna ulaşan veya ulaşmayan hiçbir yarada kısas yoktur Çünkü bunlarda kısas tam olarak uygulanamaz Ancak yaralı bu yara sebebiyle ölürse kısas gerekir Karın boşluğuna inen yaralarda erş, diyetin üçte biri, diğerlerinde bilirkişinin belirleyeceği hükümetü'l-adl'dir (el-Kâsânı, age, VII, 323; ez-Zühaylî, el
EŞ'ARÎ

Eş'ariyye ekolünün temsilcisi olan Ebu'l Hasen Eş'ârî'nin uzun adı Ali b İsmail b Ebı Bişr İshak b Salim b İsmail b Abdullah b Musa b Bilâl b Ebı Bürde b Mûse'l-Eş'ârî'dir İsminden de anlaşılacağı üzere kendisi sahabeden Ebû Mûse'l-Eş'ârî'nin (44/664-65) soyundandır Künyesi Ebu'l-Hasan, lakâbı ise, Nâsiru'd-dîn'dir
Doğum tarihi hakkında çeşitli kaynaklarda hicri 260, 266, 270 ve 275 tarihleri verilmiş olsa da, yaygın olan kanaata göre (260/873-74) tarihinde Basra'da doğmuştur Zira, O'nun (300/912-13) tarihinde Mu'tezile mezhebinden ayrıldığı bilinmektedir O'nun da o günlerde kırk yaşında olduğu bilindiğine göre, doğum tarihi olarak (260/873-74) tarihinin daha doğru olduğu kanaatı yaygınlık kazanmaktadır
Eş'ari'nin hayatını, doğumundan on yaşına kadar, on yaşından Mu'tezile mezhebinden ayrıldığı zamana kadar ve bundan sonraki hayatı olmak üzere üç devrede incelemek mümkündür
1 Doğumundan on yaşına kadar olan dönem:
Bu dönem O'nun çocukluk ve ilk tahsilini tamamladığı dönemdir ki, çeşitli ilimleri tahsil etmiş ve daha ziyade babasının ahlakı ve ilmî terbiyesinde bulunmuştur
2 On yaşından Mu'tezile mezhebinden ayrılmasına kadar olan dönem:
Otuz yıllık bir dönemi kapsayan bu dönem O'nun, üvey babası Ebû Ali el-Cubbâî (302/914-15) ile ilmî yakınlığı bulunduğu dönemdir O Kelâm ilmini de Cubbâî'den öğrenmiştir Fıkıh'ta Hanefi olan Eş'ârî, itikatta hocasının tesiriyle koyu bir Mu'tezile mezhebi savunucusu olmuştur
Hicrî 300 tarihinde O'nun Mu'tezile'den ayrılarak, Ehl-i Sünnet akîdesine bağlandığı bilinmektedir Ancak, O'nun bu ayrılışına çeşitli kaynaklarda çeşitli sebepler söylenmektedir Bunlar arasında en meşhuru, hocası Ebû Ali Cubbâî ile yaptığı bir münazara gösterilmektedir ki, bu sebep bir çok muteber kaynaklarca uygun görülmemektedir Bir diğer sebep de Eş'ari'nin rüyasında Hz Peygamberi görmüş olması ve bunun üzerine görüşten vazgeçmiş olmasıdır Bir diğer görüşe göre de, Eş'ârî belli bir ilmî olgunluğa eriştikten sonra Mu'tezile fikirler kendisini tatmin etmemiş ve onları terketmiştir Bu üç görüş bir arada ele alınacak olursa; ilk iki sebebin de katkısıyla birlikte, son sebebin yani belli bir ilmî olgunluktan sonra bu karara varmış olabileceği ihtimali daha fazla ağırlık kazanmaktadır
Rivayet edildiğine göre Eş'ârî bu karara vardıktan sonra, onbeş gün evine kapanmış ve bu süre sonunda, bir Cuma günü Basra camiinde minbere çıkarak şunları söylemiştir: "Ey insanlar, Beni tanıyanlar, beni tanıyorlar Tanımayanlara da ben kendimi tanıtıyorum Ben falan oğlu falanım Ben, Kur'an'ın yaratılmış olduğunu, Allah'ın gözlerle görülemeyeceğini, kötü fiilleri kendimizin yaptığını söylüyordum Ben bunlardan tövbe ediyor ve bu fikirlerden vazgeçiyorum Ey İnsanlar, ben bu süre zarfında evime kapandım ve bu fikirlerle ilgili delilleri düşündüm Onların hiç birisi bana tercih sebebi olarak uygun gelmedi Yüce Allah'tan bana hidayet etmesini istedim O da bana şu yazmış olduğum şeyleri hidayet etti Bunun üzerine, şu elbiseden soyunduğum gibi, bütün içinde bulunduğum fikirlerden soyunuyorum"
3 Kırk yaşından ölümüne kadar olan dönem:
Mu'tezile mezhebinden ayrılıp, selef akidesi üzere geri kalan hayatını devam ettiren Eş'ârî, yaklaşık yirmi beş yıllık bu süre zarfında, bol bol eser telif etmiş ve selef akidesini müdafaa ile geri kalan ömrünü geçirmiştir Ehli Sünnet adına üslendiği müdafaa ile büyük taraftar kazanmış ve kendisinden sonra daha da gelişecek olan Eş'ariyye ekolünün kurucusu ve temsilcisi olmuştur Zaten bir görüşe göre Eş'ariyye mezhebi, Mu'tezile'ye antitez olarak doğmuştur
İlme olduğu kadar zühd ve takvâya da bağlılığı ile bilinen Eş'ârî, Subkî'nin rivayetine göre yirmi yıl yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kılmıştır (Subkî, Tabakâtu's-Safiyye, 2/248)
Eş'ârî'nin doğum tarihinde ihtilaflar olduğu gibi vefat tarihinde de bir takım ihtilaflar olmakla birlikte, tercih edilen görüşe göre O, (324/936-37) yılında Bağdat'ta ansızın vefat etmiştir
Ebu'l-Hasen Eş'ârî'nin eserlerinin sayısı bazı kaynaklarda üçyüze kadar çıkarılmış olup, bunların bir kısmı, Mu'tezilı görüşleri benimsediği döneme aittir Ancak bunlardan hiç birisi günümüze kadar ulaşmamıştır
Eş'ârî'nin eserlerini kaynaklarda zikredilen konularına göre şu gruplara ayırarak ele almak mümkündür:
a) Kelâm ilmiyle ilgili olan ve özellikle Mutezileyi reddi hedef alan eserler
b) Filozoflar, Tabiatçılar, Dehrîler, Brahmanlar, Yahudiler ve Hristiyanlar gibi cereyanları reddeden eserler
c) İslâmî ve gayr-ı İslâmî fırkaların görüşlerini reddetmeksizin nakleden Makâlât kitapları
d) Tefsir, Hadis, Fıkıh ve diğer İslâmî ilimler sahasında meydana getirdiği eserler (Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, 137)
Eş'ârî'nin eserleri konusunda bazı şeyler söylemek mümkündür Şöyle ki; O'nun hayatında iki ayrı dönem olduğu bilinmektedir Acaba hangi eser hangi döneme aittir? gibi sorular zihinleri meşgul etmektedir Ancak, burada bilinen bir husus vardır ki, o da, Eş'ârî'nin, Mu'tezile'den ayrıldıktan sonra kaleme aldığı bir çok kitapta eski mezhebinin yanlışlığını ve sakat taraflarını ortaya koyması ve dolayısıyla eski yazdıklarını reddetmesidir Zaten bugün elimizde Eş'ari'ye ait olarak bulunan eserler fazla değildir ve hepsi son dönemlerinde kaleme alınmıştır İbn-i Asâkir'in (571/I 1 76) verdiği bilgiye göre Eş'ârî, el-Umed isimli eserinde, 320/935 tarihine kadar kaleme aldığı eserlerini ve neye dair olduklarını zikretmiştir (Subkî, Tebyînu Kezibu'l-Müfteri, 135 vd)
Eş'ârî'nin eserlerini biz burada iki grupta vermek istiyoruz Önce bugün elimizde bulunan eserleri, daha sonra da isimlerini kaynaklardan öğrendiğimiz eserlerden bir kısmını sıralamak istiyoruz
I Bugün Mevcut Olan Eserleri:
1 el-İbâne 'an Usûli'd-Diyâne: Mu'tezilî fikirleri reddettikten sonra ilk önce kaleme aldığı bilinen eseridir Önce kısaca selef akidesi özetlenir ve daha sonra Nübüvvet bahsi hariç, diğer meseleler ele alınır Tahkiksiz baskılarının yanısıra Dr Favkîye Hüseyin Mahmud tarafından yapılan tahkikli metni, 1977 yılında Kahire'de basılmıştır Bu baskıda, muhakkik tarafından yaklaşık 200 sahifelik ek bilgiler ve açıklamalar ilave edilmiş ve çalışma daha da istifade edilir hale getirilmiştir Ayrıca bu eser İngilizce, Almanca ve Fransızca'ya da tercüme edilmiştir Şu ana kadar henüz Türkçe'ye tercümesi yapılmamıştır
2 el-Lum'a fi'r-Reddi 'Alâ Ehli'z-Zeyğa ve'l-Bid'a: Kelâmı bir uslûbla yazılan bu eser on babdan oluşmaktadır Bu eserde Kelâmullah, İrade, Kader, Ru'yetullah, Va'd ve Vaîd ile İmamet konulan ele alınmıştır Çeşitli baskıları ve çeşitli dillere tercümeleri vardır Tahkik baskıları arasında en çok kullânılân Dr Hâmûde Gurâbe tarafından tahkik edilen 1955 yılında Mısır'da baskısı yapılan matbû nüshasıdır Toplam 136 sahifelik bu baskı küçük boy olarak basılmıştır
3 Makâlâtu'l-İslâmiyyın: Bu eser isminden de anlaşılacağı üzere bir Makâlât kitabıdır İslâmi fırkaların görüşlerinden ve yapılarından tenkitsiz olarak bahseder Ayrıca kelâmı meselelerdeki ince ihtilaflardan ve Allah'ın isim ve sıfatlarıyla, Kur'ân hakkındaki görüşlerinden söz eder Bu eserin de H Ritter tarafından hazırlanan tahkikli neşri 1928 ve 1933 yıllarında İstanbul'da basılmış olup, bu baskıdan bir çok defalar tıpkı basımları da yapılmıştır
4 Risâle fî İstihsâni'l-Havz fi'l Kelâm: Onbir sahifelik bu risale de nazar ve istidlâlin müdafaası yapılır
5 Risâletü'l-İmân: İman konusundaki bilgileri ihtiva eden bu risale Almanca'ya tercüme edilmiştir
6 Risâle Ketebe Bihâ İlâ Ehl's-Sağr Bi Bâbi'l-Ebvâb: Eş'ârî bu risalesinde selef akidesini anlatmıştır Bu risale de Kıvamuddin Burslân tarafından Türkçe tercümesiyle beraber yayınlanmıştır (İlâhiyat Fakültesi Mecmuası, sayı: 7, ss 154-176; sayı: 8, ss 50-108)
II Diğer Eserleri:
Bu grupta Eş'ârî'ye ait olduğunu kaynaklardan öğrendiğimiz yirmi kadar eseri sıralamak istiyoruz Çeşitli kaynaklarda bunların sayısı verilmekle kalmayıp, yüz kadar eserinin de isimleri zikredilmiştir (bk el-İbâne, Dr Fevkiye Hüseyin Mahmud mukaddime s38-71)
imdi bunlardan yirmi kadarını sıralayalım:
1 Kitâbu fi Halki'l-A'mâl
2 Kitâbu fi'l-İstitâ'a
3 Kitâbu fi Cevâzı Rü'yetullah bi'l-Ebsâr
4 Kitâbu fi'r-Reddi Ale'l-Mücessime
5 Kitâbu fi'l-Cisim
6 Kitâbu fi'l-İstihşâd
7 Kitâbu fi'r-Rü'yet
8 Kitâbu fi'r-Reddi Ale'l-Felâsife
9 Kitâbu fi'l-İmâme
10 Kitâbu fi Müteşâbihi'l-Kur'an
11 Kitâbu fi Ef'âli'n-Nebî
12 Kitâbu fihi Beyâni Mezhebi'n-Nasârâ
13 Kitâbun Kebîr fi's-Sıfât
14 Kitâbu Ale'd-Dehriyyın
15 Kitâbu'r-Redd 'Alâ Makâlâti'l-Felâsife
16 İzâhu'l-Burhân fi'r-Reddi 'Alâ Ehli'z-Zeyğ ve't-Tuğyân
17 eş-Şerh ve't-Tafsıl fi'r-Reddi Alâ Ehli'l-İfk ve't-Tadlıl
18 el-Muhtasar fi't-Tevhıd ve'l-Kader
19 en-Nevâdir fî Dakâiki'l-Kelâm
20 Kitâbu Tefsîri'l-Kur'ân: Bu eserin yetmiş cilt olduğu söylenmektedir

-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuh, Dimaşk 1985, Vl, 331-361)



EŞ'ARİYYE

Ebu'l-Hasen el-Eş'ârî'nin (324/935-36) öncülüğünü yaptığı, kelâm metodunu benimseyen kelâm ekolü Çoğulu "Eşâ'ira" gelir
Eş'ariyye ismi, her ne kadar, Ehl-i Sünnete mensup iki ekolden birisinin ismi olsa da, bu ekolün ortaya çıkışı dikkate alındığında, ehl-i bidata mukabil kullanılması itibariyle genel anlamda Mâtûridîyye'yi de içine alarak, Ehl-i Sünnet'in genel ismi olarak anlaşılmaktaydı Zira, o yıllarda akaidin önemli meselelerinden birini teşkil eden Allah'ın sıfatları meselesinde birbirine zıt iki görüş ileri sürülüyordu Bunlar, sıfatları kabul eden Selefiyye görüşü ile onların bir kısmını kabul etmeyen Muattıla görüşü idi Selefiyye'ye sıfatları kabul etmesi sebebiyle "Sıfâtiyye" deniliyordu Eş'ârî Selefiyye'ye geçtikten ve Eş'ariyye ekolünün temsilcisi olduktan sonra, sıfatları kabul eden Ehl-i Sünnete "Eş'ârîyye" denilmiştir İşte bu bakımdan Eş'ârîyye, ehl-i bid'ata mukabil olarak kullandığı takdirde Maturidiyye'yi de içine almaktadır (Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi 153 Ayrıca kaynaklar için bk Şehristânı, el-Mile'l 1/92-93; İzmirli, Yeni İlm-i Kelâmı/l 10)
Eş'ârîyye Mezhebi, Mu'tezile'ye karşı bir anti-tez olarak doğmuş ve selef akidesini esas almıştır Fakat, akaid meselelerinin ele alınışında kelâmı bir istidlâl kullanılmış, te'vile yer verilmiştir Eş'ariyye'ye mensup kelâm âlimleri zamanla te'vile daha çok yer vermişler, zaman zaman da kelamda yenilikler yaparak, Kelâm ilmini felsefe ile meselelerini tartışabilecek bir güce kavuşturmuşlardır Gazzâlî'nin faaliyetleri bu hususun en canlı örneği olarak ele alınabilir Kısacası, Eş'ârî kelâmında aklın büyük önemi vardır Zira, ortaya çıkışındaki ortamda bunun böyle olmasını zorunlu kılıyordu
Eş'ârîyye ekolü önce Irak ve Suriye'de yayılmış daha sonra da Nizamiye medreselerine Eş'ârî âlimlerinin tayin edilişiyle geniş bir alana yayılma imkânı bulmuş ve Mısır ile Mağrîb ülkelerine kadar yayılmıştır
Eş'ârî'den sonra bu ekole mensup olarak, ortaya atılan fikirleri geliştiren âlimler arasında şunları saymak mümkündür: Ebû Bekir el-Bâkıllânî (403/1012-1013); İmâmu'l-Haremeyn Cüveynî (478/1085-86); Ebû Hâmid Gazzâli (505/1111); Şehristânî (548/1153-54); Fahru'd-din Râzı (606/1209-10); Sayfullah Âmidî (631/1233-34); Beydâvî (685/1286 -87); Sa'dud-din Teftâzânî (793/139091); Seyyid Şerif Cürcânî (816/141314); Celâlu'd-din Devvânı(908/1502503)
Eş'ârîyye ekolünün genel görüşlerine gelince; Bunları bir fikir vermesi açısından ana hatlarıyla şöyle sıralanabilir: Ancak bu görüşleri tam anlamıyla ifade edebilmek için dayandıkları esaslar ve istidlâl yollarıyla, delilleriyle ele almak en doğru yol olacaktır Bu da burada mümkün olmadığı için bunları ana başlıklarıyla verme yolunu tercih ediyoruz
1 Ma'rifetullah: Akıl hiç bir şeyi vâcip kılamaz Akıl, Allah'ı bulabilecek güçte bile olsa, Allah'ı bilmek şer'an vaciptir Aklen bir vucûbiyyet yoktur Şeriattan, dinden- haberi olmayan insan, hiç bir şeyden sorumlu değildir
2 Nübüvvet: Nübüvvet için erkek olmak şart değildir Kadında peygamber olabilir
3 Cüzi İrade: Cüzi irade müstakil değildir, onu da Allah yaratır
4 Kesb: Kesb, insan gücünün, güç yetirilen şeyle birlikte olmasıdır Eş'ârîyye ekolünde kesb anlayışı kapalı bir şekilde anlatılmıştır Bu yüzden anlaşılması diğer meselelere göre daha zordur
5 Husn ve Kubh: Husn ve kubh şer'îdir, akıl ile idrak olunamaz Ancak Allah'ın emir ve yasağı ile bir şeyin iyi ya da kötü olduğu bilinir Bir şey emredilmiş ise iyidir, nehyedilmiş ise kötüdür Emir ve nehiy olmadan iyilik ve kötülük bilinemez
6 Tekvin: Tekvin hakiki bir sıfat olmayıp, itibarı bir sıfattır, kudret sıfatının bir taallukudur
7 Sebep ve Hikmet: Allah'ın fiilleri bir hikmete göre olmadığı gibi bir sebebe de bağlı değildir Çünkü Allah, yaptıklarından sorumlu değildir
8 Güç Yetirilemeyen Şeyle Teklif: Allah'ın insanın gücünün dışında kalan bir şeyin yapılmasını emretmesi ve kullarını bununla mükellef tutması caizdir Ama böyle bir durum vaki olmamıştır
9 İbadet Mükellefiyeti: Kâfirler iman etmekle mükellef oldukları gibi, ibadet etmekle de mükelleftirler İbadet etmedikleri için ayrıca ceza göreceklerdir
10 İrtidad: Dinden çıkmış olan, yeniden iman ederse amelleri de kendisiyle geriye dönmüş olur
11 Kelâm-ı Nefsı: Kelâm-ı Nefsî'nin işitilmesi caizdir
12 Kur'an-ı Kerîm: Kelâm-ı nefsî durumundaki Kur'an mahluk değildir O Allah'ın kelâmıdır Ses ve harflere muhtaç değildir Elimizde bulunan mushaf ise, ses ve harflere muhtaç olan kelâm-ı lâfzîdir ve mahluktur Allahu Teâlâ şöyle buyurur: "Bir şeyi(n olmasını) dilediğimiz zaman sözümüz ancak ona "ol" dememizden ibarettir O da derhal oluverir" (en-Nahl, 16/40) Kur'an yaratılmış olsa idi, Allah kendi sözü olan Kur'an'a ol demiş olacaktır Halbuki "ol' sözü de Kur'ân'dadır
13 Ezelde Ma'dûma Hitab: Yüce Allah'ın hitabının ezelde ma'duma (yokluk) taalluk etmesi caizdir Buna göre Yüce Allah ezelde mütekellimdir
14 Tevbe-i Ye's: Ümitsizlik halinde yapılan tevbe makbuldur
15 Şefaat: Şefaat haktır ve kıyamet günü gerçekleşecektir
16 Rü'yet: Yüce Allah'ın ahirette mü'minler tarafından gözle görülmesi mümkündür ve görülecektir Bu hem aklı deliller hem de naklî deliller ile desteklenmiştir Allahu Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurur: ''O günde (kıyamette) peygamberlerin velilerin ve müminlerin yüzleri apaydınlıktır Rablerine orada hiçbir engel olmaksızın bakıcıdırlar'' (el-İnsân, 75/22-23)


__________________
Alıntı Yaparak Cevapla