Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #192
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




GASL, GASL-I MEYYİT

Yıkama, temizleme; müslüman ölüyü yıkama anlamında bir fıkıh terimi
Ölünün yıkanması dirilere farz-ı kifâyedir Yıkamak için niyet edilir, besmele çekilir, ölünün elbiseleri çıkarılır, avret yerleri örtülür ve yüksekçe bir yere yatırılır Ölüye namaz abdesti aldırılır, ancak ağzına ve burnuna su verilmez Abdestten sonra önce başı ve (varsa) sakalı yıkanır Yıkamaya sağdan başlanır Sol tarafına çevrilip yıkandıktan sonra sağ tarafına çevrilip yıkanır Sonra oturtulur ve karnı ovulur, ön veya arkasından bir şey çıkarsa yıkanır, bu takdirde tekrar abdest aldırılmaz Her uzvu üç kere yıkamak sünnettir Yıkama işlemi bitince ölü havlu ile kurulanır, baş ve sakalına güzel kokular sürülür
Yıkama işlemi sırasında güzel koku kullanılır Teneşir tahtası buhurlanır ve tütsülenir Bu, ölüye ta'zim içindir Ölü yıkayıcının elini bir bezle örtmesi müstehabdır Kaynatılmış suyla birlikte sidr veya çöven kullanılması, baş ve sakalın hatmi veya sabunla yıkanması gerekir Meyyitin tırnağı kesilmez ve saçı taranmaz Gassâl (gâsil; yıkayıcı) veya gâsile, meyyitle kapalı yerde kalır (el-Fetevâyı Hindiyye, I, 158 vd; Fethu'l-Kadîr, I, 449)
Savaş alanında şehid olmamış her ölünün yıkanılması farzdır Vücudunun bir parçası bulunan ölü, İmam Şâfiî, Ahmed ti Hanbel, İbn Hazm'a göre yıkanır, kefenlenir, cenaze namazı kılınır; İmam Ebû Hanife ve İmam Mâlik'e göre ise vücudun yarıdan çoğu bulunursa yıkanır
Şehidler yıkanmaz, kanlarıyla gömülürler Ancak, savaşta şehid düşenler dışındaki taundan, boğularak, zatürre, karın hastalığı, yanarak, göçükte, doğumda, malı uğruna, canı uğruna, ailesi uğruna öldürülen şehidler yıkanırlar Çünkü suikastla şehid düşen Hz Ömer, Hz Osman ve Hz Ali'nin cenazeleri yıkanmıştır
Gassâl (yıkayıcı)'ın emin, sâlih, güvenilir olması gerekir Yıkama esnasında ölü ile yıkayıcıdan başkasının bulunmaması mendupdur Hanefî mezhebine göre erkek, ölen hanımını yıkayamaz Hz Ali'nin Fâtıma (ra)'yı yıkadığı rivayet edilir Ölü kadının saçları örgülüyse çözmek mendubdur; yıkandıktan sonra tekrar örülür, arkaya salınır Kadının kocasını yıkaması caizdir Hz Ebû Bekir'i (ra) eşi yıkamıştır
Esas alarak erkek erkeği, kadın kadını yıkar
Ölünün yıkandıktan sonra secde yerlerine kâfur sürülür Çünkü bu an meleklerin hazır olduğu andır ve kâfur kullanmaktan maksat ölüyü soğutmak, ölünün bedenini dinç tutmak, bozulmadan ve böceklerden korumaktır (Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, I, 365)
Su bulunmazsa ölüye teyemmüm yaptırılır Teyemmüm, bir erkeğin kadınlar içinde veya bir kadının erkekler içinde öldüğü durumlarda da yapılır
İcmâa göre kadınlar, çocukları yıkayabilirler
Yine sünnete göre, ölünün tütsülenmesi ve yıkanma sayısı tek olmalıdır; bir, üç, beş gibi
Bir yerde tek yıkayıcı varsa onun ücret istemesi caiz olmaz (Mehmet Zihni, Nimet-i İslâm, 422)
Ölünün techiz ve defni süratle yapılmalıdır Bir meyyitin yıkanmasının bazı şartları vardır: Müslümanlık, bebeklerde düşük olmamak, vücudundan bir parçanın olması ve Allah yolunda öldürülen şehidlerden olmaması Bir müslüman, kâfir bir ölüyü yıkamaz ancak onu gömebilir
GAYR-İ MÜSLİM

Müslüman olmayan, İslâm'ın dışında başka bir dine mensup kişi
İnsanlar inanç bakımından iki gruba ayrılır: Hz Muhammed'in peygamberlerin sonuncusu (el-Ahzâb, 33/40) ve bütün insanlığın peygamberi (el-A'râf, 7/158; Sebe', 34/28) olduğuna inanan kimselere müslüman; Hz Muhammed'in peygamberliğine inanmayan kimselere de gayri- müslim denilir Bu tanıma göre ehl-i kitap olanlar (yahudiler ve hristiyanlar), mecusiler, dehriler, sâbiîler, mürtedler, müşrikler gayri-i müslim sınıfına girmektedirler
İslâm ülkesinde bulunan gayr-i müslimlerle müslümanlar arasında birçok münâsebetler vardır Bunlar iki grupta ele alınabilir: Zımmîler: Zımmî kelimesi, zimmet kökünden türemiştir Sözleşme, antlaşma anlamlarına gelir Istılahta ise; antlaşma sonucu sürekli olarak İslâm ülkelerinde ikamet etme hakkına sahip olanlara zımmî; müslümanlarla gayr-i müslimler arasında yapılan bu sözleşmeye de zimmet akdi denilir
Mekke'nin fethinden önce yapılan akitler sürekli olmamıştır Yahudilerle ve Mekke müşrikleriyle yapılan sözleşmeleri örnek olarak gösterebiliriz Bu sözleşmeler belirli bir müddet sonra sona ermiştir Ancak, Mekke'nin fethinden sonra nâzil olan "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulumün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyen kimselerle, küçülüp boyun eğerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın" (et-Tevbe: 9/29) ayetiyle gayr-i müslimlerden cizye alınmasına işaret edilmiştir Dolayısıyla zimmet akitleri Mekke'nin fethinden sonra yapılmıştır
Gayr-i 'müslimlerden bazılarıyla zimmet akdi yapılamaz; mürtedlerle bu akdin yapılması mümkün değildir Hanefi fukahâsı putperest Araplarla bu akdin yapılamayacağı görüşündedir İmam Şâfiî ve İmam Hanbel'e göre ehl-i kitap ve mecusiler dışındaki gayr-i müslimlerle bu akit yapılamaz Evzâî ve İmam Mâlik'e göre bütün gayr-i müslimlerle bu akit yapılır
Gayr-i müslimler şu yollardan biriyle İslâm tebaasına girer ve zımmî olurlar: İzinle İslam ülkesine girdikten sonra bu ülkeden haraç arazisi satın alanlar ve bu araziyi işletenler; ikamet izni bittiği halde ülkeyi terketmeyenler; evlenerek erkeğin tebaasına katılan kadın (Kadın, ikamet vb konularda kocasına bağlı olur) Cizye vermeyi kabullenen fethedilen ülke halkı
İslâm ülkesi tebaasına giren bir zımmînin tebaalığını kaybetmesi için şu suçları işlemesi gerekmektedir: Müslüman bir kadınla zinâ etmek; müslümanlara savaş açmak; müslümanların inançlarını ifsat etmeye kalkışmak; devlet düzenine karşı çıkmak; cizye vermemek
Zımmîler devlet başkanı, ordu komutanı ve hâkim olamazlar Çünkü bu görevler doğrudan doğruya müslümanlarla ilgilidir Dünyevî işlerde zımmîlerden bildikleri konularda yararlanılabilir
İslâm tebaasına giren Zimmîlere seyahat, ikamet, din ve vicdan hürriyetiyle birlikte eğitim, çalışma, sosyal ve kamu hizmetlerinden yararlanma hakkı da verilmiştir
Zımmîlerin İslâm devletine karşı bazı yükümlülükleri vardır; bunlar, malî ve diğer yükümlülükler olmak üzere ikiye ayrılır Malî yükümlülüklerin başında cizye gelmektedir Cizye almak nassla sabittir (et-Tevbe, 9/29) Peygamberimiz (sas) düşmanla karşılaşan ordu komutanlarından şu üç emrin yerine getirilmesini ister: İslâm'a davet etmek, cizye istemek, savaşmak (Ebû Dâvûd Cihâd, 83) Her zımmîden cizye alınmaz; bunun belirli şartları vardır: Cizye, ergenlik çağına gelmiş erkeklerden alınır Kadınlar ve köleler cizye ödemezler Kör, kötürüm, yoksul ve çalışamayanlardan Şafiîlere göre cizye alınır, diğer mezheplere göre cizye alınmaz Bazı mezheplere göre, gayr-i müslimlerin din adamlarından, çalışamayacak durumdaki çiftçilerden de cizye alınmaz
Devletin koruma görevini yerine getirememesi, zımmînin müslümanlarla birlikte ülke savunmasına katılması, cizye ödemeyi engelleyen durumların ortaya çıkması, ölüm hâli ve zımmînin müslüman olması gibi hallerde cizye borcu düşer
Harac, ictihad yoluyla alınan bir vergidir Bir tür vergi bazan attırılabilir, bazan da azalır Devletlerarası ticaretlerden alınan vergiye de "uşûr" adı verilir
Gayr-i müslimler, müslümanları kendi dinlerine davet edemezler; müslümanları küçük düşürücü davranışlarda bulunamazlar; kılık ve kıyafetleri yönüyle müslümanları taklid edemezler; yasaklanan fiilleri işleyemezler; haram olan şeyleri müslümanlara satamazlar
Müslümanlarla ilişki içinde bulunan gayr-i müslimlerin diğer bir grubuna da "müste'men" adı verilir; "güven içinde olan, emân verilen, güvenliğe kavuşan" anlamlarını ifade eder Terim olarak anlamı; belirli bir süre için İslâm ülkesine girmek ve orada emin olarak kalabilmek için kendisine izin verilmiş olan gayr-i müslime bu ad verilir
Kur'an'da "Eğer müşriklerden biri emân dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah'ın sözünü işitsin; sonra onu güven içinde bulunacağı yere ulaştır" (et-Tevbe, 9/6) ayeti bu konuya delil teşkil etmektedir
Müste'menler dört sınıfa ayrılmaktadırlar: Elçiler, tüccarlar, ilim tahsilinde bulunanlar, ziyaret ve gezmek amacıyla gelenler
Emânın nasıl, kimlere ve kimler tarafından verildiğini şöylece özetleriz:
1- Özel emân: Bir kişiye veya küçük bir gruba verilen emândır Bu emânı, büluğ çağına gelen herkes verebilir: Hanefilere göre bu emânı müslümanlarla aynı safta savaşan zımmîler bile verebilir
2- Genel emân: Büyük bir topluluğa, yerleşim bölgesine verilen emândır Hanefilere ve Şâfiîlere göre bunu ancak devlet başkanları verebilir
3- Örf ve âdete göre verilen emân: Bunlar,' kendilerine emân verilmediği halde emân verilmiş olanlardır Yanlarında bulunan mektuplar, ticaret mallan müste'men sayılmasına delâlet eder Bunlar; elçiler ve tüccarlardır
4- Antlaşmadan doğan emân: Antlaşma yoluyla elde edilen emândır
5- Yakınlık yoluyla emân: Bir şahsa verilen emân onun çocuklarını da içine alır
Emânın sona ermesi müste'menin İslâm ülkesinden çıkıp harp ülkesine girmesiyle başlar Bunlar İslâm ülkesinin vatandaşı değildir
Hanefîlere göre, müste'menlere Allah hakkından ve kamu haklarından dolayı ceza verilmez Hırsızlık, soygun gibi İmâm Şâfiî'ye göre ise ceza verilir
Müslümanların veya gayr-i müslimlerin hayata karşı işledikleri suçlarda suç işleyenin durumu göz önüne alınır Suçu işleyenin kimliğine göre farklı cezalar uygulanabilir Bir müslümanla bir gayr-i müslim, veya bir mürted aynı cezaya çarptırılmaz Bazı hukukî farklılıklar ortaya çıkar; ama hiçbir zaman gayr-i müslime haksızlık yapılmaz
Evliliklerde din olgusu önemli bir meseledir Müslüman bir erkeğin ehl-i kitap bir kadınla evlenmesinde sakınca yoktur (el-Mâide, 5/5) Müslüman bir erkek müşrik kadınla evlenemez İmanlı bir cariye müşrik kadına tercih edilmektedir (el-Bakara, 2/221) Müslüman kadın müşrikle evlenemez (el-Bakara, 2/221) Ailede etkin kişinin erkek olduğu düşünüldüğünde müslüman bir kadının ehl-i kitaptan bir erkekle evlenmesine izin verilmemiştir Gayr-i müslimlerin kendi aralarındaki evlilikleri mûteber kabul edilmiştir Bunların kendi aralarında belirlemiş oldukları mehirler mûteberdir, geçerlidir Müslüman erkekle evlenmiş olan gayr-i müslim kadın, kocasından boşandığı zaman müslüman kadının iddetine tabidir Müslüman bir erkekten boşanan müslüman bir kadın kocasından nasıl nafaka alıyorsa, gayr-i müslim bir kadın da müslüman bir erkekten ayrıldığı zaman müslüman kadın gibi, nafaka alır
Ehl-i kitabın yiyecekleri müslümanlar için helâldir Kur'an'da, "Kendilerine kitap verilenlerin yemeği, size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir" (el-Mâide, 5/5) buyurulmaktadır Gayr-i müslimlerle insanî ilişkiler sürdürülür; hastaları ziyaret edilir, hediyeleşilir, selamlaşılır; dünyevî konulardaki bilgi ve becerilerinden yararlanılır komşuluk münasebetleri sürdürülür



GAZA

Kâfirler üzerine yapılan askerî sefer
Gaza kelimesi lügat itibariyle Arapça'da "gazv" kökünden türetilmiştir Gazv, lügatta düşmanla savaşmak üzere sefere çıkmak anlamına gelir İslâm literatüründe bu kelime özellikle kâfirlere karşı savaşmak üzere girişilen faaliyet için bir ıstılah olarak kullanılmıştır
Bir İslâm tarihi tabiri olarak "gazve" kelimesi ise biraz daha özel bir anlam ifade eder İslâm tarihinde genellikle kabul edildiğine göre bizzat Peygamber efendimizin kendisinin katılarak ashabına komutanlık ettiği seferlere gazve adı verilmiştir Bu birliğin sayısı az da olsa, çok da olsa, hareketin gayesi bir çarpışmayı gerçekleştirmek de olsa, başka bir gaye ile de birlik çıksa ve neticede savaş yapılsa da, yapılmasa da durum farketmez Peygamber efendimizin bizzat katıldığı seferler böylece gazve diye adlandırılmıştır Buna karşılık, çıkış gayesi ve sayısı ne olursa olsun Hz Peygamber'in kendisinin bulunmadığı ve ashabdan bir zatın komutasında çıkardığı birliklere ise seriyye denilir (Tehânevî, Keşşâfü Istılâhâti'l-Fünûn, Kelküta 1862, II, 1099) Ancak bazı ilk dönem İslâm tarihçileri muhtemelen kelimenin kazandığı bu ıstılah manasını gözetmeksizin ve sırf lügat itibariyle ifade ettiği "kâfirler üzerine yapılan sefer" manasına itibar ederek, Peygamber efendimizin katılmadığı bazı seferlere de gazve adını vermişlerdir Meselâ İbn Hişâm, Mûte Harbi'nden "Mûte Gazvesi" şeklinde bahseder (Bkz İbn Hişâm, es-Sîretü'n-Nebeviyye, Kahire 1955, III-lV, 373) Ancak bu isimlendirme, belirttiğimiz gibi kelimenin ıstılah manâsına göre değil, lügat anlamına göre verilmiş olsa gerektir
Kelimenin taşıdığı bu lügat manası bakımından Peygamber Efendimizden sonraki dönemlerde müslümanların kâfirlere karşı yaptıkları savaşlara da "gazve", savaşma işine ise "gaza" denilmiştir Meselâ, bir Osmanlı tarihçisi olan Murâdî'nin "Gazavât-ı Hayreddin Paşa" adlı eseri, büyük denizci Barbaros'un gazalarını yani savaş ve seferlerini ele almaktadır




__________________
Alıntı Yaparak Cevapla