Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #185
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




GECE İBADETİ

Daha çok "gece namazı" veya "teheccüd namazı" olarak bilinen ve çok fazla sevabı nedeniyle Resulullah tarafından müslümanların özendirildiği, en sahih rivâyetlere göre gecenin ikinci yarısında uykudan kalkılarak on iki rekât olarak kılınan nafile namazı
Kur'an-ı Kerîm'in Müzzemil suresinin baş tarafında: "Ey o örtünen, kalk gece, ancak birazında: Yarısı, yahut eksilt ondan biraz Ya da artır ve Kur'an oku, tertip ile yavaş yavaş, güzel güzel Çünkü, biz senin üzerine ağır bir söz atacağız Çünkü, gece neşesi hem daha dokunaklı, hem deyişçe daha sağlamdır" buyurularak, risâletin daha başlangıcında, bazı âlimlere göre beş vakit namazdan önce gece namazı emredilmiş ve İslam'ın tebliğini başarabilme açısından bunun gereği de vurgulanmıştır Resulullah'la birlikte ashabının da kıldığı bu namaz, aynı surenin sonunda yer almakla birlikte, yukarıdaki emirden belli bir süre sonra, hattu bazılarınca Medine'de inen "Rabbin biliyor ki, sen muhakkak gece üçte ikisine yakın ve yarısı ve üçte biri kalkıyorsun; beraberindekilerden bir grup da Gece ile gündüzü Allah takdir eder Bildi ki, siz onu bundan böyle başaramazsınız; bu bakımdan size lûtufta bulundu da, artık Kur'an'dan ne kolayınıza gelirse okuyun" ayetiyle ümmet için emir olmaktan çıkmış; İsrâ sûresinde "Gecenin bir kısmında sana mahsus bir nâfile olmak üzere teheccüdde bulun Umulur ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud'a ulaştırır" (el-İsrâ, 17/79) ayetinde de ifade olunduğu üzere, Resulullah (sas)'in terketmediği bir amel olarak kalmıştır O kadar ki, Buhârî ve Müslim'in ittifâken rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte, Efendimiz'in, mübârek ayakları şişinceye kadar geceleyin ibadet ettiği; Hz Âişe'nin kendisine, "Ya Resulallah, geçmişteki ve gelecekteki günâhların affolunduğu halde, neden böyle yapıyorsun?" demesi üzerine "Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı?" buyurduğu ifade olunmaktadır İmam Müslim, Sahih'inde Resulullah'ın teheccüdünün uzunluğuna daha bir açıklık getirmekte ve Hz Huzeyfe (ra)'den; bir rekâtta Fâtiha'dan sonra Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ surelerini hem de ağır ağır, tesbih ayetlerinde tesbih ederek, dua istenen ayetlerde dua ederek okuduğunu, rükû ve secdesinin de aynı şekilde uzadığını rivâyet etmektedir (Riyâzü's-Sâlihîn, II, 449, 457)
Gece namazının fazileti konusunda alimler çok söz etmiş ve müminleri bu namaza teşvik etmişlerdir Hz Ebû Hüreyre (ra)'den rivâyet edilen bir hadîs-i şerifte, "Rabbimizin her gecenin son üçte biri kaldığında dünya semasına nüzul edip "Yok mu bana dua eden, duasını kabul edeyim; yok mu benden isteyen, ona vereyim; yok mu benden bağışlanma dileyen, onu bağışlayayım" buyurduğu ifade olunmaktadır (Tecrii Sarîh Terceme ve Şerhi, IV, 112) Zaten, Kur'an-ı Kerîm'de de müminlerin, Rahman'ın kullarının Rablerinin rızası için secdede ve kıyamda geceleyen kimseler oldukları (el-Furkan, 25/64); gecenin az bir kısmında uyuyup, seherlerde istiğfar ettikleri (ez-Zâriyât, 51/51) ve yanlarının rahat döşeklerinden uzaklaşıp korku ve umut içinde Rabblerine dua ettikleri (es-Secde, 32/16) anlatılmaktadır Önemi dolayısıyle, farz namazdan sonra en faziletli namazın gece namazı olduğu Müslim'in rivâyet ettiği bir hadiste belirtilmiş; âlimlerin çoğunluğunca bu namaz sünnet-i müekkede olarak kabul edilmişse de, vacib diyenler de olmuştur Sünnet de olsa, bilhassa İslâm'ın tebliğcileri için herhalde asla vazgeçilmez bir namaz olsa gerektir




GELENEK

Bir toplulukta zaman içinde meydana gelen ve toplum içerisinde kabul gören maddî ve manevî husus ve alışkanlıklar Bunlara âdet de denilir Örf ise, biraz daha kuvvetli hâle gelmiş âdet ve geleneklerdir Örfler, hukuk açısından önemli bir hüküm kaynağı olarak kabul edilmişlerdir
Gelenek veya âdetler, eskiden devralınan ve toplum hayatının çeşitli yönlerinde yerleşen iş ve davranış tarzlarıdır Bu bakımdan eskiden devralınan her düşünce ve alışkanlık, kötü olmayacağı gibi; mutlaka iyi de demek değildir Bazı âdet ve gelenekler toplumları yozlaşmaya ve atalete sevk ederken; bir başka tür gelenekler, sosyal hayatın sürekliliği ve ahengi için önemli faydalar sağlar
Eski asırlarda örf ve âdetlerin büyük rolü vardı Çünkü insanın yaşadığı iktisadî hayatın bünyesine uygun mevzuat yapma yoluyla hukuk kaideleri koyma güç olduğundan, insanların hayatını düzenleyen kaidelerin temel kaynağı örf ve âdetler idi Bu sebeple toplumlar, muayyen örfleri kabul ederek, onları tatbik ediyorlardı
Örf ve âdet, temel ve önemli bir şey ile ortaya çıkar Yani toplumun arzusu, bünyesi ve değerlerine uygun olarak ortaya çıkar; toplumun bünyesinin değişmesiyle değişir Ayrıca örf ve âdet, bazı meselelerde kanunun unutarak yaptığı hatayı telâfi eder Bu durumda, kanunun temas etmediği bütün meselelerde bir hukuk kaynağı olarak örf ve âdete başvurulur
Örf, İslâm hukukunda ikinci derecede fer'î bir hüküm kaynağı olarak kabul edilir Örf, kendisinden daha geniş olan âdetten ayrılır Âdet, şahıs ve cemaatlerden tekrar tekrar sâdır olan her davranışa denilir Örf, âdetin bir çeşididir Bir kavmin veya topluluğun söz ve fiil hâlinde âdetleridir (Faruk en-Nebhân, İslâm Anayasa ve İdare Hukukunun Genel Esasları, Çev Servet Armağan, İstanbul 1980, s 241-339)
İslâm alimleri örf ve âdeti; "Akl-ı selîmin üzerinde ittifak ettiği ve halkın devam edegeldiği şeylerdir ki, birçok kere tekrar olunur" şeklinde tarif etmişlerdir Ayrıca örf ve âdette dikkat edilecek husus; "Şer'an ve aklen müstahsen olması, selim akıl sahipleri yanında münker olmamasıdır" (Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, İstanbul 1983, s 139)
Örf fıkhî manada umumî ve hususî olmak üzere ikiye ayrılır Umumî örf: Birçok memleket ve cemiyetlerin müşterek olan örfleridir Hususi örf: Belirli bir memleketin veya cemâatin tekrar tekrar işledikleri şeylerdir Amelî örf, bir yerde fiilî bir şeyin insanlar arasında âdet ve teâmül hâline gelmesidir Meselâ bir bölgede koyun etinin yenmesi mutad olduğu gibi, diğer bir yerde keçi etinin yenmesi mutaddır
İslâm, yerleştiği dönemlerde insanlar arasında iyi olarak bilinmiş ve teâmül hâline gelmiş olan bazı örf ve âdetleri olduğu hal üzere bırakmış ve böylece örf, âdet ve teâmül İslâm hukukunun önemli kaynaklarından birisini teşkil etmiştir (Osman Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İstanbul 1973, s 7)
Batı literatüründe gelenek "toplumda değerler ve kurumların en ağır değişen ve eski toplumlarla yaşayan toplumların arasında bir bağ oluşturan sosyal miras" olarak geçer Geleceğin payı ve toplumun eski şekillerini yenilerine bağlama gücü toplumdan topluma değişir Bazı sosyologlar devrimlerin gelenekleri ortadan kaldırdıklarını söyler, fakat en sert devrimlerden sonra dahi bir kısım geleneklerin kaldığı görülmektedir (H Ziya Ülken, Sosyoloji Sözlüğü, İstanbul 1969, s 115)
Batı düşüncesinde genel kabul gören bir düşünüş olarak sosyal değerlerde sürekli "değişim" vardır Bu görüşten hareketle kültürün de bir değişime uğradığı ve kaçınılmaz bir değişim geçireceği kabul edilir Mourice Duverger'e göre: Kültürün geleneksel öğeleri; her geçen gün kültüre eklenen yeni tekniklerin, değerlerin, tasarımların etkisiyle yok olma baskısı altında kalır Bazen bu yeni öğeler, eskilere yalnızca eklendiğinden, olay basit bir toplamadan ibaret kalır Fakat, çoğu zaman yeni öğeler eskilerin yok edilmesini ya da dönüştürülmesini gerektirir Dolayısıyle tüm kültürler sürekli olarak bir evrim geçirirler (Mourice Duverger, Siyaset Sosyolojisi, İstanbul 1975, s 124)
Bu açıklama tarzı, gelenekselliğin mutlaka yanlış ve hatalı olduğundan kaynaklanan bir "anlayış biçimi"yle ilgilidir Batıda bir fikir veya sistem, kalıcı bir özellik taşıyorsa gelenekseldir ve her geleneksel ise, yanlıştır Bu görüş, Rönesans öncesi geleneksel düşünce ve inanışı temsil eden Ortaçağ hristiyan felsefesinin reddedilmesinden kaynaklanan bir tavırdır Bundan dolayı Batı için gelenekçilik, basit olarak geçmişe ait bir özlemi ve eski değerlerin benimsenmesi şeklinde anlaşılmakta ve kabul görmemektedir İslâmî anlayışta ise, doğru kabul edilenin muhâfazası ve korunması şeklinde bir gelenekçilik sözkonusudur Müslümanlar İslâm'ın en ideal yaşandığı "Asr-ı Saadet" dönemini muhâfaza etmek ve ona uygun bir yaşayış modelini sürdürmek arzusu içindedirler Bunun dışındaki her türlü yaşayış modeli, muhafaza edilmeye ve sürdürülmeye lâyık kabul edilmemektedir Böylece İslâmî anlayışta ileri-geri kavramları, zaman ve mekan faktörleri dışında gelişen bir özellik taşımaktadır Gelenekçi veya modernist düşünce ve yaşayış, ancak İslâm'a olan yakınlığı ve uzaklığı nisbetinde değer kazanır
İslâm'ın eksik anlaşıldığı dönemlerde, müslümanlar tek taraflı mistik bir ruha yönelmiş ve dünyayı terketme bir erdem kabul edilmişti Bu durum, müslüman toplumları geleneklerin muhafazasına ve her türlü gelişmeye kapalı hale getirdi: Mâzinin müdâfa asına yönelince, kültür, bir arkeolojik karaktere bürünmekte; zihnî fikrî faaliyet ileriye değil, geriye çevrilmiş bulunmaktadır Bu itidalsiz geriye dönüş, her kültür sahasında hal ve istikbalini zaruretleriyle uyuşmayan bir ric'at şeklini almaktadır
İşte İslâmî bakış tarzının kayboluşu sonucu, müslüman toplumlar sapmanın bir çeşidi olan İslâm dışı geleneklerin ağına düşmektedirler Bu noktada müslümanlara düşen görev vahiy kaynaklı Nebevî İslâmî geleneği yeniden diriltip yaşatmaktır


GIBTA

Kişinin başkasında bulunan nimetin yok olmasını temenni etmeyerek aynı nimetin kendisinde de olmasını arzu etmesi
Gıpta; bir nevi imrenmek olup İslâmî açıdan sakıncalı olmadığı gibi kıskançlık da değildir Çünkü kıskançlık; başkasında olan iyi halin ve nimetin yok olmasını arzu etmek olup, bu haram ve kötü bir ahlâktır Kur'an ve Hadisde kötülenmiştir Türkçede bunu kıskanmak ve çekememek kelimeleriyle ifade ederiz Halbuki gıbtada böyle bir arzu yoktur Yani başkasında görülen nimetin yokluğunu temenni etmeksizin, sadece kendisinin de aynı nimete sahip olmasını arzu etmesi demektir
İlim, zenginlik, yardım vb gibi hususlarda gıbta mübah görülmüştür Fakat, hırsızlık, tembellik, serkeşlik ve gangsterlik gibi fiiller üzerindeki gıbta ise yasaklanmıştır (Abdullah Şevket, Ahlâk-ı Dînî, 21)
Resulullah (sas): "Mümin imrenir, münâfık hased eder" buyurarak hased ile gıpta arasındaki farkı çok açık bir şekilde izah etmiştir
Yalnız düşman devletinin elinde bulunan, gelişmiş teknolojiyle araçlar kitlelere zarar veriyorsa, onun yok olmasını istemek zarar vermez İyi davranışlarıyla topluma huzur dağıtan, iyi eserleriyle insanların hakla müşerref olmasını sağlayan kimselere gıbta ile bakmak ve onlar gibi olma özlemini çekmek, kişiye hem dünyada hem de ahirette, sonsuz mutluluğa kavuşmalarında büyük faydalar sağlar
Resulullah (sas), Allah'ın kendisine verdiği malı hak yolunda harcayan, Allah'ın verdiği ilimle amel eden ve bunu insanlara öğreten kimseye karşı hasetliğin olmadığını bilâkis bunun gıbta ile karşılanması gerektiğini vurgulamıştır Bir başka hadis-i şerifde ise şöyle buyurulmaktadır: "Bu ümmetin durumu şu dört kişiye benzer:
a) Allah, bir adama mal ve ilim verir O da ilmiyle hareket eder
b) Birine ilim verir, mal vermez Bu yüzden o şöyle der: "Rabbim, şayet benim de filanın malı gibi malım olsaydı, onun gibi elbette iş yapardım' Bu ikisi de sevap bakımından aynıdır
c) Birine mal verir, ilim vermez O da bu malı Allah'a isyan olan yerde harcar
d) Birine de ne ilim, ne mal verilmiştir Bu da kalkıp "Şayet benim de filanın malı gibi malım olsaydı kötü yolda harcadığı şekilde harcardım' der Bunlar da günaha eşittirler" (İbn Mâce İlim,15; Ahmed b Hanbel, II, 36)
Hadis-i Şerif'ten anlaşıldığı gibi teknimete sahip kimse buna sahip olamayan kimsenin ona sırf hizmet için gıbta etmesinde bir sakınca yoktur Yalnız kötülük yapma hususunda bu fiili işleyen kimseye imrenmenin günah olacağı açık bir şekilde görülmektedir
"Sabah akşam Rablerinin rızasını dileyerek O'na yalvaranlarla beraber sen de sabret Dünya hayatının güzelliklerini isteyerek gözlerini o kimselerden ayırma Bizi zikretmesini kendisine unutturduğumuz ve içinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma" (el-Kehf, 18/28) buyruğunda salihlere uymanın anlamı açıklamaktadır Hz Musa: "Sana öğretileni bana hayra götüren bir bilgi olarak öğretmen için peşinden gelebilir miyim?" (el-Kehf, 18/66) demiştir Hızır (as)'a (bk el-Kehf sûresi)
Bilinçli müslüman, insanların hayırlılarına gıbta eder, ins ve cin şeytanlarından kötülüklerden uzaklaşır Sünenlerde ittifakla rivayet edilen hadislerde anlatıldığına göre: İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibidirler Tanışanlar dost olur, birbirlerine görmemezlikten gelenler anlaşmazlığa düşerler
Yalnız iki şeye gıbta edilir: Biri Allah'ın mal verip hak yolda harcamaya muvaffak kıldığı kişi; diğeri de Allah'ın kendisine ilim verip de onunla amel eden ve bunları başkalarına öğreten kimse Allah'ın birbirinden üstün kıldığı şeyleri kovuşturmaz (en-Nisâ, 4/32)


GIYBET

Bir kimsenin gıyabında hoşlanmayacağı bir söz söylemek, çekiştirmek; meydanda olmama, kaybolma hâli
Gıybet, bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek, başka bir deyimle, kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, din kardeşimiz hakkında arkasından konuşmamız anlamına gelir Halk arasında dedikodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılır
Gıybet, insan veya insanla ilgili birtakım şeyler üzerinde olur Kişinin bedeni, nesebi, ahlâkı, işi, dini, dünyası, elbisesi, evi, bineği dedikodu konusu olabilir Gözün şaşılığı, saçların döküklüğü, uzun veya kısa boyluluk, siyah veya sarı renkte olmak Bunlardan alaylı bir şekilde bahsedilmesi sözkonusu kişinin kalbini kırar
Kur'an ve Sünnet, gıybeti yasaklamıştır: "Bir kısmınız diğerlerinizin gıybetini yapmasın Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bundan tiksindiniz değil mi?" (el-Hucurat, 49/12); "Gıybet, kardeşini hoşuna gitmeyecek şekilde anmandır" (Tirmizî, Birr, 23; Dârimî, Rikat, 6; Mâlik, Muvatta, Kelâm,10; Ahmed b Hanbel, II, 384, 386)
Başkalarına kardeşinin ayıplarını anlatmak onun hoşuna gitmeyecek şeyleri söylemek demek olduğundan, ancak dil ile söylemek haram olmuştur Kaş-göz işareti yapmak, imâ, işaret ve yazı gibi gıybet anlamı ifade eden her hareket de gıybettendir Meselâ elle birisinin uzun veya kısa boyluluğuna işaret etmek, bir şahsın ayıpları hakkında yazı yazmak gıybettir Gıybeti tasdik etmek de gıybettir Gıybet yapılan yerde susan kişi gıybete ortak olmuş olur Diliyle gıybetçiye karşı duramayanın kalbiyle inkâr etmesi gerekir (İmam Gazzâli, Zübdetü'l-İhya, Trc: Ali Özek, İstanbul 1969, 362, 363) Allah Resulu şöyle buyurur: "Bir kimse yanında hakarete maruz kalan bir mümine gücü yettiği halde yardım etmezse, Allah o kimseyi kıyâmet gününde insanların önünde rezil eder" (Tebarâni)
- "Her kim gıyabında kardeşinin kusurlarını söyletmezse, kıyâmet gününde Allah da onun kusurlarını örtmeyi tekeffül eder" (İbn Ebi'd-Dünya)
- "Ey kalbiyle değil, sadece diliyle iman edenler topluluğu! Müslümanların gıybetini yapmayınız, ayıplarını araştırmayınız Zira kim kardeşinin ayıp ve kusurlarını araştırırsa Allah do onun kusurlarını araştırır Allah, kimin kusurunu araştırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil ve rüsva eder (Ebû Dâvud, İbn Ebî Dünya)
İslam dininde kardeşlik olgusunun, "Müminler ancak kardeştir İhtilaf ettikleri zaman, iki kardeşinizin arasını düzeltin; ve sakının ki, merhamet olunasınız" (el-Hucurat, 49/10) ilâhi buyruğu ile kurulmuş olması, İslâm toplumunu bu iman kardeşliği üzerinde yükselen güçlü bir toplum yapmaktadır Böyle bir toplumda gıybet yoktur Çünkü, Hz Peygamber (sas)'in buyurduğu gibi, "Mümin müminin aynasıdır Mümin iki el gibidir, birisi diğerini temizler" Bu ölçüler, toplumu fitne ve bozgunculuktan uzak tutar
Gıybetin sebepleri:
1 İntikam duygusunu tatmin, 2 Arkadaşlara muvafakat, 3 Gösteriş ve büyüklük; başkalarını küçültme, kendini büyütme, 4 Kıskançlık, 5 Hoşça vakit geçirmek, güldürmek için başkalarının ayıp ve kusurlarının ortaya serilmesi, 6 Küçük düşürmek için alay (Gazzâlî, İhyâu Ulûmiddin, Trc: Ali Arslan, İstanbul 19'72; VI, 522 vd)
Gıybetten korunmak için kişinin öncelikle kendi kusurlarıyla uğraşması gerekir Şuralarda gıybet câizdir:
1) Haksızlık karşısında: "Hak sahibinin söz hakkı vardır" (Buhârî, Müslim)
2) Fetva istemede: Utbe kızı Hind, Resulullah'a gelerek kocası Ebû Süfyan'ı cimriliğiyle, çok az nafaka bırakmasıyla çekiştirmiş ve kocasının malından haberi olmadan alıp alamayacağını sormuştu Allah Resulu de "Sana ve çocuğuna yetecek miktarda, iyilikle al" buyurdu
3) Bir kimseyi kötülükten menetmek:
4) Kişiyi meşhur olan lakabıyla anmak
5) Kişinin fısk-u fücûrunu alenen yapması, yaptıklarından dolayı gurur duyması, yaptıklarının söylenmesinden dolayı üzüntü duymamasıdır Yaptıklarıyla övünmesi yüzünden onları anmak gıybet sayılmaz
Gıybetçinin günâhtan kurtulması için pişmanlık duyması, tövbe etmesi, gıybetini yaptığı kimse ile helâlleşmesi gerekir Gıybeti yapılan da merhametli davranır, affeder Düstur: "affa yapış(mak), iyiyi emret(mek), cahillerden uzak ol(maktır) (el-A'râf, 7/ 199)





__________________
Alıntı Yaparak Cevapla