gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami Sözlük
HABER-İ MEŞHÛR
Âhâd haberler içinde râvî sayısı en fazla olan hadis Herkes tarafından bilinen ve nakledilen haber manasına gelen haber-i meşhûrun hadîs ıstılahındaki tarifi şöyledir: En az üç isnadla rivayet edilen, fakat tevâtür derecesine erişmeyen hadîslere "meşhûr" denir (Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s 219) Tarifte yeralan "en az üç isnad" şartı ilk tabakada aranmaz Bu sebeple her tabakada en az üç râvîsi olduğu halde bir veya iki sahabîden rivayet edilen hadîsler de meşhûr hadîs sayılırlar Nitekim "Ameller ancak niyetlere göredir  " hadîsi sadece Hz Ömer tarafından rivayet edildiği için, sonradan çok meşhûr olmasına rağmen mütevâtir değil, meşhûr hadis kabul edilir (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, I, 104, 108) Rivayet edenlerin sayısı her tabakada eşit olursa o hadise "müstefiz" denir Buna göre müstefiz hadîs, meşhûrun bir çeşidi olmaktadır
Tariften anlaşıldığı üzere bir haberin meşhûr olması, onu rivayet edenlerin sayısı bakımındandır Bu itibarla meşhûr hadisler, sıhhat bakımından sahih, hasen, zayıf, hatta mevzû olabilirler Sahih olan meşhûrun misali şu hadistir: "Allah Teâlâ, ilmi, insanların arasından çekip almak sûretiyle değil, alimleri vefat ettirmek sûretiyle ortadan kaldırır Nihayet ortada alim kalmayınca, halk birtakım câhilleri kendilerine lider seçer Bunlara birşeyler sorulur, onlar da bilmeden fetva verirler Böylece hem kendileri doğru yoldan saparlar, hem de başkalarını saptırırlar " Hasen olan meşhûrun misali şudur: "İlim öğrenmek her müslümana farzdır " Zayıf olan meşhûr hadîse örnek: ise "İlmi, Çin'de bile olsa, öğreniniz" hadîsidir
Halk arasında hadîs olarak meşhûr olmuş ıstılah anlamının dışında kullanılan meşhûr rivayetlerden bazıları ise şunlardır: "Kendini (nefsini) iyi tanıyor Rabbini de bilir", "Ben bilinmeyen bir hazine idim  "; "Ümmetimin âlimleri İsrail oğullarının peygamberleri gibidir" (Subhi es-Sâlih, Hadîs İlimleri ve Hadis Istılahları, Çev Yaşar Kandemir, Ankara 1973, s 195-196)
Hadîslerin meşhûr olması nisbîdir Dolayısıyla bazı hadîsler sadece muhaddisler arasında meşhûr olduğu halde bazıları hem hadîsçiler hem diğer âlimler hem de halk arasında meşhûrdur Meselâ, "Resulullah (s a s) bir ay müddetle rükûdan sonra kunût olarak Ra'l ve Zekvân kabîlelerine beddua etmiştir " hadîsi özellikle hadisçiler arasında meşhûrdur "Allah indinde helâlın en sevimsizi, bir kimsenin eşini boşamasıdır" hadîsi İslâm hukukçuları arasında meşhûrdur "Ümmetim, hata, unutma ve zorlanmak suretiyle yaptıkları hareketlerden mesûl tutulmamıştır" hadîsi de usulcüler arasında meşhûrdur "Halka iyi muamele etmek sadakadır", "Bizi aldatan bizden değildir" hadîsleri ise halk arasında meşhûr hadislerdendir
"Müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanların zarar görmediği kimsedir" hadîsi, hem hadisçiler hem bütün İslâm alimleri hem de halk arasında meşhûrdur (Nureddin Itr, Menhecü'n-Nakd fi Ulûmi'l-Hadîs, Dımaşk 1392/ 1972, s 387-389; Subhi es-Sâlih, A g e , s 195-197
HABERLERİN TETKİKİ
Gelen haberlerin doğruluğunu tetkik etmek, fâsık kimselerin getirdiği bilgileri hemen kullanmayıp araştırmak
İslâm'ın ilk günlerinden günümüze kadar toplum içinde yayılan haberlerin doğruluğunun araştırılmadan kabul edilmesi anlaşmazlıklara sebep olduğu gibi huzursuzluk ve problemler çıkarmaktadır Onun için islâm her probleme çözüm getirdiği gibi bu hususu da halletmiş ve müslümanların bu konuda nasıl davranacaklarını Kur'an nassıyla belirlemiştir: "Ey iman edenler; Bir fâsık size bir haber getirirse onu iyice araştırınız Yoksa bilmeyerek bir kavme kötülük yaparsınız da yaptığınız işten pişman olursunuz" (el-Hucurât, 49/6) buyurulmaktadır Bu ayetin nüzul sebebi olarak Hz Peygamber devrinde meydana gelen şöyle bir olay rivayet edilmektedir: Resulullah, Huzaa kabilesinin ileri gelenlerinden olan Haris b Dirâr'ın İslam'ı tebliğ etmesine, müslüman olanların zekâtlarını toplamasına izin verir Toplanan zekâtın teslimi ile ilgili olarak bazı hususlar üzerinde anlaşırlar Buna göre Resulullah (s a s) zamanı gelince Hâris b Dırar'a bir elçi gönderecek, o da topladığı zekâtı teslim edecektir
Hâris kabilesi içinde İslâm'ı tebliğ etti; müslüman olanların da zekâtlarını topladı Aralarında belirlenen zaman gelince de Resulullah (s a s)'ın elçisini beklemeye koyulur Fakat kimsenin gelmediğini görünce Hâris, kabilesinin ileri gelenlerini toplayarak durumu anlatır, elçinin gelmemesini, yaptığı bir hatadan dolayı Resulullah'ın elçi göndermekten vazgeçtiği şekilde yorumlar Toplanan zekâtı alarak birlikte Hz Peygamber'e gitmelerini ister Onlar da bunu kabul ederler ve birlikte Medineye doğru çıkarlar
Diğer taraftan günü gelince Resulullah (s a s) toplanan zekâtı almak üzere Hâris'e elçi olarak Velid b Ukbe'yi görevlendirir Velid bir süre gittikten sonra geri döner ve Resulullah (s a s)'e Hâris'in zekâtı vermediğini, bununla da kalmayarak kendisini öldürmeye kalkıştığını söyler Bunun üzerine Resulullah (s a s) askerî bir birlik hazırlayarak Hâris'in üzerine gönderir
Hâris ve arkadaşları Medine yakınlarında üzerlerine gönderilen bir birlikle karşılaşırlar Durumu öğrenince hep beraber Resulullah'a gelirler Hâris yemin ederek zekâtı topladığını, fakat onu almak için kimsenin gelmediğini anlatır Bunun üzerine yukarıda sözkonusu olan ayet nazil olur (İbn Kesir, Tefsirü'l-Kur'ani'l-azim, VII, 350 el-Hucurât, 40/6 ayetin tefsiri)
Ayetin nüzul sebebi anlamını hiçbir tevil ve yoruma gerek bırakmayacak biçimde ortaya koymaktadır Buna göre fıskı sabit olan bir kimsenin şehadeti ve rivayetleri kabul edilemez Fâsıkların haberlerinin mutlaka araştırılması gerekir Haberlerin araştırılmadan kabul edilmesi halinde, ayette bildirildiği üzere, pişman olunacak sonuçlarla karşılaşılması kaçınılmazdır
Burada açıklanması gereken nokta fısk'ın ve fâsıkın ne ve kim olduğu konusudur İslâm tarihinin ilk dönemlerinde fısk, genellikle imandan çıkarmayan yasak davranışlar; fâsık da bu yasak davranışları yapan kimse olarak kabul edilmiştir Bu anlamıyla fısk İslâm şeriatın'ın koymuş olduğu sınırlardan çıkmak demektir Kelimeyi Lisanu'l-Arab, "İsyan ederek Allah'ın emrini terketmek" olarak tanımlarken, Rağıb el-İsfâhânî de fâsıkı,"İman ettikten sonra şerîatın bazı hükümlerini çiğneyen ve uygulamayan kimse olarak açıklamaktadır Muhammed Hamdi Yazır fısk'ı üç mertebeye ayırır: 1- Günahı çirkin saymakla birlikte açıkca işlemek, 2- Günahın üzerine düşmek, yani günahta ısrar etmek, 3- Çirkin olduğunu inkâr ederek günah işlemek fıskın bu üçüncü çeşidi küfürle aynı kategoride ve aynı anlamdadır
Ayetin tefsirinde müfessir Kurtubî şöyle demektedir: "Fıskı sabit olan kimsenin haberlerindeki sözleri geçersizdir Çünkü haber emanettir; fısk ise onun iptalini gerektirir "
Diğer bir hukukçu müfessir Cessâs da sözkonusu ayetin tefsirinde şunları söyler: "Ayetteki "tahkik ve tetkik edin" ifadesi fâsıkın şehadetinin kabulünün yasaklandığını gösterir Çünkü şehadet birliğini haber vermektir Fâsıkın şehadeti kabul edilmediği gibi diğer hususlardaki haberleri de kabul edilmez"
Durumu belirsiz olan, yani adil veya fâsık olduğu kesin olarak bilinmeyen kimsenin şehadet ve rivayetleri kabul edilir mi? Hanefî bilginleri böyle bir kimsenin şehadet ve haberinin kabul edileceği görüşündedirler Çünkü ayette ancak fâsıkların haberlerinin araştırılması emredilmektedir Müminlerin temel niteliği ise adalettir Başka bazı bilginler ise durumu belirsiz olan kimsenin haberinin de ancak durumun araştırılmasından sonra kabul veya reddedilebileceğini söylemektedirler Bunlara göre araştırma sonunda adaleti kesinlik kazanırsa haberi kabul edilir, fıskı sabit olursa haberi reddedilir
Söz konusu ayetin hemen devamında, "İçinizde Allah'ın peygamberi vardır" (el-Hucurât, 49/8) buyrulmaktadır Fahreddin er-Râzî bu cümleyi şöyle açıklar: "Ey kullarım, herhangi bir güçlüğün çözümünde Allah Resulune başvurunuz " Buna göre bu ayet, bugün bize gelen haber ve rivayetler konusunda takınmamız gereken tavır konusunda da uyarıda bulunmaktadır Öyleyse müminler gelen haberler konusunda bir çıkmazla karşılaştıkları zaman öncelikle bu haberi Kur'an ve Sünnet ölçülerine vurarak çıkan sonuca göre hareket etmek zorundadır
__________________
|