Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #165
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




HALLÂK:
Yaratan, her şeyi yoktan vâr eden Allahü teâlâ
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Şübhesiz ki senin Rabbin (seni de onları da) Hallak'tır (yaratandır) (Senin de onların da hâlini ve her şeyi) kemâliyle bilendir (Hicr sûresi: 86)
Gökleri ve yeri yaratan (Allah) onlar gibisini yaratmağa kâdir değil midir? Elbette (kâdirdir ve) hallâktır, her şeyi hakkıyla bilendir (Yâsîn sûresi: 81)
Can alıcı melek geldiğinde, mâsûm (günâhsız) kimseyi şefâat tâcını ve gömleğini giymiş, gözünün perdesi kalkmış görür Ona; "Yâ mâsûm! Hallâk-ı âlem sana selâm söyledi ve buyurdu ki: "Ben onu yarattım, yine bana gelsin Zîrâ o cân emânetini ben verdi m, yine bana versin Onun karşılığında Cennet ve dîdâr (Allahü teâlânın cemâlini görmeyi) vereyim" Eğer inanmazsan yüzünü çevirip göklerden tarafa bak görürsün" derler O mâsûm dahi bakıp melekleri ve Allahü teâlânın cemâlini seyreder (Kutbüddîn İznikî)



HALVET:
Yalnızlık, yalnız olarak kalma
1 Yabancı bir kadınla yabancı bir erkeğin bir odada, kapalı bir yerde yalnız kalmaları
Bir erkek, yabancı bir kadın ile halvet ederse, üçüncüleri şeytan olur (Hadîs-i ş erîf-Tirmizî)
Allah'a ve kıyâmet gününe inanan, yabancı bir kadınla, yalnız kalıp halvet etmesin (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Halvet haramdır Mescid gibi dışardan içerisi görünen umûma açık yerlerde yalnız kalmak halvet olmaz (İbn-i Âbidîn)
2 Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet tenhâda kalma hali yalnız kalmak
Tasavvufta halvet, vuslat (kavuşma) alâmetidir (Ebü'l-Kâsım)

Halvet Der-Encümen:
Nakşibendiyye yolunda on bir esastan biri Halk içinde Hak ile (Allahü teâlâ ile) olmak
Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Öyle adamlar vardır ki, ticâretleri ve alışverişleri onları Allahü teâlâyı hatırlamaktan, anmaktan alıkoymaz" (Nûr s ûresi: 37) buyrulan âyet-i kerîme, halvet der-encümen makâmına işârettir (SeyyidAbdülhakîm Arvâsî)
Yolumuzun esâsı halvet der-encümendir (Behâeddîn-i Buhârî)




HALVETHÂNE:
Çilehâne Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet kendi hâlinde yalnız kalınan ve ibâdetle vakit geçirilen yer



HALVETİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Muhammed bin Nûr Halvetî hazretlerinin tasavvuftaki yolu


HAMD:
En üstün şekilde senâ, övgü
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Dünyâda ve âhirette hamd Allahü teâlânın hakkıdır, O'na mahsustur Hükm de O'nundur Sonunda O'na döndürülürsünüz (Kasas sûresi: 70)
Allahü teâlâ birdir, O'ndan başka bir ilâh yoktur Her şeyden yücedir Bütün hamdlerin hepsi O'na mahsûstur Âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlânın şânı ne yücedir (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed ibni Hanbel)
Herhangi bir kimse, herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir sûretle hamd ederse, bu hamd ve şükürlerin hepsi, Allahü teâlânın hakkıdır Çünkü her şeyi yaratan, terbiye eden, yetiştiren, her iyiliği yaptıran, gönderen hep O'dur (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)




HAMDELE:
Elhamdülillah veya bu mânâdaki sözler Elhamdülillah sözünün mânâsı, Allahü teâlâya hamd olsun, ben her hâlimde O'ndan memnûnum demektir (Bkz Hamd)
Dînî bir kitabı yazarken, va'z u nasîhate veya ders okutmaya başlarken, Besmele, hamdele ve salvele (Peygamber efendimize salât ve selam getirmek) ile başlamak, İslâm'ın iyi âdetlerinden olup, müstehâbdır, iyi görülmüştür (İmâmzâde Muhammed Es'ad)



HAMELE-İ ARŞ:
Arşı taşımakla görevli dört büyük melek
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Hamele-i Arş melekleri ve Arşın etrâfında tavâf eden (dönen) melekler Rablerini tesbîh ederler ve vahdâniyyetini (birliğini) tasdîk ederler ve mü'minler için (af ve) mağfiret isterler (Mü'min sûresi: 7)
Sûrun birinci üfürülmesinde, dört büyük melekten ve hamele-i Arş'tan başka, bütün melekler, bundan sonra Hamele-i Arş ve daha sonra dört büyük melek yok olacaktır (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)



HÂMİD:
Allahü teâlâya hamdeden



HAMÎD (El-Hamîd):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Her dilde ve her kalbde övülen
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Şüphesiz Allahü teâlâ ganîdir, hamîddir (İbrâhim sûresi: 8)
El-Hamîd ism-i şerîfini söyliyen, işinde, sözünde ve ahlâkında başkalarının övgüsünü kazanır (Yûsuf Nebhânî)


HAMİYYET:
Dîni, milleti himâye etmekte, korumakta, şerefini savunmakta tenbellik etmeyip, bütün kuvveti ile gayret etmektir
Hamiyyet sâhibi kişi dâimâ şehvete götüren yollardan nefsini korur, hamiyyet duygusu ona bekçilik eder Hamiyyeti olmayan, mukaddes şeyleri korumak isteğini taşımayan kimse ise şehvete götüren işlerden kaçınmak şöyle dursun, kendi şahsiyetini hattâ b elki din, devlet ve milletini bile fedâ eder (Celâleddîn Devânî)




HAMR:
Şarab, sarhoşluk veren içki
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Hamr, kumar, (tapmaya mahsus) dikili taşlar, ezlâm (fal okları) ancak şeytanın amelinden birer pisliktir Bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz Şeytan, hamrda ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister Artık siz hepiniz (bunlardan) vaz geçtiniz değil mi? (Mâide sûresi: 90, 91)
Her sarhoşluk veren şey hamr (şarab) dır Ve her sarhoşluk veren şey haramdır (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Hamr içen ile arkadaşlık etmeyiniz! Cenâzesine gitmeyiniz! Buna kız vermeyiniz ve onun kızı ile evlenmeyiniz Muhakkak biliniz ki, hamr içen kıyâmet günü mezardan yüzü kara, gözleri mâvi olarak kalkar Dili sarkmış pis kokulu olur Herkes pis kokusundan kaçar (Hadîs-i şerîf-Riyâdün-Nâsihîn)
Hamr dört mezhebde de haramdır İçmesi ve her türlü kullanılması günâhtır Yalnız sirke yapılması ve susuzluktan ölmek üzere olanın ölmiyecek kadar su yerine içmesi câizdir (Senâullah Dehlevî)
Alkolü az olan hamr da haramdır Sarhoş etmese de damlasını içmek haramdır Helâl diyenin îmânı gider Hamr, idrar gibi kaba necâsettir Her türlü kullanmak, ilâç yapmak, buruna çekmek, söz birliği ile haramdır Satması câiz değildir Parası haramdır (İbn-i Âbidîn)




HANBELÎ:
Ehl-i sünnetin ameldeki dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebine mensub kimse

Hanbelî Mezhebi:
Ehl-i sünnetin amelde (yapılacak işlerde)ki dört hak mezhebinden biri
İbâdetlerin en kıymetlisi, farz-ı ayn olanlardır Farzlardan sonra en kıymetlisi, Şâfiî mezhebinde sünnet namazlar, Hanbelî mezhebinde cihâd (Allah yolunda harb etmek), Hanefî ve Mâlikî mezheblerinde ise ilim öğrenmek ve öğretmek ve sonra cihâddır (MTâhir Sünbül Mekkî)
Âlimlerin çoğuna göre altın ile gümüş her ne hâl ve şekilde olursa olsun, her ne niyetle saklanırsa saklansın zekâtı verilir Hanbelî mezhebinde kadınların zînet (süs) olarak kullandıkları altının ve gümüşün zekâtı verilmez (Alâüddîn-i Haskefî, Abdurrahmân Cezîrî)



HANEFÎ:
Ehl-i sünnetin ameldeki dört hak mezhebinden biri olan Hanefî mezhebine mensub kimse



Hanefî Mezhebi:
Ehl-i sünnetin amelde (yapılacak işlerde)ki dört mezhebinden biri
Hanefî mezhebi Osmanlı Devleti zamânında her yere yayıldı Devletin resmî mezhebi gibi oldu Bugün dünyâ yüzünde bulunan müslümanların yarıdan fazlası ve Ehl-i sünnetin pek çoğu, Hanefî mezhebine göre ibâdet etmektedir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)



HÂNEKÂH (Hânegâh):
Tekke, dergah İrşâd (doğru yolu gösterme) ve sohbet ile insanları olgunlaştırma hizmetlerinin yapıldığı yer (Bkz Tekke ve Zâviye)



HANÎF:
Sapıklıktan, yanlış inanışlardan Hakk'a, doğruya meyleden, dönen, müslüman İslâmiyet'ten önce Arabistan'da putlara tapmayıp, hazret-i İbrâhim'in dîni üzerine bulunanlara verilen isim Çoğulu hunefâ'dır
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
İbrâhim ne yahûdî idi, ne de hıristiyan idi O hanîf idi (Âl-i İmrân sûresi: 67)
Hanîflerin en meşhûrlarından birisi Arab hatîblerinden olan Kus bin Sâide'dir Onun Mekke-i mükerremede kurulan Ukaz panayırında meşhûr konuşmasının bir kısmı şöyledir:
Her şey fânîdir (geçicidir) Bâki (devamlı olan) ancak Allahü teâlâdır Birdir, ortağı ve benzeri yoktur İbâdet edilecek ancak O'dur Evvel gelip geçenlerde bize ibret alacak şey çoktur Büyük-küçük hep göçüp gidiyor Giden geri gelmiyor Kesin olar ak inandım ki, herkese olan bana da olacaktır (Ben de öleceğim) (Ahmed Cevdet Paşa)

Hanîf Dîni:
Doğru yol, İslâmiyet




HÂNİS:
Yemîninin gereğini yapmayan
Bir kimse, semâya çıkacağım veya şu taşı altın yapacağım diye yemîn edince, yapmadığı için, hânis olup yemîn keffâreti verir (İbn-i Âbidîn)



HANNÂNE:
Resûlullah efendimizin dayanarak hutbe okuduğu, Mescid-i Nebevî'de dikili bulunan hurma kütüğü
Resûlullah efendimiz, Medîne'de Mescid-i Nebevî'de, hutbeyi, Hannâne'ye dayanarak okurlardı Minber yapılınca, Hannâne'nin yanına gitmedi Ondan ağlama seslerini, bütün cemâat işitti Bunun üzerine Resûlullah efendimiz minberden inip, Hannâne'ye sarı lınca, sesi kesildi; "Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyâmete kadar ağlardı" buyurdu (Nişâncızâde)


HANNÂS:
İnsanların kalblerine vesvese veren sinsi şeytan
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
(Ey Habîbim!) De ki: İnsan ve cinden olan ve insanların göğüslerine (îmân ve îtikâdına) vesvese veren hannâsın şerrinden insanların mâbûduna ve insanların bütün işlerinin sâhibine ve insanların Rabbine sığınırım (Nâs sûresi: 1-6)
Şeytan köpek gibidir Köpek kaçar ise de başka taraftan yine gelir Nefs ise kaplan gibidir Saldırması ancak öldürmekle biter İnsanlara vesvese veren şeytana bunun için hannâs denilmiştir İnsan hannâsın bir vesvesesine uymazsa bundan vaz geçer Ba şka vesveseye başlar Çok hayırlı işe mâni olmak için, az hayırlı şeyi de vesvese yapar, fısıldar Büyük günâha sürüklemek için, küçük hayır yapmayı da vesvese eder Şeytanın vesvesesi olan küçük hayırlı iş, insana tatlı gelir ve acele ile yapmak ister Acele etmek ise şeytandandır (Muhammed Hâdimî)


HARAC:
Güçlük, sıkıntı, eziyet 1 Bir farzı yapma veya haramdan sakınma esnâsında karşılaşılan güçlük
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Allah (ü teâlâ) din husûsunda üzerinize bir harâc yüklemedi (Hac sûresi: 77)
Bir işin yapılmasında harâc bulunursa ve kendi mezhebine göre yapmaya imkân olmazsa, bu işi, başka mezhebe uyarak yapmak câiz olur Fakat, ikinci mezhebin o işe bağlı olan şartlarını da gözetmek lâzımdır Hanefî mezhebi âlimleri, böyle işlerde, diğer mezhebleri taklîd etmeğe fetvâ (izin) vermişlerdir (İbn-i Âbidîn)
Her müslümanın ibâdet yaparken ve haramdan sakınırken, kendi mezhebi âlimlerinin "fetvâ böyledir", "en iyisi budur", "en doğru söz budur" gibi bildirdiklerine uyması lâzımdır Kendi arzusu ile yaptığı bir şey, buna uymasına mâni (engel) olur ve bu mâ ni olmanın önlenmesinde harac, meşakkat bulunursa, kendi mezhebinde doğru olduğu bildirilen başka bir söze uyması lâzımdır (Abdülhakîm-i Arvâsî)
2 Müslüman olmayan vatandaşlardan seneden seneye alınan toprak vergisi
Zor ile alınıp da, kâfirlere bırakılan veya barış yoluyla alınıp, kâfirlerin olan topraklardan harac alınır (İbn-i Âbidîn)




HARÂM:
Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde yapmayınız diye açıkça yasak ettiği şeyler
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
De ki, Rabbim; bütün fuhşiyâtı (küfür ve nifakı) açığını ve gizlisini, her türlü günâhı, haksız isyânı ve Allahü teâlâya hiçbir zaman bir burhan indirmediği herhangi bir şeyi ortak koşmanızı ve bilmediğiniz şeyleri Allahü teâlâya isnâd etmenizi, harâm etti (A'râf sûresi: 33)
Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri harâmdır Sonra ellerini kaldırıp, duâ ederler Böyle duâ nasıl kabûl olunur? (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
İnsan, harâm işlemeği kalbinden geçirir, Allah'tan korkarak yapmazsa, hiç günâh yazılmaz Harâmı işleyince, bir günâh yazılır (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Allahü teâlâ, harâm olan şeylerde size şifâ yaratmamıştır (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Harâmlardan sakınmak, akıllıların şânından, şereflilerin tabiatındandır (Hazret-i Ali)
Harâmda şifâ yoktur (İmâm-ı Rabbânî)
Harâmdan bir altını sâhibine vermek, yüz altın sadaka vermekten fazîletlidir, iyidir (İmâm-ı Rabbânî)
Dünyâda harâm işleyen kimse, âhirette ondan mahrûm kalır Burada helâl şeyleri kullananlar, orada o şeylerin hakîkatine kavuşur Meselâ, bir erkek dünyâda harâm olan ipeği giyerse, âhirette ipek giymekten mahrûm edilir İpek ise, Cennet elbisesidir O hâlde, bu günâhtan temizlenmedikçe, Cennet'e girilemez demektir Cennet'e giremeyen de Cehennem'e gider Çünkü, âhirette, bu ikisinden başka yer yoktur (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

Harâm li Aynihi:
Kendileri harâm olan şeyler
Leş, domuz eti, şarab gibi Allahü teâlâ tarafından harâm edilen şeyler harâm li aynihidir Bunlara helâl demek küfr olur, îmânın gitmesine sebeb olur (Muhammed Hâdimî)

Harâm li Gayrihi:
Aslı harâm olmayıp, sonradan hâsıl olan bir sebepten dolayı harâm olan şey
Bir kimsenin bir kişinin bağına girip, sâhibinin izni olmadan meyve koparıp yimesi, ev eşyâsını ve parasını çalıp harcaması harâm li gayrihidir Bunları yapan kimse, yaparken Besmele söylese, yâhut helâldir derse kâfir olmaz (Muhammed Hâdimî)

Harâm Lokma:
Helâl olmayan ve dînen yenmesi yasaklanan yiyecek
Vücûduna harâm lokma karışmış bir kimse, namazdan tad duymaz (Behâeddîn-i Buhârî)
Mîde yenilen şeylerin toplandığı yerdir Oraya helal lokma koyarsan, âzâlardan sâlih (iyi) ameller, işler meydana gelir Şüpheli lokma koyarsan, âzâlar Allah yolunda amel etmekte şüpheye düşerler Eğer harâm lokma koyarsan, o lokma seninle Allahü teâ lâ arasında bir perde olur ve Cenâb-ı Hakkın beğendiği yolda yürümen mümkün olmaz (Ebû Bekr-i Dükkî)
Alış veriş ilmini bilmiyen harâm lokma yemekten kurtulamaz Harâm lokma yiyen ise, ibâdetlerin sevâbını bulamaz (Ahî Evran)



HAREMEYN:
Hürmete ve saygıya lâyık iki belde Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverenin ikisine verilen ad Mekke-i mükerremede Kâbe-i muazzama, Medîne-i münevverede sevgili Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabr-i şerîfi bulunduğu için her ikisine saygı ve hürmet duyulması gereken yer mânâsına Haremeyn denilmiştir
Osmanlı sultanlarının herbirinin Haremeyn'e pekçok hizmetleri olmuştur Bu sebeple onlar kendilerine Hâkim-ül-haremeyn (Haremeyn'in hâkimi) yerine Hâdim-ül-haremeyn (Haremeyn'in hizmetçisi) denilmesini istemişlerdir Yavuz Sultan Selîm Han, Mısır'ı f eth ettiği zaman hutbede kendi ismini Hâkim-ül-haremeyn olarak okuyan hatîbe îtirâz ederek; "Biz Haremeyn'in (bu iki mübârek şehrin) hâkimi olamayız Ancak Hâdim-ül-haremeyn yâni Haremeyn'in hizmetçisi oluruz" dedi Kâbe'nin içini süpürmeye mahsûs olan süpürgelerden birisi kendisine getirilince, süpürgeyi bir tâc gibi kaldırarak başına koydu Kendilerinden sonra gelen sultanların taclarına koydukları süpürge şeklindeki sorguç buradan gelmektedir (İslâm Târihi Ansiklopedisi) Ey bâd-ı sabâ uğrarsa yolun semt-i Haremeyn'e Benden selâm söyle Resûlüs Sekaleyn'e
(Lâ Edrî)


HÂRİCÎLER:
Sıffîn muhârebesinde, taraflar hakem tâyinine râzı olup anlaşmayı kabûl ettiği için hazret-i Ali'nin ordusundan ayrılarak "Hâkim ancak Allah'tır Hazret-i Ali iki hakemin hükmüne uyarak halîfeliği hazret-i Muâviye'ye bırakmakla büyük günah işledi" di yen ve kendileri gibi düşünmeyen Eshâb-ı kirâm ile diğer müslümanlara kafir diyen sapık fırka
Hâricîler, müteşâbihâtı (birkaç mânâ çıkarılabilen delilleri) te'vil ediyorlar Yâni bâzı âyet-i kerîmelere ve mütevâtir olan (yalan üzerinde birleşmesi mümkün olmayan topluluklar tarafından bildirilen) hadîs-i şerîflere açık ve meşhûr olmayan mânâla r veriyorlar Hâricîler gibi şüpheli delilleri yanlış te'vil edenlere, müctehîd olan fıkıh âlimleri kâfir demediler Fakat âsî (günahkâr), bid'at ehli ve sapık olduklarını söylediler (İbn-i Âbidîn)
Hâricîlerin temel görüş ve düşünceleri şöyle özetlenebilir: Hazret-i Osman, hazret-i Ali, Amr bin Âs, Ebû Mûsâ el-Eş'arî, hazret-i Âişe, Talhâ, Zübeyr (ranhüm) ile Sıffîn muhârebesinde hakemlerin hükmüne râzı olanları kâfir bilirler Büyük günâh işl eyen kâfirdir diyerek böylelerinin ebedî cehennemlik olduğunu söylerler Zâlim imâma (devlet başkanına) karşı çıkmayı vâcib sayarlar (Abdülkâhir Bağdâdî)


HÂRİKULÂDE:
Olağanüstü İnsan gücünün üzerinde, insanı hayrette bırakan âdet dışı şaşılacak iş
İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü teâlânın âdet-i ilâhiyyesi içinde (bir sebeple) meydana gelmektedir Allahü teâlâ sevdiği kullarına ikrâm ve en azılı düşmanlarını aldatmak için, bunlara âdetini bozarak hârikulâde şeyleri yaratmıştır Hâr ikulâde şeyler peygamberlerde görülürse mûcize, evliyâ denilen diğer sevdiği kullarında görülürse kerâmet denir Hârikulâde şeylerin peygamberlerde görülmesi lâzımdır Evliyâda ise, şart değildir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Müslümanlar arasında evliyâ olmayanlardan meydana gelen hârikulâde hallere firâset; fâsıklardan ve kâfirlerden meydana gelenlere de istidrâc ve sihr, yâni büyü denir
(Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)



HARÎS:
Hırslı, bir şeye çok düşen, istekli
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Andolsun ki size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir Çünkü O sizin hidâyetiniz için çok harîstir, mü'minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir (Tevbe sûresi: 128)
İki harîs doymaz Biri ilmin harîsi, diğeri de malın harîsidir (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Ey oğul! Gönlün ferah olup, duânın makbûl olmasını istersen; dünyâya harîs olmayan, her işi Allah rızâsı için yapan âlimlerle berâber ol (Süleymân bin Cezâ



__________________
Alıntı Yaparak Cevapla