gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami Sözlük
HAVÂSS:
Seçilmişler İlimde ve tasavvuf yolunda yüksek dereceye ulaşmış olan zâtlar
Sultanlar, milletin malını zâlimler ve haydutlardan korudukları gibi; havâss da, avâmın (dînî ilimlerden haberi olmayan câhillerin) îtikâdını (inancını) bid'atçilerin (sapıkların) şerrinden korurlar (İmâm-ı Gazâlî)
Üç çeşit oruç vardır: Birincisi avâmın yâni câhillerin orucudur Bunların orucu; yimek, içmek gibi şeylerle bozulur İkinci derece, havâssın orucudur Bunların orucu, fıkh kitaplarında bildirilen şeylerle bozulduğu gibi gıybet (başkasının dedi-kodusu nu yapmak), yalan söylemek, söz taşımak ve harâma bakmakla bozulur Üçüncü derecede de Ehass-ül-havâssın (cenâb-ı Hakk'a yakınlık kazananların en hâlisi olanların) orucudur ki, bunların orucu, Allahü teâlâdan başka bir şeyin kalbe girmesi ile bozulur (İmâm-ı Gazâlî)
Avâmın tövbesi günâhtan; havâssın tövbesi gafletten Allahü teâlâyı unutmaktandır (Zünnûn-i Mısrî)
Havâss, iyi amelleri (güzel işleri) kendilerinden değil, Allahü teâlâdan bilir (Ebû Osman Mağribî)
HAVÂTIR:
İnsanın kalbine gelen düşünceler (Bkz Hâtır)
Havâtır, bâzan Allahü teâlânın insanın kalbinde meydana getirdiği şeyler olur Bunlara hak, doğru havâtır denir Bâzan melekler vâsıtasıyla gelir Buna ilhâm denir Bâzan, şeytan onları insanın kalbine atar, buna vesvese denir Bâzan da nefsin kendi kendine çıkardığı şeyler olur ki, buna hevâcis denir (Hâdimî)
Melek tarafından olan havâtırın doğruluğuna alâmet, dîne uygun olmasıdır Dîne uygun olmayan havâtır bâtıldır, bozuktur, denilmiştir Şeytan tarafından gelen havâtırın çoğu günahlara dâvet eder Bâzan şeytandan gelen havâtır, tâat ve ibâdet gibi görü nürse de yine o gizli bir günâha, isyâna dâvettir Bunlar şeytanın gizli tuzaklarındandır (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Havâtır ve niyetlerimi önce kitap ve sünnet ile karşılaştırıyorum Bu iki âdil şâhide uygun olanları söylüyor ve yapıyorum (Ebû Süleymân Dârânî)
Havâtır nefse acı gelirse, hayr olduğu; tatlı gelir hemen yapmak isterse şer (kötü) olduğu anlaşılır Bunu anlamak için İslâmiyet'e uygun olup olmadığına bakılır Anlaşılmazsa, sâlih (günâh işlemeyen) bir âlime sorulur (M Hâdimî)
HAVÂYİC-İ ASLİYYE:
İhtiyaç eşyâları Temel ihtiyâçlar Bir kimsenin yiyecek giyecek ve ev gibi ihtiyaç duyduğu lüzumlu maddeler ve evde kullanılan eşyâ ve âletler, hizmetçiler, binecek vâsıtası, meslek kitapları (din kitapları) ve ödeyeceği borçları
Zekât için bir senelik, kurban ve fıtra için bir aylık yiyecek veya parası havâyic-i asliyyeden sayılır Daha fazla olanı ve din ve meslek kitaplarından başka kitapların hepsi, hac parası ve kurban ve fıtra nisâbına katılır Eğer ticâret niyeti olurs a, zekât nisâbına da katılır (Hâdimî, İbn-i Âbidîn)
Havâyic-i asliyye, zekât ve fıtra vermek ve kurban kesebilmek için lüzûmlu olan nisâba (dînen zengin sayılma miktârına) katılmazlar (İbn-i Âbidîn)
HAVELÂN-I HAVL:
Zekâtı verilecek bir malın üzerinden bir kamerî yılın geçmesi
Zekât verilecek mallarda aranan şartlardan birisi havelân-ı havldır (Molla Hüsrev)
Toprak mahsûllerinin zekâtı (öşr), hasad mevsimi (mahsûl topraktan alındığında) verildiğinden, havelân-ı havl şartı aranmaz (İbn-i Âbidîn)
HAVF VERECÂ:
Allahü teâlâdan korkmak (havf) ve rahmetini ümid etmek (recâ)
Havf gençlikte, recâ yaşlılıkta çok olmalıdır (Muhammed bin Hasen Can)
Havf ve recâ, kul itâat hâlini bırakıp benlik sevdâsına düşmesin diye nefsi bağlayan iki yulardır (Ebû Bekr Vâsitî)
Kalb de dâimâ havf bulunmalıdır Havf azalır da recâ çoğalırsa, kalb bozulur Çünkü havf, kalbdeki arzûları yakar, dünyâ sevgisini çıkarır (Ebû Süleymân Dârânî)
Hazret-i Ömer buyurdu ki: Bütün insanların Cehennem'e, bir kişinin Cennet'e gireceğini söyleseler, umarım ki o bir kişi ben olurum; aksine bütün insanların Cennet'e, bir tek kişinin Cehennem'e gideceğini söyleseler, korkarım ki o kişi ben olurum İşt e havf ve recâ böyle olmalıdır (İmâm-ı Gazâlî)
HÂVİYE:
Cehennem'in yedinci tabakası Burada inanmadıkları hâlde inanmış görünen münâfıklar ile müslüman iken İslâm dînini terk eden mürtedler azâb görecektir
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ameli hafîf olana (yâni iyilikleri hafif, günâhları ağır gelene) gelince; artık onun yeri hâviyedir Bildin mi hâviye nedir? O, yakıcı bir ateştir (Kâria sûresi: 8-11)
HAVL:
Hareket, kuvvet
Bir insan, havlin kendinden olmayıp, Allahü teâlânın yaratmasiyle olduğunu bilirse, her şeyi O'ndan bekler İşlerin meydana gelmesinde sebepleri arada görmeyen kimse, Allahü teâlâdan başka kimseden bir şey beklemez (İmâm-ı Gazâlî)
HAVRA:
Yahûdî mâbedi, sinagog
Havra ve kilisedeki küfür alâmetleri kaldırılırsa, namaz kılmak mekruh olmaz (İbn-i Âbidîn)
HAVZ:
Sıvı maddelerin toplandığı yer, büyük su birikintisi, göl
Bir gün Mevlânâ Celâleddîn Rûmî havz kenarındaydı Yanında kitaplar vardı Şems-i Tebrîzî gelip kitapları sordu "Sen bunları anlamazsın " dedi Şems-i Tebrîzî kitapları suya attı Mevlânâ, âh babamın bulunmaz yazıları gitti, diyerek çok üzüldü Şems- i Tebrîzî elini uzatıp herbirini aldı Hiçbiri ıslanmamış görüldü Mevlânâ; "Bu nasıl iştir?" dedi Şems-i Tebrîzî; "Bu zevk ve hâldir Sen anlamazsın " buyurdu (Molla Câmî, Ahmed Eflâkî)
Havz-ı Kebîr:
Eni ve boyu yaklaşık beşer metre (onar zrâ') olup, alanı yirmi beş metrekare olan havuz Derinliğin az veya çok olmasının bir te'siri yoktur
Havz-ı Kevser:
Kıyâmet günü mahşerde veyâ Cennet'te Peygamber efendimize tahsîs edilmiş olan ve bir kere içenin bir daha susamayacağı havuz (Bkz Kevser Havuzu)
Havz-ı Sagîr:
Alanı yirmi beş metrekareden küçük havuz
Havz-ı Sagîre, necâset (pislik) düşse ve suyun, üç sıfatı değişmese de, necs (pis) olur İnsan içemez ve temizlikte kullanılmaz Üç sıfatı değişirse, idrâr gibi olup, hiçbir şeyde kullanılamaz Suyun üç sıfatı: Rengi, kokusu ve tadıdır (İbn-i Âbidîn)
İçine devamlı su akan ve devamlı taşan veya içinden devâmlı su alıp, iki alış arası su hareketsiz kalacak kadar uzamayan havz-ı sagîr ve hamam kurnası, akar su demektir (İbn-i Âbidîn)
HAYÂ:
Utanma, âr, nâmus Çirkin şeylerden sıkılma veya edebe uymayan bir şeyin meydana gelmesinden dolayı kalbde meydana gelen rahatsızlık
Hayâ îmândandır Îmânı olan Cennet'tedir Fuhuş kötülüktür Kötüler Cehennem'dedir (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb, Buhârî)
Hayâ ile îmân, berâberdirler Biri gidince, diğeri onu tâkib eder (Hadîs-i şerîf-Nisâb-ül-Ahbâr)
Allahü teâlâdan hayâ ediniz! Hakîkî mânâda Allahü teâlâdan hayâ etmek, kötü düşüncelerden uzak durmak, helâl lokma yemek ve ölümü hatırlamaktır Âhireti isteyenler dünyânın zînetinden süsünden uzaklaşır İşte bunları yapmak, Allahü teâlâdan hakkıyla korkmak demektir (Hadîs-i şerîf-Tirmizî, Taberânî)
Cennet'e gitmek isteyen uzun emel sâhibi olmasın Dünyâ işleri ile uğraşması ölümü unutturmasın Harâm işlemekte Allah'tan hayâ etsin (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Hayâsız insan, halk içinde çıplak oturan kimse gibidir (Hazret-i Ebû Bekr)
Cebrâil aleyhisselâm, aklı, hayâyı ve îmânı Âdem aleyhisselâma getirdi ve dedi ki: "Yâ Âdem! Allahü teâlâ hazretleri selâm eder, sana getirdiğim şu üç hediyenin birini kabûl etsin" dedi "Âdem aleyhisselâm aklı kabûl eyledi Cebrâil aleyhisselâm, îmâ n ile hayâya; "Siz gidin" deyince, îmân dedi ki: "Allahü teâlâ bana emreyledi ki, akıl nerede ise, sen de orada ol!" Ondan sonra hayâ da aynı şekilde, Allahü teâlâ tarafından emrolunduğunu beyân ederek, her ikisi de akıl ile berâber Âdem aleyhisselâmda kaldı Allahü teâlâ kime akıl verirse, hayâ ile îmân da onunla berâberdir Aklı olmayanın ne hayâsı, ne de îmânı vardır (Süleymân bin Cezâ)
Kul hayâ sâhibi olduğu zaman, hayır ve iyi işlere yapışır Hayâ kalbe yerleştiğinde, nefsin arzû ve istekleri ondan uzaklaşır (Ebû Süleymân-ı Dârânî)
Allahü teâlâdan hayâ etmeyen kimse, insanlardan da hayâ etmez (Zeyd bin Sâbit)
Âfetlerin evveli, cehâlet, bilgisizlik, sonra nefsin arzû ve isteklerine meyletmek, sonra hayâyı terk etmektir (Sehl-i Tüsterî)
Hayânın en kıymetlisi, Allahü teâlâdan utanmaktır Ondan sonra Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) hayâdır Daha sonra insanlardan hayâ etmek gelir (Muhammed Hâdimî)
HAYÂL:
Bir şeyi gördükten sonra veya görmeden önce zihinde şekillendirme Hâfızanın yardımıyla zihinde bir şeyler canlandırma
Bir cisme bakınca, bu cisim, beyindeki ortak his merkezinde duyulur Bu cisim göz önünden çekilince, ortak his merkezi, onu hissedemez olur Fakat, hayâle gelen etkisi uzun zaman kalır Hayâl kuvveti olmasaydı, herkes birbirini unutur, kimse kimseyi tanımazdı (Ali bin Emrullah)
Hayâl büyüklerin yolunda çok işe yarar Hayâl olmasaydı hâl olmazdı, vehim olmasa fehim (anlayış) olmazdı (Seyyid Fehim) Karşımdaki hayâlin biraz daha kal diyor, Kalbini benim gibi, bu sevdâya sal diyor, Öp elimi hasretle ve duâmı al diyor, En derin sevgilerle, azîz yâra el vedâ
(M Sıddîk bin Saîd
HAYÂT:
Diri olmak, dirilik
1 Allahü teâlâ hakkında bilmemiz vâcib olan sıfât-ı subûtiyye'den biri Allahü teâlânın diri olması
Allahü teâlânın kâmil (noksan olmayan) sıfatları vardır Bunlar, hayât (diri olmak), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak)tır Bu sekiz sıfata, sıfât-ı sübûtiyye ve sıfât-ı hakîki yye denir Bu sıfatları da kadîmdir Yâni sonradan olma değildir Kendinden ayrı olarak ayrıca vardır Ehl-i sünnet âlimleri böyle bildirmektedir (İmâm-ı Rabbânî)
2 Bir insanın doğumundan ölümüne kadar geçen zaman
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Mal ve dünyâdan size verilen şey, yalnız hayatta bulunduğunuz müddetçe, onunla geçinmektir Îmân edip Rablerine tevekkül edenler için âhirette Allahü teâlânın indinde dünyâ nîmetinden hayırlı ve dâimî çok sevâb vardır (Şûrâ sûresi: 36)
Öldükten sonra da, hayâtta olduğum gibi bilirim (Hadîs-i şerîf-Deylemî)
3 Bir insanın ölümünden sonra başlayan ebedî (sonsuz) hayat
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Dünyâ hayâtı, oyun ve boş şeylerdir Allah'tan korkanlar için âhiret hayâtı elbette hayırlıdır Böyle olduğunu niçin anlamıyorsunuz? (En'âm sûresi: 32)
Berzâh hayâtı, yâni kabir hayâtı, dünyâ hayâtının yarısı gibidir Kabirde rûhun bedene bağlanması, diri iken olan bağlanmasının yarısı kadardır Gömülmemiş ölüler de, berzâh hayâtında oldukları için, azâbı ve elemi duyarlar ve hiç hareket etmez, kıpır dayamazlar (İmâm-ı Rabbânî)
Kabirdeki hayât, bir bakımdan dünyâ hayâtına benzediği için, meyyit terakkî eder, derecesi yükselir Kabir hayâtı insanlara göre değişir "Peygamberler (aleyhimüsselâm) kabirlerinde namaz kılar " buyruldu (İmâm-ı Rabbânî)
HAYDAR:
Arslan Hazret-i Ali'nin lakablarından biri
Hayber'in fethinde bulunup büyük kahramanlıklar gösteren hazret-i Ali, yahûdîlerin meşhûr pehlivanı Merhab ile karşılaştı Merhab kendini medheden sözler söyledikten sonra hazet-i Ali; "Ben oyum ki, anam bana Haydar adını takmıştır Ben ormanların he ybetli görünüşlü arslanı gibiyimdir Seni bir hamlede yere serecek er kişiyimdir" diye şiirler söyleyerek Merhab'ın karşısına dikildi Bu şiir Merhab'a o gece kendisini bir arslanın parçaladığı şeklindeki rüyâsını hatırlattı Haydar, indirdiği bir kılıç darbesiyle Merhab'ın başını ikiye böldü (İbn-i Hişâm) Hüdâyî n'oldu bu kadar peygamber, Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Haydar, Hani Habîbullah Sıddîk-i Ekber, Bunda gelen gider bir can eğlenmez
(Azîz Mahmûd Hüdâyî
HAYR:
İyilik Dînin ve aklın beğendiği, güzel ve faydalı gördüğü şey
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Kim zerre miktârı bir hayır işlerse, onun mükâfâtını (karşılığını) görecek Kim de zerre miktârı şer (bir kötülük) işlerse, onun cezâsını görecektir (Zilzâl sûresi: 7-8)
Hayra yol gösteren (sebeb olan), o hayrı yapan gibidir (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Müslüman hayırlı olur Hased (başkasını çekememezlik) edince hayr kalmaz (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Yumuşak davranmayan hayr yapmamış olur (Hadîs-i şerîf-Müslim)
En hayırlınız, Kur'ân-ı kerîmi öğrenip öğreteninizdir (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Ya hayr söyle, ya sükût et (sus) (Hadîs-i şerîf-Edeb-ül-Müfred)
İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâyık)
Müslümanların hayırlısı müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu (zarar görmediği) kimsedir (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Malı, mevkîi (makâmı) hayır için istiyen ve hayır işlerinde kullanan; râhata, huzûra kavuşmuştur Mal-mevkî gâye olmamalı, hayra vâsıta olmalıdır (M Hâdimî)
HAYRÂT:
Sevâb kazanmak için yapılan Allahü teâlânın beğendiği iyi işler, bütün iyilikler, hayırlar
Allahü teâlâ insanın yeni, temiz elbisesine, hayrât ve hasenâtına, malına, rütbesine bakarak sevâb vermez Bunları ne düşünce ve ne niyetle yaptığına bakarak sevâb verir veya azâb eder (Hamevî)
Dünyâda yapılan hayrât ve hasenât, Peygamber efendimizin yolunda bulunmak şartı ile âhirette işe yarar Yoksa, Allahü teâlânın peygamberine tâbî olmayanların yaptığı her iyilik, dünyâda kalır ve âhiretin harâb olmasına sebeb olur (Ahmed Fârûkî)
Allahü teâlâ hangi işlerin hayrât, hangi işlerin de seyyiât (kötü işler) olduklarını bildirdi Hayrât yapanlara sevâb vereceğini vâd eyledi (söz verdi) Allahü teâlâ vâdinde sâdıktır (sözünü yerine getirir) Sözünden hiç dönmez O hâlde kıyâmet günü (âhirette tekrar dirildikten sonra) nîmet ve azâb olarak başka yerden bir şey getirilmeyecek, dünyâda yapılanların karşılıklarına kavuşulacaktır (İmâm-ı Gazâlî)
HAYRET:
Taaccüb, şaşkınlık Şuuru yerinde olmama hâli
Sûfî yâni tasavvuf yolunda bulunan bir kimse, başlangıçta kendi makâmından bahseder, hâli ile ilgili şeyleri anlatır Fakat kalb gözü açılınca, hayrette kalarak sükût eder, susar (Ebû Abdullah Nebâcî)
Şükrün sonu hayrettir Çünkü şükür de Allahü teâlânın şükredilmesi icâbeden bir nîmetidir Bu ise, sonsuza kadar, böyle gider (Yahyâ bin Muâz) Geldi hûrîler bölük bölük buğur Yüzleri nûrundan evim doldu nur Hem havâ üzre döşendi bir döşek Adı sündüs döşeyen anı melek Çün göründü bana bu işler ayân Hayret içre kalmış idim ben hemân
(Süleymân Çelebi)
HAYRHAHLIK:
Başkasının iyiliğini istemek Allahü teâlânın nîmetinin bir kimsenin elinde devamlı kalmasını veya onun böyle bir nîmete kavuşmasını dilemek Hasedin, kıskançlık ve çekememezliğin zıddı
Hayrhahlık; güzel ahlâkın aynası durumunda bir haslet (huy) olup, ekseriyetle içi dışına uyan fazîlet sâhibi kimselerde olur Böyle kimseler hep iyilik düşünüp cemiyetin ve insanların faydasına hizmet ve yardım ederler Dargınları barıştırırlar, sert lik gösterenleri yumuşatırlar Hayrhahlık, dostluğu devâm ettiren bir bağdır Dostluk, hayrhahlık ile kuvvetlendirilir ve devâm ettirilir (Ahmed Rıfat)
HAYSİYYET (Haysiyet):
Şeref, îtibâr
Haysiyetsiz kimse, kendisine karşı yapılan zulüm, işkence ve hakâretleri kabûl eder (Ali bin Emrullah)
İyi huylu kimse, kendisine darılana iyilik yapar İhsânda bulunur Malına, haysiyetine, bedenine zarar vereni affeder (Hâdimî)
HAYVÂNÎ RÛH:
İnsanda istekli hareketleri yaptıran kuvvet (Bkz Rûh)
Hayvanlarda ve insanlarda hayvânî rûh vardır Bunun yeri yürektir Bedenî faâliyetleri düzenleyen bu rûhtur İnsanların hayvanlara benzeyen tarafları, hayvânî rûhtan ileri gelen şehvet, gadab ve hırs gibi kuvvetlerdir Bu kuvvetler, hayvanlarda da va rdır Hattâ hayvanlarda, insandan daha kuvvetlidir (Ali bin Emrullah)
HAYY (El-Hayyü):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Dâimâ hayât sâhibi ve diri olan, hep var, varlığı ezelî ve ebedî (sonsuz) olan
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur O, Hayy ve kayyûmdur (Bütün mahlûkâtın idâresini yürüten, hepsini hesâba çekendir ) (Bakara sûresi: 255)
Hayy ve kayyûm olan Allah'tan başka ilâh yoktur (Âl-i İmrân sûresi: 2)
O hayydir O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur O hâlde dinde ihlâs sâhibi (her şeyi Allahü teâlânın rızâsına uygun yapan kimse) olarak duâ edin Hamd (övgü) âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsûstur (Mü'min sûresi: 65)
Sehl bin Abdullah-ı Tüsterî'ye, gıdân nedir diye sordular Hayy ve kayyûm olanı yâni Allahü teâlâyı zikrdir (anmaktır) dedi (İmâm-ı Gazâlî)
Hastalanan kimse, el-Hayyü ism-i şerîfini bir tabağa yazar ve ona su koyar ve ondan üç gün içerse, Allahü teâlânın izniyle şifâ bulur (Yûsuf Nebhânî)
HAYYEALES-SALÂH-HAYYEALEL-FELÂH:
Ezân ve ikâmet okunurken söylenen "Haydin namaza" ve "Haydin kurtuluşa" mânâsına mü'minleri kurtuluşa, seâdete sebeb olan namaza çağıran iki mübârek söz
Sünnete uygun olarak okunan ezânı duyan kimsenin, işittiğini yavaşça söylemesi sünnettir Yalnız, Hayye ales-salâh ve Hayye alel-felâh kelimelerini duyunca bunları söylemeyip; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" demelidir Ezândan sonra salevât getir meli ve sonra ezân duâsını okumalıdır (Alâüddîn Haskefî, İbn-i Âbidîn)
Ezân okurken Hayye ales-salâh derken vücûdu kıbleden biraz sağa, Hayye alel-felâh derken de biraz sola çevirmelidir (Zeylaî)
HAYZ (Hayız):
Sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (hiç kan gelmeden en az on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre en az üç gün (ilk görülmesinden îtibâren yetmiş iki saat), en çok on gün devâm e den kan
Hayzın başladığını ve bittiğini kocasından saklayan kadın mel'ûndur (Hadîs-i şerîf-Cevhere)
Hayız ve nifas (lohusa) günlerinde namaz kılmak, oruç tutmak, câmi içine girmek, Kur'ân-ı kerîmi (ezberden veya yüzünden) okumak ve tutmak, Kâbe'yi muazzamayı tavâf etmek ve cimâ haram olur Oruçları sonra kazâ eder Namazları kazâ etmez Namazları a ffolur Her namaz vaktinde abdest alıp, o namazı kılacak kadar zaman oturup; Allahü teâlâyı zikr eder (anar), tesbih okursa en iyi namazın sevâbını kazanır (İbn-i Âbidîn)
Kız çocuğuna anasının, anası yoksa ninelerinin, ablalarının, hala ve teyzelerinin hayz ve nifâs ilmini bildirmeleri (öğretmeleri) farzdır Bildirmezlerse, kendileri büyük günâha girerler (İmâm-ı Birgivî, İbn-i Âbidîn)
HAZER VE İBÂHA:
Yasaklar ve mübahlar Fıkıh kitablarında dînen yasaklanan ve izin verilen şeyleri anlatan bölüm Bâzı fıkıh kitaplarında bu bölüm kerâhiyye ve istihsân adıyla anılır
Fıkıh kitablarındaki hazer ve ibâha bölümlerinde geçen hususlardan bâzısı şöyledir:
Demir, bakır, kalay, cam ve benzeri maddelerden yüzük edinmek (takmak) haramdır (Molla Hüsrev)
Erkekler ancak gümüş yüzük kullanır (İbn-i Âbidîn)
HAZER VE SEFER:
Memleketinde olma ve sefer, yolculuk hâli
Hastanın hazerde ve seferde farzları sedirde, sandalyede, ayaklarını sarkıtarak oturup, îmâ ile kılmaları câiz değildir Hasta, yerde veya uzunluğu kıble istikâmetinde olan sedirin üstünde kıbleye karşı oturarak kılar (M Sıddîk bin Saîd)
HÂZIR VE NÂZIR:
Bulunucu, mevcut olucu ve gören
Allahü teâlâ, her zamanda ve her yerde hâzır ve nâzırdır derler Halbuki Allahü teâlâ zamanlı ve mekanlı değildir O halde bu söz görünüşü üzere kalmaz, mecaz olur Yâni zamansız ve mekansız, hiçbir yerde olmayarak hâzırdır ve nâzırdır, demektir Böy le olmazsa, Allahü teâlâyı zamanlı ve mekanlı bilmek olur Allahü teâlâ ezelî ve ebedî (öncesi ve sonu olmayarak) hâzır ve nâzırdır Meselâ hazırdır Bu hazır olmadan önce gâib, yok değildir Bundan sonra da hayatsızlık yâni ölüm olmayacaktır Allahü teâlâdan başkasının, meselâ meleklerin, peygamberlerin aleyhimüsselâm ve evliyânın ve sâlih mü'minlerin ruhlarının hâzır ve nâzır olmaları, Hızır aleyhisselâmın sıkıntıda olanların yardımına koşması ise zamanlı ve mekanlıdır Ezelî ve ebedî olarak değildir Devamlı da değildir Hâzır olmalarından önce yok idiler Bir zaman sonra da oradan tekrar yok olurlar Bu bakımdan Allahü teâlânın hâzır olması ile ruhların hâzır olması arasında çok fark vardır (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
__________________
|