Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #87
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük




Kutb-i İrşâd:
İnsanların irşâdına (doğru yolu bulmasına) ve hidâyetine (saâdete ve kurtuluşa ermesine) vesîle kılınan zâtların reisi
Kutb-i irşâd, âlemin irşâdı ve hidâyeti için feyzlerin gelmesine vâsıta olur Kutb-i irşâdın her zaman bulunması lâzım değildir Öyle zamanlar olur ki, âlem îmândan ve hidâyetten büsbütün mahrum kalır Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, zamânını n kutb-i irşâdı idi (İmâm-ı Rabbânî)
Kutb-i irşâd ile bütün insanlara îmân ve hidâyet gelmektedir Kalbi bozuk olanlara gelen feyzler, dalâlet (sapıklık), kötülük hâline dönerler Bu, şeker hastasına verilen kıymetli gıdâların, onun kanında zehir hâline dönmesine benzer Yâhut safrası b ozuk olana tatlının acı gelmesi gibidir Kutb-i irşâd, kâmil ve mükemmil (yetişmiş ve yetiştirebilen) olup, ender yetişir Asırlardan, uzun yıllardan sonra, bir tâne bulunursa yine büyük nîmettir Her şey onunla nurlanır Onun bir bakışı kalb hastalıklarını giderir Bir teveccühü, beğenilmeyen kötü huyları silip süpürür (İmâm-ı Rabbânî)
Kemâlât-ı ferdiyyeye de sâhib olan kutb-i irşâd çok az bulunur Asırlardan, çok uzun zaman sonra, böyle bir cevher dünyâya gelir Kararmış olan âlem, onun gelmesi ile aydınlanır Onun irşâdının ve hidâyetinin nûrları, bütün dünyâya yayılır Yer küres inin ortasından Arşa kadar, herkese rüşd, hidâyet, îmân ve ma'rifet onun yolu ile gelir Herkes ondan feyz alır Arada o olmadan kimse bu nîmete kavuşamaz Onun hidâyetinin nûrları, bir okyanus gibi (çok kuvvetli radyo dalgaları gibi) bütün dünyâyı sarmıştır O deryâ sanki buz tutmuştur Hiç dalgalanmaz O büyük zâtı tanıyan ve seven bir kimse, onu düşünürse yâhut o, bir kimseyi sever onun yükselmesini isterse, o kimsenin kalbinde, sanki bir pencere açılır Bu yoldan, sevgisi ve ihlâsına göre, o deryâdan, kalbi feyz alır Bunun gibi, bir kimse, Allahü teâlâyı zikr ederse ve bu zâtı hiç düşünmezse meselâ onu tanımazsa, yine ondan feyz alır Fakat birinci feyz daha büyük olur Onu inkâr eder, beğenmezse, yâhut o büyük zât bu kimseye kırılmışs a, Allahü teâlâyı zikretse bile rüşd ve hidâyete kavuşamaz Ona inanmaması veya onu incitmiş olması feyz yolunu kapatır O zât bunun istifâdesini istememiş olmasa bile, onun zarârını istemese bile, hidâyete kavuşamaz Rüşd ve hidâyet, var görünür ise de yoktur Faydası çok azdır O zâta inanan ve sevenler, onu düşünmeseler de ve Allahü teâlâyı zikretmeseler de yalnız sevdikleri için, rüşd ve hidâyet nûruna kavuşurlar (İmâm-ı Rabbânî)

Kutb-i Medâr:
Âlemin nizâmı ile alâkalanan, bolluk-kıtlık, sağlık-hastalık, barış-savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan büyük zât Kutb-ül-aktâb, Kutb-ül-ebdâl da denir
Kutb-i medâr, her zaman bulunur Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem zamânında da vardı Fakat bunlara inzivâ (insanlar arasına karışmamak) lâzımdır Bunları herkes tanımaz Hattâ bâzıları kendilerini bile bilmezler (İmâm-ı Rabbânî)
Kutb-i medâr, âlemde, dünyâda herşeyin var olması ve varlıkta durabilmesi için feyz (mânevî ilimlerin ve fâidelerin) gelmesine vâsıta olur Herşeyin yaratılması rızıkların gönderilmesi, dertlerin belâların giderilmesi, hastaların iyi olması bedenleri n âfiyette olması, kutb-i medârın feyzleri ile olur Îmân sâhibi olmak, hidâyete kavuşmak, ibâdet yapabilmek, günahlara tövbe etmek ise kutb-i irşâd'ın feyzleri ile olur Kutb-i ebdâl'in (medarın) her zamanda, her asırda bulunması lâzımdır Âlemin on dan boş kalması mümkün değildir Çünkü âlemin nizâmı ona bağlı kılınmıştır Eğer bu kutublardan biri giderse (ölürse), yerine başkası tâyin edilir İrşâd kutbu böyle değildir Çünkü âlemin rüşd, hidâyet ve îmândan boş olduğu zamanlar olur Peygamber efendimiz, zamânının irşâd kutbu idi O zamanda kutb-i ebdâl ise, hazret-i Ömer ve Üveys-i Karnî idiler (İmâm-ı Rabbânî)

Kutb-ül-Aktâb:
Âlemin nizâmı ile alâkalanan, bolluk, kıtlık, sağlık-hastalık, barış-savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan ricâl-i gayb yâni herkesin tanımadığı zâtların reisi Emrinde üçler, yediler, kırklar denilen yine bu işlerle vazîfeli seçilmiş kimseler bulunur (Bkz Kutb-i Medâr)

KUTBİYYET:
Kutubluk denilen yüksek evliyâlık mertebesi (Bkz Kutb)

KUVVE-İ ÂLİME:
Bilici kuvvet İnsan rûhuna âit iki kuvvetten birisi, akıl Buna müdrike de denir
İnsan rûhu yalnız insanlarda bulunur İnsan bu iki kuvvet ile hayvanlardan ayrılmaktadır Bu iki kuvvetten birisi, kuvve-i âlimedir İnsan kuvve-i âlimesi ile tecrübî ilimleri yâni deneye dayanan fen bilgilerini elde ederek, maddenin hakîkatini, ne o lduğunu anlar Yine kuvve-i âlimesi ile ahlâk bilgilerini öğrenip, iyi huyları ve yararlı işleri kötü huylardan ve çirkin işlerden ayırır İkincisi, kuvve-i âmile yâni yapıcı kuvvettir (Bkz Kuvve-i Âmile) (Abdülhakîm Arvâsî)

KUVVE-İ ÂMİLE:
İş yapan kuvvet İnsan rûhuna âit iki kuvvetten birisi olan, fâideli ve başarılı işlerin yapılmasını sağlayan bilici kuvvetlerle edinilen bilgilere göre iş yapan kuvvet
İnsan rûhunun iki kuvveti vardır İnsan bu iki kuvvet ile hayvanlardan ayrılmaktadır Bu iki kuvvetten birisi, idrâk edici olan kuvve-i âlime ve müdrike denilen bilici kuvvettir İkincisi kuvve-i âmiledir İnsan rûhunun kuvve-i âmilesi, akla dayanır Bir işte, iyilik, fâide olduğunu akıl ile anlarsa, onu yapar Sonu noksan ve zarar olacağını anlarsa, o işi yapmaz Şehvet ve gadab (kızma) kuvvetlerini idâre eder (Ali bin Emrullah)
Rûhun gerek kuvve-i âlimesi ve gerekse kuvve-i âmilesi meleklerdir Allahü teâlâ, lutf ve merhamet ederek, melekleri rûhun emrine vermiştir Küçük kıyâmet kopuncaya kadar, yâni rûh bedenden ayrılıncaya, ölünceye kadar, rûhun emrinde kalırlar Hadîs-i şerîflerde de buna işâretler vardır Bâzı kimselerden, durup dururken, tecrübeli kimselere parmak ısırtan hünerlerin meydana gelmesi de bunu göstermektedir (İmâm-ı Gazâlî)

KUVVE-İ DERRÂKE:
Anlayıcı kuvvet, akıl
Akıl, bir kuvve-i derrâkedir İyiyi kötüden, fâideliyi zararlıdan ayırmak için yaratılmıştır (Bkz Kuvve-i Âlime) (Abdülhakîm Arvâsî)

KÜBREVİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerinin tasavvuftaki yolu Yaptığı bütün münâzaralarda gâlib geldiği için kübrâ (büyük) lakabıyla meşhur olmasından dolayı, bu yola Kübreviyye denmiştir
Ebû Necîb-i Sühreverdî hazretlerinden tasavvuf ilmini öğrenen Necmeddîn-i Kübrâ'nın kurduğu Kübreviyye yoluna pekçok kimse girdi Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin babası Sultan-ül-Ulemâ Behâeddîn Veled ile Ferîdüddîn-i Attâr'ın hocaları Mecdüddîn Bağdâd î, Baba Kemâl Cündî, Semnan pâdişâhının oğlu Rükneddîn Ahmed Alâüddevle, Kübreviyye yolunda ilerleyerek yükselmişlerdir (Molla Câmi)
Necmeddîn-i Kübrâ hazretleri, tasavvufa dâir yazmış olduğu "Usûl-i aşere" adlı kitâbında Kübreviyye yolunun esaslarını şu şekilde açıklamıştır: Allahü teâlâya kavuşmak arzûsunda bulunan ve bu yolda ilerlemek isteyenlerin yollarının temeli on esâsa ba ğlıdır Bunlar; tövbe (günahlara pişman olmak), zühd (dünyâya gönül bağlamamak), tevekkül (her işinde Allahü teâlâya güvenmek), kanâat (yemek-içmek husûsunda elde bulunan ile yetinmek), uzlet (insanlardan uzak olmak), devamlı zikir (Allahü teâlâyı an mak), teveccüh (tamâmen Allahü teâlâya yönelmek), sabır, murâkabe (nefsini kontrol etmek ve nefsin hîle ve tuzaklarına karşı uyanık bulunmak), rızâ (nefsin arzularını terk ederek, Allahü teâlânın hiçbir hükmüne îtirâz etmemek) dır (Necmeddîn-i Kübrâ)

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla