gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami Sözlük
MÂSİVÂ:
Allahü teâlâdan başka her şey Âlem, tabîat, mahluklar
Allahü teâlâyı tanıyan, mâsivâdan yüz çevirir (Ca'fer-i Sâdık)
Akla hayâle gelen, düşünülen, görülen her şey mâsivâdır (İmâm-ı Rabbânî)
Dervişlik, yalnız bir yere çekilip oturmak, gökte uçmak, dağda ve mağarada bulunmak değildir Dervişlik; gönlü, mâsivâdan çevirmektir Kalb bir ayna gibidir Karşısına gelen her şeyi gösterir Kalbden mâsivâ silinip atıldığı zaman, kalbde Allah sevgi sinden başka hiçbir şey kalmaz (Kâdı Muhammed Semerkandî)
Bize ve size her şeyden önce lâzım olan şey, kalbi Allahü teâlâdan başka şeylerin hepsinden kurtarmaktır Kalbin bu selâmete erebilmesi için, Hak teâlâdan başka hiçbir şeyin kalbden geçmemesi lâzımdır Kalbden hiçbir şeyin geçmemesi için de mâsivâyı unutmak lâzımdır Bunları unutmağa fenâ denir (Bkz Fenâ) (İmâm-ı Rabbânî)
MA'SİYYET (Mâsiyet):
İtâatsizlik, isyân Günâh olan işler, Allahü teâlânın beğenmediği şeyler; Allahü teâlânın emrettiği şeyi yapmamak veya yasak ettiğini yapmak, haramlar Allahü teâlânın yasak ettiği şeyler, günahlar
Ma'siyet, insanı küfre sürükler (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)
Nefse sükûnet ve kalbe ferahlık veren iş, iyi iştir Nefsi azdıran, kalbe heyecan veren iş ma'siyettir (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)
İyiler de, kötüler de, iyilik yapar Fakat yalnız sıddîklar (iyiler), ma'siyetten sakınır (İmâm-ı Rabbânî)
Ma'siyet yapınca, hemen tövbe etmelidir Gizli işlenen günâhın tövbesi gizli, açık işlenen günâhın tövbesi de açık olur Tövbeyi geciktirmemelidir (Ma'sûm-i Fârûkî)
Ma'siyete tövbe etmemek, bu günâhı yapmaktan daha kötüdür (Ca'fer bin Sinân)
Her izzet ve her nîmet, Allahü teâlâya itâat ve ibâdet etmekten; her kötülük ve sıkıntı da, ma'siyetten hâsıl olur Herkese dert ve belâ, günâh yolundan gelir Râhat ve huzûr da, itâat yolundan gelmektedir (Ahmed bin Yahyâ Münîrî)
İnsanın günâhından korkması, tâat; korkmaması ise, ma'siyettir En büyük günâh, bir ma'siyetin ma'siyet olduğunu bilmemektir Bundan daha kötüsü, ma'siyet olan bir şeyi, tâat, Allahü teâlânın beğendiği şey olarak bilmektir Onun için dînî bilgileri l âzım olduğu kadar mutlaka öğrenmelidir (Ahmed bin Âsım Antâkî)
MASLAHAT:
Bir işin hayırlı, iyi olmasına vesîle olan şey Çoğulu, mesâlih'tir Maslahatın zıddı mefsedet yâni bozukluktur
İslâm hukûku, maslahatları nazar-ı îtibâra almış, hükümleri bunların üzerine koymuştur Bir maslahatın dînen makbûl olabilmesi için şu şartların bulunması lâzımdır: 1- Bir şeyin maslahat olduğu kat'î (kesin) olarak bilinmelidir 2- Umûmî (genel) olma lı, husûsî ve şahsî menfaatler maslahat olamaz 3- Maslahatta mefsedet (bozukluk) olan bir şey bulunmamalı veya mefsedet bulunsa bile maslahat tarafı ağırlıkta olması lâzımdır 4- Nasslara (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere) ve icma'a aykırı olmamalı Nasslarda, umûmî veya husûsî sûrette de olsa, maslahat olduğu anlaşılan şeyle hüküm edilebileceğine dâir bir delâlet, işâret olmalıdır (Şâtıbî)
Şarabın haram kılınmasındaki maslahat; aklın, malın, insanın şerefinin korunmasıdır Aynı maslahat diğer müskirâtın (sarhoş edici şeylerin) haram kılınmasında da mevcuttur (Serahsî)
MA'SÛM:
Suçsuz, günahsız Günâh işlemekten korunmuş kimse (Bkz İsmet)
Peygamberler hakkında bilip inanmamız gereken sıfatlardan birisi de İsmet'tir Yâni Peygamberler büyük ve küçük günâhlardan ma'sûmdurlar Hiç günâh işlemezler İnsanlardan ma'sûm olan yalnız peygamberlerdir (Kutbüddîn-i İznikî)
İnsanlar içinde ruhları en yüksek ve en olgun olanlar peygamberlerdir Bunlar hatâ etmekten, şaşırmaktan, gafletten, hıyânet etmekten, taassup ve inattan, nefse uymaktan, garaz, kin bağlamaktan, ma'sûmdurlar Peygamberler Allahü teâlânın kendilerine bildirdiği şeyleri söylerler ve açıklarlar (Muhammed Bahît-ül-Mutî)
MÂŞÂALLAH:
Beğenilen şeyler görüldüğünde söylenilen; "Bu, Allahü teâlânın dilediği ve ihsân ettiği şeydir" mânâsına mübârek bir söz
Nazarı değen kimse, hattâ herkes, beğendiği bir şeyi görünce, mâşâallah demeli, ondan sonra söylemelidir Önce mâşâallah denirse nazar değmez Nazar değmesi haktır Yâni göz değmesi doğrudur Bâzı kimseler bir şeye bakıp, beğendiği zaman gözlerinden çıkan şuâ zararlı olup, canlı ve cansız her şeyin bozulmasına sebeb oluyor Bunun misâlleri çoktur Fen, belki bir gün bu şuâları ve tesirleri anlıyabilecektir (Mevlânâ Muhammed Osman)
MÂTEM:
Ölünün arkasından ağlama; yas tutma
Mâtem tutan kimse, ölmeden tövbe etmezse, kıyâmet günü şiddetli azâb görecektir (Hadîs-i şerîf-Müslim)
İnsanı küfre sürükleyen iki şey vardır Birisi, bir kimsenin soyuna sövmek, ikincisi, ölü için mâtem tutmaktır (Hadîs-i şerîf-Müslim)
İslâmiyet'te mâtem tutmak yoktur Peygamber efendimiz mâtem tutmayı yasak etti Eğer mâtem tutmak olsaydı, Resûlullah efendimizin Tâif'de mübârek ayaklarının kana boyandığı ve Uhud'da mübârek dişinin kırılıp, mübârek yüzünün kanadığı ve vefât ettiği gün mâtem tutulurdu Sonra hazret-i Ömer, hazret-i Ali ve hazret-i Hüseyn şehîd edildikleri için mâtem tutardık Bunların hepsini çok seviyoruz Şehîd edildikleri için çok üzülüyoruz Fakat mâtem yapmıyoruz (Abdülhakîm bin Mustafâ)
MATERYALİZM:
Allahü teâlâyı inkâr ve maddeyi her şeyin esâsı kabûl eden görüş, düşünce; toplum hayâtını ve fertler arasındaki münâsebetleri ve davranışları belirleyen tek faktörün madde olduğunu savunan felsefe akımı; maddecilik
Materyalizm, beşerî değer ölçülerini yoketmek için ne mümkünse yapmaktadır İnsanın değerini, sahib olduğu madde ile tâyin etmektedir İslâm'ın; "Yüksek bir izzete, şerefe sâhib olarak" yaratıldığını haber verdiği insanı, yıkmak peşindedir Mânevî ve ulvî (yüksek) değerlerin hor görüldüğü ve gözden düşürüldüğü cemiyetler, madde karşısında daha hırslı duruma gelmekte, birer dünyâperest kesilen insan yığınları, mânevî ve mukaddes değerlerin yerine maddeyi, parayı, lüksü, isrâfı, maddî zevk ve eğle nceleri koymaktadırlar Yâni materyalizm, insanın idealist karakterini çökertmeye çalıştıkça, ondaki rûhî boşluğu büyültmektedir Böylece madde karşısında derin bir mânevî açlık duygusuna itilen kişi ve kitleler, mâbedlerin yerine batakhânelere ilgi duymaktadır (S Ahmed Arvâsî)
İslâm âlimleri, binlerce yazdıkları kitaplarda tabiiyyecilerin, materyalizmi savunanların sözlerini ve müslüman olmıyanların İslâmiyet'e sokmak istedikleri uydurmaları deliller ve tartışmalar ile reddederek hepsini susturmuşlar, din düşmanlarının fit ne ve fesâd ateşlerini söndürmüşlerdir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
MATLÛB:
Kavuşmak istenilen, aranılan şey, maksat (Bkz Maksad)
Tâlib (isteyen, arayan), matlûba tam bağlanınca, rehber aradan büsbütün kalkar Böylece tâlibi matlûba aracı olmadan kavuşturur (İmâm-ı Rabbânî)
"Lâ ilâhe illallah" kelimesinin iki makâmı vardır Birinci bakımdan bâtıl tanrıların ibâdete hakları yok edilmekte ve hak olan ma'bûdun ibâdete hakkı var olduğu bildirilmektedir İkinci bakımdan ise, maksûd olmayan ve matlûb olmayan maksadlara (gâyel ere) olan bağlantıları yok edilmekte ve hakîkî matlûba olan bağlılığın varlığı bildirilmektedir (Muhammed Bâkibillah)
Matlûb-ı Hakîkî:
Gerçekte taleb olunacak, kavuşmak istenilecek ve gönül bağlanacak olan Allahü teâlâ Hakîkî Matlûb
Hakîkî matlûbdan başka hiçbir şeye gönül bağlamamalı, faydası olmayan şeylerle uğraşmamalıdır (Muhammed Ma'sûm Fârûkî)
MÂTÜRÎDÎ:
1 Ehl-i sünnetin (Peygamber efendimiz ve Eshâbının yolunda olanların) îmânla ilgili bilgilerde tâbi olduğu iki imâmından biri Ebû Mansur-ı Mâtürîdî
İmâm-ı Mâtüridî'nin kendisinin ve babasının ismi Muhammed'dir Ebû Mansûr künyesiyle bilinir Semerkand'ın Mâturîd kasabasında doğduğu için Mâtürîdî diye meşhûr oldu Doğum târihi kesin olarak bilinmemekte olup, 852 (H 238)'de doğduğu tahmin edilmekt edir 944 (H 333)te Semerkand'da vefât etti (Kefevî Taşköprüzâde)
İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe fıkıh bilgilerini toplayarak kısımlara kollara ayırdığı ve usûller, metodlar koyduğu gibi, Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâb-ı kirâmın (Peygamberimizin arkadaşlarının) bildirdiği îtikâd, îmân bilgilerini de to pladı ve yüzlerce talebesine bildirdi Bu talebelerinden İmâm-ı Muhammed Şeybânî'nin yetiştirdiklerinden Ebû Süleymân Cürcânî ve bunun talebelerinden Ebû Bekr-i Cürcânî meşhûr oldu Bunun talebesinden de Ebû Nasr-ı İyâd kelâm ilminde (îmân bilgilerin i anlatan ilimde) Ebû Mansûr Mâtürîdî'yi yetiştirdi Ebû Mensûr Mâtürîdî, İmâm-ı a'zam'dan gelen îmân bilgilerini kitaplara yazdı Yoldan sapmış olanlarla mücâdele ederek, Ehl-i sünnet îtikâdını kuvvetlendirdi, her tarafa yaydı (Ahmed Zühdü Paşa, Taşköprüzâde, Seyyid Abdülhakîm)
Îtikâdda imâm olan İmâm-ı Eş'arî ve İmâm-ı Mâtürîdî; hocalarının îtikâddaki müşterek olan mezheblerinden dışarı çıkmamış, mezheb kurmamıştır Bu ikisinin, hocalarının ve dört mezheb îmâmının tek bir îtikâdı (îmânı) vardır Bu da Ehl-i sünnet vel cemâ at ismi ile meşhûr olan îtikâddır (Taşköprüzâde, Seyyid Abdülhakîm)
Her müslümanın, îtikâdda (îmânla ilgili bilgilerde) Ehl-i sünnetin iki imâmından birine yâni Mâtürîdî veya Eş'arî'ye tâbi olması lâzımdır Bu iki imâmdan birine tâbi olmak insanı bid'at (bozuk) îtikâddan (inanıştan) korur ( Muhammed Hâdimî)
2 Îmân bilgilerinde Ebû Mansûr Mâtürîdî'nin bildirdiği gibi inanan kimse
MÂ'ÛN SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yüz yedinci sûresi
Mâ'ûn sûresi Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi) Yedi âyet-i kerîmedir Son âyet-i kerîmesinde Mâ'ûn kelimesi sûreye isim olmuştur Sûrede, İslâm dînini tekzîb eden (yalanlayan) ve Allahü teâlânın emirlerine karşı gelerek cimrilikte bulunan kimsel erin, uygunsuz hareketlerinden bahsedilmektedir (İbn-i Abbâs, Taberî)
Allahü teâlâ Mâ'ûn sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Dîni (müslümanlığı) yalan sayanı gördün mü? İşte yetimi şiddetle iten, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur İşte (bu vasıflarla berâber) namaz kılan (münâfık) ların vay hâline ki, onlar namazlarından gâfildirler Onlar riyâkârların (inanmış görünenlerin) tâ kendileridir Onlar, zekâtı da men'ederler (Âyet: 1-7)
Kim Mâ'ûn sûresini okursa, eğer zekâtını vermiş ise, Allahü teâlâ onu mağfiret eder (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
MAZLÛM:
Zulme, haksızlığa uğramış kimse
Üç kimsenin duâsı muhakkak kabûl olur Mazlûmun, misâfirin ve ana babanın (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Kafir bile olsa, mazlûmun duâsı red olmaz (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Mazlûmun bedduâsından korkunuz Çünkü onunla Allahü teâlânın arasında bir perde yoktur (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
İyi bir müslüman olarak ölüme hazır ol! Mazlûmların bedduâsından çok sakın ve hiç kimseye zulmetme! (Muâz bin Cebel) Aldatmasın seni, diktatörün sarayları, kumaşı, Saray bahçesini, sular dâim, mazlûmların göz yaşı
(İmâm-ı Rabbânî) Alma mazlûmun âhını, Çıkar âheste âheste
(Atasözü)
MAZMAZA:
Abdest ve gusül alırken ağzı su ile yıkamak
Hanefî mezhebinde mazmaza guslün farzlarından ve abdestin sünnetlerindendir (Halebî)
Mazmaza ve istinşakta (suyu burna çekmek) mübâlağa etmek (dolu dolu yıkamak) guslün (boy abdestinin) sünnetidir (Kutbüddîn-i İznikî)
MEÂL:
Tefsîr âlimlerinin yaptıkları tefsirlerin (açıklamaların) ışığı altında, âyet-i kerîmelere verilen mânâ, açıklama
Kur'ân-ı kerîm gibi ilâhî belâgat ve î'câzı (kimsenin benzerini söyleyemeyeceği bir vasfı, özelliği) hâiz (sâhib) bir kitâb yalnız Türkçe'ye değil, hiçbir dile hakkıyle çevrilemez Kur'ân-ı kerîmin nazm-ı celîlini, aslındaki i'câz ve belâgatını muhâf aza ederek tercüme etmek mümkün değildir Mûteber tefsîr kitablarının ışığı altında verilen mânâlara da tercüme değil, meâl demek uygundur (Hasan Hüsnü Erdem)
ME'ÂNÎ İLMİ:
Sözün yerinde kullanılmasından, hâle, duruma göre uğrayacağı değişikliklerden bahseden ilim (Bkz İlm-i Meânî)
MEÂRİC SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yetmişinci sûresi
Meâric sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) Kırk dört âyet-i kerîmedir Üçüncü âyet-i kerîmede geçen el-Meâric kelimesinden dolayı Sûret-ül-Meâric denilmiştir Meâric, ma'recin çoğulu olup yükselme dereceleri demektir Sûrede, kıyâmetin nasıl olacağı ve hâlleri ile Cehennem azâbı bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Taberî, Râzî)
Allahü teâlâ Meâric sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Melekler ve ruh oraya (arş-ı ilâhîye) bir günde varırlar Bu günün uzunluğu (dünyâ senesi ile) elli bin senelik yoldur (Âyet: 4)
Kim Meâric sûresini okursa, Allahü teâlâ ona emânetlerini ve vâdlerini gözetenlerin sevâbını verir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
MEÂRİF:
Kalb bilgileri Çokluk şekli ma'rifet'tir (Bkz Ma'rifet)
MEBDE-İ TEAYYÜN:
İlâhî kemâllerin, yüksekliklerin ilm-i ilâhîde başlangıcı ve ilk kaynağı
Allahü teâlâdan gelen feyzler, nîmetler hep mebde-i teayyünden gelir (İmâm-ı Rabbânî)
Mebde-i teayyün âşık ile ma'şûk arasında berzahtır (yâni köprüdür) (M Ma'sûm)
MEBDE' VE MEÂD:
Başlangıç ve sonuç, dünyâ ve âhiret; mahlûkların (yaratılmışların) nereden ve nasıl vücûda geldiği, onları kimin yarattığı, yaratılış hikmetleri, sonunda ne olacakları ve ölümden sonraki hâlleri
Kelâm; Allahü teâlânın zât ve sıfatlarından, nübüvvet (Peygamberliğe âit mes'elelerden) ve mebde' ve meâd bakımından yaratılmışların hâllerinden bahseden ilimdir Tecrübî ilimler de mahlûkların hâllerinden bahseder fakat mebde' ve meâd bakımından değ il Sâdece, onların hissedilebilen, tecrübe ve müşâhede olunabilen (deney ve gözleme) tabiî durumlarını ele alır Meselâ ana karnındaki çocuğun nasıl teşekkül edip, meydâna geldiğini ve doğuncaya kadar geçirdiği safhaları inceler Fakat onu kimin yarattığından, yaratılış hikmetinden, dünyâya gelip îmânla ölürse Cennet'e, îmânla ölmezse Cehennem'e gireceğinden bahsetmez Mebde' ve meâd hâlleri olan bu hususlardan kelâm ilmi bahseder Kelâm ilmi gibi, felsefe de, mahlûklardan mebde' ve meâd îtibâriyle bahseder Ancak, kelâm ilmi, bunda nakli yâni Kur'ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfi esas aldığı hâlde, felsefe aklı esas alır Söylediklerinin dîne uygun olup olmadığına bakmaz Bu yüzden, dîne aykırı pekçok fikir ortaya atar (Abdüllatîf Harpûtî)
MEBÎ':
Satılan veya satın alınan mal
Mebî', akd yâni sözleşme yapılınca, müşterinin mülkü olur ise de, teslim alınmadan önce kullanılması câiz değildir Bunun için teslim almadan önce tam mülkü değildir Teslim almadan zekât hesâbına katılmaz (İbn-i Nüceym)
Mebî' tâyin (belli) edilince teayyün eder yâni belirtilen malın kendisinin verilmesi, teslim edilmesi lâzım olur Benzerini vermek olmaz (Mevkûfâtî)
MECÂZ: Bir münâsebet, ilgi sebebiyle konulduğu asıl mânâdan başka bir mânâda kullanılan lafız (söz) veya mânâ
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: "İstersen köye sor " (Yûsuf sûresi: 82) Âyet-i kerîmede mecâz vardır Çünkü, bir yer olan "köy" zikredilmesine rağmen, içerisinde yaşayan insanlar kasdedilmiştir (Şeyhzâde)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevvereye hicret ettikleri zaman O'nu gören Medîneliler; "Üzerimize bedr (dolunay) doğdu" dediler Burada bedr kelimesinde mecâz vardır Çünkü, bedr gökteki yıldızlardan birisi olduğu hâlde, onunla Peygamber efendimiz kastedilmiştir (Sekkâkî, Teftâzânî)
Kelâmda asl olan mânây-ı hakîkattır Mânây-ı hakîki (ilk konulduğu mânâ) kastedilmesi mümkün olmadığı zaman mecâzî mânâ ele alınır Evlâd (çocuklar) lafzı, sözü asıl mânâsı îtibâriyle ahfâd (torunlar) lafzını içerisine almaz Fakat bir kimse malını e vlâdına vakfetse, ancak evlâdı bulunmasa, bu takdirde, evlâdından ahfâdı kastedilir (Ali Haydar Efendi)
MECELLE:
Tanzîmât'ın îlânından sonra, Ahmed Cevded Paşa'nın başkanlığında bir komisyon tarafından hazırlanan; İslâm hukûkunun muâmelâta (alışveriş, şirketler, hibe v b ) âit hükümlerinin Hanefî mezhebine göre maddeler hâlinde tertibinden meydana gelen kânunla r veya bu kânunları içerisine alan mecmûa
Günlük işlerde dînin emirlerine uygun davranabilmek için her müslümanın Mecelle kitabının başındaki yüz maddeyi iyi bilmesi ve anlaması lâzımdır Kitabda bir başlangıç ile on altı kısım vardır Hepsi bin sekiz yüz elli bir (1851) maddedir (M Sıddîk Gümüş)
Tanınmış hukukçulardan Ali Haydar Bey, Âtıf Bey ve Hâcı Reşîd Paşa (rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmâin) Mecelle'yi ayrı ayrı şerh etmişlerdir Her biri çeşitli cildler hâlinde basılmıştır Bunları okuyan garb bilginleri, İslâm hukûkuna ve ondaki bilgi lerin inceliğine ve çokluğuna hayran kalmaktadır (M Sıddîk Gümüş)
Mecelle'nin içerisindeki maddelerden bâzıları şöyledir: 1) Kendi malı sanarak, başkasının malını telef eden öder 2) Birinin ayağı kayıp, başkasının malını telef etse öder 3) Başkasının elbisesini çekip de yırtan tamam kıymetini öder Elbiseyi tutup , sâhibi çekmekle yırtılsa, yarısını öder 4) Mazlum olanın, başkasına zulm etmeğe hakkı yoktur 5) Birinin malının telef olmasına sebeb olan öder Ahırın kapısını açıp, hayvan kaçarak zâyi olsa öder
MECÎD (El-Mecîd):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Büyüklüğü, yüceliği ve işlerinin güzelliği ile tanınan, övülen
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ, nîmetler vermesi sebebiyle övülendir, Mecîd'dir (Hûd sûresi: 73)
Yâ Rabbî! İbrâhim aleyhisselâm ve âlinin (akrabâsının) şerefini ve şânını yükselttiğin gibi Muhammed aleyhisselâmın, dünyâda nâmını âli (yüce) ve meşhûr, güzel dînini dâim, ümmetini çok, âhirette sevablarını sonsuz, kendisini, herkese şefâatçi, Cennet'te yüksek ve nûrlu bir yer olan Vesîle makâmına kavuşturmakla O'nun şânını ve şerefini, derecesini yükselt O'nun âlinin (akrabâlarının) ve eshâbının (mübârek arkadaşlarının) derecelerini yükselt (Yâ Rabbî!) Sen Hamîd'sin Yâni her insanda ve her kalbde övülensin, bütün hamdler yani övgüler sanadır Sen Mecîd'sin (Hadîs-i şerîf-Kitâb-üs-Salât)
Yâ Rabbî! İbrâhim aleyhisselâmın ve âlinin feyz ve bereketini artırdığın gibi, Muhammed aleyhisselâmın mübârek isminin anılmasını, O'na tâbi olanları (uyanları), ümmetini (inananları) çoğalt, yolunu dâim eyle Âlinin ve eshâbının feyz ve bereketini, iyiliklerini artır (Yâ Rabbî) Sen Hamîd'sin, Mecîd'sin (Hadîs-i şerîf-Kitâb-üs-Salât)
Baras hastası, Eyyâm-ı Biydde kamerî ayın on üç, on dört ve on beşinde oruç tutup iftar vaktinde de, el-Mecîd ism-i şerîfini söylerse, Allahü teâlâ ondan sebebli veya sebebsiz olarak bu hastalığı giderir (Yûsuf Nebhânî)
MECNÛN:
Deli (Bkz Cünûn ve Deli)
İmâm-ı Ali Rızâ hazretleri Nişâpûr'a gelince, Ehl-i sünnetten yirmi binden çok âlim ve talebe kendisini karşıladı Dedelerinden gelen bir hadîs-i şerîf okuması için yalvardılar İmâm hazretleri, bütün dedelerinin isimlerini sayarak, şu kudsî hadîsi o kudu: "Lâ ilâhe illallâh kal'amdır Bunu okuyan, kal'ama girmiş olur Kal'ama giren de, azâbımdan kurtulur " İmâm-ı Ahmed ibni Hanbel hazretleri buyurdu ki: "Bu hadîs-i kudsî, râvîlerinin (bildirenlerin) isimleri ile berâber, mecnûna okunursa aklı başına gelir Hastaya okunursa şifâ bulur " (İbn-i Esîr)
Mecnûn olanlar ibâdet için ehil değildirler (Molla Hüsrev)
ME'CÛC:
Çok eski zamanlarda, bir duvar arkasında bırakılmış, kıyâmete yakın, yeryüzüne yayılacak olan Nûh aleyhisselâmın oğlu Yâfes'in soyundan gelecek olan kötü bir millet Yüzleri yassı, gözleri küçük, kulakları çok büyük, boyları kısadır (Bkz Ye'cûc ve Me'cûc)
MECÛSİ:
Ateşe tapan
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
O îmân edenler, o yahûdîler, o yıldızlara tapanlar, o hıristiyanlar, o mecûsîler, o Allah'a ortak koşanlar (var ya), muhakkak ki Allah, kıyâmet günü aralarında hükmünü verecek, hak ve bâtılı ayıracaktır Çünkü Allah her şeye şâhid bulunuyor (Hac sûresi: 17)
Bütün çocuklar müslümanlığa uygun ve elverişli olarak dünyâya gelir Bunları sonra anaları, babaları, hıristiyan, yahûdî ve mecûsî yapar (Hadîs-i şerîf-İhyâ-u ulûmiddîn)
Mecûsîler, Kisrâ denilen Acem şahlarından Küştüseb zamânında yaşayıp yaşamadığı tam bilinmeyen Zerdüşt adlı birinin uydurduğu bâtıl bir dîne bağlıdırlar Mecûsîler ölülerini gömmezler Kulelerde saklarlar ve akbabalara yedirirler (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
MECZÛB:
1 Allahü teâlânın sevgisi ile kendinden geçmiş olan
Evliyâdan bir kısmı öldükten sonra Huzûr-i ilâhîde her şeyi unuturlar Dünyâdan ve dünyâda olanlardan haberleri olmaz Duâları duymazlar Bir şeye vâsıta, sebeb olmazlar Dünyâdaki, diri olan evliyâ arasında da böyle meczûblar bulunur (Ahmed Saîd-i Dehlevî)
2 Cezbeye tutulmuş, çekilmiş tasavvuf yolcusu
Tasavvuf yolunda ilerlemek isteyenlerin, arada vâsıta olmadan maksada kavuşmaları çok güçtür Bunlara bütün tasavvuf derecelerini geçmiş olan bir Ehl-i sünnet âliminin yardımı lâzımdır Onun sözleri, ölmüş kalbleri diriltmek için devâdır Bakışları ş ifâdır Böyle devletli bir rehber ele geçmezse, meczûb olan sâlik (tasavvuf yolcusu) de böyle bir nîmettir Bu da tâlibleri (tasavvuf yolunda ilerlemek isteyenleri) yetiştirebilir (İmâm-ı Rabbânî)
MED:
Uzatmak, çekmek, Kur'ânı kerîmde uzatan harflerden (elif, vav, yâ) biriyle kendilerinden önceki harfleri çekmek
Kur'ân-ı kerîm okurken yapılan hatâ dört şekilde olabilir Birinci şekil, i'râbda hatâdır Yâni harekelerde ve sükûnda(cezm, şedde de) olabilir Meselâ şeddeyi hafif okur veya medleri kısa okur veya bunların aksini yapar İkincisi, harflerde, üçüncüs ü kelimelerde ve cümlelerde olur Dördüncü olarak vakf ve vasılda yâni durulacak veya geçilecek yerde olur İlk üç şekilde mânâ değişip, küfre sebeb olacak mânâ hâsıl olursa, namaz bozulur Dördüncüde mânâ değişse de namaz bozulmaz (Alâüddîn Haskefî)
MEDENÎ:
1 Topluluk hâlinde yardımlaşarak yaşayan, kibâr, nâzik, terbiyeli, görgülü kimse
İnsan medenî olarak yaratılmıştır Hayvanlar medenî yaratılmadı Şehirde birlikte yaşamağa mecbûr değildirler İnsan, nâzik zayıf yaratıldığı için, pişmemiş yemek yiyemez Gıdâ elbise ve binânın hazırlanması lâzımdır Yâni san'atlara ihtiyâcı vardır Bunun için de araştırmak, düşünmek, tedkîk etmek (incelemek), tecrübe yapmak (denemek) ve çalışmak lâzımdır Fen ve san'at, insanlığa yaratılış îcâbı lâzımdır (Kınalızâde Ali Efendi)
2 Medîne'de nâzil olan âyet-i kerîmeler ve sûreler
Kur'ân-ı kerîmdeki sûrelerin seksen yedisi Mekkî (Mekke'de nâzil oldu, indi), yirmi yedisi Medenî'dir (Übeyd bin Ka'b)
Kur'ân-ı kerîmdeki hudûd (cezâlar) ve mîrâs paylarını (ferâizi) bildiren sûrelerle, kafirlerle cihâda izin veren ve cihâd (muhârebe) hükümlerini bildiren ve münâfıklardan bahseden sûreler Medenî'dir (Zerkeşî)
__________________
|